RSS Feed for This Post

Takke düştü kel göründü!

takke-dustu.jpg“Ulusalcı” sıfatını benimsemiş ve darbe tezgahçısı derin bir terör örgütünün maceraları gazete ve televizyonlarda çarşaf çarşaf dökülüyor. Resmi ve gayri resmi ağızları, internet siteleri, e-mail grupları, gazeteleri, köşe yazarları, kerameti cüppelerinde gören üniversite hocaları, kopyacı profesörleri, türlü çeşitli dezenformasyon mekanizmaları ve tehditleri vasıtasıyla ortalığa saldıkları söylemde kullandıkları “tehlike ve düşmanların” bizzat kendileri olduğu açığa çıkıyor.

Bu memleketi bölmek isteyenlerden bahsettiler; kendileri bölücünün alâsı çıktı… Kendilerine “ulusalcı” sıfatını layık gördüler; “ulus”u parçalara ayırdılar…
Yurtdışından para alan hainlerden bahsettiler; kendilerinin dışarıdan aldıkları parasal desteğin haddi hesabı olmadığı anlaşıldı…

Devletin kutsallığından bahsettiler; mahkemelerde terör estirdiler…

Bayrakları yerlere attılar; “bayrak yakıldı” çığlıkları attılar… Bu memleketin bayrağını bu memlekette yaşayan insanlara -kâh dindarlara kâh Kürtlere ya da gayrimüslim azınlıklara- karşı silah olarak kullandılar…

Bir yerlerde patlatılan bombalarla, işlenen cinayetlerle hedef gösterdiler; hem bombaları patlatanların, hem de cinayetleri işleyenlerin kendileri olduğu ortaya çıktı…

Başörtülüleri düşman ilan etmek için kendi yaptıkları bir sürü eylemi başörtüsünü kutsal gören insanların üzerine yıktılar…

“Biracılara” başörtüsü yasağını protesto cinayeti işlettiler… “Laikler ve dindarlar” arasında akla zarar kutuplaşmaları beslediler…

PKK’yı kurdurdular; Kürtleri düşman ilan etmek için kendi yaptıkları bir sürü eylemi Kürtleri temsil ettiğini iddia eden bu örgütün üzerine yıktılar… Onlarla “teröre karşı savaş” oyunu oynayarak zihinlerde derinleşen “Türk-Kürt” ayrımını körüklediler…

PKK’ya karşı Hızbullah’ı kurdurdular; onlar sayesinde İslamcılığın ne kadar tehlikeli, ne kadar “eli kanlı” olduğunu ispat etmeye çalıştılar…

Misyonerleri dillerine doladılar; tarif ettikleri şekliyle “yıkıcı misyonerlik” faaliyetlerini bizzat kendilerinin yaptığı anlaşıldı…

Çocukları korkuttular; korkuttukları çocuklardan katiller yarattılar…

Bütün toplumu birbirine düşman etmek ve insanları birbirine kırdırmak için her türlü yolu, mafyayı, terörü, yalanı dolanı mübah gördüler. Tarifsiz hasarlar ve zararlar verdiler bu memleketin insanlarına… Onlarca, yüzlerce cana kıydılar. Canına kıydıkları insanları o kadar “iyi” seçtiler ki, her cana kıydıklarında bu memleketin insanlarının bir kısmını başka bir kısmına düşman ettiler.

Ne bayrak, ne Atatürk, ne vatan, ne millet, ne Türklük umurlarında bile değildi; bütün dertleri, bunları kullanıp “bölünme”yi sömürmekti…

Bütün bu düşmanlık tohumlarının nasıl atıldığı çok uzun zamandır belliydi ama onlar terörün alfabesini çok iyi biliyorlardı. İnsanların nasıl terörize edileceklerini çok iyi ezberlemişlerdi. İnsanların güveninin nasıl kırılacağı, nasıl korkutulacağı konusunda en uzmanlardan diploma almışlardı. Bütün becerilerini ortaya koydular ve güce dayandırdıkları dille kapladılar her yanı; insanları esir aldılar… İnsanlar yüksek sesle konuştukları zaman, “ihanet edenlerden” olmamak için onların dilini taklit ettiler.

Ama iki şeyi unuttular… Ve bütün raconları bozuldu…

Birincisi; bizzat içine girdikleri, aynı zamanda içinden çıktıkları devletin niteliği idi… O devleti yekpare bir örgüt ve sahibinin de sadece kendileri olduğunu zannettiler. Sahip oldukları terör “bilgi”si, o devletin, karmaşık ve hiç kimsenin, hiçbir örgütün tek başına kolay kolay ele geçiremeyeceği bir söylemin yeri olduğunu anlamaya yetmedi. Yani kapasiteleri buna yetmedi. Devletin kendini koruma güdüsünün, kendilerinin o devletin “sözde” sahibi olduklarını zannetmelerine neden olan mantıkla aynı olmadığını anlamadılar. Ve anlaşılan, bugün, onlarla örtüşmeyen devlet, bizzat bu devletin derinliklerinde kurulan bu terör örgütünün nasıl bu devlet için “ölüm” anlamına gelebileceğini gördü. Şimdi o derin olmayan devlet, devlet adına devletin meşruiyetini paramparça eden bu teröristleri temizlemeye ve daha rafine bir kurgunun inşaatını başlatmaya karar verdi.

