Sevgililer Günü ’nde Pırlanta Alacaklar, Bilmeniz Gereken Bir Şey Var!
By Bahar Pinar on Şub 12, 2008 in Makale
Sevgililer Günü yaklaştı. Bugüne özel birkaç reklam dikkatimi çekti. Hani şu her şeyi hatırlayan ama şu kadarcık (bu lafı söylerken baş ve işaret parmağınızı birleştiriyorsunuz.) bir şeyi unutan erkeklerden bahseden birkaç kadının yer aldığı reklamlar… Bir de “beni şu kadarcık sevsen yeter” diyen ve pırlanta dükkanını başı ile gösteren hoş bir kadın, şaşkın şaşkın kızın suratına bakan genç bir adam… Hepsi de pırlantaları işaret ediyor.
Sevgilisinden, eşinden pırlanta bekleyen hanımlar! Hatta beraberinde evlilik teklifi bekleyen genç kızlar! İlişkisinin derinleşmesini, hatta mutlu bir yuvaya dönüşmesini hayal eden genç adamlar! Ya da pırlanta almak zorunda bırakılan köşeye sıkışmış çaresiz J erkekler! Bilmeniz gereken bir şey var! Büyük aşkları, bağlılıkları, sonsuz sevdaları bir çırpıda anlatabilen, kırılmış kalpleri bir anda onarabilen şu kadarcık bir pırlantanın arkasında, kirli, kanlı büyük savaşlar olabilir, biliyor musunuz? İnanması zor ama maalesef öyle! Kimsenin tatlı hayallerine gölge düşürmek istemem ama bazı pırlantalar yani elmaslar, savaş, kan ve acı ile yoğrularak müşterilere ulaştırılıyor. Yani müşteriler hiç fark etmeden bir savaşı finanse etmiş, ailelerin dağılmasına, insanların ölmesine sebep olmuş olabiliyorlar. Ne tuhaf ki sıcak yuvalarını, temiz hayallerini bu acılar üzerine inşa etmeye çalışabiliyorlar. El ele diz dize oturup, bir kiz bir erkek çocuk hayali kuranlar, çocukların savaştırılmasını yani çocuk askerler sorununu arttırabiliyorlar. Hiç farkına varmadan! (Bu savaşlar hakkında ayrıntılı bilgi için : “
Pırlantanız Gerçekten Parlak mı?” ) Sizler farkına varın! Bu pis oyuna alet olmayın! Tertemiz aşklarınızın kanlı elmaslarla kirlenmesine izin vermeyin! Kurmak üzere olduğunuz ya da kurduğunuz yuvalarınıza, bu kirli elmasların uğursuzluk, huzursuzluk getirmesine izin vermeyin! Koskoca bir cehennemin ateşi, kendimize kuracağımız küçük bir cennete ulaşamaz sanmayın! Eninde sonunda sıçrar, unutmayalım!
İzin vermeyin derken pırlanta almayın demek istemiyorum. Sadece alacağınız pırlantanın savaş olmayan bölgelerden getirildiğinden, insani şartlarda çalışan işçiler tarafından çıkarıldığından emin olun. Satıcınıza bu bilgileri sorun ve elmasınızın temiz olduğuna dair belge isteyin. Bazılarınızın ne belgesi dediğini duyar gibiyim. “Kimberley Süreci Sertifikası! “Türkiye, 14 Ağustos 2007 itibarıyla 46 ülke ile birlikte çatışma bölgesi elmaslarının ticaretini engelleyen Kimberley Süreci Sertifikası sistemine dahil oldu. Belçika’da oluşturulan bilgi bankasında ’temiz’ görünmeyen elmaslar Türkiye’ye sokulamayacak.”(2)Lütfen, kanlı elmas ticaretiyle mücadele taahhütlerini yerine getirmeleri konusunda satıcınıza baskı uygulayınız ve satın aldığınız pırlantanın sertifikasını, yani temiz kağıdını satıcınızdan isteyiniz. Aldığınız elmasın savaş bölgelerinden gelmediğini, yani insan hakları ihlallerine destek olmadığını gösteren yazılı garanti talep ediniz.
Bu basit taleple, elmas etrafında oynanan insanlık dışı oyunlara ortak olmamak için bir şey yapmış olacaksınız. Böylece pembe hayalleriniz ve anılarınız savaş,
kan ve acı ile kirlenmeyecek. Pırlantanın güzelliğine leke düşmemiş olacak.Kimberley Süreci Sertifika Sistemi ‘nin gerçek anlamda işlediğinden emin olmak da hükümetlerin görevi. Hükümetler elmas sektörünü ciddi ve sık şekilde denetlemeli ve şirketlerin öz denetim politikalarına uyduklarından, kanlı elmasın ticaretini yapmadıklarından emin olmalılar.Unutmayın
“…yasa dışı elmaslar halen müşterisini bulmakta.’(7).
“O özel biri için, /…/ şık kuyumcudan aldığınız o göz kamaştırıcı elmas kolye, Sierra Leone’deki bir yamyam çetenin faaliyetlerini besliyor olabilir. ”(8)
ve ‘Afrika’da halen 200 bin çocuk asker bulunmakta’(7)
Lütfen ısrarcı olunuz ve satıcınızdan ısrarla pırlantaların temiz kağıdını isteyiniz.” (1)
(1) Pırlantanız Gerçekten Parlak mı?
(2)
http://www.haberler.com/kanli-elmas-a-kapiyi-kapattik-haberi/
Kitap tanıtan kitap 1
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
10 Yorum
Yazan:MrNo Tarih: Şub 12, 2008 | Reply
Güzel bir yazı, daha önceki “Pırlantanız Gerçekten Parlak
mı?” yı okumuştum. Akılda tutmak lazım.
Bu kadar işe yarıyor mu? 🙂
Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Şub 12, 2008 | Reply
Küçük kırmızı bir kutuya gelecek ve mutluluk hayallerini sığdıranlara bu yazı ithaf olunur.
Fakat, farkında mısınız ki son bir senedir pırlanta ve elmasa kuyumculuk sektörümüzde fazlasıyla yer verilmeye başlandı. Bizim kadınlarımız eskiden beri “altın” severdi. Oysa yeni kuşak elmas ve pırlantaya yönlendiriliyor gibi sanki. Trend bu yönde değişiyor. Ha, şu noktada “altın” da pek temiz sayılmaz…
Bu arada kulakları çınlasın bir arkadaşımın anneannesi aklıma geldi. Kadıncağız torununa tektaş hediye eden damada “sizde hiç akıl yok mu evladım, onca parayı şu cam parçansa mı veridiniz. O paraya iki mersin burması alaydınız ya?” diye çıkışmıştı gözümün önünde. Biz de halini pek sevimli bulup gülüşmüştük. Şimdi düşününce eskilerin bir bildiği var diyesim geliyor…
İşe yarıyor mu yaramıyor mu bilmiyorum ama yarasın diye çok uğraşıldığı kesin 🙂
Bahar Hanım, teşekkürler…
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Şub 13, 2008 | Reply
Merhabalar,
Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Sayın MrNo, “Bu kadar işe yarıyor mu? :)” demişsiniz. O söylediklerim benim fikrimden çok, pırlanta için yaratılmaya çalışılan imajın söyledikleri. 🙂 Reklamlara bakarsak yarıyor, bir süre genç kız ve kadın eşinden pırlanta bekledigine göre yarama ihtimali var… Ama benim kişisel fikrim, işe yaramayacağı yönünde. Kırılmış kalp para ile satın alınabilecek bir ürünle onarılamaz. Sonsuz sevdaları da aşıkların zamana yayılmış hal ve hareketleri anlatır. Satın alabildikleri ürünler değil. Ama pırlanta ve anlattıkları hakkında benden farklı düşünen insanlara da saygı duyuyorum. Benim buradaki derdim pırlantanın seceresinin temiz olması. Temiz olmayan pırlantanın satın alınmaması. Yoksa pırlanta ile aşk arasında bağlantı kurulmasını kişisel bir seçim ya da fikir olarak görüyorum. Bana uzak olsa da. Bu algıyı sığ bulsam da. Ayrıca, takdir edersiniz ki, benim dikkat çekmek istediğim konuyu, “aşk-pırlanta arasında bağlantı kurulamaz” diyerek anlatamazdim. 🙂
Kamer Hanım, altından pırlantaya dönüş benim de dikkatimi çekiyor. Sanırım yüz görümlüğü hediyesi, verilme zamanı biraz değişmekle beraber pırlantaya dönüştü. 🙂 Geri satılırken elmasın değer kaybı var mı bilmiyorum. Bu sebeple altınla karşılaştıramıyorum. Varsa elbette yatırım olarak altın daha anlamlı.
Konuyu toparlarsak, kim ne istiyorsa satın alsın ya da kullansın. Ama o ürünü alırken parasının gittiği yeri de düşünsün. Davranışlarının dolaylı etkilerini farketsin. O ürün savaşları, acıyı finanse ediyorsa, insanlara, diğer canlılara ve doğaya zarar verilerek alıcıya ulaştırılıyorsa, almayı reddetsin, suçu paylaşmasın. İnsan olmanın, vicdan sahibi olmanın, ahlakli olmanin gereği budur diye düşünüyorum.
Yorumlarınız için yeniden teşekkürler.
Saygılarımla,
Yazan:dj Tarih: Şub 13, 2008 | Reply
pirlantanin populeritesinde pazarlama, reklam ve halkla iliskilerin payi buyuk. dunyada pazari guney afrikali debeers sirketi elinde tutuyor. sirket, fiyatlari yuksek tutmak icin elmasin uretim, dagitim ve islenmesi sureclerini siki kontrol altinda tutarak arzi kisiyor; reklam ve halkla iliskiler yoluyla da pirlantayi diger degerli taslardan farklilastirmaya calisiyor. zaten bu kimberly sertifikasi da pirlantanin imajinin korunmasi icin zorunluluktan cikmis bir sey.
pirlantanin altin ve saireden farki bu. diger piyasalarda fiyatlari ve imaji koruyan bir tekel olmadigi icin, pirlanta zamanla goreceli olarak one cikiyor.
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Şub 13, 2008 | Reply
Sayın Dj, pırlanta algısının iyice cilalanmasında reklamcıların, pırlanta şirketinin iletişimcilerinin büyük payı var dediğiniz gibi, haklısınız. Aşk ile pırlanta arasında kurulan, kurulmaya çalışılan bağ bunun göstergesi. Bu olayı finanse eden, yöneten de Debeers Şirketi.
Aşk ve pırlanta arasında kurulan bağ akıllara şu soruyu getirebilir: “Sevgilinin elinden alınmış, sevgilinin çok özel bir anın hatırası olarak verdiği bir elmas ile çakıltaşı arasında ne fark vardır?” 🙂 Manevi değerlerini düşünürsek ikisinin de en önemli özelliği ve ortak noktası sevgilinin elinde alınmış olması ve saklanmak istenmesi, kaybetmekten sakınılması olmalı… En azından gerçek aşıklar için, büyük sevdalar için. Sevgilinin elinden alınan bir hediyeden vazgeçilemeyeceğine göre, yani ne kaybetmek ne satmak istenmeyeceğine göre, pırlantanın satılırken para ediyor olmasının bir önemi olmasa gerek. 🙂 Başka bir deyişle, hiç bir zaman satmak istemeyeceğimiz çok değerli bir taşın çok para ediyor olmasının ne manası var? Zaten satmayacağımız için aslında onun parasal değeri ve karşılığı yok. Bu noktada çakıltaşı ile pırlanta eşitleniyor mantıksal olarak. Elbette “Güzel görünüyor, ışığı çok güzel yansıtıyor, parlak ve öyle bir taş içeren kolye, yüzük takmayı seviyorum, yakıştırıyorum kendime” denebilir. Veyahut da “İyi bir yatırım, para ediyor, kolay taşınıyor!” da denebilir. Ama bunların aşk ve sevda ile ilgisi olmasa gerek. 🙂 Yalnız dediğim gibi zevkler ve renkler tartışılmaz. Isteyen istediği anlamı yükleyerek alsın, taksın, hediye etsin. Yeter ki neye hizmet ettiğini, neye ortak olduğunu da farketsin. Vicdanını tamamen rafa kaldırmasın, acı gerçeklere pırlantanın göz kamaştırıcılığı yüzünden gözlerini, kulaklarını kapatmasın. Aşkın anlamı ve aşk ile ürünler arasında kurduğu bağ kendisine kalmış.
Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Saygılarımla,
Bahar Pınar
Yazan:BetüL Tarih: Şub 13, 2008 | Reply
Diger yazinizi da okumustum, dikkatimizi cektiginiz nokta cok onemli, ben de TRde pirlanta bu kadar populer mi diye sasirdim.
Cok populer ve gunluk hayatimizda devamli kullandigimiz kakaoda da benzer bir durum oldugunu biliyor muydunuz?
Afrikada cocuk kolelerin verilen kuru ekmek yemek sayilirsa karin tokluguna kakao topladigini, kurallara uymayanlarin iyi calismayanlarin hele ki kacmaya calisanalrin olduresiye dovuldugunu..
http://en.wikipedia.org/wiki/Labor_exploitation_in_the_chocolate_industry
Hindistanda yaslari cok kucuk cocuklarin ailelerinden kacirilarak sabahtan aksama kadar bazen tuvalet molasina bile izin verilmeden doverek ac birakilarak hali veya kumas dokumakta kullanildigini?
http://hrw.org/reports/1996/India3.htm
http://www.infoplease.com/spot/slavery1.html
Hali alirken -TRde uygulamasi var mi bilmiyorum ama – bu halinin yapiminda hic cocuk kole kullanilmamistir muhrunu sorarak o halilarin satilmasina bi nebze de olsa engel olunabilecegini..
Cok unlu bi marka olan GAP in bazi cocuk tsortlerinde kullandigi kumasin boyle cocuk kolelerin calistirildigi biryerde dokundugu ortaya cikinca GAP bir aciklama yapip yerle derhal iliskinin kesildigi ve tsortlerin imha edildigini soylemisti.
Satin alanlar olarak duyarli olursak ancak bu tip zulumler durabilir.
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Şub 13, 2008 | Reply
Betül Hanım, yorumunuz ve verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim. Fakir ülkelerde, Afrika ve Asya kıtasında yapılan bir çok üretimde çeşit çeşit sömürüler olduğunu biliyordum, mesela kakaoyu duymuştum ama Hindistan’da halı dokumada çocukların sömürüldüğünü bilmiyordum. Çok sinir bozucu, çok üzücü verdiğiniz bilgiler. Dediğiniz gibi bu üzücü olayların durmasının tek yolu bir ürünü satın alırken duyarli olmak, geçmişini araştırmak, satıcıları bu konuda bilgi vermeleri için zorlamak. Her ürün için geriye doğru bilgi sahibi olmak kolay olmasa da sınırları zorlamak zorundayız.
Saygılarımla,
Bahar Pınar
Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Şub 14, 2008 | Reply
Bu noktada bir kaç sene önce bir gazete haberinden öğrendiğim “Fair Trade” oganizasyonundan bahsetmekte fayda var diye düşünüyorum. İlgili gazete haberinde özellikle İngiltere’de Starbucks, Marks&Spancer gibi, bizde de mağazaları bulunan, markaların mağazalarında “Fair Trade” ürünlere yer verildiğinden bahsediliyordu.
“Fair Trade” Sömürü ve etik olmayan yollarla üretilmiş, elde edilmiş ürünlerin, malların dünya pazarında tüketilmemesi üzerine kurulmuş sivil ve aynı zamanda uluslararası bir organizasyon. Amaç küçük üreticilerin, işçilerin daha insancıl koşullarda çalışarak daha iyi ücretler almasını ve sömürüden korunmalarını sağlamak. Özellikle kadın ve çocuk işçilerin sömürülmesine, insanlık dışı koşullarda çalıştırılmasına mani olmaya çalışmak.
Bu konu açılınca insan da ister istemez düşünmeden edemiyor; ülkemizde aynı sömürü ile üretim yapan, çocuk işçi çalıştıran, sigortasız işçi çalıştıran, kaçak ve kayıt dışı imalathanerler var iken ve buralardaki dıramlar gözden kaçarken Afrika bize biraz uzak düşüyor. Hele ki Davutpaşa‘ daki izler henüz kapanmamışken…
Yazan:knz Tarih: Şub 14, 2008 | Reply
tek taşımı kendim aldım, girmesinler havaya diye şarkı söyleyen bir kız vardı 🙂
onun da takildini alsa bir yığın parası cebinde kalacak.
ben syafaya katılıyorum.
üstelik davutpaşa burnumuzun dibinde oldu.
Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
Duyarli olacaksak madem etiketlerde “not tested on animals” yazisina da bakmamiz lazim. Parfumunuzun, makyaj malzemenizin de nesli tukenmeye yaklasmis balinadan olmadigina da dikkat etmelisiniz. Cope attiginiz seylerin bile yaratacagi etki kelebek etkisinden fazladir.