Türk solu geçmişini sorguluyor…
By Rasim Ozan Kutahyali on Haz 27, 2008 in Röportaj, Türk faşizmi, Türk Solu, Ulus-Devlet
Sunuş: Türk solu içinde bulunduğu güven krizine cevap olarak daha çok içine kapandı son yıllarda. Israrla özeleştiriyi reddetti ve dışarıdan gelen eleştiri ve önerileri de bir saldırı olarak görmeye devam ediyor.
Birgün gazetesi eski genel yayın yönetmeni Murat Çelikkan Türk soluna yönelik eleştirel bakışıyla dikkat çeken Rasim Ozan Kütahyalı ile bir röportaj yaptı. Aktüel Dergisi’nde yayınlanacak olan bu röportaj hem Çelikkan’ın sıkıştıran soruları hem de Kütahyalı’nın samimi ve bilgi dolu cevapları bakımından oldukça ilginç. Türk solunu anlamak isteyen herkesin mutlaka okuması gereken bu röportajı beğenilerinize sunuyoruz.
Murat Çelikkan – Rasim Ozan Kütahyalı
“Deniz’lerin yolu bizi nereye götürür?” adlı makalesini okumuştum. Defne Asal Er dikkatimi çekince, diğer yazılarını da okudum…Radikaldi…
“Deniz’lerin yolu, 68’lerde mücadele vermiş ağabeylerimizin, babalarımızın yolu evrensel vizyonu olan, enternasyonalist, humaniter ve demokrat bir yol mudur?…Bu soruya tüm kalbimle ve beynimle HAYIR diyorum, HAYIR, HAYIR, HAYIR… Türk 68’lilerinin, Deniz’lerin yolu evrensel vizyonu olan bir yol asla değildi. Enternasyonalist değil sapına kadar ulusalcı bir yoldu yürüdükleri” diyordu…İddialıydı…
Bu günün ulusalcı damarlarının tohumlarının 68’de atıldığını söylüyor.”Türk laik ortasınıflarının da müttefikliğiyle MHP‘yi aratacak katılıkta ve radikallikte, ırkçılıkla flört eden modernist-nasyonalist bir dünya görüşüne doğru bu ülke evriliyor” diyordu…Tavizsizdi…
“Vicdanlarına çok güvendiğim özgürlükçü-sol olarak kendini tanımlayan bazı aydınların da ulusalcı çılgınlığa karşı çıkarken, O ulusalcılarla aynı zemine bastıklarını, hâlâ ulusalcılık denen zehirli sarmaşığı oluşturan tohumlara sahip çıkarak, bu sarmaşıkla mücadele etmek istediklerinin farkına varmalarına katkı sağlamak” iddiasındaydı…
Onu bulmam çok kolay olmadı, ama sözleştik ve buluştuk. Beni de yazılarımdan ve insan hakları faaliyetlerimden tanıyordu. O, söyleşi yapmak üzere benim gelmiş olmamdan, söyleşi ilerledikçe yazılarını dikkatlice okumuş olduğumu anladığında, önemsenmekten çok memnundu. Bense yazdıklarından, dile getirdiklerinden asla taviz vermeden, ortak vicdani noktalar aramaya çalışan, saldırgan olmayan bir usluba sahip olan, benim de geç aktörlerinden biri olduğum ‘gayrıresmi’ bir sürece ilişkin radikal ve önemli laflar eden 27 yaşında genç bir yazarla buluştuğum için keyifliydim. Sık sık uğradığı şimdi Suada denilen Galatasaray Adası‘nda, Boğaziçi’nin tam ortasında söyleştik…
Farklılıktan beslenerek zenginleşmek yerine birlik ve teklikten o denli bezmişim ki, iyi geldi….
İzmirli.Ailesi de kendini solda tanımlayan aynı zamanda Kemalist olmakla övünen bir aile.O ise kendi tanımıyla liberal-demokrat. 27 yaşında ve PlatoFilm’de senaryo yazarı olarak çalışıyor. Sinema yanında edebiyatla da ilgili,Tanpınar tutkunuyum diyor.Tanpınar’ın iki büyük romanını da senaryolaştırmış,Tanpınar’ın ruhundan anlayan bir yönetmen çekebilir ancak diyor.Taraf Gazetesinde haftada bir yazıyor.Hemen her hafta yazdıkları ses getiriyor.
Evet, ‘devrimci mirası’ sorguluyor ama bunu değerlere saldırmadan yapıyor. Bu gün hemen herkesin nereden çıktığına şaşırdığı ulusalcı damarın temelini solda ve ona egemen olmuş Kemalizm ve milliyetçilikte aramamız gerektiğini belirtiyor.Genç Marx’ı seviyor ama Marksizme karşı çıkışı liberal-demokrat temelden kaynaklanıyor ve bunu da zaten saklamıyor. Kendilerine hiç bir özgürlükçü, humanist değer bırakamadığımızı söylediği benim kuşağımı ve bir önceki kuşağı eleştiriyor. Ben onu anlamak için sordum, bazen itiraz ettim,onu eleştirdim. Ama 68’li olduklarıyla övünen Kemalist bir anne babanın özgürlükçü-demokrat evladı olan Ozan’ın kimi kaygılarına da aynen katıldığımı söyleyebilirim…
Deniz Gezmiş hakkında yazdıkların yankı uyandırdı? Ne tür tepkiler aldın?
Çok çeşitli. Yapılması gerekeni yaptın diye destekleyen ismini şimdi vermeyeceğim epey “celebrity” isimler de oldu, küfürname gönderenler de,Tüm solcuları madara ettin,helal olsun diye kendi dünyasında mutlu olmuş eski sağcılardan da mail geldi. Esas solcu davranış senin bu yaptığın diyen de…
68 üzerine yazarken Deniz Gezmiş’i seçmenin özel bir nedeni var mı?
68 için çok önemli bir simge.Türkiye’de 68 deyince en temel isim Deniz’dir,bu çok açık. Ayrıca Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil hakkında yazılanları, dönemin anılarını da yoğun olarak okudum.
Ve “Türk 68’i özgürlükçülük, değişim ve enternasyonalizm adına hiç olumlu değerler bırakmamıştır. Biz bunu Batı 68’inden okuyup edinebiliriz. “İdealizm”adına da devrimci- milliyetçi kollektivist hedefler uğruna insan varlığını basit bir araç görmeyi öğretiyor” sonucuna vardın…
Evet, tabi o yazım Cengiz Çandar’a da bir yanıttı…Türk 68’inin, Türk solunun Edirne’yi geçtiğiniz vakit,bir konvertibilitesi yoktur. Kemalist milliyetçilik üçüncü dünyalı bir Marksizm-Leninizm’le de etkileşime geçerek bu gün yaşanan ulusalcı seküler nasyonalizmin zeminini oluşturmuştur. Tek sebep bu değil ama bu en temel sebep.
Ne yöneltti seni bunları okumaya?
Lisedeyken tam 28 Şubat süreciydi benim okuduğum İzmir 60.yıl Anadolu Lisesi de garip biçimde politize bir liseydi,o dönem politikayı takip etmeye ve ve mukayeseli biçimde tüm farklı görüşlerin metinlerini çok okumaya başladım,fiilen formel okul öğrenim hayatım o zaman bitti benim için,sahici bir öğrenim süreci başladı ve Lise 2’de kendimi artık liberal-demokrat olarak tanımlamıştım.
Liseden sonra?
Özgürlük ve adalet aklımdaki temel entelektüel meselelerdi. Türkiye’nin en özgürlükçü olduğuna inandığım üniversitesinde hukuk okumaya başladım. İyi hocalarım oldu. Ama mevcut Türk hukukuyla ve formel hukuk eğitimiyle adalet idealinin aynı şey olmadığını orada da anlamam çok sürmedi.
Geçmiş sola çok topyeküncü bir yaklaşımın var. Evet, milli demokratik devrim tartışmaları yapıldı, ayrışmalara neden oldu ama sosyalist devrim tartışmaları da vardı. Ayrıca 12 Mart ile 12 Eylül öncesi sol süreçleri de birbirinden ayırmıyorsun. Onlar da farklılık gösterir…
Ben 1974 affı sonrası sol sürece ilişkin hiç bir şey söylemedim. Ele aldığım dönem 68-71 arasıdır.Evet farklılıklar olduğunu da biliyorum ancak 68 için belirleyici ögenin Kemalizm ve milliyetçilik olduğunu söylüyorum.Sonra milliyetçi olmayan bir sosyalizm de illa matah diye bir şey yok.Temel mesele milliyetçiliğin ve sosyalizmin ortak biçimde paylaştığı kolektivist zihniyet yapısıdır bana göre.
Bu sol dalgada ABD karşıtlığının ABD’nin emperyalist politikalarından çok, dönemin yerel konjonktüründen ve ulusal çıkar merkezli bir düşünceden kaynaklandığını söylüyorsun. Enternasyonalizm yok diyorsun.
O dönemin Dev-Genç bildirilerinde de “Milli Çıkar” ve “Gayri-Milli Unsurlar” gibi laflardan geçilmiyor baba, bunu sen de bilirsin…”Gayri-Milli olan her şeye dur demek Mustafa Kemalciliğin gerektirdiği bir görevdir” diyorlar kendileri.Öte yandan Deniz’ler Vietnam, Küba ve Dominik’teki gençlere selam çakıyorlardı ama aynı 68’in büyük olayı Prag baharında mücadele eden gençleri karşı-devrimci diye suçluyorlardı.Bunu da görmek lazım.O dönemin Türk Solu dergisinde 19 Kasım 1968’deki yazısında Deniz, Vietnam ve Dominik gençlerini övüyor, öte yandan “Çağımız,gençliğin Çekoslovakya ve diğer revizyonist ülkelerde karşı devrimci oldukları bir çağdır” diyor mesela…
Dönemin Türk solunu böyle nitelendirirken Başbakan Süleyman Demirel’e dair ABD’den bağımsız dış politika izlemiştir tespitinde bulunuyorsun. Söz konusu olan dönemin deyişiyle Morrison Süleyman değil mi?
Sizin Morrison’a her türlü kızılır da bağımsızlık muhabbetinden kızılmaz, aksine keşke o zamandan ülke ekonomisini dışa açan reformları başlatsaydı,iktisadi politikası da fazlasıyla ulusaldır Demirel’in.Ben 65-71 döneminde ABD ile mesafeli dış politikaya örnek vermek için 67 İsrail-Arap savaşında Sovyet uçaklarına hava koridorunun açıldığını yazdım.Başka örnekler de var.Johnson mektubu sonrası Türk devlet sistemi de ABD ile gayet limoni durumda.En başlarda bu gençlerin hareketlerinden memnun olan devlet aklı da o sebepten destekliyor bu gençleri.
Aybar’ın Russel Mahkemesine gitmesi, Vietnam, söylediği aktörlerin Filistin halkıyla dayanışma için Filistin’e gitmeleri… Bunlara ne diyorsun?
Mehmet Ali Aybar’ı bu söylediklerimin dışında tutarım. Aybar’a belli bir saygım var. Ancak sonraki TİP yönetiminin çizgisini ve yaptıklarını biliyoruz.
Kürt sorununun ve bir halk olarak Kürtlerin ilk solcular tarafından kabulü, siyasette ortaklık?
Denizlerin savunmasını alıp İngilizceye çevirip herhangi bir marksist uzmana okuttuğunuzda bunun ulusal çıkar merkezli ve milliyetçi bir savunma olduğunu söyleyecektir. Ayrıca savunmada Kürt meselesi yok. O son söz olarak edilmiş bir söz ve evet önemli. Filistin’e gidildi ama bunların hiçbiri ulusalcı niteliği geri plana itmiyor.Ülkücüler de Bosna ve Çeçenistan’da da savaşmaya gitti.Sonra savaşmak ve silah merkezli bu jargon zaten başlı başına problem.12 mart’ta değil 9 mart’ta darbe olsaydı,Yani TSK, Chavez’in 1992’de yapmaya giriştiği darbe gibi sosyalist bir darbe yapıp Denizleri de iktidar içinde bir yere getirseydi, bu darbe yönetimi ülkeyi sosyalist bir sistem yönünde dönüştürseydi, bu olay büyük bir devrim kabul edilecekti!Hala da bu yöntemle gelecek bir sosyalizme itirazı olmayacak solcu çok,baksana Chavez’e pek hayran çoğu…
İyi ama bu günün bütün milliyetçi ve darbeci geleneğine olan başkaldırı da soldan gelenler arasında, darbelere direnmeyi, hatta Meclis’i savunmayı gündeme getirenler de bu gelenekten geliyor…
Evet bir açıdan çok haklısın… Kendini solda tanımlasın ya da tanımlamasın bu ülkenin ahlak ve sağduyu sahibi tüm insanları o sebeple bu sol aydınlarımıza müteşekkir olmak zorunda. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü,Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi ahlak abidesi niteliğindeki kurumları tüm zorluklara rağmen bu ülkeye getirip kurumlaştırmaya çalışan bu sol aydınlarımızdı… Yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, işkence ve kötü muameleler, düşünce mahkûmiyetleri gibi Türk devlet zihniyeti için olağan olan şeylerin belgelenmesi, dünyaya duyurulması ve olabildiğince engellenmeye çalışılması ve devletin mağdur ettiği insanlara da yardım edilmesi konusunda gösterdikleri onurlu çabalar asla unutulamaz. Türkiye sol tarihi adına gururla anılması gereken sayfalar esas bunlardır… Fakat bu kurumlar Küba ve Venezüella hakkında ne rapor ediyorlar, sol aydınlar bunu da gözardı etmesin…
Bir yerde 27 mayıs’tan ‘alçak darbe’ diye bahsediyorsun….
Diğer darbeler gibi 27 mayıs da alçakça bir darbedir. Üniversite gençliğinin ve aydınların desteklemiş olması bunu değiştirmiyor.Bu onlar adına utançtır. Sadece önemli farkı emir komuta zinciri içinde yapılmış bir darbe olmamamasıdır ve bu açıdan Türkiye’yi Latin Amerikalaşmanın eşiğinden döndürmüştür.60-62 arası kaç tane daha 27 mayıs yaşanmak istendi.Bu darbe sonrasında ortaya çıkan ilerici kabul edilen anayasanın konjonktürel olarak özgürlükçü olduğunu söyleyebiliriz. Ama demokratik olduğunu asla söyleyemeyiz.Seçilmiş iktidarın elini kolunu tamamen bağlamak için alınabilecek her önlem var o anayasada.12 mart ve 12 eylül darbeleri bu anlamda daha topyekün bir darbedir.Menderesleri asan zihniyetle Denizleri asan zihniyet aynı zihniyettir.Gerisi iç iktidar kavgası.Özsel bir ayrılık değil.
Bu özgürlükleri savunurken bu gün dünyada yoksulların daha da yoksullaşmasına neden olan neo-liberal düzeni eleştiren, finans sermayesi hareketlerini,özelleştirmeleri eleştiren bir yazına rastlamadım…
Şu neoliberal lafından bir başlayayım. Kendine neoliberalim diyen kimse yok evrensel liberal entelektüel camia içinde. Bu dışardan bir giydirme. Neocon diye birşey var, adamlar kendilerine öyle diyorlar. Neocon ideoloji de insansız ve çok sakat bir ideoloji.Ben aslında devletin iktisadi teşekküleri yanısıra eğitimin de sağlığın da özelleştirilmesiyle daha verimli bir sonuç alınacağına inanıyorum.Özelleştirilmeli ama durumu olmayanlara hakkaniyet havuzundan burs verilmeli.Böyle bir oryantasyon sistemi olmalı.Ama devlet bizzat girişim yapmamalı.Devlet alanı büyümemeli.Bireysel girişim,mübadele ve mülkiyet dolayısıyla serbest pazar olmadığı sürece sahici bir özgürlükçü düzenden bahsedilemeyeceğini düşünüyorum.Devletin işi adalet ve güvenlik olmalı…
Tanımı gereği istisna koyma hakkını elinde bulunduran devletin adil olabileceğine inanıyorsun yani…
Yani yargı sistemi anlamıyla adalet, o da zorunlu olduğumuzdan devlet finansmanıyla yapılsın diyorum.Ben sosyal devlete inanmam,küresel ölçekte sürdürülemez,batmaya mahkum bir sistem bu.Fakat yoksulluk meselesine her vicdanlı insan gibi çok duyarlıyım.Refah yaratmakta serbest pazar sisteminin sosyalizmle kıyaslanmaz ölçüde başarılı olduğu çok açık,iktisadi hayatın doğası bunu gerektiriyor zaten.Devlet bizzat girişimci olmasın diyorum ama yoksullukları kendi kusurlarından olsun olmasın tüm yoksulların hizmet sübvansiyonu ile desteklenmesi lazım,kimsenin kendi hatası neticesi bile olmuş olsa açta ve açıkta kalmasına insanlık vicdanı elvermez.Hele çocuklar.Ailesinden fakir doğan bir çocuğun suçu yok.O çocuk dezavantajlı doğduğu için yoksulluğa,eğitimsizliğe,sağlıksızlığa mahkum olmamalı.Fakat bunun yolu sosyal devlet değil.Sosyal devlet bir serap.
Tam bağımsızlık tam barbarlıktır da diyorsun…
Tastamam böyle, tüm kalbimle buna inanıyorum.Tam bağımsızlık denen kavrama Ufuk Uras gibi insanların hâlâ Deniz’lerin ruhuyla inanması sonuç olarak çok daha barbar bir ülke yaratır diye düşünüyorum. İktidarın doğası bu neticeyi doğurur. Mutlak iktidar mutlaka barbarlık yaratır.Elbette ulusalcı-solcuların dediği ters açıdan doğru. Kürtler ve Gayrimüslimler hangi siyasi görüşte olursa olsunlar, çok haklı olarak Türkiye’nin daha çok dünya ile bütünleşmesi, daha uluslararası ve uluslarüstü egemenlik bağlarıyla bağımlılaşmasını istiyorlar, çünkü “Tam bağımsızlık” halinde ilk olarak kendilerinin başlarına neler geleceğini en iyi Kürtler ve Gayrimüslimler biliyor… Aslında aynı şey Sünni-dindarlar ve Aleviler için de geçerli… Tam bağımsız bir Türkiye, kurucu temellerinden gelen LAST (Laik yaşam biçimine sahip Sünni Türk) kimliğine dayalı, bu LAST kimliği dışında kalan kimliklerin kendini inkâr ettikçe sistem içinde yer bulabildiği, gayrinizamî harp taktiklerinin tüm toplum kesimlerine karşı sürekli zinde tutulduğu, olaġanüstülüğün olaġan olduğu otoriter rejimine devam eden bir Türkiye demektir… Tam bağımsızlık idealine kuvvetle inanan kimi sosyalist çevreler böyle bir sonucu belki samimiyetle istemiyorlar fakat metazori sonuç bu olur…
Dün Avrupa Parlamentosu’nda yapılan toplantıda Ufuk Uras darbelere ve parti kapatmalara karşı çıkarken ‘liberal’ Mesut Yılmaz İran benzetmesi yapıyordu..
Mesut Yılmaz ne kadar liberalse Bush da o kadar liberal.Yılmaz tam güç-merkezli pragmatik sağcı bir politikacı.Ufuk Uras’ın hakkını bütünüyle yemek istemem.Yılmaz’a göre daha ilkeli ve samimi olduğu kesin.Yılmaz bir ara rejimde iktidar bulurmuyum diye bakıyor herhalde geçmişte yaptığı gibi.
Peki son soru… Senin gibi kendine liberal diyen, darbelere karşı özgürlükçü olarak nitelendirdiğin insanların bir kısmı Irak’ın ABD tarafından işgaline sıcak bakan hatta destekleyen insanlar…
(Gülüyor)Anlaşıldı sen benim herkesle aramı bozacaksın baba. Evet bir çok liberalin üstünden 1 mart tezkeresi adlı bir felaket treni geçti. LDT çevresindeki aydınlar mükemmel sınav verdiler ama bak onu unutma.Atilla Yayla başta olmak üzere dimdik durdular.Gülay Göktürk de mükemmel durdu.Onun dışındaki birçok “liberal” güç ve çıkar merkezli bir bakışa teslim oldular maalesef.Liberal değerlere taban tabana zıt sözler söylediler.Liberaller adına hiç iyi bir sınav verilmedi.Vicdani bir meselede borsa düşmesin,ulusal çıkarımız var,şu,bu denemez.İnsansız bir bakış bu.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
1 Yorum
Yazan:ahmet terzi Tarih: Haz 28, 2008 | Reply
biraz konu dışında olacak ama artık sinir oluyorum evet sinir oluyorum ülkede elektriğe %25 zam geliyor bütün toplumu ilgilendiren bir olay ama gazetelerin %80 inde bu haber yok yazmıyorlar görmüyorlar ayıp ya bu kadar tek taraflı haber olmaz karabükte belediye başkanı benim paramla konuşamazsın diyor bir yazara ve bu gazetelerde bu haber yok hani sözde demokratlar varya özgürlükçü geçinen onların gazetesinde yok bu haber yani halkın parası ne zamandan beri başkanın parası oludu.karabük halkı bunu başkandan hesabını sorması gerek sözde demokrat,aydın geçinen yazarlar sizde bir elektrik zammını bile gazetede yazamıyorsanız yazarlık yapmayın akp nin memuru olun orada çalışın ve özgürlük demokrasi nutukları atmayın artık halk biliyor sizin ne kadar demokrasi istediğinizi.