Amerikan istihbaratıyla “ulusal” savaş…
By Ferhat Kentel on Ara 22, 2007 in Makale
Allah’ım ne kadar mutlular nihayet savaş yaptıkları için! Uzaktan uzağa Amerikan filmlerinde ya da Amerika’nın Irak’a saldırıları sırasında gördükleri savaş sahnelerinin, bilgisayar oyunlarında gördükleri savaş oyunlarının aynısını becerebildikleri için…
Füzelerle, savaş uçaklarıyla BBG evi gibi gördükleri mağaralarda terörist avladıkları için, çok mutlular. Televizyon ekranlarında gene uzmanlar, haber sunucuları heyecan içinde gördükleri sahneleri, savaşın tam göbeğinden, kalbinden “gerçek” görüntüleri yorumluyorlar. Huşû içinde… Zevk alarak…
Büyük bir özgüven içindeler… Dünya kadar para sayıp, İsrail’den satın aldıkları, havada aralıksız 24 saat, 36 saat kalabilen, pilotsuz casus uçaklarıyla gurur duyuyorlar.
BBG evi gibi her yeri görüyorlar ama bir üsteğmeni bulamıyorlar… Bulamadıkları için “firar etmiştir” kolaylığına sarılarak, gururlarına, kibirlerine halel gelmesine asla razı olmuyorlar. Çünkü mühim olan o kibri korumak… Çünkü o kibir korunabildiği ölçüde içeride de yüksek perdeden konuşmaya devam edebilecekler. İnsanlarda adalet duygusunu dibinden sarsarak, gerçek ve sözde vatandaşlığın nasıl bir şey olduğu, başörtüsünün kamusal alanda işi olmadığı hakkında; dükkan bombayanların nasıl “iyi çocuk” rütbesine lâyık oldukları hakkında “ders vermeye” devam edecekler. Her şeyi, vatanın gerçek çıkarlarını en iyi kendilerinin bildiklerini, kibir içinde anlatmaya devam edecekler. Savaş sayesinde tazeledikleri kibir ve gururla yerlerinde daha da rahatlayarak oturacaklar.
Onlar için her şey kazanmak ve kaybetmek üzere kuruludur… Ya onlar yeniyordur ya da biz… Her şey stratejik bir hesaptır onlar için; her şey mübahtır. İnsan hakları bile ya “kullanılan” ya da başkalarına “kaptırılan” bir maldır. Düşmanın elindeki şu stratejik tepeyi ya da bu köprüyü ele geçirmek, onun hareket kabiliyetini sınırlandırmak gibidir. Bombaları, füzeleri, savaş uçaklarını, gece görüş dürbünlerini, medyayı sermayenize katabilirseniz, düşmana karşı verilen savaştan bir “rütbe” daha atlayarak çıkabilirsiniz…
Haber spikerleri zevk içinde anlatıyorlar, Scorskyler, Cobralar, Efonaltılar, Efaltılarla yapılan savaşı… İsmi yabancı, görüntüleri insanla alakası olmayan canavar makinalar ekranlardan evlerimizin içine dalıyorlar… Öbür tarafta düşmanın elindeki sermayeyi de öğreniyoruz. Rus yapımı Katyuşa roketleri, ısıya duyarlı roketler… Ne kadar çok öğreniyoruz bu kelimeleri! Savaşın kelimeleri nasıl da gündelik hayatımızın kelimeleri haline geliyorlar…
Amerikan istihbaratından faydalandıklarını nasıl da gururla anlatıyorlar! En ufak bir gurur kırılması yaşamadan, “Amerika’nın hava sahasını açtığından”, “Amerika’nın izin verdiğinden” bahsediyorlar. Daha düne kadar, PKK’yı koruyan bir düşman statüsündeki ABD’den bahsederken, bugün hiçbir şey olmamış gibi, Irak’a sürpriz bir ziyaret yapan Condolezza Rice’ın “bizi” nasıl haklı gördüğünü, Barzani’ye yüz vermediğini sevine sevine anlatıyorlar. Nihayet büyük ağabeyin gözüne girmenin sevincini yaşayarak…
Ekranlardan düşmanın terkettiği sermaye gösteriliyor. Katyuşa roketleri, bir çuval küp şeker, bir çuval tuz, bir çuval un, bir çuval bulgur… PKK’lıların saklandıkları mağaralarda bulunan erzak, bıçakla delinip etrafa saçılıyor. Bunları fakir fukaraya vermek caiz değil midir? Atmak, dökmek günah değil midir? Yoksa savaşın kalbinde, bu çuvallar yüzünden hareket kabiliyetini kaybetmek mi günahtır? Sahiden, hangi durumda gerçekten kazanılır bir savaş?
Amerikan istihbaratı, Amerikan kelimeli alet edavat, makinalar; İsrail yapımı casus uçaklar… Sahiden, bizim ulusalcılarımızın anti-amerikan tepkileri ne oldu acaba? Abdullah Gül’e, Recep Tayyip Erdoğan’a Yahudilik atfedenler, sabah akşam “Büyük İsrail Projesi” komplosundan dem vuranlar, içeride hainler arayanlar ne düşünüyorlar bu savaş hakkında?
Arkasına Amerikan-İsrail desteğini alan dev gibi bir orduyla, bir avuç teröriste açılan savaşın temaşası bu kadar gururla verilebilir mi? Nasıl bir gururdur bu?
Güvenlik kuvvetlerinin, her türlü tehlikeye, teröre karşı vatandaşı korumak için vermesi gereken mücadele böyle mi olmalı? “Savaş ruhunu”, zevk alınacak gündelik bir hale getirerek mi, toplumu “savaş” diline, savaş tapınmasına sokarak mı verilmeli bu mücadele? Bu savaş diline hayranlıkla kapılanlar farkında değiller mi ki, bu dil düşmanlarında da aşkla sahipleniliyor? Yoksa bizzat bu mu istenilen? Yani yeter ki savaşacak birileri mi olsun?
Bu toplum savaş diline çok maruz kaldı… Karabasan gibi günlerin yıldönümlerindeyiz… Daha 30 yıl bile olmadı; 19 Aralık 1978’de Maraş’ta, bu ülkenin yüzlerce vatandaşı savaş nidalarıyla katledildi. Daha sadece 7 yıl geçti; 19 Aralık 2000’de, hayatları devletin koruması ve güvencesi altında olan 30 mahkum, 20 cezaevinde düzenlenen “Hayata dönüş” (!) operasyonu sonucu öldürüldü, yüzlercesi yaralandı… Öldürenler, bütün güçleriyle, devletten devşirdikleri her türlü sermayeyi acımasızca kullanarak öldürdüler. Öldürenler “savaş” gibi gördüler yaptıkları saldırıları… Zaferle, gururla ayrıldılar oradan; arkalarında kan içinde cansız bedenler bırakarak…
Artık yeter… Silahı çok olanlar, silahı az olanlar, kibir yarışına girenler… Artık savaşın dilini dayatmayın, savaşa tapınmayı öğretmeyin bu memleketin insanlarına… Savaşın dilini bırakın, insanca konuşun…
Bakın bugün bayram… Bir araya toplanma günü… Zenginin, fakirin, güçlünün, güçsüzün eşitlendiğini, eşitlenmesi gerektiğini hatırlatan bayram… “Yeter artık! Savaşla bayram yapmayın, savaşla büyümeyin, kibrinizi bir kenara bırakın! Kendini tanrı yerine koyanlara özenmeyin! Tanrı olmak için kurban istemeyin, kendinizi tanrı yerine koymayın! Allah’ın halklarıyla konuşun, barışın!” diyen ve tüm zamanları aşıp gelen bir mesajı hatırlatan bayram…
Bayramınız kutlu olsun… Cejna we piroz be…
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
5 Yorum
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ara 22, 2007 | Reply
Amerika’dan memnunum
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partililerle tatilini geçirdiği Antalya’da bayramlaştı. Baykal, burada yaptığı açıklamada askerî harekâta fırsat tanıyan, Irak hava sahasını açan ve gerekli istihbaratı veren Amerika’nın yaklaşımından büyük memnuniyet duyduğunu kaydetti.
Baykal, “Terörü kollayan, himaye eden onu meşrulaştırmak isteyen güçler demokrasiye ve hukuka, eline silah alıp terör yapanlar kadar zarar verir.” ifadesini kullandı.
Yazan:che_chen Tarih: Ara 22, 2007 | Reply
”Laikliği korumada karralıyız” YBüyükanıt..bıcak kemiğe dayandı diye 5 kasımda Bushun oval ofisinde soluk alan hükümet ve askeri 2. şahıs (adını bilmediğim ve idip yahudi locasından ödül alan paşanız).Tarihi operasyon ve tarihi görüşme diye tarihsiz yaşayan bir ekonomikus halka her şeyi dayatıyorlar..bundan medya ve bayrak üreticileri ve komiği birbirine karşı tüm siyasiler memnun..aklı selim 2-3 kişi hariç..KAHROLSUN YERLİ İŞBİRLİKÇİLER..
Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Ara 23, 2007 | Reply
sayın Kentel,
neyin peşindesiniz,anlamış değilim.ancak değişimi ya görmüyorsunuz ya görmek istemiyorsunuz.”Kimse Yok Mu” dan da haberiniz yoktur Allah bilir.ülkemin artık bir günü diğerini tutmuyor.sürekli bir değişim ve gelişim sözkonusu.bütün bu hassasiyetler neticesinde yakında AB’yi bile kıskandıracak bir demokrasi anlayısına sahip olacağız.ne için,Türkiye için,Türk insanı için.dahası dünya insanı için,insanlık için.siz daha bir şey görmediniz.değişimin gerisinde kalmamanız dileklerimle…
Yazan:kemal Tarih: Ara 25, 2007 | Reply
ABD’nin gozune girmis oldugumuzdan degil, diplomasiyi basariyla goturup ABD’yi girmemize “izin vermeye mecbur biraktigimiz” icin seviniyoruz. Hava harekati basarilidir. Evet, tegmeni bulamiyoruz, evet esir dusen askerleri hala hapse tikiyoruz, boyle sacmaliklar hala yapiliyor malesef. Semdinli zanlilarini serbest birakmak ta bu garabetin bir parcasi. Bunlar uzerinde calisilmasi ve degismesi iyilestirilmesi gereken konular. Zamanla onlar da duzelir. Unutmayalim, askerler de insan, dogruyu gorunce onlar da degisiyorlar. Otekilerden daha yavas degisiyorlar ama degisiyorlar.
Yazan:Mansur Osman MOMURCAN Tarih: Mar 1, 2008 | Reply
Anlık istihbarat çok iyi düşünülmüş hedefleri önerdi. Bu hedeflere en pahalı ABD silahları kullanılmalıydı; öyle oldu. Yani ABD Silah gelirlerini artırdık. Ne zamanki iş mehmetçiğe kaldı; çekilin!…
Biz hep inatçı-hurafetik-aymaz Turkey’leriz.