Ufukta görünen tek şey savaş!
By Alinti Yazar on Nis 30, 2008 in Makale
Sunuş: 1966 doğumlu şair Yusef Bazzi Lübnan’da kendi kuşağının en başarılı edebiyatçılarından. 2005 yılında Yasser Arafat looked at me and smiled (Yaser Arafat bana baktı ve gülümsedi) adlı bir romanı yayınlandı.
Ufukta görünen tek şey savaş!
Yazan: Yusef Bazzi Çeviren : Aisha Benghazi
Savaş bizim kaderimiz. Buna hiç şüphe yok. İster yarın başlasın isterse bu yaz, iki yıl sonra. Erken gelsin veya geç kalsın. Sivil savaş, yarı-sivil savaş, bölgesel… Güney Lübnan’da başlasın veya Beyrut sokaklarında. Bekaa vadisinden başlayıp Şam’a kadar yayılabilir veya Şeba’dan Tahran’a. Bunun hiç bir önemi yok. Önemli olan savaşın başlayacak olması. Siyaset arızalı olunca savaş « gerekli » oluyor.
Geleceğe ait tek öge savaş bize kendini dayatıyor. Siyasetçiler, halk yığınları, savaş yanlıları ve karşıtları bunu biliyorlar. Her grup rakiplerinin niyetini biliyor. Zaten söylemler de aynı: “Kesin bir çözüm… kuvvet dengelerini tersine çevirmek”. Herkes içine sıkışıp kaldığımız durumdan çıkmak için belirli bir dozda şiddetin gerekli olduğu konusunda hemfikir.
Savaşın kaçınılmazlığını görmek için kahve falına bakmaya gerek yok. Savaş bir kaç çözümden biri değil. Gidilebilecek tek yol. Devletlerin ve ayrılıkçı gurupların başarısızlığının bize dayattığı bir kader. Yapısal, derin ve umutsuz bir başarısızlık hali bu. Sadece Lübnan’da değil bütün bölgede bir savaştan çıkıp diğerine giriyoruz. 20ci yüzyılda ve 21ci yüzyılın ilk on yılındaki durum bu. Savaş kapıda değil, bir sürekli olarak içine gömülmüş vaziyetteyiz.
Sadece İsrail-Arap çatışmaları değil söz konusu olan. Kimliklerimizi, tarihimizi ve toplumumuzu hedef alan bütün çatışmalar, yırtılmalardan bahsediyorum. Arap-Arap, Arap-iran, Arap-Batı, başlayanlar ve pusuda bekleyenler, sıcak ve soğuk savaşlar, sınırlı veya bölgesel olanlar.
Bu savaş cıva gibi. İsrail Gazze’ye saldırınca bir Filistin iç savaşına da dönüşüyor. Hamas’ın sözcüsü Filistinli siyasetçileri pısırıklıkla suçluyor. Eğer Beyrut ile ¨Sam arasında başlarsa Lübnan-Lübnan savaşı oluyor ki Kahire’den Tahran’a kadar uzuyor kolları. Gazze’den Kudüs’e, Beyrut’un çıkmaz sokaklarından Bağdat’a, oradan da Türkiye sınırlarına kadar uzanıyor. Akdeniz’den Hürmüz Boğazı’na ve Basra limanına, Afganistan’a, New York’a ve Avrupa şehirlerinin garlarına kadar yayılıyor.
Peki ya gizli savaşlarımız? Devletlerimizin kendi vatandaşlarına karşı verdikleri savaşlar? En büyük yıkımı onlar yapıyor. Buna inanmak için kalanlarla uzaklara giden vatandaşlarımızın yaşamlarını karşılaştırmak yeterli.
Filistin ile ilgili diğer yazıları okumak için FİLİSTİN kategorisine tıklayın.
Kitap tanıtan kitap 1
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Bigalıoğlu Tarih: May 1, 2008 | Reply
Savaşlar,aptal toplumların uzlaşamamalarında;akıllı toplumların hırslarında geldikleri son noktadır.
Bugün 1 mayıs,işçilerimiz elllerinde sapanlarla Taksim mücadelesi veriyor.Taksimi alırlarsa bu mücadeleden başarıyla çıkmış olacaklar.Yaşasın işçilerimiz.
Yarın 2 mayıs,bir gün önceki rezillikler konuşulacak.Peki paylaşamadığınız şey ne?
Oturupta bir düşünün bakalım,biz hangi kategoriye giriyoruz?
Yazan:Fikir Alemi Tarih: May 1, 2008 | Reply
Böyle yazıları okumamızı sağladığınız için teşekkürler.Filistin için müstakil bir kategori açtığınız için de teşekkür ederim.Arap basınıda hoş.Ama bizi uzak doğuya götürmeyecek misiniz?Japonca bilen yok mu?Ya da Endonezya veya Malezyada ki kardeşlerimiz neyi konuşuyor bilmiyoruz.Derin Düşünce Grubu bize yardım etsin.