İslamsız bir dünya – I
By Alinti Yazar on Mar 12, 2008 in Makale
[Yazan: Graham E.Fuller Çeviren: Ekrem Senai]
Sunuş:
John Lennon’ın meşhur “Imagine” şarkısındaki sözlerini bilirsiniz, “Hayal edin, öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok, din de yok…” der Lennon. CIA’in eski Ulusal İstihbarat Kurulu Başkan Yardımcısı Graham E.Fuller aşağıdaki makalesinde işte bu hayali İslam için kuruyor. Fakat çıkan sonuç hiç de Lennon’ı memnun edecek türden değil. Fuller’e göre İslam hiç olmasaydı bile bugün bulunduğumuz sorunlarla yine başbaşa olacaktık.
Özellikle din’in siyasetteki işlevini ve sosyo-politik ve coğrafi olguların toplum ve siyaset için ne derece önemli olgular olduğunu kavramak açısından okunması gereken bir yazı.
İSLAMSIZ BİR DÜNYA
Yapabilirseniz, İslam’ın olmadığı bir dünya düşünün… Kabul etmek gerekir ki “ben merkezci” dünya görüşü gündem başlıklarına sirayet ediyor. Çünkü uluslararası karışıklıkların altında hep İslam var gibi görünüyor: İntihar saldırıları, işgaller, direniş mücadeleleri, isyanlar, fetvalar, cihad, gerilla mücadelesi, tehdit videoları ve tabi ki 11 Eylül. Bütün bunlar neden oluyor? Bu soruya “İslam yüzünden oluyor” diye cevap vermek bizlere net, hiç de karışık olmayan ama eksik bir analitik ölçüt sunuyor. Dünyanın kıvranışlarına mana vermek bu şekilde daha kolay oluyor. Hatta bazı neo-muhafazakarlara göre “İslamofaşizm” yaklaşan 3.dünya savaşında karşı saftaki onulmaz düşmanımız konumunda bulunuyor.
Ama biraz da bana kulak verin. İslam diye bir şey ya hiç var olmasaydı? Muhammed adında bir Peygamber bulunmasaydı, İslâm Orta Doğu, Asya ve Afrika’nın geniş bölgesinde hiç yayılmamış olsaydı?…
Dikkatimizi günümüzün en duygusal konuları olan terörizm, savaş ve yaygın anti-Amerikancılığa odakladığımız için, bu krizlerin doğru kaynaklarını anlamamız epey zorlaşıyor. Problemin kaynağı İslâm’ın kendisi mi, yoksa daha kapalı ve daha derin başka bir takım faktörler mi var?
Argümanın gereği doğrultusunda tarihi hayal gücümüzü kullanıp kafamızda İslamsız bir Orta Doğu resmi canlandıralım. Böyle bir durumda mevcut sorunlarımızın birçoğundan kurtulur muyduk hakikaten? Orta Doğu daha barış içinde bir yer mi olurdu? Doğu-Batı ilişkilerinin karakteri ne kadar farklı olurdu? İslam olmadan, uluslararası düzen bugün olduğundan çok daha farklı bir tablo sunar mıydı?
İSLAM DEĞİLSE, O ZAMAN NE?
Orta Doğu’nun en eski zamanlarında, İslam, kültürel normları ve halkların politik tercihlerini şekillendirmiştir. O halde İslam’ı Orta Doğu’dan nasıl soyutlayabiliriz? Hayal etmek o kadar güç değil aslında.
Etnik köken ile başlayalım. İslam olmadan da, bölgenin yapısı oldukça karmaşık ve çatışmaya müsait. Orta Doğu’nun baskın etnik grupları arasında Araplar, Persler, Türkler, Kürtler, Yahudiler, Berberiler ve Peştuniler var. Bunlar İslam olmasaydı da baskın gruplar olacaklardı. Persleri ele alın: İslam’dan çok önce, büyük Pers imparatorlukları Atina’nın kapılarına dayanmış ve Anadolu’da hükmeden medeniyetlerle sürekli rakip olmuşlar. Semitik halklarla da sürekli mücadele etmişler, Bereketli Hilal üzerinde ve Irak içinde savaşmışlar.
Arapların kabile ve tüccarları Orta Asya’nın Semitik bölgelerine İslam’dan çok daha önce de göç ederek genişleme eğiliminde olmuşlardır. Moğollar, 13.yüzyılda Orta Asya ve Orta Doğu’nun büyük bölümündeki medeniyetleri, İslam olmasaydı da yıkacaklardı. Türkler Anadolu’yu, Viyana’ya kadar Balkanları ve Orta Doğu’nun büyük bölümünü yine zapt edeceklerdi. Bu çatışmalar, güç, sınırlar, bölgesel etki ve ticaret üzerinden gerçekleşiyordu ve İslam ortaya çıkmadan çok önce de mevcuttu.
Yine de denklemden dini tamamen çıkarmak doğru olmaz. Eğer İslam hiç ortaya çıkmasaydı, Orta Doğu’nun büyük çoğunluğu (aynı şimdi İslam varlığında olduğu gibi farklı mezheplerdeki) Hristiyan olarak kalacaktı. Çünkü o zaman az sayıda Zerdüşt ve Yahudiler dışında, bölgede başka büyük bir din bulunmuyordu.
Peki ya Orta Doğu Hristiyan kalsaydı? Batı ile bir uyumun ortaya çıkmasını bekleyebilir miyiz? Bunu söylemek için genişlemeci orta çağ Avrupa dünyasının güç ve hegemonyasını komşusu şark’a ekonomik ve jeopolitik sebeplerle dayatmayacağını varsaymak durumundayız ki bu pek mümkün görünmüyor.
Mesela Haçlı seferlerinin sebebi politik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlardı. Hristiyanlık bayrağının sembolü altında, Avrupalıların dünyevî istekleri ve beklentileri yatıyordu. Batı’nın dünyadaki emperyal tahakkümünde yerli halkın dininin çok önemli olduğunu söyleyemeyiz. Avrupa tutkulu bir şekilde “Hristiyan değerlerinin yerlilere aktarılmasından” bahsetmiş olsa da, asıl hedef sömürge karakolları oluşturarak büyük kentlere zenginlik aktarmak ve Batının güç projeksiyonuna zemin sağlamaktı.
Hristiyan Orta Doğu’da halkın, Avrupa filolarını ve silahlı tüccarlarını sevinçle karşılamayacakları muhakkaktır. Emperyalizm için de bölgenin karmaşık etnik mozaiği oldukça iştah kabartıcıdır – çünkü “böl ve yönet” adlı eski oyunun hammaddesi çeşitliliktir. İslamsız bir Orta Doğu’da Avrupalılar’ın yine kendi itaatkar yerel yöneticilerini, kendi ihtiyaçlarını sağlamak için yerleştireceklerini düşünmek yanlış olmaz.
MODERN SAVAŞLAR
Zamanı şimdi ileri sarın ve petrol çağının Orta Doğu’suna gelin. Orta Doğulu devletler, Hristiyanlar da dahil, kendi bölgelerindeki Avrupa sömürgeciliğini hoş mu karşılayacaklardı? Hiç sanmıyorum. Batı, yine Süveyş Kanalı gibi, aynı kördüğüm noktalarını oluşturup kontrolü elinden bırakmayacaktı. Orta Doğu’lu devletlerin sömürge projelerine direnişinin kaynağı İslam değil, sınırlarının Avrupa jeopolitik tercihlerine uygun olarak yeniden çizilmesine karşı olmalarıydı.
Orta Doğulu Hristiyanlar da emperyal Batının petrol şirketlerinin sırtını Batıcı naiplerine, diplomatlara, ajanlara ve ordulara dayamasını hoş karşılamadılar, Müslümanlardan daha şiddetli tepki gösterdiler. Bunu görmek için Latin Amerika’nın, ABD’nin kendi petrolleri, ekonomisi ve politikası üzerindeki dominyonuna gösterdiği reaksiyonun uzun tarihine bakmanız yeterlidir. Orta Doğu’nun da kendi topraklarında, pazarlarında, egemenliğindeki yabancı arzulara karşı milliyetçi anti-sömürgeci hareketler kurup karşı durması, kontrolü eline almaya çalışması tabiidir-tıpkı Hindu Hindistan’ın, Konfüçyüsçü Çin’in, Budist Vietnam’ın ve Hristiyan/Animist Afrika’nın yaptığı gibi.
Cezayir Hristiyan olsaydı da Fransızlar tarım bölgelerini gasp edecek ve yine sömürge kurmaktan geri durmayacaktı. Etyopya’nın Hristiyanlığı onları İtalyanlar tarafından zalimce yönetilen bir sömürge olmaktan onları kurtaramadı. Orta Doğuluların Avrupa sömürge sistemine tepkisinin İslam’lı veya İslâm’sız bir coğrafyada farklı olacağını düşünmek için hiç bir sebep yok.
YA DEMOKRASİ?
Peki Orta Doğu İslam’sız daha demokratik bir yapıda olabilir miydi? Avrupa’daki diktatörlük tarihi bu konuda da bir güven vermiyor. İspanya ve Portekiz’de zalim diktatörlükler daha 1970’lerin ortasına kadar sürüyordu. Yunanistan kiliseye bağlı diktatörlüğünden daha birkaç on yıl önce kurtulabildi. Hristiyan Rusya hâlâ kendini tam olarak kurtarabilmiş değil. Çok yakın zamana kadar, Latin Amerika ABD’nin “kutsadığı” ve Katolik Kilisesinin de ortak olduğu diktatörlerce sömürüldü. Birçok Hristiyan Afrika ülkesi hala belini doğrultmuş değil. Hristiyan Orta Doğu’nun bundan farklı olacağını beklemek için bir sebep var mı?
Filistin ve Yahudi düşmanlığı
Ve Filistin… Yahudileri bin yıl boyunca utanmazca cezalandıran ve bu rezilliği Holokostla taçlandıranlar Hristiyanlar değil mi? Bu korkunç anti-Semitizm örnekleri Batı Hristiyan topraklarında ve kültüründe köklenmedi mi? Yahudiler bu yüzden kendilerine Avrupa dışında bir bölge aramadılar mı?
Yani İslam olmasaydı da Siyonist hareket yine Filistin’de ortaya çıkıp taban bulacaktı. Ve yeni Yahudi devleti yine aynı 750,000 Arap yerliyi Filistin’deki yaşadığı yerden Hristiyan da olsalar çıkaracaklardı- nitekim bir kısmı Hristiyandı.
Filistinliler kendi topraklarını geri almak için yine savaşacaklardı. İsrail-Filistin problemi yine ulusal, etnik ve sınırsal çatışmaların kalbi olacaktı, zaten ancak son zamanlarda dinsel sloganlarla desteklendi. Ayrıca Orta Doğu’da Arap ulusal hareketinin ortaya çıkmasında Arap Hristiyanlarının rolünü unutmayalım; örneğin ilk pan-Arap Baas partisinin ideolojik kurucusu Sorbon eğitimli Suriyeli bir Hristiyan olan Michel Aflaq’dı.
Elbette Orta Doğudaki Hristiyanların Batıya dinsel bir eğilimleri olduğu inkâr edilemez. Peki, bu eğilim dinsel çekişmeyi engelleyemez miydi? Hayır. Bizzat Hristiyan dünyası, Hristiyan gücünün ilk çağlarından beri çatışan mezheplere bölünmüştü; bu mezhepler Roma ve Bizans güçlerine karşı politik karşıtlığın araçlarıydı. Din altında birleşmek bir yana, altında derin etnik, stratejik, politik, ekonomik ve kültürel hâkimiyet mücadelelerinin olduğu savaşlar yaşandı.
İslamsız bir Orta Doğu halkının dini, İslam’ın ortaya çıktığı sırada bölgede hakim olan Doğu Ortodoks Hristiyanlığı olacaktı. Unutmayalım ki tarihin en uzun, keskin ve acı dolu dinsel ayrılığı Roma’daki Katolik Kilisesi ile İstanbul’daki Doğu Ortodoks Hristiyanlığı arasındadır-bu ayrılık günümüzde de sürmektedir.
Hristiyan düşmanı Hıristiyan
Doğu Ortodoks Hristiyanları, “Hristiyan İstanbul’un” 1204 yılında Haçlılar tarafından yağmalanmasını hiçbir zaman unutmadılar ve affetmediler. Yaklaşık 800 yıl sonra, 1999’da Papa John Paul II, bu gediği kapatmak için birkaç adım atmak ihtiyacını duydu ve bin yıl içinde Ortodoks dünyayı ziyaret eden ilk Katolik papası oldu. Bu başlangıcın daha yeni ortaya çıktığını düşünürsek, Hristiyan Orta Doğu’da bu sürtüşmenin bugün olduğu gibi o zamanda da var olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mesela Yunanistan’ı ele alırsak, bu ülkede Ortodoksluğun, milliyetçilik ve anti-Batıcı duyguların güçlü bir aracı olduğunu söyleyebiliriz. Yunan politikasındaki anti-Batıcı karakter, daha birkaç on yıl önce, bugün birçok İslamcı liderden duyduğumuz suçlamaları ve keskin görüşleri aynen seslendiriyordu.
Ortodoks Kilisesinin kültürü sekülarizm, kapitalizm ve bireyin üstünlüğünü vurgulayan Batı aydınlanma sonrası söyleminden keskin bir şekilde ayrılır. Kilisenin Batı’yla ilgili korkularının kalıntıları-Batı misyonerliğinin kendi dinine çevirme isteği, dinin, kendi toplum ve kültür kodlarının korunması için bir anahtar olarak algılama eğilimi, Batı’nın bozulmuşluğu ve emperyal karakteri- halen sürmekte ve mevcut Müslüman korkularıyla paralellik arz etmekte. Ortodoks Hristiyan Orta Doğuda da, Doğu Ortodoksisinin en büyük merkezi konumundaki Moskova’nın özel bir etkisinin olacağı şüphesiz. Hristiyan Orta Doğu’nun Soğuk savaş döneminde, Doğu-Batı çekişmesinde jeopolitik arenada yine önemli bir rolü olacaktı. Bu yüzden Samuel Huntington, Batı ile çatışacak medeniyetlerin arasında Ortodoks Hristiyanlığını da zikretmiştir.
Günümüze gelirsek, Irak’ın ABD tarafından işgalinin, Hristiyan olsalardı da olumlu karşılanmayacağını herhalde bekleyebilir. ABD, ultra-milliyetçi ve seküler bir lider olan Saddam Hüseyin’i Müslüman olduğu için devirmedi. Diğer Arapların da işgal travmasında yine Irak Araplarını destekleyeceklerini bekleriz. Hiçbir yerde insanlar yabancı işgalini ve kendi vatandaşlarının yabancı askerlerce öldürülmesini hoş karşılamazlar çünkü. Ve dış güçler tarafından tehdit edilen gruplar, kendilerine tutunacak uygun ideolojiler bularak, direniş mücadelelerini bayraklaştırır ve yüceltirler. Din de bu şekilde kullanılan bir ideolojidir.
İşte İslam’sız bir dünyanın portresi. Doğu Ortodoks Hristiyanlığının etkisindeki Orta Doğu’nun, tarihsel ve psikolojik sebeplerle Batıya mesafeli hatta düşman kilisenin, günümüzde bile hala ana etnik ve mezhepsel çekişmeyi, tarihten gelen bir tepkiyi sürdüren kilisenin, Batı emperyalist orduları tarafından birçok defa istila edilen; kaynaklarına el konulan; sınırları Batılılar tarafından kendi isteklerine göre çizilen ve rejimleri Batılıların dayatmalarına uygun olarak kurulan Ortodoks dünyasının resmi.
Bu tabloda Filistin yine yanacaktı. Yine Filistinlilerin Yahudilere, Çeçenlerin Ruslara, İranlıların İngiliz ve Amerikalılara, Keşmirlilerin Hindistanlılara, Tamillerin Sri Lanka’daki Sinhallere, Uygur ve Tibetlilerin Çinlilere direndiğini görecektik. Orta Doğu yine görkemli bir tarihi model olacaktı- 2000 yıllık büyük Bizans İmparatorluğu’nun kendine kültürel ve dinsel sembol olarak tanımladığı bir model. Bu da birçok yönden Doğu-Batı ayrımını sürdürecekti. Bu resmin, barış ve huzur dolu bir resim olmadığı açık.
Kitap tanıtan kitap 1
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
8 Yorum
Yazan:T.Suat Demren Tarih: Mar 13, 2008 | Reply
Kapak olsun birilerine bu yazı. Özellikle o ‘yerli’ birilerine.
Emeğin için eline sağlık Ekrem.
Yazan:arif Tarih: Mar 13, 2008 | Reply
İslamı sakınmak isteyen bir yazı, duygusal açıdan bile sevindirici, bir batılıdan bunları duymak. Üstelik CIA gibi bir kurumun başında bulunmuş bir kişiden. Bu konumda bir insanın acımasız çarkın dişlilerinden sıyrılıp, olaylara dışarıdan,yukarıdan bakabilmesi önemli sayılmalı kendi özbenliği açısından.İnsan egosundaki büyük çatışmanın-büyük cihad-dışa yansıması gibi bu ele alınan çatışma. Nefsin doymak bilmez dünyevi arzularına karşılık, Allah adına, din adına, erdem ve diğergamlık adına, haksızlığa karşı çıkış adına, dünyevi sınır tanımazlığa karşı duruş. Bunu diğer dinler ve bazı ideolojilerde de görsek; en kapsamlı karşı çıkış İslam müntesiplerinden geliyor. Bunun ilahi ve baskının üzerlerinde yoğunlaşması gibi dünyevi nedenleri var. İnananlar bunu bir imtihan gibi görürler ve kaderin bir yansımasıdır onlara göre. İnanmayanlarda tarihsel kültürel ve siyasi gerekçeler ararlar. Aslında her ikiside iç içe geçmiştir ve bu süresiz devam edecek bir yaşam diyalektiğidir. Hayat birazda böyle birşeydir. Unutmayalım ki, bu düzlemde asıl olan tet tek bireylerin aldığı tutum ve puanlardır. Erdemli insan, kamil insan böyle zorluk ve sınavlardaki tutumlarıyla farkediliyor.
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 13, 2008 | Reply
Fuller’e göre İslam hiç olmasaydı bile bugün bulunduğumuz sorunlarla yine başbaşa olacaktık. (Ekrem Senai)
İslamı sakınmak isteyen bir yazı, duygusal açıdan bile sevindirici, bir batılıdan bunları duymak….. Erdemli insan, kamil insan böyle zorluk ve sınavlardaki tutumlarıyla farkediliyor.(Arif)
Bu yazıyı okuduğumda bir kaç cümleye takılmış olmasaydım sanırım Ekrem ve Arif beyler gibi düşünebilirdim.
Ekrem bey’e,yazdığı cümleden dolayı şu soruyu yöneltebilirim:
İslam olmasaydı,Haçlı seferleri karşısında yine de güçlü bir mukavemet oluşturulabilir miydi?”İslam olmasaydı” senaryosunda bu “seferleri” durdurmanın da bence göz önünde bulundurulması gerekirdi.İkinci paragrafta yazdığı gibi “işgal edilen ve kendi vatandaşları yabancılar tarafından öldürülen insanlar Haçlı seferlerine karşı koyup, direnebilecekleri uygun,güçlü “ideolojiler” bulabilecekler miydi?
* * *
“İslam olmasaydı da Hırıstiyanlar,Ortadoğuyu kendi aralarında sorun haline getirirlerdi” cümlesi ile çelişen bir Yunanistan örneği ve sonucuna yapılan atıf dikkat çekici:
Ya şimdi?Ordodos Hıristiyan olan Ortadoğu’da,İslam olmasaydı Yunanistan gibi bir davranış şekli geliştirebilir ve sorun olmaktan çıkar mıydı acaba?
Burada Ortodoks Klisesinin kültürü ile Müslüman korkuları eşleştiriliyor ve mukavemet gösterdiklerinin aydınlanma sonrası,seküler,kapitalist ve birey üstünlüğünü vurgulayan “aydınlanmış Batı”ya karşı duyulan tek taraflı düşmanlığın,sorunun kaynağı olduğunun altı çiziliyor.
* * *
Sonuçta,sorun tanımlanırken İslam yerine Ortodoks Hıristiyanlığın alınmış olması niteliksel olarak paralellik kurulduğu için pek “İslamı sakınmak” adına taktir edilecek bir yaklaşım gibi görünmedi bana:Ambalaj farklı ama ürün aynı!
Son paragraf sorunun kaynağının aydınlanmış batının zorla bile olsa erdemli bir hak ve adalet dağıtan olduğunun altını çizen bir anlayışla dile getirilmiş.
Doğu,tarihi unutmayarak kin güdüyor ama aydınlanmış batı hala zorla da olsa “demokrasi” dağıtmaya devam ediyor!
İlginç bir “İslam olmasaydı” senaryosu,suçlanan Doğu Ortadoks Hırıstiyan ama benzeştirilen İslam!
Yazan:arif Tarih: Mar 13, 2008 | Reply
SnÇ.Z;
Ben medeniyetler çatışması tezi temelinde şekillenen, ortalama batılı yaklaşımın dışında gördüm ve olumluladım Fuller’ı. Erdemli ve kamil insan olmanın örneği olarak bu tavır ve yaklaşım elbette belirleyici olamaz ve kast ettiğim bay Fuller değil. Genel manada, insanın fıtraten barındırdığı karşıtlığın içsel çatışmasının aşılmasında verilen nefis terbiyesi-büyük cihad- örneğindeki gibi; toplumsal olanda da zulüm ve adaletsizlik karşıtı bir tutum almanın erdemli tavır adına gerekliliğidir. İslamı ötekileştirip karalamak ve hedef tahtasına yatırmanın yanlışlığını, biz bunun üstesinden gelemiyoruz olarak da okumak mümkündür. O da bay Fuller’ın sorunu olur kanımca. Yalnız gözden kaçırılmaması gereken, İlahi sistemin bir karşıtlıklar manzumesi olduğu. Bunun içiçe geçmiş ikili bir yaşam dialektiği içerdiğidir. Habil ile Kabil örneğinde olduğu gibi, toplumsal birimin ilk adımından başlayarak, bu karşıtlığın ölümcül bir çatışma içerdiği gerçeğidir. Bu açıdan bay Fuller haklı bulunabilir. İslam olmasaydıda bu çatışma olacaktı. Fakat bundaki yanılma çok daha ince. Oysa biz biliyoruzki, Allah indinde din İslamdır ve -Muhammedi şeriat manasının ötesinde- İbrahimde, Musada hatta Ademde ilk müslümanlar olarak adlandırılır. Bir lafzi yanılgı bay Fuller açısından doğru bir tespite basamak olmuş biryerde. Evet bu çatışmanın kökleri çok daha derinde aranmalıdır…
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 14, 2008 | Reply
Sayın Ç-Z;
Çok doğru bir tespit yapmışsınız. Yazının devamını okumuş gibi yazmışsınız. İkinci bölüm şu cümleyle başlıyor, henüz çeviriyorum. :
Selamlar
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 14, 2008 | Reply
Ç-Z hanım,
Yazının yukarıdaki ilk bölümünde anlatılan özetle, emperyalist ve sömürgeci Batı’ya karşı bölge halkının her halükarda reaksiyon göstermesinin mukadder olduğu ve bu işlevi İslam olmasaydı hristiyanlığın üstleneceğidir. İkinci bölümde ise kurgu biraz daha genişletiliyor ve hiçbir din olmasaydı da bölgede, Marksizm gibi dünyevi ideolojilerin kullanılıp yine tepkinin gösterileceği anlatılıyor. Din ve ideoloji, reaksiyonun dayanacağı ve kuvvet bulacağı birer bayrak olarak kullanılmakta ve direnişi güçlendiren bir unsur olarak görev yapmaktadır. İkinci bölümü kaçırmayın. Pazartesi Derin Düşünce’de efendim…
Yazan:çuvaldız Tarih: Mar 15, 2008 | Reply
Yazıyı merakla bekliyor olacağım.
Okumadım,hoş okusam da anlamazdım zaten :-)çeviri için teşekkürler.
Yazan:fuatogl Tarih: Ara 9, 2008 | Reply
Daha dün “darbeci” tartışması yapıyorduk bu sitede. Şimdi ise 12 Eylül darbesinin en önemli felsefe hocalarından – dönemin ruhunu en iyi temsil eden birisinin yazısı kapak yapılıyor birilerine. Çok şık olmuş. Bu CIA mühendisinin kendi “harika” projelerine yontulmuş fikirlerinin acı sonuçlarını yaşıyor dünya hala. Entellektüel etiketiyle ortalıkta dolanan bu aşağılık işkenceci insanların yargılanıp hapse atılması gerekiyorken halen dünyaya şekil verme derdindeler.
Yaşlı kurt çok kurnaz ama. Bu yaşadıklarımızın sebebi “islam değildir” diyor çaktırmadan, çünkü işin ucu kendi çuvallamalarına değecek. Elbette Islam değil. Köktenci islamcılar sadece kullanılıp atılan müsvedde araçlar Fuller gibileri için. Yaşanan bu terör yaygaralarının asıl mimarı Fuller ve onun mesai arkadaşları ve hizmet ettikleri “yüksek” amerikan çıkarlarıdır. Kendisi bizim de dahil edildiğimiz meşhur yeşil-kuşak stratejisinin mimarıdır. Sayesinde Afganistan ve çevresi taş devrine postalanıp, bizim gibi tratejinin merkezinden görece uzak konumdakilere “türk-islam” sentezi denen zihniyet kalmıştır.