İran’a şeriat demokrasi ile mi geldi?
By Konuk Yazar on Haz 25, 2008 in Kemalizm, Laiklik
Hasan Rua Demiroğlu
Çürümeye başlayan ama bunu kabul etmeyen, etmediği gibi de varlığını sürdürmek isteyen her yapı gibi bizim resmi yapımız da çareyi kendinden daha kötü durumda olduğunu düşündüğü ülkeler ile kendini kıyaslayıp kendini aklamakta arıyor. Halk dilinde ifade bulduğu üzere; ölümü gösterip sıtmaya razı ediyor. En başından beri hedef olarak koyduğu muasır medeniyetlerin de üstüne çıkmak ilkesi doğrultusunda yapması gerektiği gibi kendinden iyi ile değil, kendinden kötü ile kıyaslıyor yapısını. Türkiye’nin dar, içine kapanık, kulaktan dolma bilgilerle oluşmuş verimsiz siyasi topraklarında da oldukça tutuyor bu. Korku siyaseti; sanki yıllardır baskıyı yapan onlar değilmişçesine uygulanıyor.
Son olarak kullandıkları argüman ise: İran‘a da şeriatın demokrasi ile geldiği. Bu iddiayı her yönüyle incelemek gerekiyor.
İran’a şeriat gerçekten de demokrasi ile mi geldi?
Sayeh-eh-Khodah yani Allah’ın gölgesi ünvanına sahip olan Muhammed Şah Rıza Pehlevi 1941 yılında tahta geçti. İsviçre’de eğitim görmüş olan Şah batılılaşmayı savunuyordu. Ancak otantik kültüre düşman olarak batılılaşmayı yaptırım zoruyla getirmeye çalışan her yapı gibi halktan tepki alıyordu. Batılı kültürün kapitalleşme süreci sonucunda ortaya çıkan işçi sınıfının demokratik talepleriyle oluştuğunu, öncesinde Antik, Skolastik, Rönesans gibi dönemleri geçirmesiyle bugünkü haline geldiğini bilmiyordu.
Sadece görünüm ve yaşayışa zorla müdahalelerde bulunmak geçen yüzyılı geride kapatan bazı Doğu halklarının başındaki yönetimlerin önemli bir karakteriydi. Türkiye’de türkü söylemeyi yasaklayıp yerine Klasik müziği kanun haline getiren yapı neyse İran’daki şahlık da böyleydi. Sosyolojik değişimlerin belirli rasyonel süreçlerin bir sonucu olduğu ne yazık ki onlar tarafından bilinmiyordu.
Ancak tabii ki Şah’ın halk tarafından benimsenmemesinin tek nedeni kültür konusundaki bu anlamsız ve özenti baskıları değildi. Bir halk için asla kabul edilemeyecek bir olay daha yaşanmıştı İran’da.
Ajax Operasyonu:
Muhammed Musaddık 1953 yılında CIA‘in desteğiyle yapılan Ajax Operasyonu ile düşürülmüştü. Üstelik, Ulusal Cephe’nin lideri olan Musaddık; geniş bir halk desteği ile başa geçmişti. İran petrollerini İngilizlerden ve Amerikalılardan geri alma tabanlı bir millileştirme politikası güdüyordu. Bu politikayı başardı da. Ancak haliyle; İngilizler ve Amerikalılar 1953 yılında halkın desteğiyle başa gelmiş ve yine halkın desteğiyle başta duran Musaddık’ı düşürüp yerine yine Şah’ı getirmişti. Musaddık; ev hapsine alındı ve bu hapis esnasında öldü. Bugün mezarında ‘İranlıyım ve Müslümanım. İran’a ve İslam’a karşı olan herkese karşıyım’ yazmaktadır. Tam da bu karşı oldukları tarafından düşürülmüş, hapsedilmiştir.
Şah’ın 53 yılından sonra ekonomik bunalımı bu operasyona sebep göstermesine rağmen yanlış tarım politikaları kırsal alandan kente göçleri başlatıyordu. Ekonomik krizi çözmek için ortaya koyduğu çözümler krizi daha da derinleştirmişti. Aynı zamanda muhaliflere yönelik baskılar şiddete ve işkenceye kadar varıyordu. 8 Eylül 1978’de sokağa dökülen işçilerin eylemlerine yapılan sert müdahelelerin sonucunda yüzlerce kişi ölmüştü. Sonradan Ali Şeriati’yi de öldürecek olan Savak ve diğer devlet güçleri de bunun dışındaki eylemlere çok sert müdahale ediyorlardı.
Tüm bunlardan sonra devrimi hazırlayan sürecin demokrasi olmadığına herkes ikna olabilir. Bir yandan ekonomik kriz, bir yandan sosyal bunalımlar, bir yandan ağır yasaklar, bir yandan kültürel baskı, bir yandan devlet güçlerinin eylemlere yaptıkları müdahalelerle İran yaşanması zor bir ülke haline gelmişti. Bütün bu sorunların kaynağı diplomatik alanda ABD’nin müttefiki olmaktan başka hiçbir işlevi olmayan İran’ın devlet ve ekonomi politikalarıydı. Kendi halkına ve onun demokratik taleplerine karşı, ekonomik ihtiyaçlarına göz yuman, öz kültüre düşman olan her yapı gibi İran Şahlık rejimi de devrilmişti.
Dolayısıyla İran İslam Devrimi’ni demokrasi değil; Şah’ın anlamsız eylemleri, Amerikancılığı, baskıcılığı doğurmuştu. Olağan düzenlerde demokratik haklar verildiğinde insanların devrim, terör gibi başka türlü ifade yollarına gitmesi beklenen bir durum değildir. Türkiye’deki olay ve olguları başka ülkelerde yaşanan olayların arkasına sığınarak açıklamayı bir alışkanlık haline getirenler; İran İslam Devrimi’ni oluşturan Şahlık rejiminin tam da kendileri gibi baskıcı, halk düşmanı ve yoksullaştırıcı bir yapı olduğunu fark etmek zorundadır.
Demokrasi; zenginleşmenin, sanayileşmenin bir sonucudur. Sanayileşme sonucu ortaya çıkan işçi sınıfı demokratik talepler konusunda oldukça radikaldir. Şehir insanının rasyonelliği ve değişen yaşam koşulları baskıcı yapıları tasfiye edip yerine insan ve işçi haklarına dayalı yapılar kurulmasına yol açar. Her sosyolojik değişim gibi demokratikleşme de bir ekonomik değişimin sonucudur. Bugün Türkiye’deki demokratikleşme hareketinin arka planında da Özal’lı yıllardan sonra ortaya çıkan bu yeni işçi sınıfının ilerletici gücü vardır. Bugün Türkiye’nin yaşadığı yapısal sorunlar; bir burjuvanın üzerine kurulmuş bir yapının yeni bir burjuvaya yetmemesinden kaynaklanmaktadır. Eski burjuvanın kendisini ayrıcalıklı konuma getiren yapının elden gitmesine izin vermeyişi ve bu doğrultuda vatan, millet, laiklik gibi herkesin mutabakat içinde olduğu konuları kendisi için referans kaynağı olarak kullanması demokratikleşme sonucuna en fazla zaman yönünde olumsuz etkide bulunabilir. Çünkü demokrasi; başını ekonominin çektiği bir dizi faktörün sonucudur. Bu faktörleri egale etmeye; iletişim araçlarının bütün dünyayı birbirine bağladığı, piyasanın sınırları erittiği ve dünya entelektüel birikiminin dünyanın her yerinden takip edilebildiği çağımızda kimsenin gücü yetmez.
Elhasıl;
Faktörlerin sonucu olan demokrasi; zenginleşme ve kapitalleşme süreci devam ettikçe ivme kazanma karakterli olacaktır. Kapitalleşme sürecinin sonu; demokratik taleplerde radikal bir işçi sınıfı doğurduğundan kapalı, baskıcı bir yapıya asla neden olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin hem zenginleşme hem AB yolunda ilerlerken aynı zamanda bir şeriat ülkesi olması bilimsel olarak mümkün değildir. Homo Economicus insan tipi; rasyonel, özgürlükçü, evrensel ve saygılıdır. Bu süreç bunu doğuracağından Türkiye’nin geleceği hakkında umutlu olabiliriz.
Korku siyaseti gerçeklerin karşısında etkisiz kalacaktır.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
6 Yorum
Yazan:nas Tarih: Haz 26, 2008 | Reply
tamamıyle katılıyorum size efendim.
Yazan:turan çevik Tarih: Haz 26, 2008 | Reply
ellerinde çamurla hazır kıta bekleyen bazıları demokrasinin alnına lekeyi sürecek hemen . bu yazı da “yok öyle değil” tarzında yazılmış ama…
yönetim biçimlerinin hepsinde esas; insanların ve toplumun mutluluğu ise bence toplumu mutlu kılan her yönetim şekli mübahtır. bu yüzden her yönetim şekli bir denemedir. aslolana ulaşma yolunda.
bana sorarsanız da;
halkını çok seven bir kralı, demokrasi ile başa geçmiş yüzlerce güdük kahramana değişmem.
Yazan:Büyükcan Tarih: Haz 26, 2008 | Reply
Oligarşinin çözündüğü yerde boşluk olması kaçınılmazdır.Baskı kalktığı zaman,baskı altındakilerin sadece rejim değişikliğine sevineceklerini zannedenler kendini yanıltılar.Bu boşluk önce yeni rejim,sonra da onunu sempatizanları tarafından doldurulur.
Sempatizanları ne açlık sınırında yaşan fakirlerdir.Ne de beynini felsefedir, psikolojidir ya da ne bileyim buna benzer bilimım bilim dalları ile beynini çürütenlerdir.Sempatizanları macera arayanlardır.Kişiliği için çıkışı,belli bir idolojiye ve idole kendini adayanlardır.
Yeni rejim,bu macera düşkünü sempatizanlara bir ayar verebilirse,o rejimi kimse durduramaz!
Yazan:Talha Can Tarih: Haz 26, 2008 | Reply
Sayın Turan Çelik,
tabi ki demokrasi kusursuz bir sistem değildir, sonuçtan insan elinden çıkmıştır, fakat takdir edersiniz ki günümüz çağına en uygun sistemdir. Verdiğiniz örneğe güre halkını çok seven, başarılı bir kral için görünürde problem olmayabilir peki ama tam tersi ise bu nereden dönecek? Aynı kötü vasıflara sahip yöneticilerin demokraside tasfiyesi daha kolaydır, halk karar verecektir, peki ya monarşide?
Yazıya demokrasinin Türkiye için gerekliliği ve kaygı duyulmaması konusundaki açılımlarından ötürü katılıyorum…
Yazan:Selami Tarih: Haz 26, 2008 | Reply
Ezber bozan bu yazi için tesekkürler.
Bu konuyu daha derinlemesine ele yazilarin devamini bekliyoruz.
Yazan:turan çevik Tarih: Haz 26, 2008 | Reply
talha bey
bu yazdıklarım benim fikirlerim.
yani mutlaka doğru değildir tabii ki de.
oligarşik,monarşik,teokratik bir çok rejim var.
benim ki de romantik olanı zannedersem:))
ben yönetime tepeden değil alttan bakıyorum biraz da.
yani, testi içinde ne varsa onu sızdırır.
halkın seviyesi ne ise çıkardığı liderlerin seviyesi de o olur.
bu kral da olabilir,cumhuriyetle başa geçen bir fert te olabilir.
yönetim halktan ayrı birşey değildir bana göre.
yönetim şekline pek takmıyorum ben.
ayrıca demokrasi şu an için en iyi yönetim aracı evet.
ama yönetimden ne bekliyoruz?
asıl derdimiz o olmalıdır. ne ile yönetildiğimiz değil..
özgürlüklerde sübap ayarı kim esas alınarak hazırlanmalı?
fahişeler mi,işçiler mi? bürokrasi mi?
ince akort her zaman dert olacaktır bence de..
(o akordu tutturan yönetim şeklini istiyorum.
yürüyün arkadaşlar ileri!!!)..