Kartal yuvası Mardin tarihçedir
By Konuk Yazar on Haz 21, 2008 in Makale
Stratejik konumu nedeniyle Mardin kenti, tarih boyunca çeşitli devletlerin ele geçirmeyi hedeflediği bir yer olmuştur. Kent bundan dolayıdır ki defalarca kuşatılmış, dinlerin çarpışma alanı olmuştur. Ve belki de bu nedenledir ki bu önemli neden ve coğrafi konum kentin daha büyük bir yerleşim alanı olmasını, bir metropol olmasını engellemiştir.
Kartal Yuvası’nda anlattıklarımız Mardin’in ilginç öyküsüdür. Bu öyküde (600’lü yıllarda henüz Türkler oralarda yoktur) çeşitli ırkların ve dinlerin ilişkileri, çelişkileri, benzerlikleri ve gücü ele geçirme uğraşları anlatılır. Aslında Mardin’in öyküsünü bugüne dek anlatmayı-hikâye etmeyi-hiçbir yazar cesaret etmemiştir. Çünkü dinler ve ırklara rağmen olanları anlatmak ya da bulmak, zor olduğu kadar da diyalog dışı sayılmıştır belki de. Biz dinlerin kutsiyetine inanarak ana öykü örgüsünü pozitif düşüncelerle-olması gereken biçimde-anlatmaya çalıştık. Tabii ki tarihi romanda bizim de bir kurgumuz oldu ve bu kurgu, güçlü surları ile yüksek bir dağın tepesinde bulunan Mardin Kalesi’nin kimsenin almaya gücü yetmeyen duruşunun, heybetinin, baş eğişinin olabilirlik anlatımıdır. Dinlerin mitolojik esintilerinin dışında savaş, barış, anlaşma, çıkar, zarar, korku, çarenin akılla harmanlandığı olay örgüsü böylesi bir hikâyede olabilir(di). Çünkü her türlü kutsallık, kahramanlık, destan ve mitolojinin, olduğu kabul edilenin dışında-aslında olması istenendir!-olabilirliği, bir mantıklı anlatımı vardır. İşte Mardin’in öyküsünü böylesi bir pozitif düşünce alanında kurguladım. Yararlandığım kaynakların (kitapların) yanında anonim olarak anlatılanlar-anlatılanların 600’lü yıllardakilerle giyim kuşam dışında epeyce benzerlikleri vardır-tarihe açılan gedikler gibiydi. 600’lü yıllarda Doğu Roma İmparatorluğunun eyaletlerini aşırı vergilere bağlaması Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt gibi dini zümreleri rahatsız etmiştir. İşte böylesi şartlar İmparatorluğun İslam Arap ordularının istilasına direncini kırmıştır. Ve bizim öykümüz Arap, Süryani, Kürt, Ermeni, Bizans (Yunan), Pers halklarının hâkim olma, yaşama, direnme veya istila eylemlerinin olduğu (Yukarı) Mezopotamya’da yaşananları betimlemektedir. Romanda olayların betimlenmesinde ırklar ve dinler karşısında eşit mesafede olunmuş, akıl ve mantıktan kaçınılmamıştır.
Romanın ana örgüsünü temsil den Mardin Kalesi Osmanlı’ya da damgasını vurarak çeşitli tarihsel faktörlerin etkileşmesine neden olmuştur. Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani köylü ve göçebelerin tarımsal (feodal) ekonomileriyle bağlantılı olarak Kürt, Arap aşiret reislerine verilen aristokrasi unvanlarıyla Ağalık (Beylik) bağımsız bir kurum olarak günümüz Cumhuriyet’ine kadar sürmüştür.(Bugün Mardin Türkiye’nin bir kentidir.) Merkezi yönetimin nerdeyse siyasi, ekonomik ve toplumsal temsilcisi kabul edilen bu yöntem dirlik ve birlik unsuru olarak görülmektedir. Ve yerel aristokrasi ile gelinen noktanın bu bölgede binlerce yıldır olanlardan başka bir şey olmadığıdır. Aşiret, bey, ağa, şeyh, seyyid gibi ilişkilerin bolca yaşandığı Mardin’de Kürtçe, Ermenice ve Arapça’nın yanında İsa’nın dili Aramca’nın (Süryanice) konuşulması bölgedeki otantik dillere bir örnektir. Şu an itibariyle Mardin’de en kalabalık etnik grup Sünni Kürtlerdir. Mardin merkezinde bazı Kürtler Araplaşmıştır. Ayrıca bölgede uzun yıllar “güneşe ve ateşe tapanların dini” olarak bilinen Şemsilik (Zerdüştlük), “Şeytanı melek sayanların dini” olan Yezidilik (kimine göre “İslamiyet’ten sapma” kimilerine de bir “Kürt dini” sayılır), Hıristiyanlık ve Yahudilik birlikte uzun yıllar, arkaik inanç ve dinler olarak birlikte yaşayabilmiştir.
Nihayet biz bu garip kentimiz Mardin’in öyküsünü yazmaya çalışırken tüm etnik gruplara ve dinlere hoşgörüyle sığındık. Bugün Türk, Kürt, Arap, Ermeni (yok denecek kadar azdırlar), Süryani etnik gruplarının kardeşçe yaşadığı Mardin’in yazmaya çalıştığım öyküsü, okurlarımı heyecanlı bir zaman tüneline sokacağı düşüncesindeyim. Ve bu kitap rahiplerle dolu surların içinde, Roma kuvvetlerinin ve İslam komutanlarının anahtarı elinde mücadelesini anlatır. Şemsilerin ve Yahudilerin zayıflığının yanında, itaat edenlere barışla yaklaşma, direnenlere de kılıçla yok etmenin yolları sanki kendiliğinden açılmıştır bu öyküde.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.