Bağcıyı Dövmek
By Konuk Yazar on Haz 18, 2008 in Makale
Arif Egeli
‘Sizin sözünüz kavgaya sebep olur. Fakat benim sözüm sizi
birleştirir. Onun için siz susun ve beni dinleyin, ben sizin diliniz
olayım…’
Bu sonuç cümlesi Kamil İnsanların zirve temsilcisi Hz. Mevlana’nın
Mesnevisinden alınmıştır. Zihin açıcı hikayelerinden birisinden
çıkarılacak derse aittir. Bu hikayede; adamın biri, dört kişiye bir miktar para verir ve sevdikleri şeylerden almalarını tavsiye eder. Dört kişiden Acem olanı ‘Engur’ alacağım der. Arap olan hayır ‘Ineb’ istiyorum diye tutturur. Rum olanı illede ‘İstafil’ derken; Türk Üzüm alacağız diye diretir. Ve kavgaya başlarlar. Derken Kamil bir zat yetişir ve elindeki bir salkım üzümü göstererek, hepinizin istediği bu değil mi diye sorar.
Yüz dil bilen bir sır sahibi ile, bildikleri dilden başkasını anlamayan ve inatla benim diyen arasındaki farka dair bir hikaye…
Sürgit içinde bulunduğumuz kavga ortamlarını nasıl aşacağız?
İçimizdeki enerjiyi, yakıcı bir zehir haline getirip birbirimize zerketmeden nasıl yaşayacağız? Bunun, bilinen en basit dünyevi yolu, bir düşman yaratmak ve ona karşı safların sıklaştırılmasını sağlamak olduğuna göre; yine bu basit yolumu izleyeceğiz? Bu takdirde ötekileştirdiğimiz düşman kim olacak? Bu hedefi birtek dilden başka
hiçbir dil bilmeyen, dediğim dedikçiler mi oluşturacak? Yoksa bin bir dil bilen üst bir akıl mı? Bu üstün akıl nasıl belirlenecek? Yönetici Erk ve Devlet adını verdiğimiz bu üstün akıl ve güç nasıl oluşacak?
Hiç bir kural tanımadan dünyanın kaynakları tüketilmeye devam mı
edilecek? Yoksa yeni bir yol mu bulunacak? Hazırda olan beğenilmiyorsa
bunun yıkılması akılcı bir yolmudur? Bu yıkımın herkesi altına alacağı
ortadaysa ve bu akıl, gelişmeleri algılamakta ve çözümler üretmekte
zorlanıyorsa, izlenecek yol ne olmalıdır? Küresel yağmacılık
liberalizm diye izlenilmeye devam mı edilecek? Buna karşı, geçmişte
çıkmaz olduğu görülen yollar yeniden mi yürünecek? Bunun alternatif
nüvesi kadim doğu diyarında, bizim topraklarda uç veremez mi?
Siz hiç bir babanın oğluyla çatışmadan, onu çeşitli zorluklarla
denemeden, işini ilk talep ettiğinde oğluna devrettiğini gördünüz mü?
Bugün hızlı akıntıları olan, içinde görünür görünmez kayalıklar
bulunan dar bir denizden geçildiği ortadayken, bu denizlerde hiç
tecrübesi olmayan ellere dümen terk edilebilir mi? Ben çok kitap
okudum, çok kitap yazdım, kullanma kılavuzlarını ezberledim sözleri
ikna için kafi olur mu? Çekil dümenden diye bağırışmalar, bas gaza,
yürü diye tezarühatlar, bir an önce gemiyi yol aldırmak ve tehlikeli
sulardan uzaklaştırmak kadar; kayalıklara bindirip batmasını
arzulayanların da feryadı olamaz mı?
AKP nin bugüne kadar nispeten gemiyi sağ ve esen yüzdürdüğünü kabul
etmeliyiz. Ancak gelinen noktada, içinden geçilen dar ve derin sularda
ne yapacağını bilmiyoruz. Hegomon güçler bölgede yürüttüğü
faaliyetlerde gözü kara bir ortağa ihtiyac duyuyor ve bu ortaklığı,
hiçde ciddi bir bedel ödemeden sağlamaya çalışıyor. Neo-Conlar
vasıtasıyla AKP yi sıkıştırıyor bir yandan, diğer yandan da, AKP yi
burduğu mengenelerin, açıklarını servis ediyor ortalığa. Acımasız ve
ahlaksız bir blokaj yürütülüyor. Şimdilik işi bu olan ve kavga
tüccarlığı yapan tarafların oyununa gelinmedi. Bu oyun istenen kavga
ortamına tırmanamadıysa, bunda AKP ve Erdoğan’ın kışkırtmalara kulak
tıkaması ile, kışkırtıcı terör odağının derdest halde tutulmasının
büyük rolü vardır ki; bu rolde güvenlik bürokrasisinin başarısı göz
ardı edilmemelidir.
Önemli bir devlet adamı olduğu her kesimce kabul edilen, eski Genel
Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün geçenlerde bir röportajda, büyük bir
devlet ve hükümet gibi hareket ediyoruz, Hükümeti ve TSK yı kutlarım
sözlerinin bir anlamı olmalı.
Maksadı üzüm yemek olanların, akil bir yol göstericinin, üzüm
kasasını önümüze uzatmasını beklemeye gerek duymadan, demokrasi
sandığından çıkan salkımı ayaklarıyla çiğneme gafletine düşmemesi
gerekir. Milletimizin sağ duyulu ileri görüşlü tutumuna güvenmeliyiz.
Bu güvenin gereğinin ilk adımda, yada bir sonrakinde
gerçekleşeceğinden şüphemiz olmamalı. Çağdaş, sivil ve laik bir
Anayasa yapabilme başarısını gösterebilmeliyiz. İslamı benimsediği
günden beri, irtica batağına saplanmamış bir milletin, İslam’la
şereflenmesini bin yıl sonra kimsenin sorgulama hakkı olmadığı gibi,
Devletimizi ve milletimizi bugüne kadar esenlikle getirmiş cesareti
küçümseme küstahlığına da, kimsenin hakkı yoktur. Sabah akşam
amentüsü Kemalizme küfretmek olanların, hangi kalpleri kırdığından
umuru varmıdır? Kemal Paşa bizim büyüğümüzdür diyem Karabekir
hissiyatından, Gence müdafii Nuri paşadan, Mekke, Medine kaplanı
Fahrettin Paşalardan haberdarmıdır? Mekke’den çıkmayı kabul etmeyen,
Fahrettin paşa için Mustafa Kemal; O Türk teslim olmaz demiştir.
Osmanlının teslim anlaşmasından kaç ay sonra, üstelik bütün kutsal
emanetleri korumaya alarak Medineyi ağlayarak terketmiştir Fahrettin
paşa. Kemalizmin yanlış bir ideolojik kurguya dönüştürülüp frenleyici
bir makenizma haline düşürülmesiyle, Vatan ve Milleti için herşeyi
yapma cesaretini asla karıştırmamalıyız. Bu karıştırmadaki, kimi
liberal-sol ve sözde ulusalcı paralleliği de gözden kaçırmamalıyız.
Dünyanın en saygın asili olarak tescil edilen İngiliz Kraliçesinin,
Anıtkabir ziyareti ve Kur’an dinlemesini, çıkış arayışındaki
insanlığın, zarif bir kelebek kanadı çırpışı olarak okumaya
çalışamazmıyız?
Onlar Türk. İngiltere gazetesi The Sun bu başlıkla çıkmış dünkü
nüshasında. Turk tahat! Evet her millet kadar şerefli ve başarılı bir
milletiz. Düne kadar gıpta ettiğimiz kuzey ülkeleri yurttaşları, Türk
hastanelerinden sağlık hizmeti almak için yarışıyor. En derin deniz
dibi tüp geçişinide, en yüksek zirvelere teleferik hattınıda biz
kuruyoruz. Marmaray geçidi ile Tahtalı -Olimpos-dağı çıkışını hiç
izliyormuyuz? Orman mühendislerimizin ancak Ardıç kuşunun tohumunu
yemesi ve dışkılaması suretiyle, üreyen asırlık Ardıç ağaçlarının
üretimini başardığından haberdarmıyız? Rakım binbeşyüzlerde
oluşturulan sedir denizlerinde gölgelenmeyi düşünenimiz var mı? Bu
mucizelere bakınca Çekleri sürklase etmemiz çok mu sürpriz? Bu ülkeyi,
ancak iri bir kasabamız ile mukayese edilebilecek, devletçiklerle
kıyaslayıp kötüleyerek şevkimizi kırmaya çalışanların, bu mucizeleri
Kaosun zaferi diye küçümsemesindeki hasedi rehber edinemeyiz.
Türkiye nasıl aşması gerekiyorsa bu zor politik virajı öyle
aşacaktır. AKP kapanırsa dünyanın sonu gelmeyecek, tıpkı kapanmaz ise
irtica gelmeyeceği gibi. Hatalarımız ve sevaplarımızla biz buyuz. Buna
kimilerimiz Çılgın Türk yaftası asabilir, İngiliz gazeteleri Onlar
Türk diye gıpta edebilir. Yaşadıklarımız Millet olmanın en basit
tarifi ve ayıracı olan; kederde ve sevinçte gösterilen tutum
turnusolundan yansımalardır sadece.
Bu kadar eleştirdiğimiz, kalbimizi kıran ve hislerimizi inciten katı
yorumlardan başka bir yol yokmudur? AKP nin, laikliğin tabana
yayılmasına hizmet ettiği için, laikliğe karşı odak olma hali sübut
bulmamıştır. Ancak bazı yerel tutumlar ve yanlış beyanlarından dolayı,
etkili para cezasıyla cazalandırılmasına…
Milletçe mucizelere sevinmeye hakkımız yokmu? Yoksa mucizeye sevinç
hakkımızı Çek maçı ile kullandık mı?
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
5 Yorum
Yazan:İzzet Kütükoğlu Tarih: Haz 19, 2008 | Reply
Sayın Arif Egeli yazınızı büyük bir haz alarak okudum.
Bu yazıyı okumaya o kadar muhtacız ki, bu muhtaçlığı ifade edebilmek olanaksız.
Üzüm hikayesi ise, başlı başına bir anlam.
Hepimizin ortak arzusu yaşanır, insanları mutlu, refah düzeyi bir ülke olduğu halde, birbirimizi anlayamama yüzünden, ksır çekişmeler içerisine düşüyoruz!
Hikayede anlatıldığı gibi; hepimizinde istediği üzüm aslında…
Kamil insanlara o kadar ihtiyacımız olduğu halde, onlarında özelliklerine, görünümlerine bakıp, neyi nasıl düşündüklerine bakmaksızın “kıl” oluveriyoruz!
Böylece, toplumu selmete götürecek olan o tek gemiyide yakmış oluyoruz!
Kamil insanı ayırt edebilme aczimiz yüzünden, içinden çıkılmaz çetrefil tartışmaların kavgaların içine düşüyor, kendi yarattığımız tozun dumanın içinde kaybolup gidiyoruz!
Felsefeden yoksunluğumuz sırıyıyor vesselam!
Umarım yazınızdan azami fayda sağlanmış olur, maksat hasıl olur.
Teşekkür ederim. herşey gönlünüce olsun.
Yazan:Talha Can Tarih: Haz 19, 2008 | Reply
Elinize sağlık Arif Bey,
kollektif bir ideal altında farklılıkların oluşturacağı zenginliğe ve birlikteliğe o kadar çok ihtiyacımız var ki… Sadece biraz anlayış…
Muhabbetle…
Yazan:saniye ince yıldız Tarih: Haz 20, 2008 | Reply
hikayeniz hümanizm baz alındığında düşündürücü değil insanlığın sonuçta gelmek zorunda olduğu son noktadır. bu hikayenin hümanist yaklaşımı biz türklere tarih sahnesinde ayrıcalık katmaktadır. yalnız mesele bizlerin bu hümanist fikirlerle uyutulma meselesi olunca işin rengi bir anda değişmektedir. emperyalist batının iplerini tuttuğu liberal ekonominin ne dini ne milliyeti ne de coğrafyası vardır. işine yaradığı sürece gelip camilerimizde kur-an dinleyerek göz boyamaktan rahatsızlık duymazlar. eski stratejilerini aynen uyguluyorlar. hükümet evangelist ve siyonlara peşkeş çektiği onca kurumu ve o kuruma ait onca süpürgeciyi(insanımızı)onların hizmetine sunduktan sonra ben ingiltere kraliçesinin hatim indireceğini düşünmüştüm. kur-anı sadece dinlemesi biraz basit kalmadı mı?
Yazan:saniye ince yıldız Tarih: Haz 6, 2010 | Reply
‘önemli’ başlığı altında yorumculara yönelik uyarılarınızı okudum, gülümsedim. güzeldi. kaleme alanı kutluyorum. kızgınlıklarımızı yendiğimiz gün, bilgili olduğumuz gündür. ‘olgun başağın boynu eğri olur’ atasözünü biliriz de insan denilen bize uyarlamada sıkıntı çekeriz. yol çok açıkken, bizler döngüler etrafında tali yollarda telef olur gideriz. biz ademoğlu, bir insan olabilsek, eminim kurtuluruz.
Yazan:Tayfun Tarih: Haz 7, 2010 | Reply
Elinize sağlık Arif bey,
Duymaya ihtiyacımız olan şeyler bunlar.
Kemalizmin aslına küfreden çok küçük bir fundamentalist islamcı kesim vardır ve bu kesim de büyük ölçüde derin devlet tarafından oluşturulmuştur, ancak, bugün kemalizme duyulan öfke, kemalizmin bazıları tarafından kafatasçılık, ayrımcılık, ötekileştirmecilik, adam kayırmaca, kadrolaşma, teröre destek olarak algılanması ve/veya algılatılmasından kaynaklanmaktadır. Her tarafta Atatürk heykelleri, portreleri görmekten yorulan, kendini baskı altında hisseden birçok aydın insan olduğuna da inanıyorum. O ”kemalist” camiadan da birçok kişinin bu gerçeğin farkında olduklarını, ancak çıkarları gereği, ya da korkularından düşündüklerini ifade edemediklerini, zoraki kemalist geçindiklerini zorlama yazılarından, sözlerinden anlayabiliyoruz. Basit ezberlerden ibaret olan bazı söylemler, çoğu kez bu sözleri söyleyenlerin zeka seviyesinin çok çok altında sözler olabiliyor. Bazıları artık bu duruma daha fazla tahammül edemeyip, aklındakileri ifade edebilmeye başladı. Sürekli Atatürk’ü seviyor musun, sevmiyor musun diye açıkça veya üstü kapalı bir şekilde test edilen insanların öfkesi de anlaşılmalıdır. Atatürk’ün bazı konulardaki duruşunun ve icraatlarının doğru ve hatta kaçınılmaz olduğu, bazı kararlarının, icraatlarının ise yanlış olduğu iddia edilemez mi? Neden tanrılaştırırlar Atatürk’ü?