Ama ikinci unuttukları şey çok daha önemliydi… Çünkü onların terörize ettiği, onlar gibi görünmeye çalışan ve o devletin varlık koşulu olan insanlar içlerinden kendi hayatlarına ve dillerine devam ettiler. Vicdan ve ahlak henüz ölmediği için devam ettiler. Cesur insanların her şeye rağmen konuşmaya devam ettiği bu terör ortamında, yüksek sesle konuşamayanların, oldukları gibi görünemeyenlerin direnişi, dibini oydu o total korkunun… O direniş bizzat varlık mücadelesini taşıyordu; devlet de ancak bu direniş ve varlık mücadelesiyle iktidarını devam ettirebilirdi.

Yani devletin derinlerini ele geçirmiş olan terörün dili görünürde katettiği bütün mesafeye rağmen, “derin insanları” ele geçiremedi. Bu savaşın sonucu ne olur bilinmez; ancak her zaman için güvenebileceğimiz bir “derin insanlık” var demektir.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Şub 1, 2008 | Reply

    çok güzel olmuş,yoruma gerek bile yok.

  3. Yazan:hiktas Tarih: Şub 2, 2008 | Reply

    1 nolu yorumun yorumun katılıyorum

  4. Yazan:BARIŞDERLER Tarih: Şub 3, 2008 | Reply

    TÜRBAN BİR SORUN DEĞİL AMERİKANIN PROJESİ ŞİMDİLERDE’DE FAZLA TEPKİ ÇEKMEMEK İÇİN AĞIZ DEĞİŞTİRİP BAŞÖRTÜSÜNÜ KULLANMAYA BAŞLADILAR,AZ UYANIK DEĞİLER AMA BUNU YEMEYENLERİ UNUTUYORLAR TÜRBAN ZATEN TAM LAİK OLMAYAN DEVLETİMİZİ İYİCE GERİLETİP DİN DEVLETİ HALİNE GETİRECEK VE İLERLEME,ÇAĞDAŞLIK,EKONOMİ,BARIŞ VE NİCE İYİ OLAN HER ŞEY KÖTÜYE DÖNÜŞECEK.KISACA BU CAHİL OLAN İNSANLARIMIZI İYİCE CAHİL YAPIP TAM SÜRÜ OLARAK,BAŞ PADİŞAH ÇOBANLIĞINI GETİRMEK İSTİYORLAR.TÜRBANADA DİYANET İŞLERİNEDE,ZORUNLU DİN DERSLERİNEDE DİNİN SİYASETE ZERE KADAR KARIŞMASINADA ŞİDETLİ,ŞİDETSİZ HER TÜRLÜ KARŞI OLUNMALI.

  5. Yazan:totaliter zihniyete hayır Tarih: Şub 5, 2008 | Reply

    Ferhat Bey her zamanki gibi formunuzdasınız. Harika yazmışsınız ekleyecek bir şey yok. Sizin gibi aydın kafaların sayesinde hala umudumuz var.

  6. Yazan:kamil Tarih: Şub 7, 2008 | Reply

    bence yukarda saydığınız bir çok vakayı hayriye %99 american ab mossad cıların işi eeeeeeee bunların kucağına son yıllarda kimlerin oturduğuna çok iyi bakmak lazım ( not 1. yoruma Yazan:hiktas Tarih: Şub 2, 2008 | Reply

    1 nolu yorumun yorumun katılıyorum

    ve

  7. Yazan:kamil Tarih: Şub 7, 2008 | Reply

    1. ve 2. yoruma katılmıyorum saygılarımla

  8. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Şub 14, 2008 | Reply

    Ferhat Bey olayları akıcı bir şekilde baştan sona yazmış. Bu olayların arkasındakileri uzaklarda arama hatsına düşenlere bir de şu röportajı okumalarını salık veririm. Bakalım sonrasında fikirler ne ölçüde değişecek?

  9. Yazan:yalan Tarih: May 27, 2008 | Reply

    SITE SAHIPLERI VE YAZARLARI! YAZDIKLARINIZIN DOGRULUGUNA INANIYORSSANIZ VE DE NAMUSLUYSANIZ ISIM VE ADRESLERINIZI YAAYINLARSINIZ. BURADA YALAN YANLIS YAZIP DURUYORSUNUZ. YALANLARINIZIN ORTAYA CIKMASI SIZI KORKUTMUYORSA (KI REZILLIGINIZ DAHA DA KORKUNC)CIKIN ORTAYA…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin