RSS Feed for This Post

BATILILAŞMA SINAVI

1115465574.jpg19 yy. boyunca Avrupa’da yükselmekte olan değerlerin başında demokrasi, katılım, birey endeksli yönetim ve liberal devlet modeli gelmekteydi. Kilisenin baskısı ve derebeylerin zorbalıklarından bunalan Avrupalı, yapılacak olan reformlarla siyasal, ekonomik ve dinsel yönden birçok özgürlüğe de sahip oluyordu. Bu dönemde Avrupa’da yaşanan değişikler, Osmanlı’yı da etkilemişti. Nitekim padişahın keyfi uygulamaları ve otoritesini sınırlandırmak için yapılan ıslahatlar ve merkeziyetçiliği yıkmak için Prens Sabahattin gibi aydınların öne sürdüğü görüşler bu meyanda yeni alternatif arayışlarının belirtisiydi.   19 yy.ın bu tozpembe havasından, 20yy. geçtiğimizde ise Avrupa’daki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yerini, cebri uygulamalar yapan ve vatandaşın sırtında bir kambur gibi yükselen despot yöneticiler ve tiran devletler almıştır. 1917 ve 1946 yılları arasındaki dönemde Nazi Almanya’sı, Sosyalist Rusya, Faşist İtalya ve hatta Militarist Japonya bile dünyanın üzerine bir karabasan gibi çökmüşlerdi. 1917-53 yılları arasındaki komünizm furyası yüzünden 42 milyon kişinin katledildiği belirtilmiştir. Aynı dönemde 1922-43 arası İtalya’da iktidar olan Mussolini ve Versay zincirinden kurtulan Almanya’nın da yaptığı zulüm ve katliamlar da Sovyet Rusya’yı aratmayacak niteliktedir.  

19 yy. demokrat Avrupa’sından etkilenip, modernleşme hareketlerine giren Osmanlı teoride aldığı kararları uygulamaya geçiremediği için modernleşme hareketleri Fransız etkisinde ve jakobenizm tesirinde gelişmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşuna geldiğimizde ise Türkiye’de günümüze kadar yansıyacak olan otoriter ve elitist devlet modelinin temelleri atılmıştır. 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in günümüzdeki etkisinin otoriter, dayatmacı, statükocu ve elitist olmasının sebebi ise batılılaşma sevdamızda gizlidir. Avrupa’nın demokrasi bayramını kutladığı yıllarda bu sistemi özümseyemeyen Türk Devleti(Osmanlı), Avrupalılaşma sevdasından vazgeçemediği için 1923 Cumhuriyet’inin temelleri de 1917-47 yılları Avrupa’sına göre atılmıştır. Günümüzde mevcut olan tepeden inmeci, merkeziyetçi ve seküler devlet modeli 20 yy. Avrupa’sının karakterini oluşturmaktadır. Fakat Avrupa’dan alınan vurdumduymaz, tekelci ve toplumu kamplara bölen anlayışla birleşen bizdeki laik devlet modeli, günümüz dünyasında Türkiye dışında üçüncü dünya devletleri tarafından bile itibarını yitirmeye başlamıştır.  

turhan09.jpgBugün Avrupa’nın bazı ülkelerinde(Hollanda, İspanya vb.) eşcinsellerin evlenme konusundaki hakları bile aranmakta iken ki – kendi inanç ve kültürlerine ters olmasına rağmen- ülkemizde çoğunluğu inancı ve kültürü gereği örtünen başörtülü vatandaşlarımıza, diğer ülkelerdeki eşcinsellere verilen değer kadar itibar gösterilmemesi bir utanç vesilesidir.  

Zamanında Avrupa’dan etkilenip, bugün topluma tepeden bakan ve halka yük olan %20’lik reformcu elitist kesim acaba şu anda Avrupa’daki vatandaşlara karşı verilen hak ve özgürlüklere neden sırtını dönmüş durumda? Toplumdan inisiyatif almadan, toplumu kamplara bölen seçkinlerimiz, başını örttüğü için hiç iş bulamayan, istediği işte çalışamayan veya çalıştığı iş yerinde kötü muamele gören ve medyada yer alan yıkıcı haberlerden dolayı psikolojisi bozulup, ilaç tedavisi gören, devlete karşı güveni sarsılan ve ikinci sınıf muamele gören vatandaşlarımıza ne zaman kulak verecekler? Önceleri köylerinde ve taşrada bulunan örtülü vatandaşlarımız, bürokratlar ve seçkinlerimiz için bir tehlike oluşturmuyordu. Zaten merkezde bile Nilüfer Göle’nin tabiriyle “tatlı anneanne” imajları başörtüsü ile bütünleşiyordu. Fakat bu örtülü zümre zamanla merkeze taşınmaya başlayınca, halkla eğitim ve siyasi planda entegre olmaya başlayınca, koltuklarının sallandığını hisseden bir takım kişiler Türkiye’nin örtülü gerçeğini görmezlikten geldiler ve başörtüsü veya onların diliyle türbanı siyasi arena içine hapsetmeye başladılar. Hâlbuki başörtüsü siyasi gerçekten çok, sosyal bir gerçektir. Toplumun inancının ve kültürünün bir gereğidir.

Yıllardır pergelini Avrupa’ya koyup dünyayı çizmeye çalışan elit mühendislerimiz acaba şimdi neden Türkiye’yi kendi içine hapsedip, dünyadaki temel hak ve özgürlüklere gözlerini kapatıyorlar? Eğer bir ülkede temel hak ve özgürlükler konusunda belirli zümrelere kısıtlamalar getirilirse bu bütün vatandaşların haklarının kısıtlanması demektir. Bugün sadece başörtülüler hesabına yapılan uygulamalar gün gelecek sahiplerini de etkileyecektir. Çünkü kapalı bir ortamda sadece belirli kişilere için sıkılan zehir bile oradaki herkesi etkilemektedir.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:TT Tarih: Oca 23, 2008 | Reply

    MY Zamanında Avrupa’dan etkilenip, bugün topluma tepeden bakan ve halka yük olan %20′lik reformcu elitist kesim acaba şu anda Avrupa’daki vatandaşlara karşı verilen hak ve özgürlüklere neden sırtını dönmüş durumda?

    Dünün batıcı elitlerinin bu gün batıya sırtını dönmesi manidar gerçekten ama başını kuma gömüp dünyadaki gelişmelere kapalı yaşamakta mümkün değil…
    Mehmet Bey’in özetlediği gibi 19. yüzyılın özgürlükçü,milliyetçi havası yada 20.yüzyılın despotik rüzgarları nasıl ülkemize de aynen ulaşmışsa 21.yüzyılın dünyasındaki gelişmelerden de bigane kalmak mümkün olmayacak…
    ….
    Biraz konudan uzak olacak ama aktüel bir uç örnek vermek gerekirse şu sıralar hemen her devlet yeni oluşturulan dünya düzeni içinde yer kapabilmek için yenilenmeye çalışıyor ve çıkarabileceği en iyi karizmatik ve işbilen liderleri başa geçirmek ve o liderler marifetiyle yeniden yapılanma hareketlerine girişiyor…örneğin Fransa’da Sarkozy,Rusya’da utin…Türkiye’de,T.Erdoğan/Gül,Dubai’de Maktum vs…Bu açıdan bakınca dünyada halkını hiçe sayan çapsız etkisiz liderler başkanlar devri de bir yandan sona eriyor…

  3. Yazan:vatansever Tarih: Oca 23, 2008 | Reply

    bugün başörtüsü haberlerini televizyondan izlediğimde bazı üniversiteli gençlerle ropörtaj yapılıyordu ve gençlerin çoğunluğu yasağın kalkmasından tereddüt duyuyordu(gerçi her kanala göre değişir bu anket). fakat gençlerimiz bile bizi biz yapan tarihi, dini ve kültürel değerlerimize sırtını dönmüş durumda. Bu nasıl vatanseverlik, milletperverliktir. elimizdeki son kalemizi kaybetmek üzereyiz

