Abdurrahman
By Editorden on Mar 16, 2008 in Makale
Sözün bittiği bazı zamanlar olur, bu çok duygusal anlarda olabileceği gibi çok anlamsız olaylarla karşılaştığımızda da olabilecek birşey. Eminim ki geçirdiğimiz şu günlerde pekçok kişi olan biten karşısında söyleyecek söz bulamıyor.
Mesela ben bulamıyorum. Düşünüyorum, evet, ağzımı doldurarak sövme isteğimden başka beynimde birşey yok. Bomboş. Biliyorum çözüm değil, hiç kibarca bir davranış da değil tabii ki ama yok işte başka birşey.. Bu kadar saçmalığın karşısında “yahu bu yapılan saçmalık” deyip ciddiye alarak aklı başında analiz yapmaya kalkmak da aslen saçma bir uğraş.
Bu ruh halinde pazar gazetelerine bakarken Gökhan Özgün’ün yazısı ile karşılaştım. Soyadı gibi özgün bir uslubu var Gökhan Özgün’ün. İçimden geçen duyguları güzel dillendirmiş. Yazısı bir nev’i çaresizliğin çığlığı gibi; bir kısmını buraya almak istedim:
Biz milyonlarca insan, yazıyoruz, çiziyoruz, konuşuyoruz. Hatta zaman zaman düşünebiliyoruz bile. Tartışıyoruz, oy veriyoruz, tavır alıyoruz. Siyasi analiz yapıyoruz, ekonomik öngörülerde bulunuyoruz. Anlamaya çalışıyoruz. Anlatmaya çalışıyoruz. Debeleniyoruz. Bizim sayımız milyonlar. Milyonlar. Milyonlar.
Abdurrahman ne yapıyor? Abdurrahman bir başına. Abdurrahman tek başına. Tek başına, ama ne baş o… Ama ne baş Abdurrahman’ın başı. Abdurrahman’ın başının, başı sonu yok. Abdurahmanın’ın başı yanıda hepimizin başı topluiğne başı gibi kalıyor. Abdurrahman’ın başı bizim bütün başlarımızı kapsıyor, içine alıyor. Hepimizin başını içine aldıktan sonra bile Abdurrahman’ın başında hâlâ düşünecek, taşınacak, kaşınacak yer kalıyor. Abdurrahman bizim sefil, zavallı, fani başlarımızı koskoca başının içinde taşıyor. Abdurrahman’ın yükü büyük. Abdurrahman’ın yükü çok büyük. Bizim gürültümüz, Abdurrahman’ın başını ağrıtıyor. Abdurrahman’ın başı çok ağrıyor. Abdurrahman’ın başını, biz ağrıtıyoruz. Abdurrahman bizi affet. Abdurrahman kıyma bize. Çoluğumuz çocuğumuz var, Abdurrahman. Abdurrahman dinlemiyor. Abdurrahman diyor ki, bir bit yeniği var bu işin içinde. Çünkü benim başım çok ağrıyor. Eskiden bu kadar şiddetli ağrımazdı. Abdurrahman artık dayanamıyor. Abdurrahman koskoca başıyla bir dağ gibi koltuğundan kalkıyor. Yer gök sarsılıyor. Abdurrahman elini rafa uzatıyor. Raftan ‘o kitabı’ alıyor. O, o kitabı raftan çekince, diğer bütün kitaplar biz fanilerin üzerine yıkılıyor. Abdurrahman kitabın sayfalarını çeviriyor. Ve buluyor. Başının niye ağrıdığını buluyor. Kitapta yazıyor. Allahtan bu kitap var. Abdurrahman’ın bütün dertlerinin cevabı bu kitapta. Diğer kitaplar Abdurrahman’ın başını ağrıtıyor. Bu kitabın adı Anayasa.
Kitap tanıtan kitap 1
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
36 Yorum
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
Al sana Abdurrahman çelebi, ne demisler, koyunun olmadigi yerde keçiye “SAYIN KEçi” derler degil mi?
“Tek başına, ama ne baş o… Ama ne baş Abdurrahman’ın başı. Abdurrahman’ın başının, başı sonu yok. Abdurahmanın’ın başı yanıda hepimizin başı topluiğne başı gibi kalıyor.”
Abi iptal oldum ya, yikildim gülmekten, bu düdük makarnalari Cem Yilmaz’dan bile daha komik.
e-Muhtira’dan sonra “doruk noktasi bu” diyordum, “bundan daha saçma bir sey ölene kadar görmeyecegim”.
Tabi bu arada Tayyip yeniden demokrasi peygamberi oldu. 2 dönemdir iktidarda olan bir partiye yeniden “mazlum acilarin çocugu” rolü oynama firsati verildi.
Bakalim yerel seçimlere nasil yansiyacak bütün bu müsamere? Güney doguya ve CHP’nin kalesi zannettigi seçim bölgelerine iyi bakmak lâzim simdi.
Baykal ile Sezer de sevinç çigliklari atmislar. Bu kadar Fransiz kalinabilir mi bir ülkeye?
Merci beaucoup monsieur Baykal, continuez comme ça!
Yazan:T.Suat Demren Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
Abi yazının devamı da kopartıyor adamı:
Ne me quitte pas abdurrahman ne me quitte pas!..
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
Evet koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.
ve bu iş yüzünden gene keçi, Abdurrahman Çelebi’ye dönüşecek.
Ayrımcı, dediğim dedik ve takiyyeci demokrasi yıldızı olacak.
Kutluyorum gerçekten. Bunu gerçekleştirenleri kutluyorum.
Başörtülü ve başörtüsüz kadınların ortak bir tavırla sosyal güvenlik yasasına karşı cephe aldığı bir dönemde, kadınlar günü mesaji ülkenin
sosyal yapısını hesaba bile katmadan “en az üç çocuk doğurun” olan
demokrasi yıldızı olacak.
Askerden yediği muhtıra karşısında yiğit gözüküp gözüpeği oynayan sonra askerle kolkola Irak’a giren militarizmin tozunu attıran demokrasi yıldızı olacak. Kadının işlevini sadece rahim olarak gören,
türbanını çıkarmak donunu çıkarmaktır diyen erkekegemen zihinler
demokrasi yıldızı olacak.
Ekonomi tıkırında, AB yolunda ilerliyoruz vaadleriyle aslında “hiç”i paketleyip sunan demokrasi yıldızı olacak, 301’i ve zorunlu din derslerini kaldırmayan demokrasi yıldızı olacak.
Dün akşam İran Devrimi ve gelişen olayları bir çocuğun gözlerinden anlatan bir Fransız animasyon filmi Persepolis’i izledim. Bence herkes izlemeli.
Bir ülkede küçük insanların gölgeleri büyüyorsa, o ülkede güneş batıyor demektir.
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
AKP’ye kapatma davası açılmasının acıklı yanı nedir? AKP yanlısı basın için cevap basit:
“Zavallı eski kurtlar, korkunç devlet, tek dişi kalmış Kemalistler, ‘millete’ karşı yeni bir taarruza geçti!”
Dünkü manşetlerine bakılırsa AKP yanlılarının görüşleri bu merkezde birleşiyor. AKP’nin Türkiye’nin demokrasi yolunda tek kurtuluşu olduğuna bir biçimde hâlâ inanan ana-akım, Batı medyasını ve siyasetçilerini de yanlarına katarak bu kapatma davasını “demokrasiye sıkılmış kurşun” olarak adlandırıyor.
AKP, daha önce de yazdığım gibi, aşırı muhafazakâr ve neo-liberal politikalarına tepki gösteren kitleyi, kendisine oy veren “millete” karşı mevzilenmiş bir cephe olarak gösteriyor.
Oysa bu davanın acıklı yanı, başka bir toplumsal resimle birleştirildiğinde daha net ortaya çıkıyor. Önceki gün sokaklar insanlarla doldu. AKP’nin acımasız neo-liberal politikaları çerçevesinde oluşturduğu yeni sosyal güvenlik yasa tasarısına karşı insanlar sokaklara döküldüler. Türkiye siyasi tarihi çok uzun yıllardır görmediği bir sivil hareketle karşılaştı. Gerçek bir demokraside olması gerektiği gibi…
Ve gerçek bir demokraside olması gerektiği gibi AKP, yasa tasarısından geri adım attı. Demek ki olabiliyormuş. Demek ki bu memlekette AKP politikalarını eleştirenler sadece “millete zulmetme meraklısı Kemalist eski kurtlar” değilmiş.
…..
Büyük bir yanılgıyla demokrasiyi “En çok oyu alan parti istediğini yapar” rejimi zannediyorlar. Oysa, bu konuda ciddi başarısızlıkları olmasına rağmen Türkiye hâlâ bir hukuk devleti. Ve bir hukuk devletinde bir parti % 46 oy alıyor diye istediğini yapamaz. Eğer yaparsa önce hukuk ve onunla birlikte demokrasi ortadan kalkar. Bir partinin kapatılması çok partili demokraside onaylanacak bir şey değildir elbette.
……
Türkiye’de AKP hükümetinin yarattığı hukuksuzluğun ve demokrasi kıtlığının adının konulması ve bunun aşırı milliyetçi, militarist olmayan bir siyasal sözcü tarafından yapılması gerekiyor.
Ece Temelkuran/Milliyet
Yazan:T.Suat Demren Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
Heh, kim yapacakmış bunu? ‘Ama’cı demokratlarla ‘ama’cı özgürlükçüler mi? Güldürmeyin insanı.
Halkın inançlarına saldırarak, kültürünü aşağılayarak siyaset yapmaya kalkanlar kaybetmeye, marjinal kalmaya mahkumdur. Ancak işte ara rejimlerden medet umarlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında olanları, yazılanları unuttuk mu sanıyorsunuz? İkiyüzlülüğü bırakın.
Sizin gibilerin demokrasi anlayışı ‘kendine demokratlık’tır. Halktan taban bulunamayınca da şaşalayıp böyle böyle sözcüler lazııım” diyorlar. Konuşsun o sözcüler, çıksın siyaset sahnesine, seçimlerde süpürsünler oyları, tutan mı var? Halktan ver tercihlerinden nefret ederek siyaset yapılmaz. Ancak marjinallik yapılır. Onlar da ateş olsalar cürümleri kadar yer yakarlar. Temelkuran gibllerinin zihniyetindeki partilerin seçimlerde kaç oy aldığını ondalık rakamlardan dolayı rahatca okuyamıyoruz bile.
Önce siyaset olağan mecrasına girmeli. Tahta devrilmiş siz satrançtaki taşlardan bahsediyorsunuz. Böyle yapa yapa tahtayı devirenlere malzeme sağlıyorsunuz.
Buna bir zaman değinmiştim bu sitede:
http://www.derindusunce.org/2007/09/10/gerilmeyin-canlarim-artik-simdi-is-zamani/
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
‘ama’cı demokratlarla ‘ama’cı özgürlükçüleri aynen size iade ediyorum.
Kişi herkesi kendi gibi bilirmiş,
Biraz kadın hakları biraz eşcinseller biraz Aleviler biraz ateistlere karışın
sonra ‘ama’lardan bahsedelim ve bu çıkışınızı ciddiye alayım.
Yazan:T.Suat Demren Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
Alevileri daha geçenlerde yazdım:
http://www.derindusunce.org/2008/03/09/zorunlu-din-dersi-uzerine/
Eşcinsellerin hakları konusunda da yine sizinle olan bir yazışmalarda düşüncelerimi belirtmiştim. Her türlü hakları verilmeli.
Kadın haklarında zaten düşüncelerim belli. Kadın ve erkek birey olarak eşittir. Kemalistler gibi “ama o zaman askerlik de yapsınlaaar” diye çamura da yatmıyorum bakın:
http://www.dusunceler.org/tarih/2008/03/11/cumhuriyet-ve-kadin-haklari/
Ateistler için ne yapmamı emir buyurursunuz, tanrı’nın yokluğunu ispatlama uğraşlarına destek mi vereyim?
Herkes inancında düşüncesinde serbest olsun, kimse kimseye baskı yapamasın, devletin bir ideolojisi olmasın diyoruz daha ne diyelim? Azınlıkta olduğunuz için pozitif ayrımcılık mı istiyorsunuz? Nedir?
Bunları beni ciddiye almanızı umursadığım için değil, kendi önyargılarınızı size göstermek için yazıyorum. Bizim ilkesel duruşumuz demokratlıktır, insan hak ve özgürlükleri temellidir.
Sizin için “demokratlık” sizin gibilerin zihniyeti iş başına gelecekse kabul edilebilir birşeydir, gelemeyecekse değil. Bunu pekçok yorumuzdan gördük. İcraatle “hayat tarzı” eleştirisini bulamaç edereken içinizi gösterdiniz. Sizin, Temelkuran gibilerinin demokratlık konusunda söyleyecekleri birşey yok.
Bizim duruşumuz sizin gibi ‘ama’cılara 2-3 beden büyük gelir.. Capish?
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 16, 2008 | Reply
Kadın haklarında “zaten belli olan” düşüncelerinize istinaden erkek egemenliğin muhafazakar sağ kanadının tipik bir örneği olarak
ne derece seksist olduğunuzu biliyorum.
Escinseller konusunda da bir anti-homofobi timsali falan değilsiniz.
Dolayısıyla demokrasi vaazları konusunda ciddiye alabileceğim biri değilsiniz.
Yazan:TT Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
Ece Temelkuran:Oysa, bu konuda ciddi başarısızlıkları olmasına rağmen Türkiye hâlâ bir hukuk devleti. Ve bir hukuk devletinde bir parti % 46 oy alıyor diye istediğini yapamaz. Eğer yaparsa önce hukuk ve onunla birlikte demokrasi ortadan kalkar. Bir partinin kapatılması çok partili demokraside onaylanacak bir şey değildir elbette…
Ece Temelkuran lutfetmiş parti kapatılmasının onaylanacak bir şey olmadığını söyleyivermiş…:)) Bu arada bir de utanmadan demokrasiden bahsetmeyi ihmal etmemiş…
Savcının tek kelimeyle delilik olan iddianamesinin arkasında durmuş ezilen halkların yılmaz savunucus!…:))
Bu gün okudum iddianame, partilerin aralarıdaki bayramlaşma törenini bile laikliğe aykırı eylem olarak niteliyor…
Kafa yapısındaki geriliğe ve sığlığa bakarmısınız….
Bu bayramlaşma adetini yapmayan parti var mı?..Bunun laikliğe aykırı ne yanı nerede ?
Bu arada AKP’nin veya Zaman’ın militarist olduğunu söyleyerek demokrat geçinenlerin de sınavı tekrar başladı…
Kimin ne kadar militarist olduğu birer birer görüyoruz-göreceğiz…
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
Ece Temelkuran’ın demokratlığını, “ezilen halkların savunucu” olduğunu
ispat etmeye ihtiyacı yok.
Parti kapattırmak asla ve asla savunulacak bir yol değil bunu konuşuyor olmamız bile saçmalık.
AKP’nin karşısında olanlara “darbesever”, “postal yalayıcı” etiketi yapıştırmanın dayanılmaz hafifliğine başvurmak kestirme bir yol tabi.
Oysa bu insanların, ne darbe ne AKP dediğini sağır sultan duydu.
ve evet bir hukuk devletinde, bir parti %46 alıyor diye istediğini yapıp işleri bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüştüremez.
Yazan:Emre Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
Selamun Aleyküm;
http://www.benidekapatin.com/
Yazan:TT Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
Oysa bu insanların, ne darbe ne AKP dediğini sağır sultan duydu.
Bana ulusalcıların militarist olduğunu söylettiremezsiniz… :-))
…
Ece Temelkuran ve avanesi için;
Bk.darbe mitinglerinde yer alıp darbeye karşı olduğunu söyleyerek yırtmaya çalışmak…
Bk.Başsavcı Abdurrahman beyin yanında saf tutup , parti kapatmaya karşı olduğunu söylemek
Bk.alemi sersem kendini akıllı zannetmek…
Yazan:fizikci Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
TT Bey aynen katılıyor, hatta yorumunuzun altına Ziya Paşa’dan şu mısraları eklemek istiyorum 🙂
Gerçi bunlar sersem sanmıyor, %60’ı aptal, %47’yi bidon kafa falan sanıyorlar.
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
Ece Temelkuran cumhuriyet mitinglerine katılmış ve ulusalcı mıymış, kulaktan kulağa oyunu sonucu ortaya çıkan gerçek gibi oldu:)
Ece Temelkuran Minimalist miş:)
Ayrıca cumhuriyet mitinglerine katılan her insani “darbeci” zannetmek takdire şayan gerçekten.
Kim kimin yanında saf tutmuş, neyi kaçırdım biri bana da anlatsın.
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 17, 2008 | Reply
“ve evet bir hukuk devletinde, bir parti %46 alıyor diye istediğini yapıp işleri bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüştüremez.”(Snowqueen)
Bu davanın kime,hangi partiye yarayacağı bir tarafa bırakılırsa bu davanın demokrasi adına hangi olumlu adımların atılmasına ve aslında kimin diktatörlüğünün son bulmasına vesile olacak ona bakmalı.
AKP’nin hazırladığı,MHP’nin de karşı olduğu parti kapatma ile ilgili şu “mini” paket oldukça önemli.
1)Yargıtay C.Başsavcısının tek başına parti kapatma davası açması yerine bunun bir kurul tarafından yapılması/meclisten izin alması
Yargıtay gibi büyük genel kurulu,başkanları bulunan bir organa bağlı olan başsavcının,bir ülkenin tüm halkını ilgilendiren,iktidar olup devleti temsil edebilen bir siyasi partinin akıbetine tek başına karar verebiliyor.
Yargıtay kendi içindeki hiyerarşiyi,görevi,sorumluluğu ve tüm bunların uygunluğunu kontrol edip düzenlerden Başsavcı, makamı olarak bundan muafmış gibi “YARGITAY” adına ama bağımsız,hazırladığı davayı,son nokta olan Anayasa Mahkemesine doğrudan taşıyabiliyor.Bu bir kişiye tanınmış kontrolsüz büyük bir yetki.Dava sebebini bulan da dava açmaya karar veren de aynı TEK KİŞİ!
Yargıtay çatısı altında Cumhuriyet başsavcısı olan biri,anayasa mahkemesine gitmeden önce siyasi partiler gibi tüm ülkenin vatandaşını ilgilendiren bir dava dosyasını önce Yargıtay Büyük Kuruluna yada başkanlarına götürmesi gerekmez miydi?
Bu durumda,başsavcı hazılayıp,anayasa mahkemesine taşıdığı dava çalışması ile görev ve sorumluluğunu,anayasanın 67 maddesini ihlal ederek kullanmış olmuyor mu?
Bu durumda başsavcı hedef tahtası haline getirililebiliyor maalesef!
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Bu davanın kime,hangi partiye yarayacağı bir tarafa bırakılırsa bu davanın demokrasi adına hangi olumlu adımların atılmasına ve aslında kimin diktatörlüğünün son bulmasına vesile olacak ona bakmalı.
Vesile olabilecek mi gerçekten? Bir diktatörlükten başka diktatörlüğe top atışları seyrediyoruz.
Yazan:fizikci Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Snowqueen,
Sizin için değişen bir şey yok öyleyse… Yoksa mevcut diktatörlüğü mü tercih ederdiniz? Hangisi? 🙂
Yazan:Cüneyt Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Yilmaz Özdil’i örnek verdigim icin “bana bir seyler mi oluyor?” diyecegim ama bugünkü yazisi iyi olmus (bozuk saatin günde 2 defa dogruyu göstermesi hesabi):
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8482228.asp?yazarid=249&gid=61&sz=98786
Beni en cok rahatsiz eden gercekten de AKP’nin özgürlük konusunu nalinci keseri gibi sadece kendine yontmasi.
Fizikci biri icin biraz sacma bir hesap olmus, toplam %100’ü geciyor :o) Tabii hem aptal, hem bidon kafa olunamadigini farzediyoruz.
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Sizin için değişen bir şey yok öyleyse… Yoksa mevcut diktatörlüğü mü tercih ederdiniz? Hangisi? 🙂
Hiç bir diktatörlüğü.
Abdurrahman Yaçınkaya ve savundukları ne kadar özgürlükçüyse
AKP de o kadar özgürlükçü.
Yazan:fizikci Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Cüneyt Bey,
Size ilkokulda elmalarla armutların toplanmayacağı öğretilmiştir. Bidon kafalarla aptallar da toplanmaz. %60’ı aptalı diyen Aziz Nesin idi, bidon kafa diyen senin bozuk saat.
Bozuk saat güzel yazmış. Takdir ettim. Ama hukuk herkese lazım olacağı gibi özgürlükler de herkese lazım. Başörtüsü özgürlüğü konusunda yasakçı rektörlere doğru saati göstermekle işe başlayabilir mesela.
Yazan:fizikci Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Snowqueen,
Peki birini seçmeniz gerekirse?
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Seçimlerde 70.milyon nüfüs üzerinden AKP % 47 aldı(aslında % 33 diyen) denmişti.Seçim sonrası nufüsun 74-75 milyon olduğu açıklanmıştı buna bağlı olarak 60+47(%33) ye göre nufüs 74,9 milyondur.
O malum fazlalık/eksiklik de hem salak hem de bidon kafa olmayan ,bu tanımları yapabilen akıllılardır.EE mantıklı olan da bu değil mi?
Hem salak hem bidon kafa olmayan birilerinin de var olduğunu hesap eden bir % olması gerekir .-)
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Acaba özgürlükçü olmayan “uyulan” anayasa mı?
İşin kötü tarafı “özgürlükçü” olmayan anayasayı değiştirmeye kalkıştığınızda,”özgürlükçü olmayan anayasaya” uyanlar tarafından “özgürlükleri ihlal etmekle” suçlanıyorsunuz!
Anayasa “Kutsal” mıdır,değiştirilemez,eleştirilemez mi?
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Peki birini seçmeniz gerekirse?
yahu niye seçeyim birini:-)
böyle bir seçime zorlanmak istemiyorum çünkü daha iyisinin olabileceğine inanıyorum.
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Türban bireysel hak bile olsa(!)anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır, tartışılamaz,anayasa bu doğrultuda(eşitlik)değiştirilemez.Kriz çıkar,kaos olur!
Şimdi başsavcının yetkilerinin düzenlemesi konuşuluyor,itirazlar aynı;anayasaya aykırı bir teşebbüs olur,kriz çıkar !(Bahçeli,Baykal!)
Maalese bu ülkede ne yapılmaya kalkışılırsa yapılan “kaosa,krize sebep olur” niteleneniyor.
Doğru düzgün vakti zamanı geldiğinde seçim bile yapamıyoruz,CB seçimi anaysa mahkemesine taşınıyor,türban deniyor anayasa mahkemesine taşınıyor.Ben kendimi mal sahibinin insafına terk edilmiş kiracı gibi hissediyorum,keyfi olmazsa “çık” kardeşim mal benim diyebiliyor!
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Acaba özgürlükçü olmayan “uyulan” anayasa mı?
İşin kötü tarafı “özgürlükçü” olmayan anayasayı değiştirmeye kalkıştığınızda,”özgürlükçü olmayan anayasaya” uyanlar tarafından “özgürlükleri ihlal etmekle” suçlanıyorsunuz!
Anayasa “Kutsal” mıdır,değiştirilemez,eleştirilemez mi?
Elbette anayasa özgürlükçü değil.
Ama AKP “özgürlükçü olmayan anayasa”yı değiştirirken “nalıncı keseri” pozisyonundaydı, 301 kalkmayacak, escinsellere istiyorlar diye hak veriyecek değil, din dersi gerekli vb.vb.vb.
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Sizin için değişen bir şey yok öyleyse… Yoksa mevcut diktatörlüğü mü tercih ederdiniz? Hangisi? 🙂
Snowqueen’in bu cümlesine bayıldım.Türban adı altında başörtüsü konusunu anayasa mahkemesine taşıyanlar “başörtüsü kullananların” aynı böyle düşündüğünü hesaba katmış olabilirler mi;
ya başörtün ya üniversite!böyle bir seçime zorlanmak istemiyorum çünkü daha iyisinin olabileceğine inanıyorum
* * *
TT,o soruyu anayasaya uygun olacak şekilde yönlendirerek sormazsanız cevap alamazsınız.
Bu katılım hakkınızı nasıl değerlendirmek istersiniz;seçtiğiniz biriyle mi yoksa atanan biriyle mi?
Yazan:Ç-Z Tarih: Mar 18, 2008 | Reply
Yapma Snowqueen,başörtüsünün bir ucuna “laiklik” öbür ucuna da “irtica” dediler bağlayıverdiler “özgürlükçü olmayan anayasanın” çenesinin altına,indiriverdiler demokrasinin önüne de bariyeri.
İçinde “Türklük” geçen bir maddeyi değiştirmeye kalkıştıklarında sence o meydanlara atılan iple onu nereye bağlarlar?
Sadece anımsatma!
Yazan:Zühre Meryem Kaya Tarih: Haz 19, 2008 | Reply
Zühre Meryem Kaya şöyle diyor:
Başörtüsüne (B)ulaşır Eller
Uzak değil hemen yanıbaşımızda bir ülkenin –Irak- geleceği soluk bir
siluet gibi belli belirsiz silikleşirken… Rusya halen ütopik bir şekilde
dünyanın süper gücü olmak için çırpınırken… Amerika, İngiltere,
Fransa, Rusya, Çin, Pakistan, Hindistan, İsrail nükleer silah üreterek
dünyayı saatli bir bomba haline getirirken bu ülkelerle aynı gezegeni
paylaşmak durumunda bırakılmışken ve dünyanın çok değil 30-35 yıl
sonra nükleer atıkların çöplüğüne döneceğini umursamazken… İran
ile kurulamayan siyasi ilişkilerimiz her geçen gün biraz daha çıkmaza
girerken… AB’nin üzerimizdeki siyasi baskısını ensemizde bu kadar
hissederken… Teröre kurban giden canların kanı kurumamışken ve onların
ailelerinin yaraları halen sarılmamışken… Askeriyenin belli belirsiz
silah sanayisine çanak tutan operasyonları Irak üzerinde anlamsız bir
şekilde devam ederken… Bu kadar karışıklık başımı bu denli
döndürmüşken… Şuurları bulandıran, zekâ kırıntısından yoksun bir
tartışmanın yüzeye çekildiği bir serüvenin içinde buluyoruz kendimizi.
Konu aynı, ne zaman bi şeyleri avutmak, unutturmak, karıştırmak,
kızıştırmak, kutuplaştırmak -bunlar gündeme göre değişir- istense
kadının başörtüsüne (b)ulaşır eller. “Başörtüsü sorunu!” sorun
dedikleri kıyafet tercihi ama siyasi bir simge olarak kabul ediliyor. Peki
nerden çıktı bu niyet okuma! O halde bıyık uzatılmasın, saçlar sakallar
kesilsin, döğmeler etten kazılsın, kot pantolon ve kumaş pantolon tercihi
olmasın, yekpare olalım hepimiz aynı renk ve aynı şekil giyinelim.
Başımızda bir diktatör olsun, orduları yönetir gibi yönetsin bizi.
Farklı olmaya çalışanı, ayrışmaya ve kendini ortaya koymaya çalışanı
tükürükle boğalım. Anlamamak için kalp zekâsını yok sayalım, uzatılan
ele yumruk, akla suçluluk duygusu ve korku yükleyelim. Farklı yaşam
biçimlerini görmeyelim, kör olalım. Tercih yapma hakkını belirli seçkin
bir zümrenin elleri arasına bırakalım onlara güvenelim. Sadece tek bir
ideolojiye tapınalım.
Sür git denilen yasaklayıcı zihniyetin ezber bozma zamanı geldi de geçiyor
bile. Çünkü hak ve özgürlükleri salt belli bir kesime aitmiş gibi
düşünmek ve baskı ile huzur ortamı sağlamaya çalışmak toplumsal
barışı zedelenmektedir. Yurdum insanı aynı hanede, aynı iş yerinde,
aynı sokakta başı açık ve kapalı bir arda yaşıyor ve en iyi şekilde
yaşama sanatını icra ediyor. Hatta güneşli bir pazar günü birbirlerini
hiç tanımadıkları halde aynı havayı, aynı bankı ve aynı sohbeti
paylaşabiliyorlar. Halk başörtülü ya da başörtüsüz diye kendi
arasında bir ayrıma gerek duymazken 85 yıllık Cumhuriyet’in özgürlükten
yana olan tüm kazanımlarına hakaretten başka bi’şey değildir bu yasakçı
zihniyetin başörtülü kadın üzerinde yaptığı ideolojik baskı.
Şimdi bi’şeyleri belirtelim ki bilmediklerimizin kölesi olmayalım. İlk
olarak Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı içinde, “kılık ve kıyafet kanunu”
diye bir kanun yoktur. İnkılâp Kanunları arasında, sadece erkeklerin
kıyafetiyle ilgili kanunlar vardır. Bunu da ilkokul sıralarında oturan
çocuklar dahi bilir, tekrarlatmayın şimdi. Yani başörtüsü yasağının
kaldırılmasını konuşurken –tartışırken- yıllardır çözülemeyen bu
yasağın hukuki bir temeli olmadığını bilmek tartışmanın sonucunu da
şimdiden belirliyor gibi. Hak ve özgürlüklerin bekçisi konumumda olan
Yargıtay Başsavcısı’nın, başörtüsü yasağının
kaldırılamayacağına ilişkin açıklaması ne yazık ki pusulayı yine
sessiz kanundan yana vuruyor. En korkunç olanı ise, anne kodlaması ile
hayata şekil verenin “kadın” olduğunun unutulması. Kadını olabildiğince
yaşamın merkezine çekmek yerine, başörtüsü yasağı ile hayatın
dışına itmek tercih edildi(!) Eğitim hakkı elinden alınarak erkeğe
bağımlı hale getirilen kadının yaşam alanı olabildiğince daraltıldı.
İşte asıl tüm bunlar yaşanırken kadın karanlığa itildi ve terk
edildi… Ülkede özgürlüklerin savunucu olarak yer alan belirli bir kesimin
tüm bunlar yaşanırken lal kesilmesi ise ayrı bir konu… (!)
Yıllardır başörtüsü, başı örtmek dışında birçok şeyi örttü.
Sırf bunun için dahi gündeme bir daha gelmemek üzere bu yasağın
kaldırılmasının vakti geldi de geçiyor bile.
Yazan:turgut helvacıoğlu Tarih: Haz 20, 2008 | Reply
“İran’da örtü okula sinsice girdi; 3 yılda herkes örtündü”
Önceki gece NTV’de akademisyenlerle türbanı tartışıyorduk, ki internet
adresimize bir mektup düştü.
Tahran’da yaşamış, “adının açıklanmasını istemeyen” bir diplomat eşi,
İran’daki örtünme konusundaki deneyimini aktarıyor, Türk kadınlarını
uyanık olmaya çağırıyordu. İsmi kontrol ettik; doğruydu.
Mektup, 1991-94 yılları arasında Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliği’ni
yapan Korkmaz Haktanır’ın eşi Handan Haktanır’dan geliyordu.Yayında isim
vermeden, mektuptan bölümler okudum.
Yayından sonra da kendisine ulaşıp mektubun tamamına bu köşede yer vermek
için iznini istedim.
İşte Handan Haktanır’ın “türban uyarısı”:
“Ruj süreni sopaladılar”
“Tahran’da görev yapmış bir diplomatın eşi olarak, türban konusunda
düşündüklerimi bir iki cümleyle ifade etmek isterim:
Tayin yerimiz olan Tahran’a uçağımız inerken ‘hicab’ımı başıma
geçirdiğimde kendimi şöyle teselli ediyordum:
‘Nasıl olsa burası benim ülkem değil. Birkaç yıl dişimi sıkar
katlanırım. Çok şükür ki biz Atatürk kızlarıyız ve böyle şeyler
bizim başımıza gelmez.’
Tahran’daki görev süremiz boyunca (gayrimüslimler de dahil olmak üzere)
‘hicab’sız dolaşan tek bir kadın görmedim. Bir yabancı diplomatın eşi,
şapka takarak bu yasağı delmeyi denedi, ancak devrim polisleri kendisini
derhal ikaz ettiler.
Bir başkasının eşi ruj sürdüğü için karakola alındı ve ellerine
sopalarla vuruldu. Bu hanım bir keresinde ‘Eğer Müslümanlık buysa,
Hıristiyan olduğum için çok şanslıyım’ demişti.
“Süreç 3 yılda tamamlandı”
“Tayinimizin ilk günlerinde İranlı hanım dostlarım bana sürekli olarak
Türk kadınlarının dikkatli olmalarını ve erkeklerin bilinçaltındaki
güvensizlik duygularından ve endişelerden kaynaklanan bu uygulamanın,
sinsice ve adım adım geldiğini söylüyorlardı.
Bir gün okullarına gittiklerinde kapıda ‘Bundan böyle hicabsız derslere
giremeyeceklerine’ dair bir kâğıt bulmuşlardı.
Dedikleri kadarıyla, sürecin tamamlanması üç yıl almıştı. Ondan sonra
ise çok geç olmuştu.
İtiraz edenlerin sayısı giderek azalmış, sonuçta yıllar sonra bu ortam
içine doğan kızlar için ‘hicab’lı olmak son derece doğal ve yerine
getirilmesi gereken bir şart olarak algılanmaya başlanmıştı.
Bu uyarıları ben o zaman masal dinler gibi dinlemiştim. Evet, ben de onlar
gibi giyiniyordum, ama bu benim değil onların sorunuydu. Bizim ülkemizde
böyle şeyler olmazdı.
“Rüyamda korkuyordum”
Ancak, bir süre sonra vestiyerden ‘hicab’ımı alıp taktığımı, ancak
sokağa çıktıktan sonra fark ettiğimin ayırdına vardım. ‘Hicab’, benim
için de artık bir refleks haline gelmişti.
Öyle ki, bazen rüyalarımda bile kendimi başı açık olarak gördüğümde
korkuyla uyanıyor ‘Devrim polisleri geliyor, ben ise hicabımı takmamışım’
diye paniğe kapılıyordum. İşte o zaman, ‘hicab’ın aslında buzdağının
görünen parçası olduğunu; asıl amacın, kadının ezilmesi, kontrol
altına alınması ve korku altında yaşayan, ikinci sınıf insanlar
olduklarına inandırılması olduğunu anladım.
O nedenle Türk kadınlarının çok dikkatli olması ve son derece masumane
bir şekilde, özgürlük adı altında gelen bazı uygulamaların, ileride
çok daha baskıcı bir rejimin ayak sesleri olabileceğini asla akıllarından
çıkarmamaları gerekmektedir.
En içten saygılarımla…”
can dündarın yazısını aktaran ben olarak..saygılarımla..
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 15, 2008 | Reply
Hazır yüzdelik hesaplar üzerinden zeka testleri yapılıyor iken bari ben de kendimi bir sınayayım.
Merak ediyorum çünkü:% 47 lik bidon kafalılar familyasına mı giriyorum,yoksa % 60 lık aptallar grubuna mı dahilim bilmiyorum.
Fakat benim ne düşündüğümün ya da kendimi nasıl hissettiğimin bir öneminin olmayacağını biliyorum.
Birileri sağolsun benim adımıa karar veriyor.Test notumu belirleyecek olan onlar olacak çünkü.
Muhtemelen korolarına katılmadığım anlaşıldığında eleneceğim,bu kesin.
Zira kendimi kanıtlamam için miadını doldurmuş ezberlerden ayrılmamam gerek.Alnımın akıyla düzgün(!)bir sertifikaya sahip olmak istiyorsam bunun yol ve yöntemi belli.
Amentülerine evet diyeceksin…Sloganlarını haykıracaksın…Onların konuştuğu dilden konuşacaksın…Müziklerini dinleyeceksin…Kendinden ve sahip olduğun bütün haklarından vazgeçeceksin…Ve sertifikanı alıp mutlu olacaksın.
Hem mutlu,hem akıllı!Risksiz ve zahmetsiz!
Aksini yapmaya kalkıştığında rahim ve rahman olan Abdurrahman haddini gösterecektir.O,en iyi bilendir.Her şeye kadirdir.Muktedirdir.Dilerse mükafatlandırır,dilerse cezalandırır.
Haşa sorgulamak ne haddimize!
Akıllı uslu durmak varken kudretinden sual mı sorulurmuş.Hem ondan daha mı iyi bileceğiz doğruları.
Sonuç:Sınıfımı geçemedim.Dersimi ezberleyememişim.Sanırım hem aptal hem de bidon kafalıyım ve galiba hepte öyle kalacağım.Abdurrahman efendiler böyle buyurdu çünkü…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 15, 2008 | Reply
Ha,eklemeyi unuttum.Bir de şu meşhur”Askerle kolkola Irak’a girme”hadisesi var.Bir özdeyiş kıvamında ısıtılıp ısıtılıp tekrarlanıyor ya.Neyse bu veciz sözün kaynağını öğrenmiş olduk nihayet.Meğersem fikir babası(daha doğrusu anası)Ece Temelkuran’mış.Şaşırmadım doğrusu.
Ne samimiyet ama!Hani “riyakarlığın bu kadarına da pes!”dedirtiyor insana.Temelkuran ve onun zihniyetindekiler,kendileri dışında kalan her kesimi sanırım aptal yerine koyuyor,bu anlaşılmayacak bir şey değil.Fakat aptalsak herhalde balık hafızalı da değiliz.Irak’a CHP ve saz arkadaşlarının hararetli savaş nutuklarıyla girildiğini,hükümet üzerinde nasıl bir baskı yaratıldığı ve tam da Temelkuran’ın şimdi savunmakta olduğu anlayış tarafından nasıl bir savaş coşkusunun estirildiğini unutmuşa benziyor.
O unutabilir ama biz unutmadık ve unutmayacağız.Kimlerin kol kola girerek savaş naralarını attığını çok iyi biliyoruz.Kimse kalkıp bunun edebiyatını yapmasın ve timsah gözyaşları dökmesin.Zira barış yanlısı hiçbir demokrat bunu yemez,bu gayri ahlaki tavırda ısrar edenlere duyurulur.
Yazan:snowqueen Tarih: Tem 15, 2008 | Reply
Fikir “babası” Ece Temelkuran değil. (Bu da bilim-adamı gibi seksist bir tanım sanırım:))
Mesela, Ertuğrul Kürkçü var, hükümet ve asker hakkında bir “Dolmabahçe mutabakını” yazar durur.
ve bunu şöyle adlandırır: Yeni Egemen Blok: Asker-İslamcı İttifak
Şimdi bana kalkıh AKP’nin antimilitarist olduğunu söylerseniz çok gülerim. Ahlaki tavırlarınız başka ataerkil hegemonyaları hoş görüyorsa gayri-ahlaki olmak daha iyi.
Barış yanlısı demokratlar bunu nasıl yiyor onu bilemem.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 15, 2008 | Reply
@Snowqueen,
AKP nin antimilitarist olmadığını kim süyledi?AKP yi savunduğum falan yok.Ben tutarlılıktan sözediyorum.Geçekleri tersyüz etmenin doğru olmadığını vurgulamak istedim.Bu görüşümün de arkasındayım.Demokratlık hiç bir detayı atlamaksızın olaylara dosdoğru yaklaşmayı gerektirir.Fakat maalesef bu konuda ciddi kuşkularım var.Gerçekler ısrarla saptırılıyor.Siz CHP yi,ulusalcıları,solcu ve aydın geçinen şövenistlerin savaş yanlısı tutumlarını ısrarla görmezden gelerek meseleye sadece AKP karşıtlığına indirgerseniz,bu çifte standart olur.Kusura bakmayın ama bugüne kadar okuduğum hiçbir yorumunuzda böyle bir eleştiriye rasltamadım.Acaba bazı kesimlerin bu eleştirinin dışında tutulmasının özel bir nedeni mi var.Yanılıyorsam lütfen düzeltin.Zira önceki yorumumda da belirttim.Irak’a girilmesi Kemalistlerin,ulusalcıların ve kendini sol diye tanımlayanların baskısıyla oldu.Bu elbette AKP yi aklamaz.Fakat siyasi dengeler açısından AKP hükümetinin bu harekata gönüllü olmadığını hepimiz biliyoruz.Zira hiçbir hükümet böylesi riskleri kolay kolay üstlenmez.Barışçıl ve hümanist olduğundan değil,iktidar hesaplarıyla bağdaşmadığı için buna girişmez.Adamlar bir an önce girmiyor diye vatan hainliğiyle suçlanıyorlardı.Açın bakın dönemin gazetelerini bana hak vereceksiniz.
Dolayısıyla savaş ve şiddete karşıysak bunları da görmemiz lazım.Baykal ve kendisiyle aynı zihniyette olan odakların nasıl savaş tamtamlarını çaldığını görmezden gelmek tutarlı bir davranış olamaz.Sınır ötesi harekatı kısa sürdü diye orduyla polemiğe giren CHP ve Baykal değil miydi?Bunları nasıl unutabiliriz.Bu bakımdan durum bu kadar net ve açıkken ikide bir “AKP askerle kol kola Irak’a girmedi mi?”şeklinedeki kolaycı mantık bana inandırıcı gelmiyor.
Yazan:snowqueen Tarih: Tem 16, 2008 | Reply
@Aziz Yılmaz,
Evet CHP ve ulusalcılar Irak konusunda propaganda yaptı, onları bu konuda savunan kim? Ama Dolmabahçe Mutabakı olayına inanıyorum,
bence asker ve AKP anlaştı, yani kolkola girdiler iş çıkar hesaplarına gelince.
Ergenekon olayında da, 27 nisan e-muhtırasını verdiği halde niyeyse Büyükanıtın bu işin içine hiç çekilmemesi ve hatta hükümete yakın muhafazakar basında(bkz.Zaman) neredeyse kahramanlaştırılması bunun kanıtı değil mi?
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 16, 2008 | Reply
@Snowqueen,
Sanırım bir konuda hemfikiriz,o da egemen güçlerin iktidar hırsı uğruna halkı,toplumu harcamaktan çekinmedikleri ve gerektiğinde her türlü kirli ittifakı yapabildikleridir.Ergenekon davasında “darbe günlükler”nin iddianemenin dışında tutulması da(söylediğiniz gibi)sanılanın aksine derinlere inmek,darbeleri sorgulamak gibi ciddi bir amacı taşımadığı kuşkusunu yaratıyor.Fakat bu,çetelerin,karanlık ilişkilerin sorgulanamayacağına gerekçe değildir ve olmamalıdır.Dolayısıyla bunu sorgularken,hemfikir olduğumuz bu gizli ittifakları,halkın üzerinde oynanan oyunları açığa çıkarmak her vatandaşın sorumluluğu olmalı.Fakat bu,siyasi ve ideolojik taraftarlıktan arınarak olmalı.Ben bunu anlatmak istiyorum.