Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
By Suzan Nur Basarslan on Haz 30, 2008 in feminizm, Kadın, Özgürlükler
Kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği ve erkeğin bu sözün ne kadarının söylenmesine dair sınırları belirlediği günümüzde aydınlarımızın kadına bakışı nasıldır? 19.yy.da Türk intelijansiyasının kadına bakış açısı, -Mehmed Salâhi, Mehmed Celâl, Ahmed Mithat, Tevfik Fikret, Mehmed Sıdkı,… kadını “…tabiatı gereği kolay müteessir olan”, “alacağı lezâizi zevcinin nâsıyesinde, çocuklarının mâsumâne tebessümünde aramak” zorunda bırakılan, çabuk etkilenen, küçük dünyasından büyük dünyaları, ihtirasları okuyarak gerçekle-hayâlî ayırt edemeyen olarak kabul etmekte ve bu düşünceyi ahlâki temeller ve gelenek-modern çatışması bağlamında geleneği savunan bir düşünce sistemi üzerine inşa ederek yapmaktadır.
Günümüzde ise artık bireyselleştiği ve sosyalleştiği varsayılan(!) kadın; hâlâ belirli gelenekler / dogmalar / inanışlar / fikirler üzerinden, hak ve özgürlükleri erkekler tarafından ellerine sunulan, hangi hakkı, nerede, hangi zaman çizelgesi içinde kullanması gerektiği belirlenen bir özgürlükler(!) silsilesi içinde hayatına devam etmek zorundadır. İlginç olan şu ki kadınlar, nasıl 19.yy.da aydınlar tarafından belirli sınırlar içine hapsedilmeye çalışıldıysa 21.yy.da da yine aydınlar tarafından değişen şartlar altında aynı dayatmacılığa maruz bırakılmaktadır.
Özgürlük alanının içini dolduran aydınlarımız kadını dün sokağa çıkmaması gereken ve evinden uzaklaşmaması gereken varlıklar olarak addederken bugün de sokağa nasıl çıkması ve sokağın kamu adı verilen bölümlerinde hangi kıyafetlerle arz-ı endam edeceğini belirlemeye çalışmakta ve bunu bir yığın argümanın ardına gizleyerek, Virginia Woolf‘un da belirttiği gibi, başkasının güçsüzlüğü üzerinden kendi gücünü ispat etmeye çalışmaktadır. Don Kişot’u yadırgayan/yargılayan Batı toplumu, onun eskiye bağlılığını, delilik olarak alaya alıp eğlenirken modernizmin eskiye bakışını yansıtmakta; Doğu toplumu ise Batı toplumunun 19.yy.da yaşadığı tepkiyi 21.yy.da vererek, eskiye / moral değerlere / inanca bağlılığı küçük görmekte, intelijansiyası da dahil, buna engel olmaya çalışmakta ve bunu delilik/gereksizlik/sırası gelmemiş fuzuli iş addederken deliliği olaylardan en çok etkilendiğini varsaydığı insanlara yakıştırmakta ve en çok ona engel olmaya çalışmaktadır: kadına. Oysa bilinmesi gereken şu ki eskiye/moral değerlere/inanca bağlılık yeni bir formda, yeni değerlerle sentezlenerek biteviye karşımıza çıkacaktır.
Don Kişot‘un her şeyden vazgeçtiği noktayı yaşamamak için, Don Kişot’un dünyasına saygı duymayı öğrenemeyenlere, devleri daima yel değirmeni kabul edenlere çok şeyler anlatmamız gerekecek. Özellikle de kadınların günümüzün Don Kişotları olduğunu…
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
6 Yorum
Yazan:Yeşim Kuzanlı Tarih: Tem 2, 2008 | Reply
Size katılmıyorum. Türk kadını Don Kişot değildir çünkü o Türk erkeği ile eşit haklara sahip olmak için çalışmamaktadır. Kabaca Türk kadınını üç gruba ayırabiliriz diye düşünüyorum. Birincisi, okuma yazma dahi bilmeyen cahil kesim ki bu kadınlarımız hayatları boyunca erkeklere ırgatlık yapmakta. İkinci grup kadın, birinciye oranla çok daha fazla eğitimli olsa dahi(bu lise veya Üniversite mezunu kadın), zengin bir koca bulup, onun parasını yemek, 4X4 jeeplere binmek ve bilinçsizce ‘mış’ gibi yaşamakta ve ne kadın hakları, ne eşitlik hakkında o güzel kafasını yormamakta. Son olarak da, üçüncü grup kadın ki bunları ‘Duygu Asena gibi’ kadınlar olarak nitelendirebiliriz. Bu kadınlar okumuş, kültürlü, bilinçli, kendi değerinin ve sahip olması gereken hakların bilincinde kadınlar. İşte bunlar, biraz olsun yazıp çiziyorlar, kadınlarımızı uyandırmaya çalışıyorlar ama bu grupdaki kadın o kadar az ki.. Bu nedenle günümüz Türkiyesinde kadının Don Kişot olmadığını, olamadığını üzülerek belirtmek istiyorum..
Saygılarımla,
Yeşim Kuzanlı
02. Temmuz. 2008
Yazan:suzannur Tarih: Tem 2, 2008 | Reply
Don Kişot da sadece Sancha Panza’yla yapmıştı mücadelesini. Nicelikten öte nitelik daha önemli, tabiiki ilk başta.
Herkesten Don Kişot olmasını da bekleyemeyiz zaten, öyle değil mi?
Yazan:Yeşim Kuzanlı Tarih: Tem 19, 2008 | Reply
Suzan hanım kesinlikle çok haklısınız. Herkes zaten Don Kişot olamaz.En başında Don Kişot olmak, olabilmek için gerekli donanıma sahip olmak lazım. Ayrıca bu donanımı akıllı bir şekilde kullanabilme yetisi gerekli diye düşünüyorum. Bu nedenle, Türk kadınının önünde daha en azından 50 yıl var gibi gözüküyor. Bu da tabii ki çok üzücü. Ama en azından, sizin de dediğiniz gibi, başlarda nicelikten öte nitelik çok önemli. Umarım Türk kadını zamanla uyanır ve kendi varlığına ve haklarına sahip çıkar. Ben bir kız çocuğu annesiyim ve aynı zamanda Üniversitede öğretim elemanıyım. Hem kendi kızımı hem de okuldaki kız-erkek öğrencilerimi bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyorum. ‘Umut’ fakirin ekmeği.
Saygılarımla
Yeşim Kuzanlı
Yazan:suzannur Tarih: Tem 19, 2008 | Reply
Yeşim Hanım,
O niteliğe sahip bir Don Kişot olarak tavrınız mükemmel. Sizin bilincinizdeki insanlar olacak ki, niteliği niceliğe çevirebilme şansımız olsun, bu arada o kadar kötümser olmaya da gerek yok, çok farklı bir nesil geliyor alttan ve onlar bizden çok daha şanslılar. Bilgi çağının içinde doğuyorlar, tukaka da olsa Avrupa Birliği gibi bir süreci kah düşerek kah emekleyerek götürmeye çalışıyor bu toplum. Ben 20 yıl veriyorum, sizin kızınız şanslı da bizler ne oluruz bilmiyorum 🙂
Sevgiyle.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 20, 2008 | Reply
Suzan Hanım üzerinde çokça durulmayan konunun asıl canalıcı noktasından yakalamış.Zira kadın sorunsalının temelinde nasıl ki yerleşik düşünce kalıplarının rolü yadsınamayırsa,sorunun aşılmasında da toplumca kabul görmüş bu değerler bütünün yönlendirici ve belirleyici olduğunu söylemek mümkün.Adına ister erkek egemen zihniyet,ister hakim ideoloji,ister kabul görmüş değerler diyelim,nasıl ifade edersek edelim,günümüze kadar gelen kadın mücadelasine hep bu anlayışın izleri vardır.Yani çözümün,sorunu yaratan anlayış tarafından şekillendirildiğine tanık oluyoruz.Eşitlik,özgürlük,adalet ve tüm insani taleplere kendi adına başkaları karar veriyor.Kadınlar üzerinden iktidar devşiriliyor ve kadına bu iktidar kavgasında roller biçilerek araçsallaştırılıyor.
Türban konusu bunun en çarpıcı örneğidir;bir kesim kadının giyim tercihinde özgürleşmesini rejim tehditi olarak algılarken,diğer bir kesim kadına dair bütün hak ve hürriyetleri bu tercihe indirgiyor.Ve işin ilginç yanı bu tartışmalar hararetlenirken kimsenin kadının ne düşündüğünü dikkate almak gibi bir kaygısı olmuyor.Lehte veya alehte öne sürülen gerekçeler yine erkeğin ne düşündüğüyle sınırlı kalıyor.Karşı olanlar niyetokumacılıkla bunun babanın veya kocanın baskısıyla oluştuğunu,kadının başkaları öyle istiyor diye örtündüğünü öne sürerken,diğer kesim de kadının bunun dışında hiçbir talebi yokmuşçasına kadın adına söz sahibi olmayı vazife sayıyor.
Temsiliyet,statü,kadının toplumdaki yeri vb.haklar için de aynı anlayışta ısrar edildiği bir gerçektir.Her ne kadar varolan cinsiyet ayrımcılığına alternatif teşkil ediyor gibi görünse de “kadın kotası”gibi pozitif ayrımcılığın da aynı mantalitenin ürünü olduğunu söylemek mümkün.Zira burda da nicelik hesaplarına kadın yerine başkaları karar vermektedir.Kaçının siyasete veya meclise girebileceğinin hesabını kendileri dışında yapılmaktadır.
Sonuç olarak:Bu ikiyüzlü korumacı anlayış yerine,kadının her türlü karar ve tercihini özgür iradesiyle kendisinin yapabileceği demokratik bir zemine ihtiyaç vardır.Kadının nesnesi değil öznesi olabileceği,her türlü hak ve eşitlik talebinin,kendi olma özgürlüğünün kendisine bırakıldığı bir saygı ve güven ortamı yaratılmadıkça kadın asla eşit ve özgür olamayacaktır.
Yazan:Ahmet Uzun Tarih: Ağu 23, 2008 | Reply
Kadın ve Erkek her zaman oldugu gibi yine eşit değil zira bu defa geçmişin tersine kadınlar erkeklerden daha fazla hak sahibi. Değişen yasalar ve zihniyet artık onların özgürlüğünün sınır tanımaz hale gelmesini sağlamıştır. Malesef kadınlar bu özgürlüklerin verdiği rehavetle varolmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamaktalar…Tabii ki burada sadece kentsel yaşam koşullarını göz önüne almıyoruz ancak biraz eğitilen ve sahip olabileceklerinin farkına varan her insan gibi kadınlarda varoluş sebeplerini ve teorilerini karıştırıyorlar biraz kanımca…