  4. Yazan:rafet günay Tarih: Oca 24, 2008 | Reply

    Türkiyeyi artık oryantalist gözlükten kurtaran bir üniter yapı olarak neden görmezler ki?
    Türkiye kültürü ve demografik ve sosyolojik yapısıyla kendini muhafaza etmeye çalışmış ve bazı sembolleri kalkan olarak kullanmıştır. Bunlar inançlarını gerek esasları ve konsiyonel yapısıdır……..
    Ortaçağlarda mayalanmaya başlayan Batı bilim ve teknolojisi, 18. Yüzyılda Batı kültürünü laikleştirdi. Bu tarihten itibaren Batı tarihinin adeta yeni bir bölümü başladı. Bu kültür askeri teknoloji ve eğitim ile sanayi alanında kendini gösterince, dünyanın değişik yerlerindeki kültürler bu gelişmeleri taklit etmeye çalıştılar. Ama bu taklitlerde değişik yollar ortaya çıktı.

    Kültürün ana özelliği, içine aldığı unsurları bütünleştirmeye ve özümsemeye çalışmasıdır. Geçmiş bize gösterdi ki, dışardan ödünç alınan ögeler, başka kültürlere uyarlanma sırasında bayağılaşıyor. Batılı bir kültür ögesini kendi içinde geliştiği kültürel bağlamından koparınca, anlamsızlaşıyor, geçersizleşiyor ve hatta zararlı oluyor. Batı kültürünü arka plana koymayınca, teknik ve askeri eğitim pek başarılı olamıyor.

    Batılılaşma veya modernleşme için, önce Batı uygarlığını ortaya çıkarak faktörlerin sokukkanlı olarak analiz edilmesi, sonra da belli bir plan ve program çerçevesinde modernleşmeye başlanması gerekirdi. Osmanlı, her ikisini de yapamadı; önce Batı karşısında eskiden var olan üstünlük duygusunu yıkıp Batının sağlıklı analizini yapamadı, sonra da -Avrupa karşısında acizlik ve hayranlık duygularıyla- panik içinde sistemsiz ve plansız, birbirinden kopuk modernleşme çabaları gösterdi.

    Petro Batılılaşmasının Rusya’sı 1905’te sarsıldı, 1914-18 arasında yenildi ve şekil değiştirdi. Batılılaşma yüzeysel kalmıştı. Marxist komünizm ile Batının radikal muhalefetini Rusya’da denedi; o da başarılı olamadı. 16. yüzyılda dini temeldeki Batı uygarlığını yetersiz bulan ve kovan Japonya, Meici döneminden sonra laik Batı uygarlığını bilim-teknik ve sanayi yönleriyle aldı. II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgi, Japon Batılılaşmasının sağlam olmadığını gösterdi. Şimdi Batı kültürünü her yönü ile almayı deniyorlar. Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı Batılılaşması kendi geleneksel egenemliğini uygar bir şekilde (kan dökmeden) modern bir demokratik Cumhuriyete dönüştürmüş, o zamandan beri de “yurtta barış dünyada barış” sloganıyla ülkesini ve milletini barış içinde kalkındırmaktadır. Belki Japonya ve Rusya’dan daha yavaş modernleşmekte, ama bu yöndeki politikasını sağlam ve emin adımlarla sürdürmektedir.

    Rusya ve Japonya, Batılılaşmayı laiklik temeli üzerinde sağlamaya çalışırken, Osmanlı İslâm dini ve bütün İslâm dünyası için problemi çözmeye çalıştı. Va hâlâ da çözümünü bulamadı. Batı bilim ve kültürü aşağıdan yukarıya doğru gelişen ve yayılan bir güç olduğu halde, Osmanlı bunu hep yukarıdan aşağıya doğru yapmaya çalıştı. Bu da, Batılılaşma ve modernleşmenin kendiliğinden gelişimini ve kökleşmesini engelledi.

    Batılılaşma içinde uygulanan programlarda Batının objektif, bilimsel düşünce sistemine hiçbir dönemde ciddi olarak yer veremedik. 1400’lerde hep aynı seviyede bulunan dünya düzeninde Batıdaki bazı bölgelerin ve devletlerin yaptığı çıkışın gerçek dinamosunu hala göremedik. Hep Batılı kurumların yarım yamalak kopyelerini kurup yaşatmaya çalışmakla vakit geçirdik. Eğitimde bilimsel zihniyet ve metodu yerleştiremeyince de demokrasi, laiklik, ekonomi, hukuk gibi toplumsal kavramları ancak şekil olarak ve çok güç şartlar altında yaşatabiliyoruz.

  5. Yazan:mutlu Tarih: Oca 24, 2008 | Reply

    Batı batı diye battık.geçlerimizin gözü batının adiliklerinde değil ilminde ve tekniğinde olmalı.ülkemizde öze dönüş süereci en kısa zamanda gerçekleşmediği sürece ne ölürüz nede diriliriz.öyle bir nesil yetişti ki ortak değerler,özgürlükler,insan olma gibi bir takım konularda dahi anlaşamıyorlar.çıkar çevrelerinin istediği gibi bir ülke olduk. saltanat sürenlerin saltanatları devam ediyor.önemli olan onların mutlu olmaları.gençlik ne olacak.işsizlik ne olacak. okumak isteyen değelerine bağlı veya öyle inanmış kızlarımızın başörtüsü nasıl çözülecek .kimin umurunda.

  6. Yazan:Kerem Tarih: Oca 26, 2008 | Reply

    Siz ne zaman Batılı oldunuz ki?

    Bir arkadaş, AKP iktidarının en az on-on beş yıl daha süreceğini, “bu adamların başımızdan kolay kolay gitmeyeceklerini” sonunda anlamış, çünkü karşılarında başka bir güç yokmuş.

    Orduyu saymamış, eh, bu da bir gelişmedir!

    Türkiye’nin daha zengin ama cahil, zevksiz, karmaşık bir lumpen cenneti ve “Ortadoğulu” olacağını da görüyor.

    Bir başka arkadaş “Ortadoğululuğa pupa yelken” demiş bu gidişe…

    Yanılgıları şudur: Sanki Türkiye “pırıl pırıl” bir Batı ülkesi olmuşmuş da, şimdi geri dönüyor!

    Türkiye hiçbir zaman Batılı olmadı, yalnızca üstüne bir Batı yaldızı çekildi. Şimdi yaldız yer yer çatladı, dökülüyor. İsterseniz buna aşı boyası, astar cilası falan da diyebilirsiniz, tutmadı.

    Çünkü emir ve komuta zinciri içinde uygarlık değişimi, ancak bu kadar giderdi. Zart zurtun sonu buydu.

    Türk seçkinleri, şapka giyip kravat takınca, namaz kılmayıp rakı içince, alfabeyi değiştirip tatili de pazar gününe alınca Batılı olacaklarını sandılar.

    Tek parti diktası mı Batılılıktı, besleme basın mı?

    “Münhal bulunan falanca vilayetin mebusluğuna Ankara’dan şair ya da yazar aday göstermek” mi Batılılık oluyordu?

    Yoksa seksen yıl içinde dört darbe, beş de darbe girişimi mi yazıyordu Batılılık kitabında?

    Medeni Kanun korkusuyla içerki odaya ikinci, üçüncü eş saklamak mı Batılılık sayılırdı, hu çekme ayinlerinin polisten gizli tertiplenmesi mi? Tarikatlar ortadan mı kaldırılmıştı?

    Eski uygarlık süpürüldü… Ama halının altına!

    Batılı olduğunu sanan kızla oğlan, tango yaparken birbirlerine değmeye bile çekindikleri zaman mı Batılı gibi yaşıyorlardı? Yoksa hükümet nikâhının ardından ya da önünden bir de imam nikâhı kıydırmadan içi rahat etmeyenler mi?

    Tayyör-etekli “Mustafa Kemal rahibelerinin” mi Batı’da örnekleri vardı?

    Bürokrat egemenliği, memur üstünlüğü mü Batı standartlarına uygundu?

    Burjuva sınıfının da işçi sınıfının da yok denecek kadar cılız olduğu bir Batı ülkesi mi görülmüştü yoksa üç yüz yıldır?

    Ticaret ahlakının oluşmadığı, ilişkileri müşteri kazıklamak ve ödeme yapmamak üzerine kurulu, fatura bilmeyen, vergi tanımayan ülke mi Batılıydı, yoksa faşist ceza kanunumuz mu?

    Yurttaşlarının pasaport alamadığı, yılda bir kere yurt dışına çıkabildiği ülke mi Batılı sayılıyordu, yoksa döviz bulundurmanın suç olduğu, bankalarının ölüyorum desen on kuruş tüketici kredisi vermeye yanaşmadığı ülke mi?

    Dışişleri bakanının masraf olmasın diye yurt dışına çıkmaya çekindiği ülke mi yoksa?

    Ortadoğu ülkelerini yoksayınca mı Ortadoğululuk’tan kurtulmuştunuz, yoksa Rusça, Çince, Arapça öğrenmek isteyen gençlerinizin ağzına sıçınca mı?

    Hangi şairler, hangi romancılar on iki yıl haksız yere hapis yatıyorlardı hangi Batı ülkesinde?

    Kendinize örnek aldığınız Mussolini İtalyası, Hitler Almanyası, Stalin Rusyası mıydı Batı? Bu “geçici” dönemler mi?

    Batı, köylülüğü tasfiye mi ediyordu, yoksa sizin gibi koruyup kavanozda saklamaya mı çalışıyor, sonra da “taşra patlamasına” uğrayınca oturup ağlamaya mı başlıyordu?

    “Kabir tavafı” mı vardı Batı’da? O kabir anıt da olsa… Din kitaplarının yanısıra bir de “seküler” kutsal kitapları mı vardı?

    Hangi şehri sıfırdan kurmuş, nereyi keşfetmiş, neyi icat etmiştiniz acaba?

    Hiç ağlamayınız. Siz ne zaman Batılı oldunuz da şimdi Doğu’ya dönmekten korkuyorsunuz?

  7. Yazan:Mustafa Tarih: Eki 19, 2008 | Reply

    “19 yy.ın bu tozpembe havasından, 20yy. geçtiğimizde ise Avrupa’daki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yerini, cebri uygulamalar yapan ve vatandaşın sırtında bir kambur gibi yükselen despot yöneticiler ve tiran devletler almıştır.”

    Allah askina siz 19yy Avrupasini ne zanediyorsunuz ? Hayalinizdeki 19.yy Avrupasi ile gercekte 19yyini dünyalar kadar fark var. Bir kere Avrupada demokrasi o zamanlar yok gibi idi. Irkcilik olan Milliyetcilikler cok yaygin idi. 1899 yilinda bile bir yahudi mesela Almanyada Prof. olamazdi yasakti. Bir kadin yalniz basina Bawyera eyaletinde bir sehirden baska sehire 1840larda seyahat edemezdi. Zenciler müslümanlar hindliler vesaire adeta insan gözüyle bakilmazdi. Isci sinifi cok kötü sartlar altinda calisirdi ve sömürgecilik had safta idi. Siddet ve cebr ve baskilar “normaldi”. 20 yüzyilin o gaddar ideolojileri iste o devrin cocuklari idi.
    Hayallerdeki Bati ile gercek Bati ayni degildir. Batililasma ile modernlesme ayri seylerdir. Batililasma mümkün degil. Bir asya halki veya afrika veya uzak dogu halki batili olamaz isteseler bile. Hem nicin istesinki ? Degerlerin memleketi olmazki. Teknolojinin memleketi yoktur. Batililasma arzusu psikolojik bir haldir. Zengin kitleler ve milletlerin fakirler ve savaslari kaybedenlerin taklidi meselesi. Tarihta daima ezilen ve fakir kalanlar zengin ve güclü kitleleri taklit etmege calistilar. Bunun arkasinda dogal arzular var. Eskiden binbir millet romalilasmak icin can atardi. Sonra nice millet arablasti veya müslümanlasti müslümalara güc ve madde ellerine gecince. 50lili yillarda almanlarda güclü bir amerikancilik modasi var idi. 19.yy da fransiz kültürünü daima taklit edilirdi. Eskidende nice kücük kavimler cinlilesti.
    Batidaki gelismeleri ne idealize ederek nede oldugundan kötü gösterelim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin