Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak
By M. Ikbal TUNA on May 30, 2008 in Makale
2. dünya savaşından sonra ABD’nin ciddi bir düşmansızlık sendromu yaşadığı görülür. Savaş biter, düşman yok edilir. Şimdi ne olacaktır?
Düşman, kime ve neye göre düşman kavramının içeriği farklılık gösterir. Savaş ortamında düşman tanımlaması hem somut hem de kolaydır. Fakat barış zamanında düşman tanımlamak belirsizleşir. Peki barışta düşmanı tanımlamak niçin bu kadar önem arz eder. ABD örneğinden yola çıkarsak, ABD’nin ulusal savunma konseptini ortaya koyması lazımdır. Bu konsepti kimler tanımlayacaktır? Ulusal savunma kelimeleri yan yana getirdiğimizde asker, silah, silah üreticileri, para, siyasal güç, kirli işler kelimeleri birbirini çağrıştırır. Savunma saldırı ile doğru orantılı bir kavramdır. Saldırı yapabilmeniz için askere, askerin vurucu gücünü artırabilmeniz için silaha ve paraya, para içinde parayı verecek halka ihtiyacınız vardır. Hepsinden önemlisi bu sistemin çalışması için mutlaka bir düşmanınız olması gerekir. Düşmanınız yoksa o zaman bu saadet zinciri bozulmaya başlar. Halk para vermeyecektir. Para alamayan silah şirketleri üretim yapamayacaklar ve silahı olmayan asker sistem içinde gücünü yitirecektir. Hepsinden önemlisi siyasi erk sistem içerisindeki gücünü kaybedecektir. Bu durumda ne yapılmalıdır. Düşmanınız yoksa düşman oluşturma taktiği devreye sokulmalıdır.*
Siyasi tarih kitaplarında “2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika’nın tekrar kabuğuna çekilerek ihtiyar Avrupa’nın karışık kombinezonlarından uzak durduğu fakat daha sonradan dünyaya yayılan komünizmi önlemek için tekrar sahneye çıktığı ve Avrupa, Ortadoğu ile dünyadaki birçok devlete sahip çıktığı” tarzındaki resmi ideolojilerin, ezber ifadelerin yıkılma zamanı gelmiştir. Günümüzde 3. dünya ülkeleri kapitalist ve küresel bir imparatorluk olan ABD’nin kölesi olmak yerine, Sovyet rejimi altında kalsalardı belki de şimdiye göre çok daha iyi durumda olacaklardı.
Peki ABD bu ülkeleri nasıl kölesi haline getirmiştir? Nasıl bu kadar kötü duruma sokmuştur? Bu soruların cevabı ise kapitalist düzenin silahşorları olan “ekonomik tetikçiler” de yatmaktadır. “Ekonomik tetikçiler(ET), yerküre üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandıran yüksek ücretli profesyonellerdir. Dünya Bankası, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı(USAID) ve diğer yabancı “yadım” kuruluşlarından büyük şirketlerin kasalarına ve gezegenimizin doğal kaynaklarını kontrol eden birkaç varlıklı ailenin ceplerine para aktarırlar. Kullandıkları araçlar arasında sahte finansal raporlar, hileli seçimler, rüşvet, zorbalık, seks ve cinayet bulunmaktadır.”**
” Biz ET’lerin en iyi yaptığı şeylerden biridir bu: Küresel bir imparatorluk kurmak. Diğer milletleri, en büyük şirketlerimizi, hükümetlerimizi ve bankalarımızı yöneten şirketokrasiye boyun eğmeye zorlayan koşulları yaratmak için, uluslar arası finans kuruluşlarını(IMF) kullanan seçkin bir grubuz biz. Mafya gibi biz de iyilik yaparız. Bunlar genellikle altyapı -elektrik santralleri, otoyollar, havaalanları, limanlar- yatırımları için verilen borçlardır. Bu tip borçların bir şartı da, tüm bu projelerin kendi ülkemizin mühendislik ve inşaat firmaları tarafından gerçekleştirilmesidir. İşin aslı, paranın çoğu ABD’yi terk etmez bile; sadece Washington’daki banka ofislerinden New York, Houston veya San Francisco’daki mühendislik ofislerine aktarılır.”***
Görüldüğü gibi ekonomik tetikçiler ABD’nin özel olarak yetiştirdiği profesyonellerdir. İlk olarak gidecekleri ülkelerin ana ve yerel dillerini öğrenirler. Sonra halkla çok iyi bir ilişki içerisine girerek halkın güvenini kazanırlar. Finalde ise ülkenin hükümetine kalkınma plan ve projesini sunup bunun için yeterli kredinin sağlanacağını söylerler. Ülkelerin başındaki hükümet ise bu toz pembe yalanlara inanır ve kabul ederler. Eğer bir ET gerçekten başarılı ve inandırıcı bir proje yapabildiyse o ülke çok büyük borç altına girmiş demektir ve ilerleyen zamanlarda da bu borcun yüksek olması ve faizinin de eklenmesiyle ödemeyeceği kesindir. İşte bundan sonra mafya gibi ABD’de diyetini ister. Bu diyet ise genellikle o ülkenin petrol rezervleri ve zengin doğal kaynaklarıdır. Ekonomik Tetikçiler başarılı olamazsalar bu kez devreye CIA ajanları girmektedir. Evet, bu bir komplo değil; eski bir ekonomik tetikçi olan John Perkins “Ekvador Başkanı Jaime Roldos ve Panama Başkanı Omar Torrijos. Ölümleri söylendiği gibi kaza sonucu değildi. Amaçları küresel imparatorluğu geliştirmek olan şirket, devlet ve banka yöneticileriyle işbirliği yapmadıklarından suikaste kurban gittiler. Biz, Ekonomi Tetikçileri, Roldos ve Torrijos’u yola getiremeyince, hemen arkamızdaki başka tür tetikçiler, CIA tescilli çakallar devreye girdi” ifadeleri ile anlatmaktadır.
Sadrazam Ali Paşa yıllar önce şöyle haykırıyordu: “Borçlu bir memleket, her zaman için düşmanlarının önünde başı eğik, boynu büküktür… Bize emir vermekle kalmazlar, maliyemizi de kontrol altına alırlar, hangi kanunu istediklerini, hangilerini istemediklerini bize dikte ederler (Fuat Andıç, Süphan Andıç, ‘Kırım Savaşı, Ali Paşa ve Paris Andlaşması’, s.94)”.****
Bir ülkeyi komünizmden kurtarmak mı?
Küresel imparatorluk sevdasından dolayı 2004 itibariyle 3. dünya ülkelerinin borç toplamı 2,5 trilyon dolara, yıllık faiz ödemeleri de 375 milyar dolara yükselmiştir. Bu tutar, tüm 3. dünya ülkelerinin sağlık ve eğitim harcamalarının toplamından fazla, aldıkları dış yardımın da 20 katıdır.
Küresel imparatorluk kavgasıyla yapılan mücadele de bir ülkenin sadece ekonomik alanında değil toplumsal ve kültürel öğelerinde de büyük yıkıntılar meydana gelmiştir. Bu durumu Fikret Başkaya çok güzel anlatmaktadır: “Batılılar Sadece dünyanın maddi zenginliğine el koymakla kalmadılar, maddeler dünyasındaki sömürgeleştirmeye, yağma ve yıkıma, ideolojiler dünyasındaki biçimlendirme eşlik etti. Giderek, Avrupalıların egemenlik altına aldıkları, dünyanın geri kalanındaki insanlar kendi toplumlarına, kendi gerçekliklerine Avrupalının gözüyle bakar duruma geldiler. Velhasıl, kendilerine, kendi özlerine yabancılaştılar. Yaklaşık beş yüz yıl önce başlayan sürecin bugün de hâlâ yoluna devam ediyor oluşu, söz konusu ideolojik yabancılaşmanın, zihinlerin sömürgeleştirilmesinin sonucudur.”*****
Küresel imparatorluğun sebep olduğu felaket, zamanın İspanyol istilacıları ve 18 ve 19. yy. sömürgecilerine rahmet okutturacak niteliktedir. Zamanında Avrupa’nın sömürge ve zorbalığından bıkıp, özgürlük için savaşan Thomas Paine’nin evlatları ne hale geldiler böyle?
* Uluslar Arası İlişkiler (Terörden arındırılmış bir dünya mı yoksa teröristleşen güçler mi?), GÜNAY Bekir, Lalezar yay, s586
** Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, PERKINS John, April yay, s5
*** Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, s16
**** http://www.hakimiyetimilliye.org/index.php?news=483
***** http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=17158
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:selçuk Tarih: Haz 1, 2008 | Reply
son zamanlarda okuduğum en ilginç yazılardan birisiydi. ayrıca yazınız günlük siyasetin bunaltıcı havasından uzak olduğu için sayın Tuna teşekkürler.
Dünyanın giderek çığırından çıktığına dair güzel bir yazı. Belki Türkiye’ye güneydoğu için yapılan yatırımlar da bu konuyla alakalı olabilir.
AKP terör konusunda olsun Türkiye’nin kalkınması için kapitalistler lehine Güneydoğu’dan vazgeçmiş olabilir mi? bu konuyla alakalı neler düşünüyorsunuz.