Terörist evlatlarımız ve Anzak leşlerimiz(!)
By Mehmet Yılmaz on Tem 2, 2008 in İnsan, PKK, Terör
30 yaşlarında genç bir kadın olan B birden yanık et kokusuyla irkildi. Hiç bir acı duymadığı halde bacağının feci halde yandığını gördü. (1) Bu bayan B’nin ilk acile gidişi olmayacaktı. Daha önce de bir kaç kez bazı kemikleri kırılmış ama hiç ızdırap duymamıştı. Nadir bir genetik hastalık sebebiyle B hiç bir fiziksel acı duymuyordu.
Bayan B’nin fiziksel acıyla tanışması kelimeler “sayesinde”, bir haberi duymasıyla oldu: “Kardeşiniz bir trafik kazasında öldü.” Korkunç bir başağrısı B’yi sarstı. şaşkına dönmüştü. Hayatında ilk defa fiziksel bir acı hissediyordu. Aslında bu ölüm B için bir kayıp, bir eksiklik sayılamazdı. Zira uzun yıllar önce uzak bir şehire gidip hayatını kurmuş olan kardeşini çok fazla görmüyordu. Söz konusu ızdırap tamamen bir sözle başlatılmıştı.
Bayan B elbette Freud’un 1926’da önerdiği bir fikri (2) ispat ettiğini bilmiyordu: “Kaybolan bir cisim, hayatımızdan eksilen bir şey bedenimizin bir yerindeki bir acıyla (meselâ bir darbe ile) aynı etkiyi yapar.
Elbette kötü haberlerin bizi “yaraladığını” söylemek için bilim adamlarına ihtiyacımız yok. Ancak dikkate değer olan, ölüm haberini algılama ve izleyen süreçte içinde yaşadığımız toplumun bize verdiği veya verMEdiği desteğin “yaralarımız” üzerindeki etkisi.
Yas tutabilme hakkı
Ölen yakınlarımızın bedenleri dünyamızdan çıkıp gitse de izleri, hatıraları hayatımızı doldurmaya devam ediyor. Eğer cenazesi, mezarıyla ölen için son bir şeyler yapabildiysek ayrılıktan kaynaklanan bu boşluğu yavaş yavaş dolduruyoruz çevremizdeki insanlar sayesinde: “Babam görseydi benimle gurur duyardı, rahmetli de bu dolmayı pek severdi”.
Fakat bazı koşullarda bu yas tutma hakkı elimizden alınabiliyor: Evladını kaybeden batı avrupalı çiftlerin %70’inin 18 ay içinde boşanmaları (3) dolayısıyla mevcut ızdıraba yenilerini eklemeleri sebepsiz değil. Anne babalar birbirlerine hayattan zevk almayı yasaklayabiliyorlar: “Evladımız acı içinde ölmüşken nasıl böyle mutlu olabilirsin?”
Polisten kaçarken vurulan, intihar eden veya idam edilen insanların yakınlarına da susmak düşüyor. Suçluluk, aşağılanma ve utanç duyguları içinde boğulmaya terk ediliyor bu aileler.
Yetim gibi
Konuşmak suretiyle acısını paylaşamayan, yasını tutamayan insanlar tıpkı daha konuşmayı ögrenmeden anne ve babasını kaybeden bebeklerin durumuna düşüyorlar. Lisana, kelimelere dayalı bir bağı henüz kuramayan bebeklerin hayat ile en güçlü köprüleri gördükleri, kokusunu aldıkları ve sesini işittikleri anne ve babaları. Onların yokluğunda limbik sistem (ing. fr. alm.) hiç bir uyarım almadığından hızla körelmeye başlıyor. Bu kimsesizlik duygusunun etkisi başa vurulan sert bir cisim ile aynı. Beyinde duyguların oluştuğu ve davranışa aksettiği bölgede “yaralar” açıyor. (4) ikinci Dünya savaşı sırasında bombardımanlar sebebiyle anne ve babasından ayrı kalan bebeklerin açlıktan değil “yanlızlıktan” ölmeleri (5) de bu ilişkiyi ispat eder nitelikte.
Nasıl çalışıyor?
Son yıllarda manyetik rezonans ve hormonal analizlerin sonuçlarını kesiştirmek suretiyle büyük ilerleme kaydetti bilim adamları. Bu bulgular ile konuşması toplum tarafından engellenmiş, üzüntülü bir olayı geçmişte bırakamayan, yas tutamamış insanların beyinlerindeki hasarın ve davranışlarındaki bozuklukların neden-sonuç zinciri daha iyi aydınlanıyor.
Evladını kaybetmiş bir insanın komutanlar ve devlet adamları tarafından ziyaret edilmesi şehit ailesinin bu yası tutmasını bir nebze de olsa kolaylaştırıyor.
Diğer yanda “terörist leşi” muamelesi yapılan insanın yakınları ölülerini gömmekte, mezarları ziyaret etmekte zorlandıkça ölüm haberinin yol açtığı şok sürekli ve güçlü bir üzüntü haline, ardından da depresyon olarak gösteriyor kendini. Bu sürekli stres halindeki insanların vücutları duygusal baskıya cevaben çok fazla kortizol hormonu üretiyor. Kortizole karşı çok hassas olan hippocampus hücre çeperlerinin ödem yapması kaçınılmaz. Daha çok kalsiyumun hücre içine girmesine sebep olan bu durum hücre içindeki iyon dengesinin bozulmasının, hücrelerin şişmesinin ve patlayarak ölmesinin sebebi.(6)
Anzaklar
18 Mart’taki çanakkale muharebeleri’nin yıldönümünde savaşta ölen Anzaklar için siyasetçilerimiz bu yıl da güzel şeyler söylemeyi unutmadılar. Sık sık Atatürk’ün sarfettiği söylenen şu sözler hatırlatıldı:
“Bu yaban ellerde kanını döken kahraman askerler… şimdi siz barışsever bir ülkenin topraklarında yatıyorsunuz. Rahat uyuyunuz. Burada yanyana yatarken Johnnylerin ve Mehmetlerin hiç bir farkı yoktur. Ey çocuklarını uzak diyarlardan buralara gönderen anneler, gözyaşlarınızı silin. Oğullarınız bağrımızda yatıyor ve rahatlar emin olun. Hayatlarını bu ülkede kaybetmiş olmaları nedeniyle onlar en az sizin olduğu kadar bizim de çocuklarımızdır.”
Ölen anzakların gömüldüğü yerlere şehitlik diyoruz ki batı dillerinde de olan bir kelime bu. (ing. martyr fr. martyr). Tıpkı bizdeki gibi “şahitlik/tanıklık eden”, “bildiğini söyleyen”anlamlarına geliyor ve eski yunanca μαρτυς (martus) kelimesinden geliyor.
Yüzbinlerce insanımızı öldüren Avustralyalı ve ingiliz askerlerin cesetleri karşısında büyüklük gösteriyoruz. Yakınlarına ihtiyaç duydukları yas tutma hakkını tanıyoruz. Eğer Türkiye bu anma törenlerine müsade etmeseydi o askerlerin torunlarına ne büyük eziyet etmiş olurdu.
… ve (bizim) teröristler
Ancak aynı büyüklüğü terörle mücadele sırasında öldürülen insanların ailelerine karşı gösteremiyoruz. Devleti kasdetmiyorum, toplumu oluşturan sıradan insanları düşünüyorum bunu söylerken:
Bir komutan Öldürülen PKK militanlarının fotoğrafını toplu halde çekmek isteyen gazete muhabirine hitaben “Analar evlatlarını askere leş toplatmak için göndermedi. Geberdikleri yerde kalırlar, askere leş toplatmam, biz imha eder, geçeriz.” (19 Ağustos 1993, Milliyet)
Halka ve Olaylara Tercüman(!) bir gazete öldürülmüş insan fotoğraflarını iftiharla sergiliyor ilk sayfada.
Aynı gazetenin köşe yazarı Metin Özkan şöyle sesleniyor Kürtlere: “Unutmayın ki sizin atalarınız bu topraklar için bizimle Çanakkale’de omuz omuza çarpışıp şerefli bir şekilde şehit oldular. Terörist leşine ‘Kürdistan şehidi’ diyerek bir avuç kuklanın siyasal uzantısı olan sizler, hıyanet ve delalet içindesiniz.”
Hürriyet Gazetesi’nin bir haberinin altına bırakılan yorumlarda insanlar “daha çok terörist leşi istiyoruz!” diyorlar.
Öldürülen PKK’lıların cenazeleri örgütün sorun çıkarması sebebiyle ailelerine teslim edilemiyor. Terör örgütü her cenazeyi bir boy gösterisi haline getirmek istediği için ölenin yakınları asgarî bir yas tutarak toprağa veremiyorlar çocuklarını.
Sonuç
Evlat acısı standart, herkes için aynı olan bir acı değil. Bize verdiği hasar ölümün geliş şekline, yaşadığımız zamana, kültüre, ailemizin ve toplumun bize destek olup olmamasına göre değişiyor.
Yas tutaMAmanın, ölüyü anaMAmanın yol açtığı psikolojik yırtılmaların ve yıkımların biyolojik yansımaları dahi ölçülebilir hale geldi.
Terörün bizi sürüklediği korku ve nefret atmosferi içinde güvenlik önlemi kavramını aşan, intikama, ölmüş bedenleri aşağılamaya varan bir cinnet havası oluşuyor gitgide. Saklandığı yerlere terörist ini, ölülerine leş diyerek onları insanlığın dışında görmeye, göstermeye çabalıyoruz. Oysa bu türlü organize terör insan toplumlarına özgü bir oluşum. Ve bu terör bizim terörümüz. Çözümü de bizim elimizden olacak tıpkı kaynağı gibi.
PKK’ya alet olmuş gençler bizimle aynı ülkenin nüfus kâğıdını taşıyan insanlar. Onları PKK’ya yaklaştıran süreci, Kürt milliyetçiliğini tahlil etmediğimiz sürece terör belasından kurtulmak zor görünüyor.
Terör, zorunlu göçler ve yakılan köyler sebebiyle büyük şehirlerde yaşamaya mecbur kalan insanların sosyal dokuları yırtıldı. Akrabalar uzaklaştı. Gençler ile yaşlıların arasındaki zihnî mesafe arttı. Kürt olsun olmasın bölge insanının dayanışma ağları artık eskisi gibi işlemiyor.
Yas tutmalarına, cenaze törenlerine mâni olunan, depresyon içinde duyguları körelen bu ailelerin yeni teröristler yetiştireceğini öngörmek için bilim adamı olmaya gerek yok sanırım.
Terörle mücadele konusuna alternatif bakış
- Kürt kimliğinin yok sayılması ve sonuçları : Ax! Welate min – Ah! vatanım
- Asimetrik savaşta hatalarımız : PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?
- İslâm dini açısından « düşmanı » affetmek : PKK’lıları affetmek
- Newroz kutlamaları ve hatada ısrar : Bu PKK’ya adam yazmaktır
- PKK’nın ideolojisindeki tuhaf rastlantılar( !) Kemalist bir PKK
KAYNAKÇA
(1) N. Danzigera, b, c, , and J.-C. Willera, Tension-type headache as the unique pain experience of a patient with congenital insensitivity to pain, Département de Neurophysiologie Clinique, Centre Hospitalo-Universitaire, Pitié-Salpêtrière, Paris, France.
(2) Sigmund Freud, ingilizce Inhibitions, Symptoms and Anxiety veya Fransızca Inhibition, symptôme et angoisse.
(3) Michel Hanus, Les deuils dans la vie : Deuils et séparations chez l’adulte et chez l’enfant. (Yas, yetişkinlerde ve çocuklarda yaslar ve ayrılıklar)
(4) Les deuils dans l’enfance (çocuklukta yas) Abstracts Neuro et Psy, Eylül 1997 sayısı.
(5) Spitz R., “Anaclitic depression” Psychoanalytic Study of the Child, New York International University Press, 1946
(6) Zetzche, Hippocampal and amygdalo changes in patients with major depressive disorder, Jurnal of Clinical Psychiatry, 2004, no 64.
.
… E-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
10 Yorum
Yazan:Büyükcan Tarih: Tem 2, 2008 | Reply
Aslında ne kadar ilginçtir…Bakın size ben birşey yazacağım ama iyi niyetimden yazıyorum. Kimse bana kızmasın,küfür samimi değil falan demesin…
Benim çalıştığım köy,90’lı yıllarda pkk’nın lojistik üstüymüş…Hatta bazıları derki,hala şu şu şahıslarda o dönemden kalma kaleşnikoflar falan var,o kadar yani…Hatta yine derlerki,şunu çoban yapalım…Onun elinde keleş, mühimmat falan var…O kadar yani!Gerçi benimkiler sadece bir duyum(Birinin evini Mayıs’ta jandarma aradı,birşey bulamadı…) Gözümle görmediğim içinde birşey diyemem…
Önceden,dağdan inerlermiş,köylüyle yemek yerlermiş,öğretmen olduk bizde oradayız…Ev ziyaretine gitmiştik,bir ölü vardı,Allah rahmet eylesin, eceliyle ölmüş bir yaşlı teyze… Bize çocuklarım falan derdi… Ölünün üstünden bir 40 gün geçince orada yemek verilir,bizde sofraya oturduk ve dediler ki,bir ara burada pkk’lı militanlar otururdu,şimdi siz oturuyorsunuz!
Herbiri hatta o dönemde 3 -5 hayvan parası vermiş PKK’ya…Zamanında Jandarma köyü kuşatmış,tek tek ev ev pkk’lı aramış…
İşte bu köydekiler şimdi diyorlar ki,benim bu soğukta karda kışta dağda ne işim var?Benim canimi mi cikardilar ki dağa çıkacağım?
Hatta merak edene söyleyeyim…pkk’ya bu köyden katılan iki kişi varmış.Şimdi buradakiler dağda geberttiler onları diyorlar…
Bütün bunlar birşeylerin bitmekte olduğunu gösteriyor.Zaten köyün neredeyse 4’te 1’i şimdi AKP’ye oy veriyor…
Ha buraya bu yazıyı niyemi ekledim?En alttan yukarıya doğru sayın.3. paragrafı okuyun…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 3, 2008 | Reply
@Büyükcan,
Keşke herkesin sizin gibi gerçekleri öğrenebilme şansı olsa.Fakat maalesef ülkemizdeki bilgi alma ve iletişim biçimi buna pek izin vemiyor.Pekçoğumuzun Güneydoğu bölgesindeki insanımızla ilgili yargıları televizyon ve gazetelerle sınırlı.Duygularımıza onlar yön veriyor çünkü.
Oysa bütün insanların yaşama dair beklentileri aslında birbirinden o kadar da farklı değil.İster karadenizde yaşayalım ister Marmarada;alevi ya da sünni,kürt,türk ya da ermeni olalım,acaba hangi birimiz şu kısacık ömrümüzde barış ve huzur yerine korkuyla,kaosla,bitmek bilmeyen bir düşmanlıkla,güvensizlikle yaşamayı ister?Ben hiçbir insanın bunu arzulayabileceğine ve hayatını buna adayabileceğine ihtimal vermiyorum.
Ne var ki bugün geldiğimiz noktada kardeşin kardeşe güvenmediği,kin ve öfkenin bizi tutsak aldığı talihsiz bir süreci yaşıyoruz.Sevmeyi,hoşgörüyü neredeyse unuttuk.
Çünkü habire üzerimize kin ve nefret zehiri boca ediliyor.Savrulduğumuz pencerelerden bakıyoruz dünyaya.Kendimize gelip bir an olsun kendimiz için birer düşmana dönüştürdüğümüz insanların da bizim gibi nefes alıp verdiğini,bizim gibi birer varlık olduklarını,kendimizinkine benzer birer hikayeleri olduğunu maalesf hatırlayamıyoruz.
Bu kadar mı zor?İzmirin bir meydanında piyango bileti satan 70 lik dedeyle Diyarbakır sokaklarında simit satan çocuğun aynı dünyalara sahip olabileceğini anlamak,hissetmek imkansız mı ki? Düşlerimizi,sevinç ve kederlerimizi,umut ve sevdalarımızı,boşa çıkmış hayallerimizi,yenilgilerimizi bunca yüksek duvarlarla bölen ne olabilir?
İşte böyle Büyükcan kardeşim.Kendi egolarımızı tatmin etmek uğruna ötekiyle aramıza yüksek surlar inşa ettik.Artık birbirimizi duyamaz göremez olduk.Vicdanlarımız nasır tuttu.Beyinlerimiz köreldi.Ve ruhumuzun karanlık kuytularında kaybolmuş gidiyoruz.
Bir ışığa ihtiyacımız var.Hepimizin.Artık içinde kayboduğumuz karanlık tünelin sonunda küçücük bir parıltıya hasretiz.Bunu istiyoruz.Belki de sandığımız kadar umutsuz değil,belki de aradığımız o bir tutam ışık o kadar da uzakta değil.Evet evet belki de çok yakınımızda,yani içimizde,yani yüreğimizin bir köşesinde…Yeter ki keşfedelim,yeterki dokunup almaya uzanalım.
Ve eminim hayat denen bu serüvene sevgimizi de sırtlayarak adım attığımızda o mucizevi ışığı yaklamamız hiç de zor olmayacak.
Mehmet beyi bu hümanist yaklaşımından dolayı kutluyor ve bana insanlığımı hatırlattığı için teşekkür ediyorum.
Sevgi,barış ve kardeşlik dolu güzel günler dileğiyle…
Yazan:ozan Tarih: Tem 10, 2008 | Reply
BİR FİKİR PLATFORMUNDAYIZ MEHMET BEY ONUN İÇİN ÇEKİNMEDEN SİZE BİR KAÇ SORU YÖNELTMEK İSTİYORUM BU SORULARI LÜTFEN CEVAPLABİLİRMİSİNİZ?
1-ETNİK YAPI OLARAK KÜRT MÜSÜNÜZ?
2-AİLENİZDEN VE ÇEVRENİZDEN PKK İLE MÜCADELE DE HİÇ ŞEHİD VERİLDİ Mİ?
3-HİÇ ŞEHİD CENAZESİNE KATILDINIZ MI?
ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM VE ÇALIŞMALARINIZDA BAŞARILAR DİLERİM…
Yazan:MY Tarih: Tem 10, 2008 | Reply
@Ozan Bey,
rica etsem küçük harfle yazar misiniz? böyle bagiriyor mussunuz gibi geliyor. Büyük harfle yazilan yorumlari pek okumuyorum. Vurgu yapmak istediginiz kelimeleri BÜYÜK veya koyu yazin isterseniz.
… Gelelim sorulariniza
1-ETNİK YAPI OLARAK KÜRT MÜSÜNÜZ?
Hayir. Baba tarafim çerkes ve balkan. Anne tarafim tatar ve balkan.
2-AİLENİZDEN VE ÇEVRENİZDEN PKK İLE MÜCADELE DE HİÇ ŞEHİD VERİLDİ Mİ?
Balikesire kayitli oldugumuz için bütün kuzenlerim askerliklerini doguda yapti. ölen odugu gibi deliren de oldu. Kolunu bacagini kaybedip issiz kalanlar da var.
3-HİÇ ŞEHİD CENAZESİNE KATILDINIZ MI?
Evet, katildim. Ama “sehitler ölmez” diye bagirmadim çünkü camide ve mezarlikta bagirilmaz, zaten sehit olmak için ölmüs olmak gerekir.
Elimi köpek sekline sokup havada sallama geregi de görmedim. Türk bayragi da sallamadim. Sessiz bir biçimde camide yapilmasi gerekenleri yaptim.
Simdi ben size bir UYARI yapayim, “FİKİR PLATFORMUNDAYIZ” diyorsunuz yani amacimizin fikir alis verisi oldugunun farkindasiniz. Yine de kisisel hatta irk özelliklerime dair sorular soruyorsunuz. Sonra “alenizden sehit verildi mi?” gibi manasiz sorularla bu hatali yönde devam ediyorsunuz.
Kadin haklarina saygi duymak için kadin olmak gerekmedigi gibi kürtlerin haklarini savunmak için de kürt olmak gerekmez.
PKK kürtlerin veya ABD’nin baslattigi bir mesele degil. Hukuksuzlugun yol açtigi bir sorun. PKK… Yanlis Giden Nedir? adli yaziyi okursaniz ne demek istedigimi daha iyi görebilirsiniz.
insanlarin ne olduklariyla degil ne düsündükleri ve ne yaptiklari ile ugrasirsaniz sitemize katkilariniz daha yapici bir hal alir. Burasi kavga yeri degil. “Sen kimsin? Ne anlarsin?” tipi çikismalarla Türkiye’ye hizmet edilmedigini bilmeniz gerekir.
Yazan:ozan Tarih: Tem 10, 2008 | Reply
cancağazım uyarıların için çok teşekkür ederim bu bir,kavga etmek gibi bir niyetim olsa buna açıkça söylerim bu iki,sorularımı sormamda ki tek amaç yazınızda ki ince yaklaşımın etnik kimliğiniz-siyasi görüşülerinizden mi yoksa tamamen humanist fıtratınızdan mı kaynaklandıını görmekdi,onu gördüm söyledikleriniz doğru ise gerçekten derin bir humanizme sahipsizniz…
birde ŞUNU GÖRDÜM Kİ DERİN BİR DÜŞÜNCEYE ASLA SAHİP DEĞİLSİNİZ!
TERÖRİST diye tanımlanan -kaldi ki öyle-insanlara hoşgörü davetiyesi çıkarıyorsunuz ama TÜRK olan insanların miliyetçi kesiminin kullandığı bir sembolü KÖPEK diye küçümsüyorsunuz.Acaba birde şunu sorayım size KÜRTLERİN FAŞİSTLERİNE BU KADAR HUMANİST OLABİLİYORSUNUZDA TÜRKLERİN FAŞİSTLERİNE NİYE BU KADAR SALDIRGAN OLUYORSUNUZ?HAIRDIR BİR YARANIZ MI VAR KUZUM?
Yazan:fizikci Tarih: Tem 22, 2008 | Reply
Ozan Bey,
Kürtlerin faşistleriyle, Türklerin faşistleri arasında çok önemli bir fark var.
Kürtlerin faşistleri karşımızda silahla mücadele ediyorlar. Karşılık verebiliyoruz. Derin devlet bağlantıları olmasa şimdiye çoktan topunu temizlemiştik ama “birilerinin” oradaki savaştan çıkarı var. Ne öldürüyorlar ne güldürüyorlar. Sürünüp duruyoruz. Şimdi bu derin bağlantıyı yok edersek PKK meselesi kolayca hallolur. Belki de tek kurşun atmadan.
Türklerin faşistleri ise karşımızda değil içimizde. Mücadele etmek çok zor. Salgın bir hastalık gibi beyinsizlik yayıyorlar. Gencecik çocuklarımızı Ermeni, misyoner katili yapıyorlar. Ergenekon gibi çetelerin propogandalarıyla kolayca gaza gelip insan hakları ve demokrasi mücadelemize zarar veriyorlar.
Mehmet Bey’e “DERİN BİR DÜŞÜNCEYE ASLA SAHİP DEĞİLSİNİZ!” diye bağırmışsınız. Bence sadece yazısının başlığı bile ne kadar derin düşünebildiğini gösteriyor. Sizce derin düşünce nedir? Hasbelkader mensubu olduğunuz ırkın size yücelik kazandırdığı gibi bir şey mi? Eğer oysa kalsın ben almayayım.
Yazan:ozan Tarih: Tem 23, 2008 | Reply
ben sayın Mehmet Bey’e bağırmadım beyefendi o sorularımı sormamın sebebini açıklamıştım ama yine açıklayayım beyefendi,Mehmet Bey’in bu şekilde düşünmesinin asıl sebebinin hümanizden mi yoksa kürt millliyetçiliğinden mi kaynaklandığını merak ettim açıkladığım halde Mehmet Bey bunu anlamadığı için derin bir düşünceye sahip değilsiniz dedim…Yoksa kesinlikle Mehmet Bey’in yazdıklarının okunmaya değer olmadığı veya hafif olduğunu KESİNLİKLE kastetmek istemedim eğer bu anlaşıldı ise asıl şimdi bağırıyorum;ÖZÜR DİLERİM,ÖZÜR DİLERİM,ZÖÜR DİLERİM…
Sayın Fizikçi Bey;Mehmet Bey açık konuşayım ülkücülerin kullandığı ve elin kurt şeklinde yapılarak oluşturulan sembolü hafife alarak ”köpek”şekli demiş,madem gönüllü avukatlık yapıyorsunuz bana hiç kıvırmadan şunun cevabını verin bakalım;anzaklara gösterdiğimiz inceliği terörist yakınlarını göstermiyoruz diye hümanist bir çıkış yapacaksınız sonra da konu Türk milliyetçilerine veya sizin söyleminize göre Türk Faşistlerine gelince yaptıklarının ”camilerin önünden höykürmekten ve ellerini köpek şekline sokarak bağırmaktan başka bir şey olmadığını söyleyeceksiniz”
bu çelişkinin ve her iki tarafa da ortak mesafe de duramamanın sebebi nedir?Onu sordum ve eleştirdim…Nalıncı keseri gibi hep bana veya sevdiğim sempati duyduğum tarafa olmaz ki ama değil mi?Benim eleştirdiğim bana tutarsız gibi gelen düşüncelerdi… yoksa ülkücülerin hepsinin çift kanatlı melekler olduğunu falanda iddia etmedim…
Yazan:fizikci Tarih: Tem 23, 2008 | Reply
Ozan Bey, ben de ona cevap verdim ya zaten. Neden Türklerin faşistleri, Kürtlerin faşistlerinden daha tehlikelidir onu anlatmıştım bir üstteki yorumda.
Yazan:Cybermuslim Tarih: Mar 11, 2009 | Reply
Kimseyi masum gösteremezsiniz.
“PKK, kürtlerin veya ABD’nin baslattigi bir mesele degil.”
PKK, bu ülkeye 1850’li yıllardan beri oynanan oyunların sonucudur. Osmanlıyı böl-parçala ve yerine, İsrail devletine hizmet edecek bir devlet kur. Yetmediği yerde bir de kürt devleti kur’un sonucudur. Bugün köşe başlarına çökmüş bürokrasideki sabetayların asıl hedefi budur. Senaryo halen devam ediyor. Birinci dünya savaşı ve kurturuluş savaşında verdiğimiz kayıplar yetmedi(biz bu savaşlara niye girdik sorusu), Cumhuriyetin ilanıyla devam etti (şapka kurbanları vb.). 1980 ihtilali yine bunların oyunuydu, ama bazı şeyleri hesap edemedikleri için o günün maocuları, lenincileri, atesitleri dağa çıktı, PKK terör örgütü oldu.
İşte tam bu noktada kandırılan, eziyet edilen kürt vatandaşlar da “Hukuksuzlugun yol açtigi bir sorun.” dan dolayı bir kısmı PKK’ya katıldı. Devlet olmayı gerektiren şartları kaldırdığınız zaman (.. dan biri din birliği) artık herkes ayrı telden çalmaya başlar. Bunun en iyi örneğini de dersim olayıyla bu ülke de yaşamıştık. Doğuda sulandırılamayan İslam inancını yok etme senaryosu olan dersim olayı.
Birileri bu senaryoları yazmaya devam ediyor, arkasında kim var’ı sorgulamadan bizde sanırım gölge oyunu izler gibi izliyoruz. En son örneği Ankara-Sincanda tankların yürümesi. (gerekçe neydi, İsrail finolarının sen bu ülkede Kudüs gecesi yapamazsın.)
Selam ve dua..
Yazan:Süleyman Nas Tarih: Tem 28, 2011 | Reply
Benim icin anzaklarda leşdir kürtler de farkı yokdur ingilizden cinliden rusundan hepsi Türk’ün kanını dökmüş katlimlar yapmişlardir.Onları affetmek ölmüş atalarımıza ihanettir ve Türk’ün onurunu yere sermekdir.