Euro 2008’de Sevincimiz Kursağımızda Kaldı…
By Bahar Pinar on Haz 26, 2008 in Toplum
Dün çok ilginç, heyecanlı bir akşam yaşadık. Sadece biz değil, EURO2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı takip eden herkes için de enteransandı. Çünkü, bir kez daha A Milli Futbol Takımımız son dakikada attığı gol ile maçı çeviriyordu ki bu kez Panzerler, bizim Çeklere, Hırvatlara ve İsviçrelilere yaptığımızı, bize yaptı. Nöbetçi golcümüz Semih Şentürk’ün iğne deliğinden geçirerek attığı muhteşem golden sonra, bir çokları “Yine Türkler alacak bu maçı…” diye aklından geçirmiş olmalı. Ama o son dakikanın aslında son dakika olmadığını 2 dk sonra farkettik. Çok heyecanlandık. Bir üzüldük, bir sevindik. Sonunda futbol kurallarına göre kaybeden bizdik ama takdir ve teşekkürleri kabul eden de, alkış alan da biz olduk. Manşet olan da biz olduk. Maçı kazanan taraftan, yani Almanlardan, normalde bahsedilenden farklı şekilde bahsediliyordu. “8 eksikle oynayan Türkler karşısında tedirgindiler, Türkler karşısında özellikle ilk yarı etkisizdiler” gibi. “Sonunda maçı kazandılar ama hakeden Türklerdi aslında.” gibi. Seyreden herkes için şaşırtıcı ve unutulmayacak maçlar çıkaran takımımızı tebrik ediyoruz. Finale çıkıp kupayı alamadık ama bu turnuvadan en çok bizim takımımız hatırlanacak o kesin. Başarılarının devamını dileriz. İnşallah bundan sonraki kupalarda da aynı başarıları kazanırlar.
Maç bittikten ve biz bir rüyadan yarım yamalak uyandıktan bir süre sonra, bir çok kişinin aklına, “Kazansaydık, şimdi sevinirken bir sürü kişi ölürdü…” diye geçmiş. Benim de geçti açıkcası… Belki de tahminen en az on kişinin daha yaşayacak ömrü varmış ki biz kazanamadık ve bazı sorumsuzlar silahlarla kutlama yapamadı diye düşündüm. Bunun birkaç misli de insan ağır ya da hafif yaralanmaktan kurtuldu. Kazanmadığımıza sevineceğiz neredeyse… Böyle bir çelişkili durum içindeyiz. Ama haksız mıyız? Geçen maçtan sonra çıkan haberlere bir bakın:
1) Maç sonrası yine maganda kurşunu: 3 yaralı. Milli takımın yarı finale yükselmesinin sevincini silahla kutlayan magandalar, biri 9 yaşında kız çocuğu olmak üzere 3 kişinin yaralanmasına neden oldu.(1)2) Türkiye’nin Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Hırvatistan’ı penaltılarla geçerek yarı finale çıkmasının ardından Kahramanmaraş’ta yaşanan sevinç gösterileri sırasında evinin çatı katında uyuyan 16 yaşındaki genç bir kız maganda kurşunu ile ağır yaralandı.(2)
3) Milli maç sonrası kendini bilmez bir şahsın ateşlediği tabancanın mermisi evinin önünde telefonla konuşan gencin ensesine isabet etti. /…/ Oğlu Hüseyin Güneş’in kanlı fanilasını gösteren Cemile Güneş, “Biz tabancayı Özbekistan’da savaşta gördük, neler çektik. Eğer kutlama yapacaklarsa davul zurna çalsınlar” dedi.(3)
4) Milli Takımın Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Hırvatistan’ı penaltılarla yenerek yarı finale yükselmesini silahla kutlayan kimliği belirsiz magandalar Bursa’da bir inşaat bekçisini vurdu. Ağır yaralanan 6 çocuk babası inşaat bekçisi, kaldırıldığı hastanede hayat mücadelesi veriyor. 6 çocuk babası Akçabey’in yakınları, “Sevinçlerimiz başkalarının acısı olmasın. Milli takımın başarısıyla hepimiz gurur duyduk. Ancak biz geceyi hastanede geçirdik. Bunun hesabını kim verecek” dedi. (8)
5) Niğde’de yine maganda kurşunu : Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye’nin, Hırvatistan’ı penaltılarla yenerek yarı finale yükselmesinin ardından Niğde’deki sevinç gösterilerinde bir kişi maganda kurşunlarının hedefi oldu. /…/ yaklaşık 2 saat ameliyatta kalan Gök, yapılan operasyonun ardından hayati tehlikeyi atlattı. Dâhiliye servisinde tedavi altına alınan Gök’ün yakınları “Böyle sevinç olmaz olsun, az daha kızımız hayatını kaybediyordu.” dedi.(9)
Kısacası bu turnuvada, heyecandan öldük öldük dirildik, maçları aldıkça bir kısmımız gerçekten öldük!!! Maç sonunda kimimiz sevindik kimimiz öldük desek yalan değil!
Maçlar bitti, turnuvadan elendik ama bu acılar bitecek, konu kapanacak sanmayın. Düğünlerde, asker uğurlama merasimlerinde de aynı rezalet, sorumsuzluk yaşanmakta. İşte son zamanlardaki bilanço:
1) Gaziantep’te bir düğünde havaya ateş açılması sırasında seken kurşun bir kişinin ağır yaralanmasına neden oldu. /…/ damat ve gelinin oynadığı sırada havaya bir el ateş edildi. Seken kurşun, Dursun Ay’ın (32) başına isabet ett(4)2) Osmaniye’de bir düğünde havaya ateş açılması sonucu seken kurşun, 24 yaşındaki bir gencin ölümüne neden oldu. (5)
3) Gaziantep’te bir magandanın silahından çıkan kurşun düğünü kana buladı. /…/ düğün halayında bulunan Dursun Ay (32), rastgele atılan silahın hedefi oldu. (6)
4) Sokak düğününde pompalı tüfeğiyle ateş eden Nezir Elçiçek 13 kişiyi yaraladı. Olayda, Elçiçek’in yeğeni Salman Eren (6) hayatını kaybetti. (7)
Bu kadar olay üst üste gelince, hükümet yetkilileri, muhalefet, basın-yayın konudan bahseder oldular. Mecliste de konu gündeme geldi. Uyarı niteliğinde de olsa gündeme gelmesi iyi bir gelişme. Ama daha somut, daha net, konuyu kökünde çözecek uygulamaları da konuşmak ve hayata geçirmek durumundayız. Yoksa daha çok canımız yanacak.
Ruhsatsız silahları toplamakla, ruhsatsız silah bulundurmanın cezasını can yakar hale getirmekle, tabii ki en başta peynir ekmek gibi silah ruhsatı dağıtmamakla işe başlayabiliriz. Kurusıkı tabancaların kontrolsüzce satılmasının, alınmasının da önüne geçilmeli. Kurusıkı deyip geçmeyin, ufak bir operasyonla adam öldüren normal bir silaha çevrilebiliyorlar.
Bireysel olarak da, çevremizdekilere, en yakınımızdakilere bile, silah bulundurmanın ve olur olmaz oraya buraya kurşun sıkmanın karşısında olduğumuzu dillendirmeliyiz. Sözlerimizi duruşumuzla, davranışımızla da desteklemeliyiz. Mesela, bir arkadaşım, çok sevdiği kuzeninin düğününde silah atılacağını bildiği için düğüne katılmadı. Tüm akrabalarına ve kuzenine de, düğüne katılmama sebebinin düğünde silah atılması olduğunu açık açık söyledi. Bir çok kişi böyle bir tutarlılık göstermekte zorlanırdı. Ama bu sorununun çözümü için çok zor da olsa bu tutarlılığı sergilemeliyiz.
Sevinçlerimizi, mutluluklarımızı buharlaştıran bu mantıksız, sorumsuz kutlama şekline artık bir son verelim! Kutlama sonunda bazılarımız katil, bazılarımız ölmüş oluyor, bunu anlayalım. Olay bu kadar ayyuka çıkmışken, bu kadar örnek yaşanmışken, silahla kutlama yaparken adam öldürmek, yanlışıkla adam öldürmek anlamına gelmez. Basbayağı katil olmak anlamına gelir. Bu insanlara maganda demek yerine katil demek daha doğru değil mi? Henüz adam öldürmemiş ama silahla kutlama yapanlara da yine maganda demek yerine, potansiyel katil denilebilir rahatlıkla. Ne dersiniz?
Maç kutlamaları sırasında oğlu yaralanan Cemile Güneş ne kadar doğru söylemiş: “Biz tabancayı Özbekistan’da savaşta gördük, neler çektik. Eğer kutlama yapacaklarsa davul zurna çalsınlar…”(3) Çok yerinde bir öneri. Kutlamaları davul zurna ile, halay çekerek, oynayarak kutlayalım. Daha çok eğleneceğimiz, sonrasında da üzülmeyeceğimiz kesin…
Kaynaklar:
(1) “Maç Sonrası Yine Maganda Kurşunu”
(2) “Maç Sevincine Maganda Kurşunu”
(3) “Haberin bağlantı adresi 3”
(4) “Düğünde kurşun sekti: 1 ağır yaralı”
(5) “Düğün magandasının silahından çıkan kurşun 24 yaşındaki gencin sonu oldu.”
(6) “Haberin bağlantı adresi”
(7) “Haberin bağlantı adresi”
(8) “Haberin bağlantı adresi”
(9) “Haberin bağlantı adresi”
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
4 Yorum
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 29, 2008 | Reply
Yoruma geçerken bir şey dikkatimi çekti:Bu yazıya henüz hiç yorum gelmemiş.Belki çok da üzerinde durulması gereken bir detay değildir ama(mizacımdan kaynaklanan bir durum olsa gerek)oldum olası küçük ayrıntıları kafamda hep evirip çevirmişimdir.Bu meseleye takmam da galiba biraz öyle oldu diyebilirim.Aklıma ilk gelen(ki böyle olması durumunda kendi payıma olumlu buluyorum)bu platformu paylaşan katılımcıların futbola fanatik düzeyde ilgi duymamış olabileceğiydi.Tabi burdan insanların tercihlerini yargılamak gibi düşünceye sahip olduğum anlaşılmasın.Bana yadırgatıcı gelen insanların ilgi alanlarını oluşturan yönelimleri değil,fakat aşırıya kaçması durumunda bu yönelimlerin toplum için olası tehdit ve tehlikeleri barındıracak bir potansiyele dönüşmesi.
Sanırım yazı da bu kaygılardan yola çıkılarak kaleme alınmış,bundan kuşku duymuyorum.Ne var ki tıpkı yorumumun başında belirttiğim küçük detaylar bu noktada bir kez daha kapımı çalmış görünüyor.Zira son derece hayati bir toplumsal travmayı gündeme taşıma duyarlılığına karşın,sanki toplumun genel eğilimi ve bunun yolaçabileceği hassasiyetler düşünülerek özel bir dil kullanılmış.Oysa ocakları söndürüp,insan yaşamına mal olabilecek böylesi taşkınlıkların kutsallıktan arınmış bir dille yazılması bence daha isabetli olurdu.Topyekün milli bir seferberliğe dönüşmüş böylesi bir coşkunun ardından “neden bu sonuçlara geldik?”demek acaba bizi bu vahametin boyutlarını kestirmeye ne kadar götürebilir?
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Haz 30, 2008 | Reply
Merhaba Aziz Bey,
“Kutsallıktan arınmış” derken tam ne demek istediğinizi anlayamadım, bağışlayın. Euro 2008’deki başarımızla başlayan yazının, bireysel silahlanmanın vehametine ani çark edişini mi isabetli bulmadınız? Bu ani geçiş, asıl söylemek istediğimin anlaşılmasını mı engeller? Eğer bunu demek istedi iseniz, haklı olabilirsiniz. İçimize sığmayan bir coşkudan, bu tatsız bir konuya geçişle, Euro 2008’in sevincini okuyanın kursağında bırakmış olabirim. Ama öte yandan, konu da doğrudan Euro 2008’in sevinci ve sonrası ile ilgili. Çünkü kutlamalarda ölen ve yaralanan kişilerin haberleri ile gerçekten de sevincimiz gölgelendi. Hevesimiz kursağımızda kaldı. Kazanmayı bilen ama sevinmeyi bilmeyen insanlar olduğumuzu bir kez daha gördük.
Euro 2008’den konuşurken, silahlanma vahametinin boyutlarını anlayabilir miyiz? Her gün, serseri kurşunla ölen birinin haberi basına yansıyor. Vehametin boyutlarını kestirmeye çalışmaya gerek kalmadı aslında. Gözler önünde… Tabii ki azıcık dikkatini bu konuya veren için.
Bu arada bir ihtimal daha var: Şu anda ilgi çeken, okunan bir konudan bahsederek, aslında ilgi çekme ihtimali düşük, can sıkan bu konuya dikkati çekebiliriz belki… Bir kişinin bile dikkatini çeksek kârdır bence.
Yorumunuzla bunlar geldi aklıma, bilmem sizi doğru mu anladım?
Saygılarımla,
Bahar Pınar
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 1, 2008 | Reply
@Pınar Hanım,
Yazılanlar her zaman insanın içinden geldiği gibi,anlatmak istediği gibi durmuyor(veya sayfalara dökülemiyor).Ben sizi gayet iyi anladım ve iyi niyetinizden,duyarlılığınızdan zerre kadar şüphe duymadığımı da zaten belirtmiştim.Söylediklerinizden de beni doğru anladığınız anlaşılıyor.
Ancak açık söylemek gerekirse sizden daha fazla tavır koymanızı beklerdim.Çünkü sistemin afyon etkisiyle insanların kendinden geçerek,gerçek ve öncelikli sorunlarından uzaklaşıp etkisizleşmesi için başvurduğu araçların teşhir edilmesi,deşifre edilmesi gerekiyor.Bu sadece futbol tutkusu için de geçerli bir durum değil;savaş,militarizm ve içinde şiddet barındırmaya müsait her türlü kutsallaştırılmış kahramanlık için de geçerli.Savaş karşıtı bir vicdanı redçinin savaşın yarattığı yıkımları dile getirmeye çalışırken “yüce ve kutsal ordu”gibi temaları kullanması ne kadar çelişkili bir durumsa,futbolun kitleler üzerinde yarattığı uyuşturucu etkiye değinirken,futbol tutkusunu milliyetçi bir ruhla meşru bir zemine oturtmak bana göre o kadar çelişkili ve tutarsızdır.Beni anlamanızı istirham ediyorum.Bugün sıradan ve doğal gibi karşılanan,kanıksanan bazı çoşkular insan hayatını hiçe sayacak kadar toplumu kendinden geçiriyorsa bunu bir kez daha durup düşünmemiz gerekiyor.Zira bizi bu haleti ruhiyenin eşiğine getiren şey egemen sistemin bize empoze ettiği hamasetin ürünüdür.Bu son derece sistemli yapılmaktadır.Günün 24 saati gençliği zehirleyen,sistemin istediği şekilde kitlelerin şekillenmesini sağlayan bir kültür bombardımanı altındayız.Bizim gibi duyarlı insanların buna karşı uyanık olması gerekiyor.Futbol son yıllarda bu anlamda en çok başvurulan bir enstrumana dönüştürülmüştür.Bir taşla iki kuş vurulmaktadır;bir yandan kitleler uyuşturularak siyasetin dışına itilmekte,öncelikli ve hayati sorunları unutturulmakta,diğer yandan futbol baronlarının kurduğu saltanata alet olunmaktadır.Peki bu taşkınlıklar sonucunda yakınlarını kaybeden insanların dünyası ne olacak?Yoksa bunlar bizim için hiç bir şey ifade etmiyor mu?Hayır,bu rezalete dur diyeceğiz,vicdanımızın sasini dinleyeceğiz.Ne Avrupa ne de dünya şampyonluğu bu kaybedilen insanların hayatından daha önemli olamaz,hiçbir şmpyonluk o ölen insanları geri getiremez.İşte beni kahreden budur.Ben o insanların yasını yüreğimde taşıyorum,sizin de aynı duyguları taşıdığınızı biliyorum.Onun için diyorum ki birileri gocunmasın diye fanatizm üzerine kurulmuş o vahşi çoşkuyu yüceltmemiz gerekmiyor.Kısacası böyle çağdışı ve barbar bir sevinç ve coşkuya ortak olmak zorunda değiliz.Böyle olacaksa olmaz olsun.İnanın yazarken bile titriyorum.Beni anladığınızı umut ediyorum.Saygı ve selamlar…
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Tem 3, 2008 | Reply
Merhaba Aziz Bey,
Sizi anlıyorum ve duyduğunuz acıyı ben de yaşıyorum, paylaşıyorum. Zaten bu sebeple, o hengame ve sevinç sarhoşluğunda arada kaynamasın, unutulmasın diye dikkatleri aramızdaki “katillere” çekmek istedim. Kazanılan hiç bir yarış, turnuva vs. kaybettiğimiz o insanların canından daha önemli olamaz tabii ki. Ve acıları bâki kalacak ne yazık ki. Ben de bunu hatırlatmak istedim. Kazansaydık da zaten kaybetmiş olacaktık demek istedim.
Siz konuyu ayrıca kültür bombardımanına, futbolun kutsallaştırılmasına, kitleler üzerindeki afyon etkisine getirmişsiniz. Söylediklerinizde haklısınız. Çetin Altan da bu afyon etkisini sık sık dile getirir. Dediğiniz gibi uyanık olalım. Ama farkettiklerimizi ve düşündüklerimizi, var olanı tamamen reddererek , hatta coşkuyu yaşayanların dilinden konuşmadan, o ortamı bir miktar paylaşmadan onlara anlatmamız pek mümkün değil diye düşünüyorum. Ayrıca söylemek istediklerimizin hepsini birden değil, tek tek ve yeri geldikçe söylemek taraftarıyım. Futbol maçını kazandık diye ortalığa ateş eden potansiyel katilleri eleştirmek için, futbol endüstirisinin tamamını redderek konuşmaya başlamak sesimizi duyuramamakla sonuçlanabilir. Keskin bir tavır koymak yerine, sadece sesimi duyurmayı, konuyu açmış olmayı istedim. Yazının konusu da bireysel silahlanma ve aramızda dolaşan katiller olduğu için, sadece o konuya odaklanmayı daha faydalı (pragmatik) gördüm diyebiliriz kısacası. Gerçi beni anladığınızı söylemişsiniz ama yine de açıklama yapmak istedim. Savunma olarak algılamayın.
Ayrıca, futbol maçı kazanmak ile havaya ateş etmek arasında 1 e 1 bağ var diye düşünebilirsek de aslında bu doğru değil. Silah kullanmak bir çok olayla bağlantılı yani 1 e n bir bağ söz konusu. Çünkü biz öyle bir toplum olduk ki, düğünü de adam öldürmeye tam teşebbüs ile kutluyoruz, asker uğurlamayı da, kazandığımız başarıları da… Ayrıca sinirlenince, kavga edince de adam öldürmeye tam teşebbüs ediyoruz. Bu sebeple, silahı eleştirmek için futbol endüstrisini ve etkilerini gündeme getirmek asıl konudan bizi uzaklaştırır, odağı dağıtır.
Futbol konusu derin, ayrıca detaylı konuşmak gerekir. Yalnız şu kadarını söylemek gerekirse, futbol endüstrisinin kötü etkileri olsa da futbol nihayetinde bir spor dalıdır. Ve endüstri dışında algılanabilirse, iddia, bahis siteleri vasıtasıyla kumarla bağ kurulmazsa, futbol/spor gençler ve çocuklar için iyidir. Futbol da spor dalları için de en kolay ve ucuz şekilde oynananı. Bunu yadsıyamayız. Aslında yadsımamalıyız da. Futbolun ülkemizde doğru algılanabilmesi için de futboldan bahsetmek zorundayız kısacası. Ama sadece kazanmaya odaklı olmayan, gerçek anlamda spordan bahsetmeliyiz.
Ülkemizde ise futbol bir kaç zengin klübün kavgaları, transfer ve magazin haberleri, carcar/tartışma programlarına indirgenmiş vaziyette. Oynanmıyor, izleniyor. Bir çeşit eğlence kültürü. Üstelik de izlenen gerçek spor müsabakaları, güzel mücadeleler vs. değil. Tamamen kazanamaya odaklanmış, futbolun kendisi ile ilgilenmeyen fanatik taraftarlar, kavgalar, tartışmalar… Pahalı yabancı futbolculara paralar yağdırılırken, alt yapıdan gençlerimizi yetiştirmeye odaklanmayan yönetimler. Hatta bazen şans bile verilmeyen genç sporcularımız. Oysa ne başarı kazandı isek onlarla kazandık.
Böyle sakat bir resim varken önümüzde, konuyu futbol endüstrisinin zararlarına, kültür aktarımına getirmek için, gençlerin futbolu spor olarak ve doğru algılaması için futboldan ve kazandığımız başarılardan bahsetmek durumundayız. Ama en başta dediğiniz gibi uyanık olmalıyız. Kendimizi o nehire tamamen bırakmamalıyız. Ayrıca dünyada sadece futbol varmış gibi davranmak, işi fanatizme götürmek, futbola din gibi davranmak hiç yapılmaması gereken birşey.
Vahşi coşku, barbar sevince ortak olmayalım demişsiniz. Şimdi siz o coşkunun ve sevincin kendisini mi barbar ve vahşi buluyorsunuz? Yoksa coşkunun ve sevincin şeklini şemalini mi vahşi, barbar buluyorsunuz? Yani barbarlığa, vahşiliğe kaçmadan, bulaşmadan, makul şekilde sevinebilir, coşabilir miydik? Açıkcası, ben ikincisi olabilir diye düşünüyorum. Sevincin kendisini barbar bulmadım. Böyle söyleyince o fanatizmi yüceltmiş, futbolu kutsallaştırmış mı oluyorum? Futbolu sadece bir spor olarak, maçı da bir spor müsabakası olarak algılamak ve izlemek artık mümkün değil midir? Sevincin, coşmanın makulu nasıl oluyor derseniz, bu başarıyı hayatın merkezine koymadan sadece bir yarış kazanılmış diye düşünerek, davranarak diyebiliriz. Tabii ki silah kullanmadan, ortalıkta trafik canavarı olmadan, abartmadan sevinerek.. Çalışınca, uğraşınca, inanınca oluyor diye düşünerek.. Buradan gelen rüzgarı başka alanlarda kullanarak… Hiç bir şey olmamış gibi davranmak da makul gelmiyor bana. Dediğiniz gibi fanatizme varmış bir tavır, herkese zarar vererek sevinmek makul gelmediği gibi… Bilmem ne dersiniz?
Saygılarımla,
Bahar Pınar