Kemalistler ve ulusalcılar neden başarısız?
By Mehmet Yılmaz on Nis 26, 2008 in CHP, Kemalizm, Laiklik, Milliyetçilik, Türk faşizmi, Türk Solu, Ulus-Devlet, Ulusalcılık
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olan Tolga Çevikel doktora tezi kapsamında Pakvizyon sitesi ile yaptığı röportajda çok temel bir soru sormuş:
“Ulusalcı/Kemalist ya da milliyetçi blog yazarları neden yok (ya da çok az) sizce?”
Bu soruya net bir yanıt verebilmek için önce politik bloglar âlemine genel olarak bakmak gerekiyor. İnternet gerçekten çok kaliteli yazıların bulunabildiği bir ortam haline geldi.
Gazeteler ve televizyon kanalları ister istemez büyük şirketlerle, şirketler de politikacılarla iyi geçinmek zorunda olduklarından 4cü kuvvet denen basın demokrasideki yerini dolduramıyor her zaman. Tabi hükümet karşıtı/yanlısı gazeteler birbirini dengelese bu sorun bir yere kadar çözülecek ama Türkiye’nin durumu biraz özel: Saflaşma daha çok darbe yanlısı/karşıtı gibi oluyor son zamanlarda.
Bağımsız politika blogları
Uzun zamandır kaliteli yazıları ile öne çıkan birçok site var. Dikkat çekici olan ise bütün bu sitelerin arasında Tolga Çevikel’in dediği gibi iki veya üç siyasî duruşun ağırlıkta olması. Hızlı bir sınıflandırma yapacak olursak:
- Liberaller,
- Muhafazakâr-demokratlar,
- Liberalizm-sosyalizm sentezcileri.
Kendisini “Kemalist” veya “milliyetçi” diye tarif edenler ile ulusalcılar garip bir şekilde görünmez vaziyetteler bu düşünce platformunda. Neden?
Aslında bu sorunun yanıtı biraz “görünen” sitelerde saklı. Meselâ Uçan Balık, Anlama Çabası, Üçüncü Dalga veya Çağatayca gibi sağlam fikirleri ve güçlü argümanları olan sitelere bakın. Veya Liberal Düşünce Topluluğu, 3H Hareketi ya da Toplum ve Politika Enstitüsü gibi makale yazmakla yetinmeyen, toplantılar, seminerler düzenleyen, İngilizce makaleler yayınlayan gruplara.
Diğer yandan profesyonel gazetecilik veya araştırmacılık yapan, makaleleri düzenli olarak gazete ve dergilerde yayınlanan hatta kitap yazan aydınların siteleri var.
Kemalist bloglar nerede?
Bu siteleri ve grupları gözlemleyerek ne söylenebilir? Türkiye’nin siyasî düşünce hayatına dâhil olmak için söylenmeye, yazılmaya, paylaşılmaya ve tartışılmaya değer düşüncelere sahip olmak gerekiyor.
İkinci önemli nokta ise yazmanın söylemekten çok daha zor oluşu. Telefonda veya bir kahvede öylesine beyan ettiğimiz fikirlerimizi yazmaya başladığımız andan itibaren “fikir parçacıklarını” belli bir yapı içine oturtmak gerekiyor: Neden-sonuç ilişkileri, çıkarımlar, başka kaynaklara referanslar…
Fikirleriniz genel olarak iyi ve/veya ilginç olsa bile hepsini birleştirip kendini okutan bir yazıya dönüştürmek kolay bir iş değil. Önce kaynak araştırma ve teyid, arkasından da şekil olarak inşa etme aşaması geliyor.
Tabi bu çabayı düzenli olarak harcamak hiç de hafife alınabilecek bir özveri değil. İnsanın küçücük de olsa ülkesine, barışa, insanlığa faydalı olabilecek bir şeyler yapma arzusu taşıması gerek. O zaman Kemalistlerin resmî felsefesi olan pozitivizmin penceresinden baktığınızda “özveri” gibi görünen karşılıksız çalışma bir mutluluk kaynağına dönüşüyor. Zira “verme hakkı” insanı insanlaştıran ve öyle kalmasını sağlayan bir olgu.
Kemalist, ulusalcı, milliyetçi grupların bu fikir mutfağında varlık göstereMEmesinin iki sebebi bu işte. Yani;
- 1) Fikir üreteMEmek,
- 2) Kendilerini sıkıştırdıkları “ben” merkezli korku, nefret ve suçluluk üçgeninde Türkiye sevgisine yer kalmamış olması.
Bu iki iddia da oldukça güçlü. Hatta bazıları tarafından bir suçlama/aşağılama olarak bile algılanabilir. Böyle bir yanlışa düşülmemesi için her ikisini de açıklayacağız.
Fikir üretmek, duygu üretmek…
Politika alanında fikir üretebilmek için insanın önce siyasî bir projesi olması gerekiyor. Yani “2008 Türkiye’si bugün şu haldedir, 2030’larda böyle olmasını istiyorum, demek ki korunması gereken vasıflar şunlardır, iyileştirilmesi gerekenler de bunlar” diyebilmek ve bunu gerçekleştirmek için imkânların nasıl kullanılması gerektiği konusunda fikir yürütebilmek.
Bir başka deyişle siyasî proje A noktası ile B noktasını birleştiren bir çizgidir. Kim ne yapacak? Ne zaman bitecek? Kaça mal olacak? Kim ödeyecek? gibi sorulara cevap verebilmektir.
Küresel ısınmaya Kemalizmin cevabı nedir? Sosyal Güvenlik yasasına milliyetçilik penceresinden nasıl bakılabilir? Nükleer enerjiye karşı Atatürk’ün tavrı ne olurdu? Liberal ekonomi ile devletçilik ilkesi nasıl bağdaşabilir?…
Gerek milliyetçilik gerekse Kemalizm iddia edildiği gibi siyasî proje değil bir ruh hali. Çünkü bu insanları dinlerken ana fikirler hep şunlara kilitleniyor:
- 1) Türkiye’nin İran olması,
- 2) Büyük Ortadoğu Projesi,
- 3) Özelleştirmeler yoluyla “vatanın satılması”,
- 4) Siyonistlerin Güney doğudan toprak satın alması,
- 5) Misyonerler ve Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılması,
- 6) Bor madenlerimizi çalmak için kurulmuş komplolar.
Bir an için bunların bir kısmının veya tamamının gerçek olduğunu varsayalım. Bunlara cevaben siyasî bir proje oluşturmak gerekmez mi? Daha güçlü bir ekonomi ve bu ekonomiye sırtını yaslamış daha güçlü bir ordu, istihbarat, gücünü halktan alan ve diplomaside eli güçlenmiş bir hükümet, …
Gerçekten de “harbi Kemalist” veya “koyu milliyetçi” sitelerde Atatürk fotoğraflarından, bozkurt resimlerinden ve slogandan başka bir şey yok.
Daha önce de alıntıladığımız ve Blog kazanı adlı sitede yayınlanmış olan bir röportajda Derin Sular‘ın yazarı Serdar Kaya şöyle diyordu:
“Ben Cumhuriyet neslinin ‘söyleyecek sözü olmayan’ bir nesil olduğunu düşünüyorum. Bu da tabii, kullanıma hazır doğrularla, ezberci bir şekilde yetiştirilmiş olmanın bir sonucu. Hepimizin maruz kalmış olduğu bu köhne eğitim sistemi ne yazık ki böyle çalışıyor. Zaten bu nedenle de, ‘cumhuriyet dönemi şiiri’ ya da ‘cumhuriyet dönemi romanı’ diye bir şey yok. Yakın bir gelecekte de olmayacak. Elimizdeki çok sınırlı sayıda eser de, sadece ve sadece kendi kişisel imkan ya da gayretleriyle eğitim sisteminin zihinlere yerleştirdiği o fanusu bir şekilde ve bir ölçüde kırmayı başarabilmiş olan kişilere ait. İşin acı yanı şu ki, cumhuriyet döneminin ‘olmayanları’ listesini de epey uzatabilirsiniz. ‘Cumhuriyet dönemi mimarisi’ ya da ‘cumhuriyet dönemi eğlence kültürü’ diyebilirsiniz mesela. Sözgelimi, şehirlerimizi istila eden beton yığını apartmanlar, camiler, işte bu karaktersizliğin bir sonucu.”
Duygular : Korku, kin ve suçluluk
Bu “ben” merkezli duyguların aşırı bir yoğunlukta yaşanması Kemalistleri ve milliyetçileri akıllarını kullanmaktan alıkoyuyor. Bu duygulardan ilk ikisi zaten sitelerinde ve yaptıkları mitinglerde dışa yansıyor. Ama gerçekte bu duyguların arasında bir etkileşim var.
Korkan bir insan ya düşmanını yok eder ya da kaçar. Ama hiç bir şey yapamayanlar kin besler. Diğer yandan düşünMEmeye alışmış, liderini takip eden, bir takım ideolojik kutsallar üzerine yemin etmeye şartlandırılmış insanlar söz konusu ideolojinin toplumda zemin kaybettiğini gördükçe bir suçluluk duygusuna kapılıyorlar.
Bir on Kasım konuşmasında genç bir kız ağlıyordu: “Atam biz sana layık olamadık, bizi affet”. “iyi ki Atatürk Kemalist değildi” başlıklı yazımızda da bu suçluluk halini irdelemiştik:
“2007 model Kemalizm bir ruh hali. Yenilgi ve korkudan zevk alma derecesinde bu dünyadan kopmuş olma hali. Ezanın Fransızca okunduğu, köylülerin tango yaptığı, bütün dünyanın bize gıpta ettiği, Atlantis gibi müthiş bir ütopyaya özlem duyma hali. Gerçekte hiç olmamış çağdaş bir Türkiye nostaljisi içinde yaşanan bir tür melankoli.
Kemalist kendini işte bu ütopyanın uzantısı olarak algıladığı için bugün mutsuz. Ama bu mutsuzluğu değiştirmek için ne yapıyor? Anıtkabir’e koşuyor, Atatürk’ün siyah-beyaz fotoğraflarına bakıp göz yaşı döküyor. Aslında bu durumu sürdürmek istiyor. Karısı tarafından terk edildiği için kendini içkiye vermiş bir adam gibi. Kendine acıyor. Ama karısının eve dönmesini istemiyor.”
Bu suçluluk hissi aslında çok dikkat edilmesi gereken bir nokta. Zira insanı saldırganlığa hatta katil olmaya bile itebilir. Kendimize söylediğimiz yalanlarla iç dünyamızın kin-nefret-suçluluk mekanizmalarının bizi nasıl kırılgan hale getirebileceğini anlamak için 12 Eylül’den önceki terör dönemine bir göz atmak yeterli değil mi? Bugün de Ergenekoncu çetelerin vatan ve millet sevgisini sömürmek için kullandıkları yöntem bu zaten. Hırant Dink’in ölümüne yol açan koşullandırmaları “O gün bebek nasıl katil oldu?” adlı makalemizde ayrıntılı bir biçimde aktarmıştık. Hastalık derecesinde kendine yalan söyleyen insanların önce korkuya ardından kine ve son olarak da saldırganlığa yenilmeleri Sigmund Freud‘dan beri bilinen ve bilimsel olarak incelenen bir süreç.
Bu iki makalede irdelediğimiz gibi gerek Kemalistler gerekse milliyetçi/ulusalcı söylemlerin etkisindeki arkadaşların düşünce değil duygu ürettiklerini müşahede ediyoruz. Çok fazla teorik açıklamalara girmeden sadece şu videoya bakarak dahi bu kin-korku-suçluluk üçgenini gözlemlemek mümkün.
22 Temmuzdan önce MHP ile CHP’nin birleşmesi gündeme geldiği sıralarda dediğimiz gibi:
“Nerede o kendine güvenen, dünya’yı fethetmeye hazırlanan Türk Milliyetçiliği? Tersine korkak Türklerin söylemi olmuş. “Biz kendimize yeteriz! ABD Dolar’ı yasaklansın”
Milliyetçilik ne istemediğini bilenlerin hareketi olmuş. Olabilecek kötü şeylere, komplo teorilerine kilitlenmiş, geleceği düşünemeyen, daha güzel bir Türkiye ile ilgili hayal kuramayanların hareketi.
Milliyetçiler projesiz çünkü ödleri kopuyor. Türkiye’nin hiç bir sorunu için akılcı bir proje üretecek durumda değiller. […]
Bu Ötekileştirme ihtiyacı milliyetçiliğin amip gibi bölünmesine yol açıyor. Ötekini bertaraf edip de Türk Türk’e kalırlarsa bu sefer şehir, bölge, futbol takımı gibi aidiyetlerde yeni çatışma sebepleri arıyorlar. Meselâ 1980’lerdeki Sakarya – Konya düşmanlığı, Bugünlerde basın desteğiyle oluşturulan Trabzon-Diyarbakır çekişmesi, stadlardaki şiddet.
Çünkü Maslow piramidinde ifade bulan ihtiyaçların bir çoğu doyurulmamış ve yakın bir gelecekte de doymayacak. O halde bir gruba ait olmanın verdiği tatmin ile diğerlerini ikame etmekten başka çare kalmıyor.
Tıpkı Avrupa’daki holiganlar gibi Türk holiganlar da “hayatın sillesini yemiş” gençlerin oluşturdukları gruplar. Sadece ayrı renkte bayrak salladığı için bir insanı öldürecek kadar cinnet geçiren bu çocukların milliyetçi hareketler içinde yer alması elbette bir rastlantı değil.
Bu açıdan bakıldığında Türk Milliyetçiliği’nin bölücü bir etki yaptığını da görmek zor değil. Bu aidiyet söylemleriyle Türkiye’deki bütün etnik milliyetçilikler kışkırtılıyor ister istemez. Meselâ gitgide daha çok Kürtün hukuksal ve ekonomik sorunlarına etnik çözümler araması hatta bir ulus devlet hayali kurmasını da bu çerçevede değerlendirmekte fayda var.”
(Yazının tamamı için Türk Milliyetçiliğinin intiharı: CHP ile MHP birleşsin! Adresine bakılabilir.)
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
25 Yorum
Yazan:ALPEREN Tarih: Nis 26, 2008 | Reply
TÜRKLÜK SORUNLU KAVRAM MI?
ALPEREN GÜRBÜZER
Yükselen milliyetçilik her nedense paylaşılamıyor, her türden parti milliyetçiliğe vurgu yapıyor. Kimi Türklerin tarihte 16 devlet kurduğunun gurur okşayıcılığından kendinden geçerken, kimide alaycı usulupla bir o kadar da devlet yıkmışız karşılığını veriyor, kimi milliyetçiliği Atatürk Milliyetçiliği eksenine oturturken, kimi de ulusalcı ya da Türk Milliyetçiliği çerçevesinde meseleyi ele alıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Milliyetçilik etrafında cerayan eden çeşitlilik hergeçen gün artıyor, sayısına bereket..
Evvela şu onaltı devlet olayını ele alalım neymiş bu mesele diye. Tarihe şöyle bir gözattığımızda sözkonusu devletlerin arasında hem tabiyet yönünden, hemde yönetim bakımdan Türk olanda var, olmayanda sözkonusu. Dolayısıyla tarihi değiştiremiyeceğimize göre bu durumun Türklüğü kafatası yönünden yahut damarlarındaki kana kadar indirgeyenleri memnun etmesede tarihi tespit bu. Zaten kendini Türk hisseden herkes Türktür anlayışında olanlar için pek handikap teşkil etmiyor. Ne var bunda, olabilir gibi kaçamak cevaplar vermekle de, mesele bir çırpıda çözülmüyor aslında. Dolayısıyla Türklük kavramı sorunlu olmaya devam ediyor maalesef. Bu konu öyle aşırı noktalara taşınmış ki; Ya sev ya da terk et diyecek kadar belli kesimler işi çığırından çıkartmışlar bile.
Kıbrıs Barış Harekâtından sonra, Yavru vatan Kıbrıs’ı Cumhurbaşkanlığı forsunda mevcut olan onaltı yıldıza nasıl dâhil etsek diye kara kara düşünmeye koyulmuşlar, derken çareyi pek dikkatleri çekmeyen Batı Hunları listeden çıkarmakta bulmuşlar çözümü. İşte bu şekilde KKTC, on altı yıldızın arasında kendine böyle yer bulabilmiş ancak. Tarihle oynamak işte buna derler, oysa tarihe müdahale edilen meta değil, tarih yaşanıp kayda geçen bilgi hazinesidir çünkü. Hele hele bir milleti onaltı devletle sınırlandırmak, eksiltmek ya da olamayanı olmuş gibi göstermek girişimleri başlı başına skandal niteliğinde vahim bir hata. Bırakın bu konuları tarihçiler halletsinler, sırça köşklerde ele alınacak konular değil bu meseleler. Nitekim onaltı yıldızın içinde olmayıpda tarihte yerini almış nice Türk toplulukların olduğu artık bir sır değil. Ne kadar merakmışız simgeleşmeye, donuklaşmaya ve rozetleşmeye meğer.
TÜRKLÜK
Türklük bugünkü anlamda artık içi boşaltılmış ulus devlet olmanın aracı sadece.. Birzamanlar Türklük değerdi, ulu orta herzaman konuşulabilecek bir kavram değildi. Çünkü değerli ziynetler hep en güzel yerlerde muhafaza edilir, saklı kalır pazara dökülmez, ucuz olan şeyler ulu orta yerlerde sergilenir ancak. Bundan dolayı Osmanlı altı asır boyunca Türk olduğu halde adının Türk olduğundan sıkca bahsetmemiş, hatta gerek duymamış. Utandığından mı? Elbette hayır. Bu demek değildir ki Osmanlı aslını, atasını inkâr edip ne idüğü belirsiz bir devlet. Bilakis; Osmanlı’nın evvela bir dünya görüşü var; İla’yı Kelimetullah için Nizam-ı âlem ideali sözkonusu idi. Onun için milliyetçiliğin dar kalıplarına kendilerini mahkûm etmediler, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz düsturunu şiar edindiler hep. İslamı ön plana alıp arkasına da Osmanlılık şuurunun itici gücünü katıp hükümran olmuşlar. Ki; kurduğu devletlere bile ya kurucularının adını, ya da sülale isimlerini, yani Al-i Selçuklu, Al-i Osmanlı şeklinde kodlayarak yetinmişler sadece. Bağrında taşıdığı milliyetlere öteki gözüyle bakmadıkları içindir ki; üç kıtada hükümran olmayı başarabilmişlerdir.
Bütün imparatorlukların hemen hemen hepsi kozmopolittir. Osmanlı’nın bunlar arasında tek farkı engin tolerans anlayışına sahip olmasıdır. Bizanslılar yıllardır Yahudilere insanca muamele yapmayıp itip kalktığı içindir cihanşümul imparatorluk esprisini yakalayamamışlardır. İşte Osmanlının cihanşümul olmasının temel esprisi milliyetçilik yapmamasıdır, yani milliyetler çelişkisine meydan vermemesidir. Dolayısıyla Osmanlının bilinci tek ırka dayanarak gelişmemiş, aksine Türk unsurunun yanında gayr-i müslim tebadan derlenen seçkinler tabakasınıda yönetime dâhil ederek içte ve dışta birliği dirliği sağlayabilmiştir. Bu yüzden Osmanlı aynı zamanda Müslüman Romadır. Zaten batının ortasında kurulmasıda bu durumu teyid ediyor.
Türklüğü ulus devletinin aracı olarak kullananlar ne yapıyor? Türklüğü değer olmaktan hızla uzaklaştırıp ideolojik kalıbın ürünü olarak lanse ediyorlar sürekli.. Böyle sunulunca Türklük sanki medeniyetten yoksun, sadece Nihal Atsız’ın öğretilerinde yer alan güçlü, kahraman veya bir Türk dünyaya bedel meydan okumasına dönüşüyor. Nitekim bu tür Türklüğün içerisinde Mevlana’nın ne olursan ol yine gel, yahut Yunus’un yaratılanı sev yaratandan ötürü sevgi içerikli çağrıştıran ana temalarını göremiyoruz.
Oysa bizim ecdadımız Moğol kasırgasını Horasan Erenlerinin irşad soluğu ile bertaraf etmişlerdi, geldiğimiz noktada iseTürklerin Moğollaştığına şahit oluyoruz sanki. Malum olduğu üzere Moğollar medeniyet nedir bilmezler, yıkıcıdırlar, zaten yerleşik olamadıkları için yüzyılı aşmayacak şekilde tarihin harabelerine gömülüp kayboldular. Bir zamanlar etrafına korku salan, insanlıktan nasibini almamış Moğolları, Hülagoları, Cengizleri genç kuşaklara örnek sunmaya kalkışırsak bu Türklüğü yüceltmez, bilakis Türklerin Cengizleşmesi yahut Moğollaşması demek olur. Asıl Milliyetimizin izlerini bulmaya çalışacaksak Ahmet Yesevi’nin yaktığı ateşte aramalı. Bakın yahya Kemal Fuad Köprülü’ye ne diyor: Ahmet Yesevi’yi bir inceleyin göreceksiniz ki, bizim milliyetimizin temelleri orada bulacaksınız diyor. Gerçekten de Pir-i Türkistan (k.s), dergâhına gelen Türk’ün alp’ini erenlikle süsleyerek ona alperenlik kimliği kazandırmış ve böylece Türklük aşama aşama yerleşikliğe, ordanda medeniyete, derken üç kıtaya hükmeden cihargir imparatoluğa geçmiş.
İslamiyet öncesi Türklüğün pazu kuvvetiyle yetinseydik belki de şuanda yeryüzünde Türk adına hiçbir devletin varlığından sözedemiyecektik. Milliyetçilik eğilimlerin kıpırdadığı şu hengamede Türklüğü sadece bilek kuvvetine endeksleyenler, bu gücü dışa karşı yansıtsalar gam yemeyiz, ama malesef bu kol kırılır yen içinde kalır misali kuvvetimizi iç dengelerin ayarlamasında kullanıyoruz.. Moğollaştırılmak istenen Türk’ün Moğollardan tek farkı dışa karşı yumuşak ve esnek, içe karşıda daha sert ve katı tavır sergilenmesi şeklinde sunulmaya çalışıldığı aşikâr.
Adını Türklükle bağdaştıran Göktürkler bile kullandığı sikkelerinin bir yüzünde Çince, diğer yüzünde Göktürkçe yazılar koymasından yüksünmemiş. Hakeza Türk Başbuğlarının Çinli, Selçuklu’nun ise İranlı Nizamül Mülk’ü veziriazam yapması, yine Osmanlı Padişahlarının Bizans prenslerle evlenmesi, devşirme sisteminin yıllarca uygulanması, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı bir dilinde sarayda kompleksiz bir şekilde kullanılması gibi Türklük örnekleri tüm çıplaklığı ile önümüzde dururken, şekilci dediğimiz moda Türklük türetilmeye çalışılıyor durduk yerde. Türklüğü dışa yönük çerçevesinden, kendi kabına çekmeyi marifet sanan sığ beyinler ne akla hizmet ediyorlar doğrusu anlamış değiliz. Bizler göçebe topluluklar halinde bile bu denli tekilci değildik, Türk olarak göç ettikçe değişik ırkdan insanlarla tanışmıştık, hem kültürlerine renk katmışız hemde onlardan birşeyler almışız, bunun neticesinde de farklılıklarla birarada nasıl yaşanacağını keşfederek bütün cümle aleme esnek davranma kabiliyetini göstermişiz ve isbatlamışız.
Moda milliyetçilik moda Türklük tanımı doğuruyor.. Ne yazık ki; iki zıt etnisite birbirini besliyerek etki tepki etkileşimden kaynaklana bir tanım üretiyor. Bu nasıl oluyor derseniz, birbirlerine ültimatom yağdırarak gerçekleşiyor.. Dolayısıyla herkesi aynı kalıba sokma yarışının varacağı nokta birbirlerinin kuyusunu kazarak kültürlerini kurutmak olacaktır elbette. Abbasilerden, Selçuklulardan, Osmanlıdan arda kalan boşluk giderilmediği sürece bu sıkıntılar devam edeceğe benziyor. Osmanlı unutturulmaya çalışılsa da tarihi çekim gücü onu asla hafızalarda silinmesine geçit vermiyor. Bu yüzden redd-i miras yapmakla hem kendimize zulmediyoruz hemde ulu çınarımız Osmanlıya haksızlık ediyoruz. Dünyanın neresini turlarsanız turlayın Osmanlı bir şekilde kimliği ile karşımıza çıkıyor. Diyelim ki yolumuz Macaristana düştü, ister istemez karşımıza Mohaç çıkacaktır muhakkak, bu da Osmanlının hala canlı olduğunun göstergesidir.
Hala tarihi gerçekler ortada iken göçebe döneminin at üstünde kılıç sallamanın hayaliyle etrafa korku salan Türklük modelini yerleştirmekte ısrarcıyız. Dünyanın hiçbir yerinde bizimki kadar etnik meseleler bu denli kaşınmıyor, ülkelerin bir çoğu diğerini ötekileştirmenin mahzurlarını fark etmiş ve derhal terk etmişler, ama şimdi o hastalık bize sirayet etmiş onların bıraktığı noktada biz etnisite problemleriyle uğraşır konuma geldik. Oysa yeni Türklük tanımı iç ve dış düşman dürtüsüyle sınır bekçiliği talep ediyor bizden. Ulus devlet mantelitesi tabiatıyla tektip milliyetçilik tanımı öngörüyor, buna tepki olarak etnik toplulukların kök bağlarını tetikleyerek kendi etnik kimliklerine dört elle sarılmalarına yol açıyor. Tehlike ne Türk insanında, ne de dışarı ile ilişkilendirilen emperyal devletlerde, asıl tehlikeden söz edeceksek beynimizin derinliklerinde mevcut olan tehlike senaryolarında aramalı, bu hal artık psikolojik maraz hale geldi. Örnek aldığımız Fransanın modelinin ortayakoşduğu menfi milliyetçiliğin topraklarımıza sıçraması sonucu ulus devletçilik anlayışının ürettiği tek tipçilik marazı, maalesef Türklerin farklılıkları zenginlik gören anlayışını yerle bir ederek tarumar eyledi. Şimdi bu kimliğe büründüğümüze sevinelim mi ağlayalım mı ne dersiniz? Kimileri ellerine kına yaksa da etnisiteye dayalı siyaset farklılıkları geriyor, birleştirmiyor, tam tersine ayrıştırıyor.
OBJEKTİF TARİH ANLAYIŞI
Gerçek Türklükden bahsedeceksek Erol Göka’nın da söylediği gibi; Türkler uygarlık sentezci yönüyle tarihe damgasını vurmuştu. İşte kökse kök bu, tarihse objektif tarih değerlendirmesi buna denir. Unutmayalım ki; Cumhuriyeti kuranlarda Osmalı’nın kadrolarından çıktı, köklerinde Osmanlılık mevcut. Sadece kadrolar mı, elbette hayır. Parlamentosu, siyasi partisi, basını ve tüm müesseselerini devr aldı. Genç Cumhuriyetimizin Osmanlının mirasını devralması başlı başına köklerimizi inkâr etmediğimizin bariz delilidir. Nitekim Atatürk; yeni bir ulus kurduk, yeniden bir millet yarattık demiyor, aksine eski cemaat toplumundan modern bir toplum meydana getirdik diyor. Yani gelişmeciliğe vurgu yapıyor. Dolayısıyla kurulan Cumhuriyetimiz Osmanlının değişik bir tür devamı niteliğindedir diyebiliriz. Bugün gelinen noktada ne kadar redd-i miras yapılmaya çalışılsa da dünyanın gözünde biz hala Osmanlıyız. Dünya unutmamış biz nasıl unutabiliriz ki?
Tarihten maksat kişileri yada bir ırkı övmek veya yermek değil, tarihe eleştiri getirebilmek esas olanı, hatta ibret alabilmek ve tarih bilincini yakalayabilmektir gaye. Resmi tarihin ve ideolojiinin varlığı hiçde önemli değil, önemli olan halkın kabülünü kazanıp kazanmaması hususu. Gerçeklerin konuşulmasından korkulması, yasak kurallar koyulması resmi tarihin ve ideolojnin iflası değil mi? Arşivlerin uzun seneler incelenmeye müsaade edilmemesi hep bu kaygının işareti değilmi? Resmi tarihe karşı çıkış olarak Kemal Tahir, Kazım Karabekir, Mete Tuncay, Dr Rıza Nur vs. gibi tarih çalışmaları var önümüzde. Fakat Cumhuriyetimizin resmi anlayışı yayınlanmasına izin vermiyor. Hürriyet yazarı Murat Bardakçı’nın bile Şahbaba’yı yazarken bazı bölümleri çıkardığını söylemesi düşündürücü değil mi? O halde geçmişimizle sıkboğaz olmaya lüzum yok, hâsılı inkâr etsekde Osmanlı gönüllerde taptaze yaşıyor, bu böyle biline.
Dinimiz gereği birbirimize mütevazı dışarıya karşı çetin olmak gerekirken birbirimizle bu kavga bu şiddet bu ne celal niye? Olan milletimize oluyor, içte sertleştikçe aslında kan kaybediyoruz sürekli, dışarda söz ettiğimiz dış düşmanımızın teknolojik silahları ile bile silahlanmadan havanda su dövüyoruz adeta. Kompleksiz yaşamayı yeniden keşfetmeli, tarihimizle yeniden yüzleşerek tabii. Türklük denen değeri yeniden keşfederek doğru mecraya vira vira yelken açarak birlik limanında demirlemeli… Sığ düşüncelerden kurtulmanın yollarını aramalı ırkçı yaklaşımlara geçit vermeden sürekli düşman hobisi ile yatıp kalkmak yarınlarımızı boş yere heba ettiğimiz gibi, kardeş coğrafyalarda yaşayan halklara kucak açmamızı önlüyor. Ne işi var Mehmetçiğin Yemende, Lübnanda demek gibi yaklaşımların doğmasına neden oluyor. Artık dört tarafımız düşmanla çevrili çığırtkanlığına paydos deme zamanı gelmedi mi? Bunca vahdet şuuru birikimimiz varken başka arayışlara yönelmek büyük bir hata.
KÜRTÇÜLÜK
Bir diğer kanayan yaramız da kürtçülük meselesi. Kürtçülüğün asla kabül görmesi mümkün değil, muhatap bile alınmaya değmez, bir bardak suda fırtına koparılmanın ötesinde bir anlam taşımıyor çünkü. Kürtçülük sanıldığının aksine korkulacak boyutta bir mesele gibi görünmüyor, tamamen psikolojik korkuların sonucu yerleşmiş bir kanaat olsa gerek. Çünkü Kürtçülük akımının yerleşecek zemini yok ki, adamların ne doğru dürüst ortak bir dili var, edebiyat desen evlere şenlik, hiç bir şey yok ortada, ne de devlet geleneği var, bütün bunlardan mahrum olan bir akımdan gereksiz telaşa kapılarak olmayan birşeyi kendi ellerimizle büyütüyoruz, ama farkında değiliz, adeta yangına körükle gidiyoruz gibi. Şimdiye kadar biz birbirimizi ayrı gayrı görmedik şimdide görmemeli, nezaman ki öteki muamelesi yapmaya başladık kronik bir mesele olarak karşımıza çıkıverdi biranda. Kürt dediğimiz insanları bu coğrafyada profesör, asker, şarkıcı türkücü, Roman yazarı, her ne arasan her meslekten her etki alanda değerlendirmekle gök kubbe başımıza geçmedi ki şimdi de geçsin. Bırakın kendi doğal mecrasına problem kendiliğinden kalksın. Tarafların her iki kesimide sevgiden söz etmiyor, herkes kin kışkırtıcılığına soyunmuş sanki.
Üstelik milliyetçilik kavramıda batıdan kopya edilmiş kavram. Tarihi süreçte yaşadığımız coğrafyalarda bizi ırklar ayırmazdı, sadece müslim ve gayr-i müslim tasnifi vardı. Osmanlı birlik ve beraberlik denen olayı inananlar kardeştir buyruğuyla çözmüş, gayri müslimlerle ilişkilerimizi de; Dinde zorlama yok ilahi prensibi sayesinde farklılıkları birarada tutmayı başarmış, bunun sonucu olarakda gayri müslimler uzun yıllar Osmanlı şemsiyesi altında özgürce yaşama şansını elde etmişlerdir. Ne zaman ki; Fransız ihtilalinden sonra milliyetçilik akımları yükselmeye başladı, Prof.Dr. İlber Oltaylı’nın dediği gibi yeni bir truva atı olarak Türklük, neyazık ki sorunlu kavram olarak gündemimize girdi. Milliyetçilik rüzgârları coğrafyamıza sıçradı sıçramasınada, bu arada olanlarda oldu, birlik beraberlik duyguları törpülendi, ardından bağımsızlıklarını ilan milletlerin doğuşuna sahne oldu coğrafyamız.
TÜRKOLOJİ
Tüklük duygusunda o kadar ileri boyutlara taşıdık ki Türklüğe bilimsellik katma adına Türkoloji enstitüsü çalışmalarına bile hızverdik.. Oysa Türkoloji başlıbaşına Türklüğü aşağılayan bir kavram, yeri geldiğinde hamaset adına ayıdan post Moskofdan dost olmaz diye söyleniriz, fakat bu kavramın Rusların çıkardığından ve loji ibaresinin Rum’a ait olduğundan bihaberiz. Niye çıkarmışlar derseniz mezara defnedilmiş yani ölü milletler için, nitekim sümeroloji örneğinde olduğu gibi. Türkoloji kavramı ile Osmanlı gözardı edilmek istendiği besbelli. Neden bir Frankoloji yokda Türkoloji var diye bunun hiç muhasebesini yaptık mı kendi kendimize? Asıl bu konulara kafa yormamız gerekirken Türklüğü dar ve içe kapanık kalıplara mahkûm ederek sorunlu hale getiriyoruz. Her nekadar Osmanlıyı dikkatlerden uzaklaştırmak için Türkoloji kelimesi icat edilmiş olsa da, Osmanlı gönüllerde, hala hafızalarda taptaze ve diri yaşıyor.
Türkolojide olduğu gibi Türk tiyatrosu da batıdan alınma. Batı Hz.İsa’yı anlatabilmek için bu metoda başvurmuş ve oradan coğrafyamıza gelmiş, kök değerlerimizde tiyatro bulamazsınız, bu hastalığıda aynen kabüllenmişiz maalesef. Üstelik gelenide hatalı şeklinde uyarlıyoruz, edep ve adap olmaktan çıkıp anti kültür görevi yapacak şekilde taşıyoruz.
Velhasıl; daha buna benzer birçok problemli Türklük örnekleri ile hafızamızı kaybediyoruz. Vesselam.
Yazan:turan çevik Tarih: Nis 26, 2008 | Reply
BANA BİR YAŞAM BİÇİMİ… ÇAĞDAŞ OLSUN!
1
tabiatın vücudumda yol açacağı tahribatı en aza indirmek ve soğuktan da korunmak adına, yerleşik hayata geçmiş bir insan da olarak şööyle afilli bir elbise diktirmenin gereğini muhtaç olduğum kudreti barındıran damarlarımın taa içinde hissederek terzinin yolunu tuttum.
beni global dünyada temsil edebilecek nitelikte bir elbise dikmesini ve mümkünse parasını da gelecek hasat mevsiminde almasını rica ettim.. kalın çerçeveli gözlüklerinin üzerinden bakarak..
-hay hay şöyle buyur! diyerek üstünü sümerbank kumaşıyla kapladığı taburesine oturmamı istedi..
bir süre sonra ölçülerimi aldı. bir kağıda birşeyler not aldı. mezurasını salladı doladı ağzındaki topluiğneyi kumaşın birine batırarak sordu bana:
-nasıl bir elbise olsun??
şaşırdım..
-siz terzilerin bize fikir sorduğunuzu bilmiyordum. dedim..
gülümsedi..
—————————————-
2
annem doğurdu.babam eve ekmek getirdi.
yıllarımı çalışmakla geçirdim.
okul hayatımda tek bir kamu kuruluşundan, üniversitedeki hocadan ya da yargı mensubundan yardım ve fikir almadım..
hiç birisi parasız geçen günlerimde yollarda yürürken, yanımdan lüks arabalarıyla geçerken ‘-buyur kardeş atalım seni de’ demediler.
e şimdi bu yargı mensubu veya üniversitedeki arkası ve cebi sağlam ama içi boş amcalar bana diyo ki:
-sen o işi bize bırak..biz sana bi hayat vereceğiz ki bunların hepsi bitecek..
sen şöyle şöyle düşünecek,şöyle şöyle giyineceksin..
e bunun karşılığı ne olacak diyorum..
karşılık filan yok diyorlar.
bana getirisi ne olacak? diyorum
bundan iyi getiri mi olur,çağdaş olacaksın diyorlar.
size getirisi ne bu yardımınızın diyorum.
orasını karıştırma diyorlar.
eğer demokratik düşünce alanından birileri sorarlarsa bizi tanımıyorsun..’
Yazan:mehmet celebi Tarih: May 2, 2008 | Reply
“Ulusalcı/Kemalist ya da milliyetçi blog yazarları neden yok (ya da çok az) sizce?”
bu ara muhaliflerin basına sıkca geldigi gibi bir gece sabaha karşı ergenokoncu diye goturülme korkusu tasıdıklarından olabilir
Yazan:levent özcan Tarih: Tem 5, 2008 | Reply
sanki bu ülkede yaşamıyorsunuz,sanki korsunuz.ulusalcı dıye aşagılamaya çalıştığınız insanlar olmasaydı keşke degıl mı?daha rahat su taşırdınız abant toplantılarına, sevgılı hocaefendınızın degırmenıne…
korku ,kin ve suçluluk sizlerin içlerine oyle işlemişki kurtuluş yolu olarak pensılvanyadan gelecek uçaga kalmış hayalınız.kör oyununuza devam edın arkadaşlar.bu laik demokratik cumhurıyetın gungelecek ne kadar kıymetlı oldugunu sızde anlayacaksınız …
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 6, 2008 | Reply
Sayın Mehmet Yılmaz,
Yazılarınızı okudukça,eskilerini de arşivden bulup okuma ihtiyacı duyuyorum.Sanırım bu,(fikirlerimiz ve dünya görüşlerimiz farklı olsa bile)olaylara bakış açınıza duyduğum saygıdan kaynaklanıyor.Üslubunuzla,kişisellikten uzak araştırmacı yönünüzle takdiri hakediyorsunuz.Ayrıca okuduğum her yazınızın beni fazlasıyla aydınlattığını da belirtmek isterim.Elbette bu istisnasız her fikrinizi benimsediğim anlamına gelmez.Zaten demokratik tartışma kültürünü anlamlı kılan de budur.Zira farklı fikirler asla doğruları bulmaya engel değildir.Yeter ki eleştiriye açık olalım ve birbirimizi serinkanlılıkla dinleyelim.Eminim bunu başardığımızda önümüzde duran bir çok engeli aşacak ve daha yaşanılır bir dünyanın temellerini atmış olacağız.
Gelelim bu yazınızdaki konuya.Şayet doğru okuduysam bu yazınızda toplumun farklı görüş ve ideolojilerine yer vermişsiniz.Bir bakıma farklı düşünce akımlarından yola çıkarak ülkemizdeki düşünce yapısına bir bakış getirmişsiniz.Bu noktada elbette tespitlerinize katılmamak elde değil.Her türlü değişim ve dönüşüme kapalı,üretemeyen ve sorgulamayan statik bir düşünce ikliminin gittikçe yaygınlaştığı bir gerçektir.Ancak bu eleştiriyi(ki oldukça haklı ve yerindedir)sadece belirli kesimle de sınırlı tutmamak gerekir.Dolayısıyla “bakın şunlar şunlar da aynı hataya düşüyor”şeklinde bir analize girişmek değildir amacım.Bunun bir yararı da olmayacak zaten.Asıl söylemek istediğim şey eleştiri kadar özeleştiriye de yer verilmesi zorunluluğu.Bu konuyu izninizle biraz açmak istiyorum.
Kemalistler,Milliyetçiler,Ulusalcılar eleştiriliyor(eleştirilecek tabi,itirazım yok),sonra solcular,liberaller eleştiriliyor(bu da son derece makul)Ama islamcılar bundan sanki muaf tutuluyor gibi bir izlenim var.Aslında beklediğim eleştiri de değil,sadece biraz özeleştiri de olabilmeli diyorum.
Bu bağlamda iyi niyetlerinden kuşku duymadığım dindar demokratlarımız bence özeleştiriden kaçınmamalılar.Bu yapıldığı takdirde bizim için büyük bir sorun haline gelmiş kutuplaşmalar,toplumun birbirini anlaması önünde oluşan barikatlar bir bir ortadan kalkacaktır.Bu yapılmadığı takdirde tam da eleştiri konusu yaptığınız kesimlerden aynı mantıkla karşı taaruzlar gelmeye devam edecek,ki bu da bizi sağlıklı bir neticeye götürmez.
Saygılarımla…
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 6, 2008 | Reply
Aziz Bey Selamlar,
Her zaman cevap yazmasam da yorumlarinizi takip ediyorum ve severek onayliyorum.
Benim fikirlerimi her zaman desteklemediginizin farkindayim elbette 😉 ama siteye hizmetiniz büyük. Nezakete verdiginiz önem ve diger yorumlari okumaya ayirdiginiz zaman (günlük hayatta karsisindakini dinlemeye tekabül ediyor) sebebiyle katildiginiz tartismalarin kalitesi yükseliyor.
Ayrica birikiminize ragmen sürekli bir anlama çabaniz var, sloganlar ile düsünmeyi reddediyorsunuz.
Bütün bu sebeplerle bana %100 katilan ama öfkeli bir yorumcuya göre siteye (haliyle ülkemize) hizmetiniz çOK DAHA büyük. Zira her ne kadar azimle savunsam da hiç bir fikrimin TARTISILMAZ GERçEKLER oldugunu iddia edemem.
Ama TARTISILMAZ GERçEK olan bir sey varsa o da Türkiye’nin zit fikirlere saygi duymaya, anlamaya ihtiyaci oldugu.
Gelelim dinci/islamci/muhafazakar kesimin özlestiri ihtiyacina.
Yakinda Körlük döneklikten kolaydir basligi ile bir yazi yayinlayacagim, o zaman ideolojilerine simsiki yapisan herkes biraz irkilecek 🙂
Ama daha önce ZAMAN Gazetesi Irkçi mi oluyor adli bir yazi yazdim, Müslümanlarin iç hastaliklari ve Kurtlu Hilal adli makaleler de bu kategoriye giriyor yani muhafazakarlara ayna tutan yazilara. Tabi AKP elestirilebilir mi? adli yazim ve Günah isleme özgürlügü de hatirlanmasi gerekenler.
Bir konuk yazarin yazdigi Osmanli Fetisizmi de harika bir yazidir, mutlaka okunmasi gerekir.
Bunlara ek olarak MustafaAkyol.org sitesinde çok güzel özelestiri yazilari vardir, arsivlere girmeli üsenmeden, 1996 ve 1997.
Selam, saygi ve muhabbetle
Yazan:suzannur Tarih: Tem 6, 2008 | Reply
Aziz Bey,
Kemalistler,Milliyetçiler,Ulusalcılar eleştiriliyor(eleştirilecek tabi,itirazım yok),sonra solcular,liberaller eleştiriliyor(bu da son derece makul)Ama islamcılar bundan sanki muaf tutuluyor gibi bir izlenim var.Aslında beklediğim eleştiri de değil,sadece biraz özeleştiri de olabilmeli diyorum, demişsiniz.
İslamcılar bundan muaf değil, ancak tartışma kültürümüz o kadar sığ ve küçük düşürücü ki, İslam dinine inananların yaptıkları hatalar değil, dinin kendisi her seferinde okun ucuna geliyor ve siz bir anda kendinizi insan odaklı hataların yanlışlığını vurgularken değil, dini ve hatta Tanrı’nın varlığını ispatlarken buluyorsunuz. İşte sıkıntı noktası burada.Bu tarz insanlar tarafından her seferinde cahil, gerizekalı, şeriatçı, faşist(bu hakaret gelince çok gülüyorum 🙂 )… bilmem ne olarak tasnif ediliyorsunuz, cahilliğinizin diplomadan kaynaklanmadığını sadece seçtiğiniz dinden kaynaklandığını fark ederek. Sizce bunları aşabileceğimiz bir tartışma platformunda yazılar yazabileceğimiz günler gelecek mi?
Sizin gibi insanlara ihtiyacımız var, düşünen, sorgulayan ama sorgularken aşağılamayan, anlamaya ve bütünü tek bir parçadan değil, farlı farklı parçaları birleştirerek bakan insanlara.
Saygıyla.
NOT: Bu arada yorumlarınızı ben de takip ediyorum ve her yorumda üslubunuzun aynı değişmez kalitede olmasını saygıyla izliyorum.
Yazan:SOSYAL DEMOKRAT Tarih: Eki 5, 2008 | Reply
Ben de bir Kemalistim.
Kemalizmin başarılı olmamasının nedeni Kemalistler değil, dini yobazlık.
En basitinden Deniz Feneri olayı.
Deniz Feneri olayı, İslamcıları ve dindar kesimi daha iyi tanımamıza vesile olmuştur.
Alman hakim şaşkın. “ortada bu kadar mağdur varken nasıl oluyor da kıyamet kopmuyor?” diye soruyor. kopmaz hakimim kopmaaz. hiç boşuna bekleme. bu dindar kesimin boğazından lokmasını al gıkı çıkmaz; çoluğunu çocuğunu alıp derme çatma kur’an kursu binasının dibine canlı canlı göm, kurs yetkilisine değil olayı soruşturanlara saldırır. bu dindar kesim böyledir. daha bebe yaştan beyinlerini, vicdanlarını, insanlıklarını aldırmışlar, yerine içi boş bir iman koymuşlar, üstüne üstlük ellerine bir de oy hakkı vermişler… onlar da altmış senedir din bezirganlarına oy basıyor, her seferinde daha dincisini, daha ahlaksızını, daha hırsızını, daha yüzsüzünü başımıza getiriyorlar.
İyi niyetli olanlarımız “yahu gariban dindarın ne suçu var, bunlar hep eğitimsizlikten, cahillikten” diye diye bu hesaplaşmayı erteleyip durdular. ama gerçek şu ki, bu adamlar eğitim de istemiyor. çünkü kuşaklardır dinciyi kollamaktan elinde avucunda kalmamış, kuşaklardır kötü beslenmekten ve işlemeyen beyin hücreleri yüzünden iq seviyesi artık dibe vurmuş. bu yüzden, gelinen noktanın dindar halkın suçu mu, yoksa din bezirganlığı yapan siyasetçilerin suçu mu olduğu, bence tavuk ile yumurta problemine döndü. siyasetçi dediğin 100 kişi, hadi bilemedin 500 kişi. oysa oy verenler, bağış yapanlar, çocuğunu tarikatların kur’an kursuna yollayanlar on milyonlar mertebesinde ve ne yazık ki bu kitle ülkenin kaderini belirleyecek güce sahip.
Deniz feneri derneği hadisesinde de, Bülent Arınç’ın dediği gibi “yapmışlarsa allah belalarını versin” deyip işin içinden çıkamazsınız. öncelikle belirtelim, belalarını vereceğinizi umduğunuz allah bugüne kadar bu ülkeye hiçbir şey vermedi. altmış senedir allah allah dediniz, şu zeka fakiri garibanların oylarını toplayıp iktidar oldunuz, ama allah türke hiçbir şey vermedi, hep gitti amerikalıya verdi, almana verdi, ingilize, fransıza verdi… bu yüzden, allah illa birilerinin belasını verecekse, öncelikle bu ahlaksızlara oy verenin ellerini kırmalı, çocuklarını kur’an kurslarında diri diri gömülmesine göz yumanların gözlerini oymalı ve bu deniz feneri hadisesinde mağdur olup da sesi çıkmayanların dillerini düğümlemeli ki, “allah allah” diye ülkeyi gelişmiş ülkelerden elli sene geriye düşüren bu zihniyetin bir nebze olsun dimağlarına kan gitmesi sağlanmış olsun.
Din,bu insanların çok işine yaramıştır. Neden? Çünkü ancak onun saysenide %99’u müslüman olan bir halkı kandırabilirlerdi. Ve başardılar da. Siz ATATÜRKÇÜLERE değil,asıl müslüman adı altında yolsuzluklara,sahtekarlıklara ve her türlü iğrenç işe bulaşmış sözde müslümanlara kızın.
Yazan:yucel Tarih: Eki 27, 2008 | Reply
Bence ulusalcıların başarısız olma nedeni,Halktan kopuk Ve inançlarına saygılı olmadıkları ve Laikliği yalnış yorumladıklarındandır.Halk inançlarına saygı göstermiyen dayatmacı,özgürlüklerden yana olmuyan bu güçlere bir ders vermiştir.Yeni sol insan özgürlüklerine ve inançlarına saygılı varoşların yoksul ezilmiş insanlarının sorunlarıyla dertlenen Anadolunun ulusal kültürüyle Evrensel kültürü harmanlayıp yeni bir sentez yaratacak sol olacaktır
Yazan:kehribar Tarih: Eki 27, 2008 | Reply
sizin yüzünüzden. kemalizmi yaşadınızmı ki başarısız diyorsunuz. öcü gibi kaçıyorsunuz kemalizmden. kemalizmin sadece adı kaldı. onu da ağzınıza dolaya dolaya sakız yaptınız. olmayan yaşanmayan bir şey hakkında fikir yürütmeyin. zaten şu anda yaşayan insanımıza kemalizm çok lüks. uyduruk demokratik istekleriniz size fazla bile gelir.
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Ara 6, 2008 | Reply
Var ya delirttiniz beni bu ne kardeşim bu ülkede hiç mi liberal demokrat yok ya.Ya muhafazakar, ya miliiyetçi, ya ulusalcı, ya sosyal demokrat. Hayır yorum yapıyosunuz muhafazakarları, liberalleri, şeriatcıları aynı grup olarak görüyosunuz deliriorum burda. Arkadaşım doğru düzgün dua bile bilmem camiyle alakam yok ama liberal olduğum için yanında beş on damgayıda hediye olarak veriyolar. Ama yok liberalizm bu ülkeye bir gömlek fazla size ancak dayakçı, kavgacı muhafazkarlar, milliyetçiler paklar. Serbest piyasayı onlar kullanabilir bu ülkede.Liberalimz bi amaç değil amaç olabilir ancak.Üç beş insan çıkıp iberalizm diye bişi var dediğinde liboş olur satıcı olur amerikancı olur.Sen karşıma atatürk böyle düşünüyodu diye çıkarsan tabi ben atatürkçü olamam senin gözünde hiç bi zaman.Ne biliyosun sen Atatürk’ün düşüncelerini burjuvası olmayan memlekete devletçiliği getirdi diye adamı sosyal demokrat yapan hatta sosyalist yapan var. Atatürk’ün burjuvasız memlekete devletçiliği getirmesi onu yanlızca mantıklı yapar. Onun dışında atatürk böyle derdi diyemezsin kimse için diyemezsin. Ya muhafazakalar onlarda aynı şekilde kan istiyolar esasında serbest piyasa ekonomisinin gözlerimin önünde maymuna dönmesinin tek sorumlusu onlar. Ulusalcılar milliyetciler zaten oluşturabilecekleri ekonomik plan sosyal demokratçıların sınırlarını aşmaz bi ekonomik model olmaktan çok uzak.Ya sosyal demokratlar bu ülkeyi bu hale getiren en büyük sorumlular belkide taa inönüden başlar bu karma ekonomik sistem merakı yürümüyo işte hem devlet hem özel bi sektöre girince sorunlar çıkıyo eğitim sistemimizi sosyal demokratlar bu hale getirdi.Bütün hocalar yarı faşist tam totaliter takılıyolar okullarımızda.Ve siz hala bütün bunların suçunu birbirinie atıosunuz ve liberalizmi bütün dünyayı yüzlerce yıldır idare eden liberalizmi görmezlikten gelmeye umursamamaya dikkat etmemeye ve hatta birbirinizi eleştirirken kullanmaya devam ediyosunuz.
Yazan:jadederail Tarih: Oca 22, 2009 | Reply
hepsinin ortak özelliği HALKI HOR VE HAKİR görüp elin sömürücü ve bencil ve zalim Avrupalısına hayranlarda ondan.. ve kendilerinin ne ka cahil ve çağın gerisinde kaldıklarından bile haberleri olmayan HAÇLI HAYRANLARI
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Oca 22, 2009 | Reply
Baslik’da Harbiyeliler tayfasi eksik.
Yazan:semih Tarih: Eyl 21, 2009 | Reply
AKPyi seviyoruz. kemalistler değişmez ve eleştirilemez fikirler ile insanlara dayatmalar yapıyor, özgürlük yok, yönetimin orduda ve küçük bir elit azınlığın elinde olmasını istiyorlar. Halk tabi ki de desteklemez bu durumda onları, ben de desteklemiyorum, ne güzel Avrupa’da özgürlük var, fikirlerini özgürce söyleyebilirsin, yaşasın AKP. 🙂
Yazan:ulusalcı Tarih: Eyl 23, 2009 | Reply
gün sizin gününüz; siz konuşuyorsunuz
bizim günümüz gelecek biz konuşacağız
Yazan:ABDULLAH Tarih: Eyl 23, 2009 | Reply
Bir yorumcu bu sistemin kıymetini sizde anlayacaksınzı demiş.Allah Allah hangi sistemden bahsediyorsunuz?
O sistem dediğiniz şeyin sadce üç başarısını sayın milletin sadrına şifa yeter.
Bu milleti söğüşleyenler yakasında hangi rozeti taşıyordu?Osmanlı tuğrası mı? Kelime i tevhid mi?
Yazan:ABDULLAH Tarih: Eyl 23, 2009 | Reply
“..ama allah türke hiçbir şey vermedi, hep gitti amerikalıya verdi, almana verdi, ingilize, fransıza verdi…”
Hangi başarıların varda Allah elinden aldı hansa,coniye verdi?
Sisitemin has elemanları nereye hangi çiviyi çaktılar da Allah uçurdu?
Uzaya araç gönderdi sistemde minareye mi takıldı?
Sİstem üniversiteleri bilimden başlarını alamadılarda Allah labaratuvarlarımı uçurdu?
Yazan:cafer Tarih: Eyl 24, 2009 | Reply
başarı mı? yaşadığınız ülkenin conilerin elinde olmadığına dua edin ..Kemalizmi diliniz de dolaştırıp duruyorsunuz.Bırakın artık yeter uğraşmayın böyle neden blogları yok vs tarzı sanal alem edebiyatlarından çok daha üstün bir felsefesi vardır kemalizmin.Bunu anlamak için sizde biraz sessizleşin…
Yazan:Fırat Tarih: Tem 17, 2010 | Reply
Ben kemalizimi çok küçük görüyorum. İçi boş. İlmi dayanaktan yoksun. Güce dayanıyor. Zalim idarecilerin elindeki bir çeşit sembol haline gelmiş hatta bazı ahmaklar için put haline gelmiş. Bu her zaman böyledir. İnsanlar ülkenin padişahı kanun koyucu kimse ona tabi olurlar. Kemal Paşa öldü gitti. Bu adamın topladığı gücü kendi lehlerine olcak şekilde kullanarak diğer insanlar siyaset yaptılar ve zamanla bir sembol haline geldi. Üzerine bir sürü yalan dolan eklendi vesaire vesaire. Anlatsam neye yarar? 100 kitaptan 90 bilmem kaçı yalan tarih yazıyor kim inanır ki. Şapka takmadı diye insanları zalimce öldüren bir adamı korkudan büyüttüler bunlarda bunlara inandılar 1 cümleyle bukadar.
Yazan:abdullah Tarih: Tem 18, 2010 | Reply
Kişinin beslenme kaynakları problemli olursa ne kişin kendi adına ne hitap ettiğini düşündüğü kitle adına yararlı hiç bir şey ortaya koyamaz.Yıllarca beşeri değerler etrafında eğitim almış,insana bakışda sonu izmle biten değerler hakim olunca aksi ne varsa düşman görünür hale geliyor.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Tem 18, 2010 | Reply
Cafer bey
bu sanal alem edebiyatından daha üstün kemalist felsefenin yazılı kaynakları nelerdir? Biliyorsunuz felsefi sistemlerin yazılı kaynakları tutarlı dayanakları olur. Kemalizm için bu hangi eserdir? Kemalizmin varlıkla, zamanla, ekonomiyle ilgili tutarlı kaynakları nelerdir ve bu kaynakların evrensel karşılıkları hangisidir? Öyle ya bu denli üstün bir felsefenin evrensel takipçileri evrensel kaynakları olması gerekir. Marksizm gibi mesela ya da liberalizm gibi?
Bu dayanaklar olmadan susarak felsefeyi nasıl anlayacağız? İstişareye mi yatacağız? Puta mummu yakacağız? meditasyon mu yapacağız?
Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 19, 2010 | Reply
Bu ulusalcilar nasil bir bas belasiymis, inanilir gibi degil. Hala saldirgan uslup, hala tehditler… Seve seve olmazsa baska turlu anlayacaksiniz ki, HIC KIMSEDEN DAHA ZEKI FALAN DEGILSINIZ KEMALISTLER! Hic kimsenin sizden ogrenecegi birsey yok. Bir asirdir kiclarinizi yirta yirta anlattiniz anlattiniz, bu millet itibar etmedi. Hic kimsenin efendisi degilsiniz artik. Yeni statulerinizi kabullenip, ona gore yasamaya alissaniz iyi edersiniz. Esitlik ve demokrasi geldi artik. Kemalist oligarsinin sonu geliyor…
Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 19, 2010 | Reply
Bir asirdir konusuyorsunuz, itibar etmiyor kimse artik bu yalanlara. Pes edin artik, anlattiginiz resmi tarihin yalan oldugu defalarca ortaya cikarildi. Velev ki, ABD’yle isbirligi yaparak bir darbe yaptiniz, iktidar oldunuz. Istediginiz kadar konusun, bir kulaktan girer, oburunden cikar. Kendi kendinize konusmus olursunuz. Mesele “biz iktidar olacagiz, herkes bizi dinleyecekler” degil… Oyle olsaydi, bir asirdir butun medya, devlet elinin avucunun icinde olan kemalistler butun tezlerini kabul ettirirdi simdiye kadar. Size hic hosunuza gitmeyecek bir gercegi soyleyim:
AKP’ye, ANAP’a, DP’ye oy vermek gucluden yana degil, haklidan yana alinmis bir tavirdir. Ve bu tavir ilelebet payidar kalacaktir.
Yazan:tayfun_korkut Tarih: Tem 20, 2010 | Reply
@ sosyaldemokrat,
Bu argumanlar artik biraz demode olmadi mi sanki? Cok bayatladi, kabak tadi verdi. “Siz, biz”ci siyaset anlayisindan usanmadiniz mi? Bu sitede “derin din”, “yasakci, kuralci, mantiksiz muslumanlik”la ilgili de bircok elestiriye rastlamadiniz mi yoksa? Yoksa, bu sitede yazan, yorum yapan herkesin kemalistler gibi tek tip oldugunu falan mi zannediyorsunuz? N’oldu, zorunuza mi gitti tek tip deyince? Hani hep “dinci”leri suclardiniz bununlar. Bazi “aydin” kemalistler bu donusumu gec de olsa farketmis ki, “bu dinciler o muslumanlara benzemiyor” diye kitaplar bile yazmislar. Bir turlu bu “kesim”in (oyle bir kesim mi var acaba?) ortak bir paydasini bulup, ona saldiramadilar. Hassas noktasini bulamadilar. Yemelerden, icmelerden kesildiler, surekli buna kafa yoruyorlar bugunlerde. Hele, darbeyle de istediklerini elde edemediler ya, is basa dusunce “mantikli” argumanlar gelistirmeye calisiyorlar. Ancak, daha dogru duzgun bir sekilde argumanini iyice aciklamadan hemen “oy” meselesine geliyorlar. Aslinda, kimseye birsey aciklamak, kimseyi aydinlatmak gibi bir niyetleri yok. Nasil, kisa yoldan beyinlerini yikariz da, CHP’ye oy verdiririz, CHP’ye oy vermiyorlarsa, en azindan MHP ya da BDP’ye oy verdiririzin derdindeler. Bu millet icin, hicbir cikar gozetmeksizin birseyler uretiyorlar, bu milletin faydasina en ufak birsey yapiyorlar mi? Hayir!
Tayyip Erdogan Istanbul Buyuksehir’deki icraatlarini yapip, halkin begenisini kazanirken partisi iktidarda miydi? Iktidarin nimetlerinden mi faydalandi? Hayir! Calisti, uretti. Maksadi “birgun basbakan olurum da, o ceylan derisi koltuktan havali havali bakarim” degildi. Bugun dahi, o tevazuyu goruyoruz.
Antalya Buyuksehir Belediyesi mesela… AKP’li belediye baskani doneminde hic olmadigi kadar gelisti. Her taraf genis, en az cift seritli yollarla dolu. Altyapi, ust yapi, yasam kalitesi yukseltilmis. Avrupa standartlarinin uzerinde bir sehir haline getirilmis. Bos durmamis, calismislar. Kafatascilik yapmamislar. “Bu Antalya’lilar kemalist, bunlar hizmeti haketmiyor” dememisler. Ancak, su anda CHP’li belediye var Antalya’da. Geldiklerinden beri bir tek icraatlari var. Bir meydana koskocaman, altin kaplama Ataturk heykeli ve arkasinda baska heykeller… Cuvalla para harcamislar bu heykeli yapmak icin. Yani ne oluyor o heykeli yapinca? “Orayi fethetmis” mi oluyorsun? Orayi “kurtarilmis bolge”n mi yapmis oluyorsun? Ilkel zulu kabileleri gibi bi yeri ele gecirme, sonra oraya isaretini koyup, “burasi bizim iste, ona gore” diye “karsi taraf”a ayagini denk aldirtmadir bu. Kabile devleti miyiz biz? Seni desteklemeyen sehire (ornegin Yozgat) sehir yasaklari, ambargo koy (ne curettir kendi ulkesinin insanina ambargo koymak), seni destekleyen sehirleri ihya et… Sonra, bu gercekleri gormeden, bu halkin suursuzca “din bezirgan”larina oy verdigini iddia et.
Buyuksehirlerimizden birinde yasayan orta yasli, sol goruslu, asker esi bir bayan soyle diyordu:
-Ya bu dincileri falan hic sevmem ama iyi is yapiyorlar. Arada bir yolsuzluk falan yapsalar da, cok ve iyi is yapiyorlar. E tabi, cok is yapinca da boylesine burokrasiyle eli kolu baglanmis bir ulkede mecburen yolsuzluk yapmak zorunda kaliyorsun. Bunu da normal karsiliyorum. Boyle yolsuzlukta sorun yok. Solcuyum hala, oteden beri hep sol partilere oy verdim. Ama, bugun, biraz da icim ciz ederek AKP’ye oy veriyorum, cunku o oyu hakediyorlar. Yigidi oldur, hakkini ver.
Yazan:yaprak sayar Tarih: Kas 20, 2013 | Reply
ataturk’e boyle kostumler yapamazsınız o olmasaydı ne sız ne de yedı ceddınız olurdu.