RSS Feed for This Post

Konuşmalıyız; yoksa çok geç olabilir..

20080419_konusmak.jpgBirbirimizi dinlemiyoruz, hatta konuşmuyoruz bile. Konuştuğumuzu sandığımız zamanlarda da aslında kavga ediyoruz. Empati ise hiç beceremediğimiz bir şey.

Hadi empatiyi de geçtik; daha alt perdeden, diyalog eksikliğimize geçmişten ve bugünden verilecek örnek çok. Galiba Demiray Oral yazmştı; 80 öncesi üniversite ortamı. Demiray Oral sol cenahtan, dernekleri var, haftasonları kitap standları kuruyorlar okul bahçesine. Stand duvarında bazı arkadaşlarının çizdiği karikatürlerden var. Ancak karikatürler İslam’a ve dine dair hakaretler içeriyor. Bu aşağılamalardan tuhaf zevkler aldıklarını da inkar etmiyor Oral.

Ülkücü kanattan başka bir öğrenci derneği başkanı karikatürlerden haberdar oluyor ve standa gelip karikatürleri kaldırmalarını rica ediyor. Tabi rica kabul edilmiyor. Biraz sonra daha kalabalık bir grupla tekrar geliyor dernek başkanı, bu kez de istekleri reddedilince ortalık bir anda karışıyor. O hengameden Oral’ın hatırladığı şu: Dernek başkanı standtaki Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” kitabını tam ortasından yırtarken Oral “işte bunu yapmayacaktın” diye bağırarak kutsal kitabına hakaret edilmişcesine var gücüyle saldırıyor.

Bir tarafta okumadığı, belki ismini bile duymadığı bir yazarın kitabını karşıt görüştekiler okuyor diye yırtanlar, diğer tarafta anlamsız bulduğu halde provakatif amaçla karşıt görüşteki insanların inancına hakaret eden, onları aşağılayanlar.

Bunlar bilindik, hep yaşanmış halen de yaşanan şeyler ancak benim asıl değinmek istediğim şey şu. Demiray Oral uzun yıllar sonra bir vapurda o ülkücü dernek başkanı ile karşılaşıyor. Tuhaf bir mahcubiyetle sohbete başlıyorlar. Ülkücü ‘düşman’ı Oğuz Atay’ı hiç okumadığını, onun tepkisini gördükten sonra merak edip okuduğunu ve çok beğendiğini söylüyor. Oral’da mukabele ederken “ben de bir itirafta bulunayım, karikatürler hiç anlamlı değildi zaten maksatımız da belliydi” mealinde birşeyler söylüyor ve sohbete vapur seyehati boyunca devam ediyorlar. Ve bu konuşmayı o zaman yapmadıklarına hayıflanıyor ikisi de..

Bu olayda ortaya çıkışına dair kök nedenler açısından farklılık var ancak her zaman, dengesiz de olsa bir mutekabiliyet olmuyor.

Mesela geçtiğimiz günlerde Yeni Şafak’tan Fatma K. Barbarosoğlu, Hürriyet gazetesinde yayınlanan, Doğan Avcıoğlu’nun eski eşi Sevil Avcıoğlu ile yapılmış söyleşiye atıfta bulunarak, eşi için saçını süpürge eden kadın portresi çizen ve serzenişte bulunan Sevil Hanım’ın sözlerinden alıntılar yaptığı yazısında şöyle diyordu:

Benim meselem “dava delisi” bir solcu erkek ile cumhuriyet modernliğinin bütün kazanımlarını elde etmiş bir genç kadının evlilikleri söz konusu olduğunda, “bu onların hayatı/onların tercihi” olarak yargısız ve yorumsuz sunulurken; yani hayatlarını kimseye hesap vermek zorunda kalmadan anlatma ve hatırlama hakkı kendilerinden esirgenmez iken, aynı çevrelerin söz konusu İslami hayat tarzı olduğunda fazlasıyla despot ve ahlakçı kesilerek, “evdeki ezilen kadını kurtarma” operasyonuna başvurmaları.

Evet, bu çok doğru. Kategorize etme hastalığı ve çifte standart yaklaşımı var, bir sorunun -eğer bir sorun var ise- özünü değil de bağlamıyla anlamlandırıp konuşma hastalığı bu.

Aynı ‘ilkesel sorun’a başka bir örnek. Hatırlayalım, Fethullah Gülen, bir doktora, rahatsız olan çocuğu için bir dua okuyup altın hediye etti diye doktora etmediği lafı bırakmayan medya, her yıl Damal’da düzenlenen “Atatürk’ün silüeti şenlikleri” hakkında ne diyor? Vali, Belediye Başkanı, Tugay komutanı, CHP’li vekiller vs.. bir sürü “devlet erkanı” (Hem bu, laikliğe aykırı değil mi?) bayağı bayağı metafizik ama seküler (nasıl oluyorsa, anlamış da değilim. Buna pozitivizmin metafiziği demek gerek) bir ayine katılıyor ve İslamî metafiziğe her fırsat bulduğunda saldıran/alay eden Hürriyet bu dinî ritüeli nasıl normal bir tören gibi veriyor; bakın, hiç istihza var mı?

Kendilerini toplum mühendisliği makamında görenlerin eylemlerindeki çifte standartlarda, yaptıkları saldırılarda hiç kuşkusuz iyi niyet yok; ancak manipulasyonlarla yanılttıkları, bilenmelerine sebep oldukları hedef kitleye mensup pekçok kişinin samimi ve iyi niyetli olduklarını, bu sebeple de onlarla iletişime geçmekten kaçınılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bunun bir örneğini Ali Nesin ile ilgili bir haberde gördüm ben. Bilindiği gibi Aziz Nesin’in büyük oğlu matemetikçi Prof. Dr. Ali Nesin bir süre önce ‘başörtüsüne özgürlük’ -olarak da bilinen ‘üniversitede özgürlük’ bildirisine imza atmış ve daha o günlerde ib…lik ve alçaklık başta olmak üzere pek çok nahoş tepki almıştı.

Devamında da çok daha üzücü şeyler olmuş, başkanı olduğu Nesin Vakfı’na yapılan yardımlar kesilmiş, çocukların ihtiyaçlarının giderilebilmesi için yakın dostlarına mektup gönderip yardım isteyen Nesin’in ‘Allah versin’, ‘başka kapıya’, ‘Fethullah’tan iste’ gibi akla ziyan cevaplarla karşılaşmıştı.

Ali Nesin başına gelenleri anlattıktan sonra şöyle diyordu:

Türban demecimden hemen sonra günde 600 kadar mesaj geldi bir iki hafta boyunca. Bu mesajların yüzde 70’i aleyhimeydi. Bir çoğu hakaret içeriyordu. Bir iki istisna dışında hepsine son derece sakin, aklı başında, sanki hakaretlerini duymamış gibi mesajlar yazdım. Günler boyunca bilgisayar başından kalkmadım. Belime, boynuma ağrılar girdi… Gene bir ikisi dışında hemen hemen hepsinden makul mesajlar aldım. Konuşunca insanlar daha makul oluyorlar. Beni boğazlamaya hazır insanlara insan sıcaklığını hissettirmek önemli, değişiveriyorlar birden.

Yani sakin olup konuşmanın, anlatmanın, samimi olduğunu, neyi, niçin düşündüğünü, bu düşüncesini ne ile temellendirdğini göstermenin ne zararı olabilir? Karşıdakini anlamaya çalışmanın, empati kurmanın, belki hepsinden önce kavga etmeden dinlemenin sayısız faydası yok mu?

İlkesel olarak tutarlı olup yaşanan meselelere bakışta hakkaniyetli olduktan sonra duyulan korkuları, edinilen önyargıları, duyduğumuz öfkeleri azaltabilir, mesafeleri kapatabiliriz.

Bu kadar şartlanmış olanlar üzerinde bir fayda sağlamak olanaksız olabilir ama konuşmayı denemekte kaybedecek bir şeyimiz yok. Bunu yapmalıyız, aksi halde gün geçtikçe birarada yaşamamız zorlaşacak.

 

 Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 15 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Nis 19, 2008 | Reply

    Tüm kutsallara ve onun yöntemlerine karşı çıkanların profan olana kutsiyet atfetmeleri ve onu eleştirilemez, üzerine söz söylenemez ve karşı çıkan herkesi modern-günahkar kabul etmeleri(uygun başka teşbih bulamadım) ve cezalandırılmaları gerektiği inancı taşımaları paradoks olarak değerlendirilse bile içinde genetik-kültürümüzün özelliğini barındıran bir tutum aynı zamanda.
    Konuşmak ve sorgulamaktan çok, suskunluk ve itaaat bekleyen bu yapı ister kutsal isterse profan üzerinden olsun bu ülkede çok zor bir hali içeriyor. Konuşma ve sorgulama, hakarete, küfre ve mücadeleye dönüşüyor.
    Kimse kimsenin kutsalına kabul etmese dahi göstermesi gereken saygıyı göstermiyor, birbirini dinlemiyor. Tabulaşan her kutsal (profan dahi olsa) geniş bir koruma çemberinin ardında üzerine söz söylenemez ya da söylense dahi illa yıkılması üzerine bir karşı-söz olarak vücud buluyor. Ya o ya da öteki. Herkes kılıçlarını çıkarmış, gelecek olan saldırıyı bekler pozisyonunda, sinirler gergin, amaç kutsal bildiğini başkalarının saldırılarından korumak…
    Anlatmak ya da anlaşılmak gibi bir tutumun uzağında kalan tutum.
    Babil kulesine hapsolmuş birbirini anlamayan insanlarız bugün.
    Yarın ortak bir terminolojimiz olur mu, bilmiyorum ama bu mahkumiyetle, farklı dilleri konuştuğumuz sürece ve tek doğrunun kendi doğrumuz olduğunu dayattığımız, başkalarının doğrularını yok edilmesi gereken gördüğümüz sürece bu çok zor görünüyor.
    Herkes başkasının çuvaldızı günümüzde, iğneyi de kendine batırmayı hiç aklına getirmiyor. Biraz aklı selim bir laf duysa, ya safdillikle suçlanıyorsunuz ya da ütopik olmakla. Siyaset ve mücadele öç almak üzere kurulu bugün, sen-ben davası üzerine kurulu. Benim mücadelem seninkini döver ruh halindeyiz hala.
    Konuşmak mı, hayır önce dinlemek. Kimse kimseyi dinlemiyor bugün, kulaklarımız kapalı.

  3. Yazan:alperen Tarih: Nis 20, 2008 | Reply

    KAVGAMIZ KALEM OLUNCA
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Sanki hayatın kanunu kavga üzerine kurulu. Kabil’in Habil’i katletmesiyle başlayan kavga kıyamete kadar hiç tükenmeyecek gibi. Çünkü Kabil nizamsızlığın kutbudur, Habil ise nizamın. Nizam ve kalem anarşinin tersidir. Onun için nizamla oynanmaz. Oynanırsa devlet ile toplum arasında anarşi meydana geleceği muhakkak. O halde bizim kavgamız kalem ve kuvvetimiz nizamı âlem olmalı.
    Calvin; ‘Tek meşru din uğruna yapılan savaştır’ diyor ve ekliyor; ‘Karşılık beklemeyeceksin, yaptıklarına üzülmeyecek sevinmeyeceksin, vazife en büyük ibadet’ İslamiyet din uğrunda verilen mücadeleye cihad adını verir. Cihat’tan maksat sırf kılıç anlamı çıkarmamalı, ilimde cihatdır. Hele hele nefisle mücadele en büyük kavga olarak (cihad) olarak nitelenir. Bütün değişiklikleri yapan kılıç değil, ilim, tefekkür ve kafadır. Kalem olmayınca medeniyette olmuyor zaten.
    Yeni kavgalar barışçı olamadılar. İdeolojiler insanlığa huzur yerine kan ve revan getirdi hep. Onların kavgasının yemişi iskelettir. Bizim gıdamız ise nizamı âlemdir. Avrupalıların hak dediği kuvvettir, kuvveti ise zulüm ve vahşettir. Şiddet, öç, nefret ve kin yıkar ama, asla bir medeniyet inşa edemez. Biz yıkmak için değil yapmak için varız. Kalemle sevgiyle fethedilemeyecek hiçbir kale yoktur çünkü. Tüm mesele kalemimizi ve sevgi ruhumuzu kaybetmiş olmamız. Yeniden kaleme ve sevgiye kavuştuğumuzda; çoğu zifiri karanlık gecelerin pembe şafaklarla doğacağı günler yakın olacak elbet, bu konuda ümit varız. Kavgamız kalem olunca dirilişimiz de yakın olacak. Yeter ki niyet halis akıbet hayır ola.
    Demek ki; kalemle verilen kavgalar toplumca kabul görür her daim. Kuru kavgalar hep geçicidir. Çünkü kuru kavgaların kazandığı başarıyı bir başka kavga bertaraf edebiliyor. Fakat sözle, yazıyla verilen mücadeleler ebediyete taşınır. Yani geçici olmaz, kalıcıdır. Hele hele beyinle kol bir araya gelince aksiyon doğar ki, bu aksiyonun önünde hiçbir engel duramaz. Beyinle kolun bir araya gelmesi nadir vakalardan sayılır, hem de biranda gerçekleşmesi de zordur. Ah bir gerçekleşse toplumun sıhhate kavuşması an meselesi demektir ki, bu durum medeniyet demektir, aynı zamanda yeniden diriliş muştusudur bu. Aksiyon (beyinle kolun bir arada olması) bir güçtür. Bu güce sahip olamayan devlet kolay kolayda medeniyet olamıyor.
    Tarihte görülen kan ırk kavgaları bir değer ifade etmediğini cümle âlem bilmekte. İnsanlara şahsiyet kazandıran ne madde, ne de kandır. Yine hakeza kitlelere yücelik veren ne biyolojik yapı ne de paradır. O halde tek değer insanlaşmaktır. İnsanlaşmak biyolojik kavgaların esaretinden kurtulmak demektir.
    İmam-ı Azam hem Emeviler hem de Abbasiler zamanındaki halifelerin kadılık teklifini reddetmiş. Sebebi ise onların zulümlerine alet olmak endişesiydi. Maalesef İmamı Azam, Halife Mansur zamanında hapishanede şehit edildi. Oysa O uğradığı zulme rağmen kavgasını isyana dönüştürmemişti. Üstelik Müslüman kanı dökülmesine de meydan vermemişti. Kavgasını kalemiyle ispatladı, nitekim en büyük hukuk âlimi özelliği ile çağımızı da ışıklandırmaya devam ediyor. Onun içtihatlarıyla Müslümanlar meselelerini çözmeye çalışıyor hala. Bugün Halife Mansur’un adı konuşulmuyor, ama konuşulan Ebu Hanife’dir. Onun kalem kavgası hem tarihe hem bugüne hem de yarınlara mal olacaktır. Zulüm işkence hiçbir devirde payidar olamadı, olamayacakta. Resulüllah(s.a.v); Cihadın en faziletlisi zalim sultana karşı hak kelamı söylemektir. (Nevevi, Müslim Şerki-Kitab İmaret) diyor. İmamı Azam bu hadisi şerifin mana ve ruhunu bizatihi nefsinde yaşayan bu uğurda şehit olan fıkıh üstadımızdı.
    İmamı Hanbelî’de Halifeye itaat etmemiş, Halife Mu’tasım Billâh, İmamı Hanbelî’den Kur’an’ın mahlûk olduğuna dair inanmasına ve fetvaya zorlamış. Tabiî ki o büyük bir âlim kabul eder mi, kabul etmeyince olanlar oldu kendisiyle birlikte yedi yüz âlimde şehit edilmiştir. Hâsılı O da kavgasını isyan üzerine kurmadı, kalemiyle, sözüyle itaat etmemekle bedel ödediler. Ehlisünnet âlimlerinde görülen ölçü; hak ve hakikat dışı olan her şeye itaat etmemektir. İsyankârlık onların hayatlarında görülmediği gibi kabulde görmez. Bütün işkencelere karşı sabırla katlanmak düsturu esastır. Bu arada unutmamamız gereken İtaat ile isyanın ayrı şeyler olduğu gerçeği, yani ikisini birbirine karıştırmamalı. İslam, sultana itaati emretmekle beraber, bu itaati mutlak da kılmamıştır. Resulüllah (s.a.v); Allaha isyan olan şeyde kula itaat edilmez. İtaat ancak maruftadır buyuruyor.
    Fetava-i Hindiye kitabının yaprakların çevirdikçe Emri Bi’l Ma’ruf ve nehyanül Münkeri:
    ‘’—Ümera el ile
    —Ulema dil veya kalemi ile
    —Avam-ı Nas kalbi ile yapar’’ tarzında yorumlanmaktadır.
    Peygamberimiz(s.a.v)’in; ‘Bir yerde kötülük gördüğünüz zaman elinizle, elinizle gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz ediniz ki, bu imanın en zayıf derecesidir’ hadisi şerifleri sanıldığının aksine bu yetkinin uluorta herkese verilmediğinin gerçeğini Fetava-i Hindiye eseri sayesinde öğrenmiş oluyoruz böylece.
    Kuvvet kanundadır. Kanunu tatbikte devletin görevidir. Kişiye adam öldürme yetkisi verilmemiştir, devletin idam cezaların uygulamada yetkisi vardır sadece. Fertlerin bu işe kalkışmaları anarşi doğurur. Bir âlimin görevini cahilin yapmaya kalkışması da fikri anarşiye yol açar çünkü.
    Görüldüğü gibi İmamı Azam, İmam Hanbelî gibi nice âlimlerin kavgası isyan üzerine değil, sadece Allah isyan durumunda itaate etmemek kavgasıdır. Onlar İtaati Emri’bil Marufta bulmuşlar ve hayatlarında uygulamışlarda. İsteselerdi bir işaretle kitleleri isyana sürükleyebilirlerdi, ama o büyük zatlar buna tevessül etmedikleri gibi zulme uğrama pahasına da olsa kendilerine uygulanan tüm işkencelere karşı sabırla karşılık verdiler. Canları can kafesinde emanet bilip isyana girişmediler. İşte hakiki iman kavgası budur.
    Bediüzzzaman’da bütün haksızlıklara karşı mahkemelerde hukuk kuralları çerçevesinde savunmasını yapmış, hiçbir talebesini isyana teşvik etmemiştir. Yirmi sekiz sene hapis hayatı yaşamış, sürgün ve çilelere muhatap kalmış, buna rağmen isyan etmemiştir. Bu yüzden kanuni yollardan kalemi ile mücadelesini veren Said Nursi’den insanlığın nice alacağı dersler olsa gerektir. Kocaman yüreğindeki ışıkla bizim ondan daha çok öğreneceklerimiz var. Sözün ve kalemin gücünü daha yeni fark ediyoruz onun sayesinde. Öyle ki, O inancını savurmuş doğurgan toprağa, rüzgârlar da bereketli toprağa eşlik ederek Risale-i Nur hakikatlerini ötelere taşımış. O kutbul aktab kabul ettiği Abdülkadir Geylani ve İmam-ı Rabbani Hz.lerinin ruhaniyetlerinden aldığı feyizle karanlığı ışığa çevirmeyi başaran zattır. Nice beşeri tabular ve putlar hep kalem ve sözle yıkılmıştır usul usul. Risale-i Nur billurları ile buluşan bir kısım insan ümit tazelemiş böylece. Demek ki yüreği yürekmiş, en büyük şansı da kendisinden önceki nice ehlisünnet âlimlerin himmet ve bereketlerinin üzerinde tesir yapmasıdır. Onu için kalemin esprisini iyi anlamamız gerekiyor.
    İşte, kalemin gücünü gördükten sonra başımızı kuma gömüp, o kadarda karamsar olmaya da gerek yok, zira ümitsizlik en büyük felaket. O halde Said Nursi Hz.leri gibi aydınlık fenerleri olduğu sürece ümit var olacağız.
    Bediüzzaman, kendi çağında bütün kötülüklere karşı mücadele veren büyük bir deha örneği. Dünyada dikensiz gül bahçesinin olamayacağını hayatıyla ispatlayan kendi coğrafyamızdan fışkıran yeni nesle örnek bir remz. Hayatı boyunca hep deccallara (kalemsizlere) karşı çıkarak gözünü kırpmadan meydan okuyan bir volkandır. O önce susmuş, ama sabrını zaman zaman zorlayanlar olmuş, o zamanda bir volkan gibi patlayarak ihanetleri bala çevirmiş. Kalemiyle bütün kaleleri yıkmış ve bu yüzden adı tarihe geçmiştir. Kelimenin tam anlamıyla kalem (Risale-i Nur ), Said Nursi Hz.lerinin elinde çağımızı aydınlatan üniversiteye dönüşmüş.

    O aynı zamanda ateş olmuş yüreği ile geleceğe yol göstermeye devam ediyor, edecekte. Çünkü O gönüllerde hala taptaze, geleceğe miras bıraktığı Risale-i nur ışığı sönmeyecek gibi. Risale-i Nur ışıksız kalan hayatın güneşidir bu yüzden.
    Bediüzzaman’ın verdiği kavga ile diğerlerinin kavgası arasındaki fark da iman hakikatleri uğruna yapılan mücadeledir. O iman hakikatlerini diliyle, kalemiyle hayata geçirdi. Başkaları için ses veya tılsım olan kelimeler, Said Nursi’nin dilinde ve kaleminde silahtır adeta. Bu bildiğimiz ateşli silahlar değil, iman ve gönlün ifadesi olan bir yürek silahıdır. Haşir risalesini okuyan bir gayri Müslim hemen telaşa kapılır ve heyecanla etrafına:
    —Derhal şu ahiret risalesini yok edin, der. Az daha okusam ahiret sokaklarında dolaşır olacağım dercesine üstadın kaleminin etkili olduğunu teyit etmiştir.
    Hâsılı Din mazlumları diye andığımız nice âlimlerimiz zulme uğradılar. Hatta bir kısmı da canından olmasına rağmen bugün anlıyoruz ki kazanan zulüm kavgası değil, kalem kavgasıdır. Onlara zulmü reva görenlerin ismi dahi zikredilmezken kalem mazlumları her devirde yaşıyor, yaşamaya devam edecekte.
    Peygamberimizin Âlimlerin mürekkebi şehit kanlarından üstündür dediği hakiki kalem erbabına ne mutlu. Vesselam.

  4. Yazan:BetüL Tarih: Nis 20, 2008 | Reply

    Alperen bey

    bu yaziyi daha once de baska bi Derindusunce yazisina yorum olarak kopyalamistiniz. Bu ikinci baski oldu. Karistirdiniz anlasilan. Gerci yaziyorum ama yazinizi kopyaladiktan sonra bir daha ugradiginizi da pek sanmiyorum. Belki baska bi yazi kopyalamak icin gelirseniz, o zaman gorebilirsiniz.

    Uzun yazilarinizin tamamini bold yapmaniz ayrica rahatsiz edici.

  5. Yazan:suzannur Tarih: Nis 20, 2008 | Reply

    Konuşmak mı, Mümtaz Soysal’ın döktüğü incilere bakınız.

    “Karafatma polemiği

    Bu arada Mustafa Akyol ile Mümtaz Soysal arasında başörtüsü konusunda ilginç bir diyalog yaşandı. Akyol, İstanbul’un Nişantaşı gibi semtlerinde başörtülü hanımlara karafatma diye seslenenler çıkabildiğini anlatıyorken, Mümtaz Soysal ‘öyle görünüyorlar’ yorumunu yaptı. Bu söze şaşıran Akyol, Soysal’a dönerek “Öyle mi görünüyorlar? Bence nasıl görünmek istiyorlarsa öyle görünebilirler ve kimsenin onlara hakaret etme hakkı yoktur.” dedi. Akyol, başörtülülerin vergilerini ödeyen eşit vatandaşlar olduğunu, istedikleri her yerde görünme hakkına sahip bulunduklarını kaydetti.

    Toplantının ardından Zaman, Soysal’dan karafatma yorumuna açıklık getirmesini talep etti. Soysal, başörtülüleri karafatmaya benzetmediğini, sadece söz konusu bölgede öyle görüldüğüne işaret etmek istediğini söyledi.”

    Konuşalım da nasıl, sanırım bunun da bir yolu olmalı değil mi?
    Konuşacağımıza ve dinleyeceğimize inanmak isterdim, ama inanamıyorum!
    Bir ütopya bu…

  6. Yazan:alperen Tarih: Nis 21, 2008 | Reply

    Betül Hanım,doğrudur. birkaçkezde olsa sonuçta konuyla alakalı ise kopya edip yapıştırmanın ne mahzuru var , belki başk okumayanlarda olabilir. Zaten arşivimde o kadar raştırma ve incelmeye ait bir çok makalem varki bazen acaba dahaönce gönderrip göndermediğimden emin olamıyorum. Bendaha önce yani 10 yıl öncesinde gündüz gazetesinde yazılarda yazdım.Şimdi oyazılarımı güncelleyedek tekrar yayınlıyorum. Kalın sağlıcakta.

  7. Yazan:rafet günay Tarih: Nis 21, 2008 | Reply

    ///// SUZANNUR VE ALPEREN BEY /////
    SİZLERİN AMACI ÜZÜM TOPLAMAK MI YOKSA BAĞCIYI DÖVMEK Mİ?

    MÜNAKAŞADAN ÖTE MÜNAZARAYA GEÇMENİZİ ŞİDDETLE TAVSİYE EDERİM.

    Empati;karşınızdaki insanların içinde bulunduğu durumu,koşulları ve her türlü vaziyetini şöyle bir onun yerine kendini koyabilmektir empati.Evet belliki empati yapmıyoruz.İşte,sokakta,evde kısacası hayatımızı oluşturan her yerde böyle bu.Hep beyinlerimizde ben böyle düşünüyorum egosu egemen olmuş ve bundandır ki karşımızdakilerin duygularına,hislerine,inançlarına saygı göStermiyoruz,gösteremiyoruz.Eğer insanlıktan eğer medeni yaşamaktan söz ediyoRsak önce bir düşünüp,tartıp öyle konuşup öyle davranalım.Şu da bir realitedir ki davranışlar davranışları doğurur.Bizim karşımızdaki insanlara söyleyeğimiz bir şey varsa onunda sana vardır.Nasıl davranırsan öyle cevap alırsın.Hele ki ülkemizin içinde bulunduğu dönemde daha da çok empati yapalım.

    DAVRANIŞLAR,DAVRANIŞLARI DOĞURUR.

  8. Yazan:BetüL Tarih: Nis 21, 2008 | Reply

    Alperen bey

    Baskalarini bilemiyorum, ben cok uzun yorumlarinizi okuyamiyorum, bir de bold yapiyorsunuz, hani baslasam ve yazdiklariniz ilgimi cekse bile okuyamayacak kadar rahatsiz ediyor beni.

    Daha once yazmis oldugunuz yazilari kopyalamak yerine, soylemek istediklerinizi kisa bir iki cumle veya paragrafta yazsaniz, daha okunur/ faydalanilir oldugunu dusunuyorum.

    Siz bilirsiniz elbet.

  9. Yazan:suzannur Tarih: Nis 21, 2008 | Reply

    Sayın Rafet Günay,
    Her biray kendi davranışlarından sorumluysa benim hangi davranışım Nişantaşı’nda bana karafatma denmesine sebep olabilir ki?!
    Ve bunun mazereti, toplumda insanların birbirini genellemesi ise, genellemelerin hatası nasıl bireye kesilebilmektedir?
    Kendime ait sosyal ortamlarda her türlü insanla oturup konuşabiliyor ve münazara yapabiliyorsam, farklı sosyal ortamlarda hangi davranışımdan yola çıkılarak genellemenin içine dahil ediliyorum?
    Sizin münazara dediğiniz şey nedir hakikaten, yanlışı göstermenin ve nasıl konuşabiliriz’i sormanın adı ne zaman münakaşa oldu da siz de lap diye beni aynı genellemenin içine soktunuz?
    İlk yazımı okudunuz mu? Orada yazanların hangisi münakaşa?
    Herkesin bir ve aynı olması yanlış olandır ama bunun dayatılması daha büyük bir hatadır. Hangi sözüm sizi nasıl davranırsan öyle cevap alırsın mantığına getirdi? Hakikaten bu kısmı çok merak ettim.
    “Herkes başkasının çuvaldızı günümüzde, iğneyi de kendine batırmayı hiç aklına getirmiyor. Biraz aklı selim bir laf duysa, ya safdillikle suçlanıyorsunuz ya da ütopik olmakla. Siyaset ve mücadele öç almak üzere kurulu bugün, sen-ben davası üzerine kurulu. Benim mücadelem seninkini döver ruh halindeyiz hala.
    Konuşmak mı, hayır önce dinlemek. Kimse kimseyi dinlemiyor bugün, kulaklarımız kapalı.”diyen bir insanı münakaşa yapıyor olmakla itham ettiniz ya, ne diyebilirim ki?

  10. Yazan:BetüL Tarih: Nis 21, 2008 | Reply

    Suzannur hanim,

    Rafet Gunay muhtemelen beni kastetmis, yanlislikla sizin isminizi yazmis olabilir.

  11. Yazan:suzannur Tarih: Nis 21, 2008 | Reply

    Betül Hanım,
    Sizin yazdığınız münakaşa mı ki sizi kastetsin? Ortada bir durum tespiti ve buna verilen cevap var ve üslup bence münakaşa tarzında değil. Alperen Bey’in ve sizin yazılarınızı okudum, sonu siz bilirsiniz ve kalın sağlıcakla diye biten yazılardaki münakaşa boyutunu ben göremedim sanırım.
    Empatiydi değil mi? Evet…
    Elbette Rafet Bey’in de haklılığı vardır.
    Saygıyla.

  12. Yazan:ALPEREN Tarih: Nis 22, 2008 | Reply

    Betül hanım, benim yazılarım kısa olmaz, nedeni gayet açık. Kendi kendime karar verdim,öyle yazmalıyımki aradan yıllar geçse bile okunabilsin diye. dolayısıyla ilerisinde bu yazılarımın kitap olacağınıda düşünüyorum, söz uçar fakat yazı kalır derler ya, kalıcı eserler bırakmayı düşlüyorum,eleştiri alsamda. Yinede herşey için teşekkür ederim.

  13. Yazan:gri Tarih: Nis 25, 2008 | Reply

    Suat Bey,

    yazınız için teşekkür ederim.

    yazınızdan şunu çıkardım;

    komplekslerden arınmış kişinin tarafı yoktur. çünkü herkes insandır. sadece bazı insanlar bazı insanlara göre daha cahildir. elbetteki ‘inanç’ meselesinde inananlar ve inanmayanlar diye iki taraf vardır ama ‘din’ birine ait değildir. ortaya konmuştur, isteyen istifade eder, isteyen yüzüne bile bakmaz. istifade eden kişi iyi niyetinden ötürü daha cahil olana (yani istifade etme yetilerini köreltmiş olana) yardım etmek isteyebilir. bunu da ben-sen kavgasına düşmeden yapar. çünkü ‘din’ kimseye ait değildir. ben-sen kavgası ‘din’i istismardır. istismar eden kişi ‘inanıyorsanız o halde üstünsünüzdür’ ayetini kendince şöyle yorumlamaktadır: “inanıyorsam senin kafanı gözünü kırma, empatisiz konuşma, sadece ve sadece konuşma, hatta daha fazla konuşma ama bu arada neden konuştuğumu unutma yetkim vardır”

    uzun zaman bu yorumdan kurtulamadığımız için de ‘din’ değerini kaybetti. kendi şahsi komplekslerimizle din karıştı. bu karışıklık da dinden istifade etmeyi reddedenlere bahane oldu.

    şunu demek istiyorum: eğer ortada herkesi(sağı-solu, yukarıyı-aşağıyı) rahatsız eden seviyesiz bir diyalog varsa bu kişilerin ‘kendi’lerinden kaynaklanıyor. ve bu seviyesizlikten en fazla zarar gören yine müslüman oluyor. çünkü hakiki müslümana ‘seviye’ farzdır. ve ‘seviye’ye talip olan herkes yolun sonunda ‘din’e de taliptir. bu yüzden üstünüz. en güzel değerlere sahip olan bir ‘din’e evet dediğimiz için üstünüz. yoksa ‘insan’ denilen şey salt olarak ele alındığında her yere çekilebilecek bir öğedir. onu değerli ya da değersiz kılan şey talip olduklarıdır, seçtikleridir. insan ‘müslüman’ olmayı seçtiğinde ‘seviyeli, değerli, kompleksiz, tutarlı..’ olmayı da seçiyor demektir. ve seçtiğimiz şeye şahsi çirkinliklerimizi bulaştırmadan sahip çıkarsak zaten kimin üstün olduğu ayan beyan ortaya çıkar.

    karşı taraf dediğimiz insanlar, yani din’e talip olmayı reddedenlerin istediği şey de bu; kendileri gibi seviyesiz muhatap yaratmak. kendi gevezeliklerine muhatap yaratmak. tıpkı işsiz güçsüz bir adamın çene çalmak için bir başkasını işinden gücünden alıkoyması gibi.

    işte bu noktada ‘din’e talip olup da hala gevezeliğe meyyal olan insanlar yüzünden, olan değerlerimize oluyor. amacın gevezelik yapmaksa ‘din’i bahane etme diyesin geliyor.

    işte bu yüzden bütün bu seviyesiz diyalogları izlerken en çok müslümana kızıyorum. çünkü bu insanın işi gücü var ama diğerinin zaten yok ki. muhatap bile almayacaksın böylelerini’ demiyorum ben. muhatap alacaksın elbette ama bu sırada kendi değerlerinden taviz vermemek kaydıyla muhatap alacaksın. o sana ‘salak’ dediğinde sen de ona ‘manyak’ dersen senin ondan ne farkın kalır?.. ya da o seni insan yerine koymuyorsa sen de onu insan yerine koymazsan senin ondan ne farkın kalır.

    bize (yani seviyeye talip olanlara) düşen seviyeli davranmaktır. her durumda, her anda ve her kişiye. ancak o zaman farkımız farkedilir ve ancak o zaman yardım edebiliriz. kendimize ve karşımızdakine.

  14. Yazan:A.ALtaN METE Tarih: May 1, 2008 | Reply

    Merhabalar,
    Bu sitenin varlığından bir hasbihal de tanışmış olduğum değerli bir kardeşimiz vasıtasıyla haberdar oldum,ki geç tanımanın üzüntüsünü sitenin genelini inceleyip eksiğiyle fazlasıyla yazıların bir fikir işçileri tarafından kaleme alınıyor olması gelecek için umut verici bir durumdur.
    Yanlız kısır tartışmalara karşılıklı atışmalara değilde yazarın yazmış olduğu makaleye yönelik yorumların o yazı altında yer alması sanırım bu siteyi dahada yukarı taşıyacaktır.Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum..
    Allah Yar Ve Yardımcınız Olsun.

  15. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 2, 2008 | Reply

    Altan Bey Hosgeldiniz,

    Geç olsun da güç olmasin 🙂

    Su ana kadar yayainlanmis 300’den fazla yazi var. Dikkat ederseniz günlük konulara girdigimiz zaman bile “degismez” olan seylere erisme ve anlama çabasi içindeyiz. Insan psikilojisi, hukukun temel ilkeleri, Tarih, din felsefe…

    Bu bakimdan yayinlanmasindan bir yil geçmis olsa bile “eski” yazilar eskimiyor, dün yayinlanan yazilar kadar okuyucu çekmeye devam ediyor. Sönmüs tartismalar yeniden alevleniyor.

    Yorum yazabileceginiz gibi konuk yazar olarak da katilabilirsiniz, ana menüde açiklamalar var.

    Kisisel çekismelere gelince… Internet bir ayna gibi. Düsünceler, hayaller ve nefsanî kavgalar birbirine karisiyor. Her sey daha güzel bir Türkiye için.

    Dostlukla

  16. Yazan:Yasin Hazar Tarih: Haz 22, 2008 | Reply

    Yasin Hazar-YOKSA SİZ HALA DİNSİZLEŞTİREMEDİKLERİMİZDENMİSİNİZ
    Posted in Yasin Hazar yazıları on Jun 21, 2008 at 5:19 PM

    YOKSA SİZ HALA DİNSİZLEŞTİREMEDİKLERİMİZDENMİSİNİZ ?
    15-06-2008

    Sanıyorum ki artık Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan her fert,bu ifadenin ne demek olduğunu
    çok iyi anlamış durumda.Geçmiş yıllarda da aynı senaryo hep vardı bugün ise bir çocuğun dahi anlayabileceği basitlikte aynı oyun sergilenmeye devam ediyor……..
    Bu oyunun adı işte bu

    Yoksa siz hala dinsizleştiremediklerimizdenmisiniz ?

    Türkiye de önemli bazı yetki ve söz sahibi olan kişi yada kurumlar ve bunların siyasi uzantıları ile birlikte
    Diğer tüm dava arkadaşları…yani yoldaşları

    Bu ülkede büyük bir mücadele ve kavga içerisindesiniz sizleri ayakta alkışlamak gerekiyor,bu azminiz ve tüm bu gayretleriniz hakikaten göz yaşartıcı boyuttadır.Çünki kolay değil,en az yüzde 80 i müslüman olan bu ülkede,islamı kendisine din olarak seçmiş olan bu insanların karşısına geçip,onların yaşadıkları dinin gereklerinden birisi olan yani bu Müslüman toplum için önemli bir değer ve kendileri açısından özgürlüğün bir ifade şekli sayılan ve sizlerin her nedense tahammül edemediği
    Başörtüsüne karşı vermiş olduğunuz savaş her babayiğidin harcı değildir.
    Bu yüzden sizi ayakta alkışlıyoruz…….
    Ancak
    Unuttuğunuz birşey var,bu ülkenin dini İslam ve yüzyıllardır müslüman yaşayan bir millete karşıdır
    vermiş olduğunuz bu mücadele,bilmem farkındamısınız.
    Avrupa,Amerika,Rusya hatta tüm dünya oturmuş bizi izliyor ve ne yapma çabasın da olduğumuzu merak
    ediyor ve hatta bize gülüyorlar ve şöyle diyorlar

    -Orada uzaklarda bir Türkiye vardı bilirmisiniz?
    -Ya ne kadar güzel bir ülkeydi,dört mevsimi yaşayan kültürü ile coğrafyası ile islam dininin yaşandığı
    ancak yaşam tarzı ile araplara hiç benzemeyen bir ülke Türkiye
    -Evet işte orası,şimdi kanser olmuş biliyormusun?
    -Aaa neden?
    -Ya başında tümör çıkmış diyorlar ve gittikçe büyüyormuş
    -Vah vah çok yazık
    -Müslüman bir ülkede kafalarında çıkan bu tümörden dolayı kadınlar artık başlarını örtemiyorlarmış ve hiçbir resmi kuruma giremiyorlarmış
    -Ciddimisin.Tanrı yardım etsin
    -Yok Yok sadece benzetme yaptım.Şimdi bunlar Müslüman ya
    -Eee
    -Ülkede ciddi söz sahibi olan bazı resmi kurumların başında bulunan kişiler,bu insanların kendi dini inaçlarına göre uyguladıkları
    giyim şekillerine kısıtlama getiriyor ve halk bundan dolayı kahroluyormuş.
    -Ama neden bu engellemeleri getirenler Müslüman değilmi?
    -Bilemiyorum islamı yaşayanlara engelleme getirdiklerine göre !!!
    -Yoksa bizden yani hristiyanlarmı?
    -Hayır hristiyanda değiller
    -Peki o zaman hangi dini yaşayanlardan?Aman tanrım yoksa bunlar dinsizmi?
    -Bilemiyorum eğer müslüman olsalardı,halk ile karşı karşıya gelmez ve onlarda tüm müslümanlar gibi kelimei şahadet getirip elhamdülillah müslümanız derlerdi ama hiç duymadık yani dini konulara tahammülleri bile yok.Korkarım yeni bir tür bunlar,yani dinsizler.
    -OH MY GOD!!!!!!!!

    Bakın ben şahsım adına beş vakit namaz kılan dinimizin gerekleri olan bazı görevleri dört dörtlük yerine getiren birisi değilim
    Elimden geldiğince en azından çoğunu kaçırsam da dinden olmayalım diye arasıra bir cuma namazını kılıyorum.
    Günahda sevapta benim.
    Her koyun kendi bacağından asılır.Kimseye hesap vermek zorunda değiliz Allahtan başka.
    Şimdi ne yapalım müslüman doğduk ve böyle gideceğiz inşallah.Kalkıp anamıza babamıza küsecek değiliz herhalde niye bizi bu ülkede dünyaya getirdiniz diye.Kimse bize illaki namaz kılacaksın illaki oruç tutacaksın diye bir zorlamada bulunmadı çok şükür bu güne kadar,
    islamın güzelliğide bu noktada başlıyor zaten.
    Bu zamana kadar isteyen istediği gibi yaşadı bu ülkede kimi plajda,kimi elinde şarap kadehiyle,kimi mini eteği ile yani,kürdü,türkü isteyen istediği gibi yaşadı ve yaşayacak bu topraklarda.
    Şimdi arkadaş artık milletin kanına dokunmaya başladı bu yaptıklarınız ve yapacaklarınız.
    Hiç düşündünüz mü?
    Kimse laik yaşayan bu ülkede kimseye dinimizin İslam olmasından dolayı
    Niye mini etekle geziyorsun demedi
    Niye içki içiyorsun demedi
    Niye namaz kılmıyorsun demedi
    Niye oruç tutmuyorsun demedi
    Niye cinsiyetini değiştiriyorsun demedi
    Niye uyuşturucu kullanıyorsun
    Niye başı açık geziyorsun demedi

    Din işleri hiçbir zaman bunlar islama aykırıdır deyip müdahele etmedi,edemezde zaten
    Ama siz şimdi birde yağ gibi üste çıkıp,bu ülkenin dininin islam olduğunu unutup,sanki sizinde zamanında analarınızın hiç başından eksik etmediği başörtüsü çok iğrenç birşeymiş gibi demokrasi ve fikir özgürlüğü var dediğiniz bu ülke de, kadın ve kızlarımızın dini haklarına saygı göstermeyip başörtüsünün resmi kurumlara girmesini engelliyorsunuz.
    Neden ?
    Bu kadınlar kızlar başlarını örtmeyip tam aksine tahrik edici ve sapık zihniyetlerin iştahını kabartacak şekilde mini eteklerle resmi kurumlar da dolaşsalar dahamı güzel bir Türkiye olacak bu ülke.
    Yuh artık yüzsüzlüğün bu kadarına da pes doğrusu,yahu sizin tavuğunuza kışt diyen yok, hangi hak ve gerekçe ile hala bu milletin dini ve manevi değerlerine el uzatma cesaretini kendinizde buluyorsunuz anlamış değiliz doğrusu
    Siz kimi ne tarafa çekmeye çalışıyorsunuz,kimi kandırıyorsunuz?

    Beyler bayanlar kendinize gelin haberiniz olsun millet ile karşı karşıya gelmiş durumdasınız..
    Kimi kimden koruyorsunuz Allah aşkına,bu vatanın sahipleri ortada bu karışıklığın anlamı nedir?
    Siz kimsiniz,sizin aslınız ne,siz nerden geldiniz yoksa uzaydanmı indiniz bu ülkeye,siz hangi dindensiniz?
    Sizde varmı o yürek kelimei şahadet getirip elhamdülillah bizde müslümanız diyesiniz?
    Eğer bu yürek sizde yoksa bu halkı hangi gerekçelerle kandırıp,sizki bir avuç aynı dava arkadaşları
    Müslüman olan bu ülkeye nasıl islamı unutturup arkanızdan sürükleyeceksiniz,nereye kadar bu mücadeleniz?
    Olayı maksatından saptırdınız Atatürk zamanında laikliği getirdiğinde,atın dini bir kenara laik mi yaşayın dedi size
    Aferin size bravo bu halkı karşınıza aldınız,bu milleti hep cahil kalacak zannettiniz,
    nasıl olsa bu millet bunu yer dediniz
    Biz Atatürkün çocuklarıyız ülke bize emanet dediniz Cumhuriyetin bekçisiyiz dediniz ve bu milletin başörtüsünden elinizi bir türlü çekmediniz bu halk da bunu yedi öylemi?
    Ama bundan sonra bu millet bunu yemez bilesiniz
    Bu zavallı duruma düşürdüğünüz başörtülü kadınlar kızlar,hiç şüpheniz olmasın ki Atatürkü ve cumhuriyeti hepimizden çok seviyorlar aslında,o kadar vefasız bir toplum olmadı asla bu millet.
    Siz şu gerçeği anlayamadınız İslam dinin de başını örtme kararı almış bir kadın için başörtüsü namus anlamına gelmektedir ve siz bu yarayı deşerek bu toplumu hayretler içinde bırakıp bu milletin namusuna el ve dil uzatıyorsunuz farkında değilsiniz, yani asıl cehalet sizde
    Madem bu halkla karşı karşıya gelecektiniz,madem ki bu müslüman yaşayan ülkenin namus diye bildiği başörtüsüne bugün tahammül edemeyecektiniz.O zaman bu millet neden düşmanla savaştı ne gerek vardı.
    Kusura bakmayın ama Atatürkün önderliğinde düşmana karşı o yıllarda omuz omuza mücadele veren bu halk müslümandı ve başörtülüydü
    Eğer bu inkar ediliyor ve bu milletin bugün manevi değerlerine saygı göstermiyorsanız.
    Yani düdük bizim istediğimiz gibi çalarız diyorsanız,işte bu kez yanıldınız,sanırım tüm bunlara sebep olanlar artık utançlarından yolda dahi yürüyemez hale gelecekler.
    Eğer başörtüsüne tahammül edemiyorsanız
    Eğer camiler sizin beyninizde görüntü çirkinliği yaratıyorsa
    Eğer müslümanlara ve islamı kendisine din olarak seçmiş bu toplum sizce avrupa standartlarında değilse
    Eğer zavallı ve cahil gördüğünüz bu müslümanlara tahammülünüz artık hiç yoksa

    O zaman nasıl olacak,
    Ya siz terkedin bu ülkeyi ya da müslümanlar,yani ya millet ya da siz
    Hadi gittiğiniz heryerde müslümanları yine kabul ederlerde,yazık size acıyorum siz giderseniz sizi kimse kabul etmez sanırım
    Çünki dininiz nedir diye sorduklarında ne cevap vereceksiniz?çok merak ediyorum!
    Kusura bakmayın bu topraklar da yüzyıllardır egemenlik bu milletindi yine hep öyle kalacak.
    Neymişte efendim bazıları cumhuriyetin bekçileriymiş de,vatan onlara emanetmiş de……..
    Bu toplumdan yani aslınızdan korkmadan özlük haklarını verin bakalım nasıl sizden daha çok demokrasinin var olduğuna inanarak cumhuriyetlerine ve Mustafa Kemal Atatürk lerine sahip çıkıyorlar seyredin.
    Yok biz Müslümanları istemiyoruz yeni bir toplum yaratacağız hevesinde iseniz!!!!!
    Avucunuzu yalarsınız
    Oldu o zaman bari bu millete bol bol kilise yaptıralım da hiç değilse yinede yaratanın var olduğuna inanlar en azından yaratana el açıp günah çıkartsınlar
    Yani dinsiz kalmasınlar.
    Unutmayalım ki maneviyatı olmayan ve maneviyatına sahip çıkmayan ülkeler her zaman çökmeye mahkumdur.

    Bu ülkenin çok daha önemli sorunları varken toplumun hassas manevi değerleriyle uğraşmayı bırakın da
    Bu ülke insanını nasıl refaha ve huzura kavuşturur layık olduğu yere getirirsiniz bunun mücadelesini verin
    Siz merak etmeyin içiniz rahat olsun islam ülkeleri içinde islamın en güzel yaşandığı ve bugün diva Bülent Ersoy un gugurla yaşadığı,arap ülkelerinin özenti ile seyrettiği tek ülke TÜRKİYE dir.
    Bu halk bunu çok iyi biliyor ve farkındadır merak etmeyin.
    Artık
    YOKSA SİZ HALA DİNSİZLEŞTİREMEDİKLERİMİZDENMİSİNİZ ? kampanyasına ve müslümanları dışlamaya bir son verin tam aksine onların sesine kulak verin,haklarını iade edin.
    Eskisi gibi bu milleti karşınıza değil arkanıza alın.

    Herkes kendi işine baksın ki bizde oturup beste yapıp şarkı sözü yazacağımıza bunları yazmayalım.
    Yine söylüyorum eğer demokrasi ve fikir özgürlüğü varsa bu ülkede yazmak gerekiyor gerektiği yerde
    Çünki bazı konular kanına dokunuyor insanın hele hele söz konusu vatan ve millet ise!

    YASİN HAZAR

    YASİN HAZAR-DEVLETE MEKTUP okumak yada dinlemek için linke tıkla

    http://www.imeem.com/yasinhazar/blogs/2008/06/02/m5TiJHSV/yasin_hazar_devlete_mektup_metni

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin