Organ Bağışı
By T.Suat Demren on Şub 18, 2008 in Makale
Bir süredir düşünüyordum, artık kararımı verdim, organlarımı bağışlıyorum. (*)
Ne kadar daha yaşayacağımı bilmiyorum, öldüğümde organlarımın işe yaracak olup olmadığını da bilmiyorum. Ölüm fikrinin kendisi zaten soğuk, öldükten sonra karnımın yarılıp kalbimin, böbreklerimin vesair edevatımın alınması, gözümün çıkarılması gibi şeyler de hoş değil elbette. Fakat öte yandan toprağın altında börtü böceğin yavaş yavaş yemesi ile kıyaslanınca steril ortamda eksilmek, üstüne de bunun birilerine hayatî öneme haiz faydasının olacağını bilmek daha tercih edilebilir bir ‘gıda zinciri’ fonksiyonu benim için.
Soğuk şaka bir yana tabii ki asıl önemlisi ölüp gitmişken hayata tutunmaya çalışan çaresiz insanlar için vesile olacağınız bir yaşam..
Dinen bir sakıncasının olmadığına dair görüşler çok. Zaten ben öteden beri İslam’ın –hedonist tutum/lar hariç tutulursa- insanlığa faydalı şeylere cevaz verdiğine/teşvik ettiğine inanmışımdır. Bu konu da böyle benim açımdan.
Dünyada ve ülkemizde organ nakli bekleyen milyonlarca hasta var. Dünyadan göçerken geride kalanlara bir faydamızın dokunması kötü birşey olmasa gerek.
(*) Bunu resmîleştirmeye, resmîleştirsem de bağış kartını yanımda taşıyıp taşımayacağıma, ehliyetime yazdırıp yazdırmayacağıma henüz karar veremedim. Sebebi basit, kötü niyetli tıp mensuplarının hastaya ya da yaralıya müdahale edilebilecek durumlarda olsalar da, bağışçı kişilerin öte dünyaya gitmesine göz yumması ve organlarınızın (ç)alınması gibi küçük de olsa bir riskin olması elbette. Bu bir şehir efsanesi bunu da biliyorum ama sözkonusu insanın kendi vücudu olunca daha bir değişik oluyor. Bu sebeple kişinin yakınlarının bilmesi de yeterli görülebilir. Zaten -galiba- son tahlilde bağış kartınız olsa da yakınlarınızın izni gerekiyor.
Ek bilgi için :
http://www.onkod.org/default.php
http://www.onkod.org/basvuru.php
http://www.bobrekhastalari.org.tr/
http://www.etco.org/
http://www.diyaliz.net/
http://www.kanbankasi.gen.tr/ana-sayfa.php
Kitap tanıtan kitap 1
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Şub 18, 2008 | Reply
Eger degismediyse Fransa’da organ bagisi mecburi. Yani yazili olarak önceden bildirmediyseniz gelip gerekli “yedek parçalari” aliyorlar!
ben bildirmedim, niyetim de yok :))
Psikolojik engeller var berki kafalarimizda ama Türkiye’de de Fransa gibi olmasindan yanayim.
Islam açisindan ise caiz olmak bir yana belki “farz” olabilir bu çagda! Inancimiza göre öldükten sonra bedenin hiç bir faydasi olmayacak bize. Ama yasayanlara göz, kalp vb saglanacak. Yani 300 ml kan verip hayat kurtarmaktan bile daha “kârli” organ bagisi. Hiç bir fedakarlik yapmadan sevap isliyorsunuz. Evet, evet, farz olmali.
Bilimin bu derecede ilerlemesi bizleri bir imtihan ile karsi karsiya getiriyor :
Cism-i Natik, Ruh vb kavramlari ne kadar içsellestirebildik? Bir kalemde bu zarftan vaz geçebilecek miyiz? Müslümanligimiz ne kadar samimi? Yoksa altin kolyelerle gömülen firavunlar gibi organlarimizi öbür dünyaya mi götürmek istiyoruz çaktirmadan? :))
En güzeli esi dostu akrabalari bu konuda bilgilendirmek, ölümünüz halinde hazir olsunlar ufak bir “ziyarete”.
Dedem öldügünde adet üzere kiyafetlerini fakirlere vermistik, bir sürü takim elbise, vs.
Insanlar ne çok sevinmislerdi.
Beden de bir kiyafet degil mi sonuçta?
Yazan:yigit Tarih: Şub 18, 2008 | Reply
öncelikle size helal olsun. tebrik ederim.
yalnız olayda bir eksiklik var.
organ bağışı kesinlikle izne tabi olmamalı. yani haklı gerekçe bildirmeyen herkesin organlarına kamu el koyabilmeli.
bağışın isteğe bağlı olasını çok saçma buluyorum