Kadın oldukları için mi yalnızlar?
By Konuk Yazar on Haz 28, 2008 in feminizm, Kadın, Özgürlükler, Toplum
Yazar: Cahide Günay
Kadınlarımızın çoğu, kapalı kapılar ardında kim bilir ne hayat mücadeleleri veriyor ve biz çoğundan haberdar bile değiliz. Ömür boyu birlikte olmayı düşlediği insanı hiç beklemediği bir anda kaybeden yada umutlarla, güzelliklerle başladığı birlikteliğini anlaşamadığı için ayrılarak sonlandıranlar… Sonuçta yalnız ve bir başına kalanlar… Çocukları olsa da yanlarında geceleri buz gibi bir yatakta uykuyu hasretle bekleyenler… Gözyaşlarını yastığa akıtırken, bedenlerinin isteklerini çaresizce susturanlar, unutmaya çalışanlar… Yavaş yavaş tüm kapılar yüzlerine kapandığı için yapayalnız kalmaya mahkûm edilen kadınlar… Kendi ayakları üzerinde tek başına durmak için verdikleri onca çabanın görmezden gelinmesine, toplum tarafından çaresizliğe itilmelerine bir anlam veremeyen yorgun, bitkin, umutsuz kadınlar…
Böyle durumlarda hayata tutunmak zordur. Sığınacak başka bir liman bir daha karşısına çıkmayacakmış gibi gelir insana. Hele hele sevdiği ile beraber geçirilen yıllar uzunsa, kaybediş sonrasında yaşanacak sarsıntı daha büyük olur. Ve çoğu kadın kendisini dış dünyaya kapatır adeta, duygularını baskı altına alır ve kilitler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi; çalıştığı iş yerinde olsun, uzun yıllar yaşadığı eski mahallesinde olsun, farklı bakışlarla, anlamsız imalarla kocaman bir kıskacın içinde yaşamaya mahkûm edilir. Dışarıya çıkmalarına, nefes almalarına izin verilmez. Adeta isyana teşvik edilir, başlarına gelen zorluklar yetmezmiş gibi hayatlarını karartmak için uğraşılır, ellerinden tutup destek olunacak, yardım edilecek yerde o kıskacın içinde bir ömre zorlanır.
Bunca tepki neden? Kendimize ait dar bir pencereden baktığımız için elbette. Anlamaya çalışmayız hayatlarını, yapmak istediklerini görmezden geliriz, hareketlerini dikkatlice izler, sonra da nedensiz yere suçlarız onları. Başlarına gelen her şeyin tek sorumlusu olarak görürüz. Oysaki birde onlardan dinlesek hayat hikâyelerini, yaşadıklarını, çektiklerini daha kolay anlayacağız belki de yaptıklarını ve yapmak istediklerini. Aklımıza bile getirmeyiz nedense. Çünkü suçlamak, bir insanı toplum dışına itmek daha kolayımıza gelir; her zaman yaptığımız gibi çoğunluğun düşüncesine aykırı düşünenleri, kalıplaşmış değer yargılarımıza aykırı hareket edenleri ayıplarız. Farklı görüşlerden nefret ederiz, tartışmayı sevmeyiz ve kendi fikrimizi kabul ettirmek için baskı kurar, bazen şiddete başvururuz.
“Dul kadın” kimliğinde tüm haklarını kaybettiğine inanırız, var olanları da bizler elinden alırız. Ne ailesinin yanında, ne arkadaşlarının, ne de dostlarının. Hiçbir yerde rahat nefes almasına izin vermeyiz. Kaç yaşında olursa olsun bu kimlikle yaşamak gerçekten zordur kadınlar için; evli kadınlar onlardan nefret eder adeta, çünkü eşlerini ellerinden alacaklarını düşünürler; erkekler ise tabirimi maruz görün ama kullanmak, yararlanmak isterler.
Dul kadın her adımında çok temkinli olmak zorundadır. Yaşam şekline, toplum içindeki davranışlarına, çevresindeki kişilerle olan ilişkilerine, bu ilişkilerin mesafesine, arkadaşlıklarına, dostluklarına, hatta giyim tarzına bile… Kolay kadın olarak algılanmamak içindir tüm bu çabalar. “Kolay kadın”… ne kadar yakışıksız, ne kadar rencide edici bir tanımlama öyle değil mi? Aslında bu ve benzeri yakıştırmalar ne yazık ki toplumun oluşturduğu yazılı olmadığı, konuşulmadığı halde yıllar içinde uyulması gereken kurallar halinde önümüze sürülmüş değer yargılarıdır. Toplum bilincine öylesine derinden yer etmiştir ki zaman zaman isyan etsek, karşı çıksak da kolay kolay terk edemeyiz bu düşünceleri. Bizler bu şekilde düşünmeye ve tavır almaya devam ettiğimiz sürece, dul kadın kendisine konulan ismin ağırlığı altında ezilecek, iyice kendi kabuğuna çekilecektir. Hemen toparlanmazsa yaşamı giderek zorlaşacak ve kısa süre sonra karmaşık düşünceler içinde her şeye boş verip, kendini bile önemsememeye başlayacaktır. Günler geçip gittiği halde onun içinden bir şey yapmak gelemeyecektir, çünkü çaresiz ve yapayalnız kalmasının isyanı tüm bedenini kaplayacaktır. Eskiden ailece görüştüğü ve çok iyi anlaştığı arkadaşları artık onunla yollarını ayırmıştır. Üstelik potansiyel bir tehlike olarak görülmektedir. Oysaki şimdi aradığı kederini, acısını, gözyaşlarını paylaşacağı dostlarıdır. Ama kabahati her ne ise onu soyutlamışlardır kendi yaşantılarından. Kendisini, duygularını, içinde bulunduğu zor şartları anlamamış ve ellerinin tersi ile itmişlerdir karanlığa doğru. Zor bir yaşam, karanlık bir tünel onu beklemektedir artık. O tünelin ucunda belli belirsiz duran ışığı yakalayıp, yeni hayatında mutlu olabilmesi tamamen kendisine bağlıdır.
Bizler sadece vereceğimiz umut ve cesaretle bu ışığın kuvvetlenmesine yardımcı olabiliriz. Zor olsa da o ışığı yakalamayı denemeli, umutla yılmadan hayatına devam etmeli ve eski kimliğini geri kazanmalıdır bir şekilde. Yok yok içiniz kararmasın hemen çünkü tüm örnekler böylesi karanlık değil elbette, ayrıca olmamalı da. Arkadaşlarının, yakın çevresinin sıcaklığını fazlası ile gören, dışlanmayan, aksine desteklenen dul kadınlar da var aramızda. Ben onların diğerlerine göre daha şanslı olduklarına inanıyorum. Biraz kendi çabaları, biraz çevrelerinin pozitif etkisi ile yaşadıkları sıkıntıyı kolayca atlattıkları için; eski kimliklerini yeniden sahiplenip ayaklarının üzerinde durmayı başardıkları için. Onlar kadar şanslı olamayanlar içinse toplum olarak yapacağımız şeyler var mutlaka. Öncelikle bakış açımızı değiştirmekle başlayabiliriz, ne dersiniz? Çünkü tüm alışkanlıklara karşı yine de önce insan olmayı becerebilmek lazım diye düşünüyorum ben. Elbette onlara daha yaşanabilir bir zemin sunabilmek adına. Bunun içinde her ne olursa olsun, insanın önce kendisi yaşamına saygı göstermesi ve yaşamını devam ettirmek zorunda olduğunu anlaması gerekiyor. Aslında şu ya da bu şekilde hiç birimizin yaşama küsme gibi bir lüksü yok, öyle değil mi?
Bütün gerçekleri benimseyen, her şeye rağmen gülümseyen ve gülümsemek isteyen tüm kadınlar için, yalnız olmadıklarını hissettirmek adına yazmak istedim bende. Sevgiyle kalın.
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
7 Yorum
Yazan:Sevgili Özbek Tarih: Haz 29, 2008 | Reply
Yalnızlık sadece kadınlara özgü değildir. Yalnızlık varoluştan ölüme kadar vardır.
Kadın neden kendi ayakları üzerinde duramıyor ? Kadın neden başarılı olamıyor ? Kadın neden tek başına çıkıp bir yerlere seyahat edemiyor ? Kadın kadın ve kadın. Her cefayı çeken kadın. Kadın olmaktan kaynaklanan sorunlardan öte, fiziksel yapısıylada ezilen ve sömürülen kadın.
Şimdi tarihte kadınların durumlarına bakıldığında, bilgili kadınlar cadı diye yakılmış, şeytan diye zindanlara atılmıştır. Bilgili kadınların ismi erkek filizoflar tarafından paspas altında saklanmıştır. Tabii bu duruma kadınlar ses çıkarmadıkları için günümüze kadar kadın ezilen insan oalrak gelmiştir. Dünyanın her yerinde kadın kadın olmaktan dolayı hep ezilir. Fransa’da bile bir kadın gece yarısı çıkıp tek başına dolaşamaz, dolaşsada mutlaka rahatsız edilir. Buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz ama ben Türkiye’de kadın olmak nedir ona kısaca söyle demek istiyorum.
Türkiye’de kadının yeri doğumla birlikte başlar. Anne hamile kaldığı zaman hep erkek bebek beklenir. Hayeller hep erkek olsun diye kurulur, dualarda buna eşlik eder. Ve kız çocuğu erkek çocuklara nazaran farklı büyütülür. Oyuncak seçimiyle başlar mesela. Kızlara genelde bebek alınır, yemek pişirmek, el işleri veya ev işleri öğretilir. Böylece iyi bir anne adayı olması için yetiştirilir. Ağır başlı, hizmet etmesini bilen, itaatli, erkeklerini dinleyen vs. Gençlik çağlarında, yasaklar ve bastırılmış duygularla devam eder. Şu ne deyecek, bu ne diyecek vs. Çoğu zaman kendisinin vermesi gereken kararlarada anne babalar yerine karar verirken , yönlendirilmeye çalışılır. Evlenme çağlarında fikirleri sorulmaz. Kişiliğini bulamayan bir yaşta evlendirilir veya, evlenme olmasada, bir çok yasaklarla yaşamına iş hayatındada devam eder. İş yerinde ise yine kadın olmanın yarattığı sorunlarla binbir güçlük ve zorluklarda devam eder. Namus kavramından sorumludurlar. Böylesi şartlar altında yetişen kadınlarımız elbette ki kendi ayakalrının üzerinde durmayı genelde beceremez.
Fakat günümüzde her şey o kadar değişti ki artık bu demode olmuş fikirlerden pekâla uzaklaşabilir kadınlarımız. Ama maalasef teknolojinin gelişmesi, televizyonlarda bu konulara değinılmesi bile kadınlarımızı geliştirmiyor. Konuyu uzunca yazsam okunmayacak. Kısaca şu çok önemlidir. Biz kadınlar kendimizi geliştirmek zorundayız, kitap okumalı ve değerlendirmeliyiz. Kendi yaşamımızdan, çocukluğumuzdan günümüze kadar yaşamımızdan bir çok yanlışı bulacağımız gibi, bir çok gücüde kendimizde keşfedeceğiz. Asıl okulun hayat olduğuna inananlardanım. Ve hiç bir zaman bir başakası için yaşamamalı, kendimiz olmalıyız. Yapacağımız herşeyi kendi mantığımızla doğru buluyorsak, insanların bakış açısı ve fikri bizleri etkilememeli. Topluma ve insanlığa zara verilmedikçe yapılan her türlü eylem ve işin doğru olduğuna inaniyorum.
Evet, insanoğlu yalnızdır, kadında ve ilk etapta yalnız başarmalıdır her şeyi. Yani ilk başarı insanın kendi beyninde, ondan sonra toplumsal olmalıdır.
Güzel yazınızı kutlarım. Başarılar
Yazan:Seda Tarih: Tem 8, 2008 | Reply
Yazınızı satır satır okudum. Biz kadınların gerçek durumlarını bu derece doğru yazdığınız için size teşekkürlerimi sunuyorum. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Bizler yalnız değiliz sizler sayenizde. Sayın Günay bu konuda sizlerle hem fikirdeyiz ve ayrıca sizi destekliyoruz.
Başarılar
Yazan:Büyükcan Tarih: Tem 8, 2008 | Reply
Sanırım bir kadın ,eşinden boşanınca itaati ciddi manada sorgulanıyor.Daha sonra ailesi,itaat etmeye alıştırmamış,düzgün bir evlat yetiştirememiş diye suçlanıyor.Aldatma durumunda dahi 50 yaşındaki kızına ‘ses çıkarma’ talimatını veren anneler var…
Biri çekip gidiyorsa,evliliğini bitiriyorsa çokta sorgulamamak lazım.Zaten kimse eğlence olsun diye bu işi yapmıyor.İllaki kendine göre bir geçerli sebebi var.Bir noktadan sonra,susmasını bilmek lazım…
Yazan:Burcu Tarih: Tem 30, 2008 | Reply
Öncelikle yazı okudukça kendi yaşadıklarım gözümün önünden bir bir geçti film kareleri gibi. Paylaşmak istedim sizlerle, bende yıllar evvel eşimden ayrıldım. İlk önceleri evimize gelen insanlar, bizsiz hiçbir şey yapmayan insanlar, yavaş yavaş benden uzaklaşmaya başladılar. İlk önceleri boşandıktan sonra telefonlarım susmaz destek telefonları alırdım arkadaşlarımdan. Fakat sonraları o telefonlar birbiri ardına kesilmeye başladı. Depresyona girdğim dönemler oldu. Ailemden başka kimseden destek göremedim. Bazı geceler çok ağladığımı bilirim. Arkadaş bildiklerim eşlerinden kıskandılar beni. Cahide hanımın yazısındaki gibi gerçekten bende dışlandım, kendimi bir boşlukta hissettim. Yalnız ve çaresiz. Sonra bende kimseyi tanımaz oldum. İşe girdim. Çalışmaya başladım. Bir kızım var, kızımın karşısında güçlü durmalıydım. Annesinin ağladığını görmemeliydi. Ve şimdi hala yaşıyorum daha mutlu ve daha güçlü.
Sayın Cahide Günay bizlerin durumlarını o kadar güzel vurgulamışsınız ki inanın okuyunca gözyaşlarımı tutamadım. Artık güçlüyüm Cahide Hanım umarım bir çok kadında benim gibi üstesinden gelir. Güzel yazılarınızı okumaya devam edicem. Bizlere desteğinizi esirgemediğiniz için teşekküre derim sizlere ve sitenize. Siteniz çok güzel beğenerek okuyorum bütün yazıları. Başarılarınız devamını dilerim sizin ve tüm ekip arkadaşlarınızın.
Burcu
Yazan:Nehir Tarih: Eyl 5, 2008 | Reply
KADINLAR KADINLAR KADINLAR…
EVET SAYIN CAHİDE GÜNAY BİZ KADINLARIN ÇİLESİ ASLINDA BELKİDE DOĞUŞTAN BAŞLIYOR. BU YAZDIKLARINIZIN HEPSİNE KATILIYORUM DOĞRUSU. KAÇ KEZ OKUDUM YAZINIZI. YORUMLARI DA NE YAZACAĞIMI BİLEMEDEN BİR ŞEYLER YAZMAYA BENDE HİSLERİMİ YAZMAYA ÇALIŞICAM.
BİR KERE BİZLER SANKİ BİR FAZLALIKMIŞIZ GİBİ. NEDEN HERYERDE SIKINTIYI ÇEKEN BİZLER. EVLİLİK HAYATINDA, İŞ HAYATINDA HERYERDE SIKINTILARI BİZLER YAŞIYORUZ. SOSYAL OLANAKLARIMIZ KISITLI. KADIN BOŞANINCA DUL KADIN İMAJINI ALIYOR. ERKEK BOŞANINCA BEKAR. BU KİTABINIZI OKUDUM ÇOK BEĞENEREK OKUDUM ÜSTELİK. CESURLUĞUNUZA HAYRAN KALDIM. KALEMİNİZE HAYRAN KALDIM. BİR KADIN OLARAK DA SİZE DESTEK AMAÇLI YORUMLARIMI YAZMAK İSTEDİM. İNTERNETTE İSMİNİZLE GEZERKEN BURAYI GÖRDÜM. BU YAZINIZI OKUDUM. DÜŞÜNCELERİNİZE YÜZDE YÜZ KATILMAMAK MÜMKÜN DEĞİL. NE OLUR YAZILARINIZIN DEVAMINI GETİRİN. SİZ BUNDAN FAZLASINI DA HAKEDİYORSUNUZ ASLINDA FAKAT BİZ OKUYUCULARINIZ ANCAK BU KADARINI YAPABİLİYORUZ. DÜŞÜNCELERİNİZİN YANINIZDA OLDUĞUMUZU BU ŞEKİLDE İFADE ETMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY YAPAMIYORUZ.
ÖMRÜNÜZE ÖMÜR KATILSIN. KALEMİNİZİN MÜREKKEBİ HİÇ TÜKENMESİN. BAŞARILAR DİLİYORUM
DERİN DÜŞÜNCE SİTESİNE DE BAŞARILAR DİLİYORUM.
KADINLARA YÖNELİK BİR SİTEMİZ OLDUĞU İÇİNDE MUTLUYUM.
Yazan:Altan Tarih: Eyl 16, 2008 | Reply
Ya bu ülkede bir kadın başarıdan başarıya koşuyor, merak konusu oluyor. Sevgili Cahide Günayın büyük hayranlarından biriyim diyebilrim. Bir erkek olarak bu değerli yazar hanımefendinin yaptığı herşeye gıpta ederek baktım zaman zaman kıskandım bile ya. Kıskanmama rağmen başarısının önünde saygıyla eğiliyorum. Fakat ne yazık ki bazı çevreler meyve veren ağacı taşlamak istiyor gibime geliyor. Ya bir çok site onun ismi sayesinde reklamını yapıyor onun adıyla üstelik. Cahide günay yazdığınız zaman bir çok site ön plana çıkıyor. Kendisini tv de izledim anlattıkları karşısında inanın bir kez daha şok oldum diyebilirim. Bu kadar genç yaşta bir başarı üstelik bir anne üstelik bir evladını vatana bekçi olsun diye göndermiş bir anne. “O bir Asker annesi”. Yazarımız kitaplarında hayatına yer vermiş toplumun kanayan yaralarına değinmiş. Belki de çok acılar çekmiş. Ona rağmen dimdik ayakta durabilmiş, bu kadar güzel konuşan bir insanın bu kadar güzel şeyler yazması da hiç kuşku duyulmayacak bir şey bence. Hayata erken atılması, hayatının gerçekleriyle yüzleşmesi onun suçu değil. Bir Duygu Asenayı bu zihniyetler yüzünden kaybettik. Sayın Cahide Günayıda sanırım yıpratmak istiyorlar. Erkek düşmanı olarak da görmüyorum ben. Onun önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey yapamayız bence. Yazılarını sıklıkla takip ediyorum. Sitenizdeki yazı ya da beğenerek okudum. İnanın bana bu duygularımı yazacak bir yer arıyordum. Buna vesile olduğunuz içinde teşekkür ederim sizlere. Siz derin düşünceye sonsuz teşekkürler. Bazı değerlerin kıymetini bilelim, böyle yazarlarımıza taşlamaktansa destek olallım en azından bir kaç satır yazıyla.
Altan
Yazan:Gazeteci - Yazar Doğan Katırcıoğlu Tarih: May 6, 2009 | Reply
Cağaloğlu’nun “İncisi, bir inci kadar asil Cahide Günay hanıma” başarılarından dolayı tebrik eder sizin vesilenizle kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum.