RSS Feed for This Post

Nabi Yağcı: “Türkiye kriz değil devrim yaşıyor”

20080705_nese_duzel.jpgNeşe Düzel röportajı:

Nabi Yağcı: “Türkiye kriz değil devrim yaşıyor”  “Türkiye bugün gecikmiş Rönesans’ını yaşıyor. Bu devrim travma yaratıyor. Şeriat mı gelecek deniyor. Bu muazzam değişim 20 yıl önce olsaydı o zaman da komüizm mi gelecek derlerdi.”

“Sol, devletin tarafında olmaz. Eee, ilerleyemezseniz gerilersiniz ve bildik sopalara sarılırsınız tabii. Bildik sopalar da işçi sınıfıyla devrim, içi milliyetçilikle doldurulmuş anti emperyalizm ve devletçiliktir işte.”

“Sol düzeni değiştirme kavgasının dışında duruyor. Bu kavgayı, beğenelim beğenmeyelim AKP yapıyor. Zaten devlet de AKP’nin üstüne gidiyor, solun değil. Çünkü sol devlet için artık tehdit olmaktan çıktı.”

NEDEN? NABİ YAĞCI

Türkiye açıkça bir darbe sürecinden geçiyor. Toplumda darbeye karşı güçlü bir direniş olmasına rağmen, darbe yanlısı gruplar da var. Bu karışık ortamda, CHP gibi solla ilgisi olmayan siyasi partiler, gruplar ve bazı kesimler ‘sol’ adına konuşurlarken, ‘gerçek’ solun sesi ise pek duyulmuyor. Üstelik Türkiye’nin tarihinin en keskin virajlarından birini almakta olduğu bir süreçte, sola en çok ihtiyaç hissedilen bir dönemde gerçek solun sesi duyulmuyor. Peki, sol bu şartlarda ne yapmalı? Kimi ve neyi desteklemeli? Solculuk nedir? Solcunun amacı nedir? Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşulları sol bir bakış açısıyla nasıl analiz etmeliyiz? Solcular, muhafazakârlar ve Kürtler darbeye karşı demokratik bir cephe oluşturabilirler mi? Bütün bunları uzun yıllar yurtdışında sürgün yaşayan ve Özal döneminde Türkiye’ye dönebilen, sol üzerine yıllardır kafa yoran ve analizleriyle çok dikkati çeken eski Türkiye Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Nabi Yağcı’ya sorduk.

* * *

NEŞE DÜZEL: Bütün kavramların biçim değiştirdiği bir dönemden geçiyoruz. Solculuk tam olarak ne anlama geliyor şimdi?

NABİ YAĞCI: Solcu olmak değişimci olmaktır. Marks da, Hegel de solculuğu böyle tarif ederler. Türkiye’deki solcular, “Ben niye solcuyum” diye kendilerine sormalılar. Çünkü değişimin karşısında durup ya da ulusalcı olup ben solcuyum demek mümkün değil.

Sol, geçen yüzyılda bir sınıf savaşının tarafıydı. Şimdi neyin tarafı?

Bugün solun hem kuramsal olarak hem de pratik olarak sıkıntısı, tam da bu noktada işte. Sol, neyin tarafı olduğu sorusuna cevap bulamıyor. Oysa eskiden durum açıktı. İşçi sınıfının önderliğinde bir devrim tasarlanıyordu. Günümüzde ise işçi sınıfının böyle bir önderlik rolü yok artık. Ayrıca geçen yüzyılın kapitalizmiyle bugünün kapitalizmi de farklı. Sol, o zaman burjuvaziyle proletaryanın mücadelesinde proletaryanın tarafıydı. Ama bugün sınıf mücadelesi sadece proletaryayla burjuvazi arasında geçmiyor. Başka sınıf kavgaları da yaşanıyor.

Ne gibi?

Mesela devletçi kapitalizmle serbest piyasa kapitalizmi arasında da kavga yaşanıyor. Bu da bir sınıf kavgasıdır. Burada büyük burjuvaziyle orta burjuvazi arasında, İstanbul burjuvazisiyle Anadolu Kaplanları arasında bir mücadele sürüyor.

Sol devletçi kapitalizmden yana olabilir mi? Sol, devletin tarafında olabilir mi?

Olamaz… Ama şu var. Eğer ilerleyemezseniz, gerilersiniz ve bildik sopalara sarılırsınız. Bildik sopalar da işçi sınıfı önderliğinde devrimdir, emperyalizmdir, devletçiliktir, devlettir… Soldaki devletçi anlayışlar, geçmişteki sosyalizm modelinin yanlışlığından da kaynaklanıyor. Bizim kafamızda, sosyalizmin ekonomi politiği olarak şöyle bir şablon vardı. “Her şey kamulaştırılacak. Böylece devletçi bir ekonomi önceden hazır olacak. Sonra işçi sınıfı devleti ele geçirdiğinde, bütün o kamulaştırılmış şey, hop diye sosyalist ekonomi oluverecek.” Kafalardaki bu yanlış şablon yüzünden bizde sol hâlâ devletçilikten kurtulamıyor. Oysa sol, kapitalizmin önünün kesilmesinden değil, aksine kapitalizmin bir ülkede hızla gelişmesinden yanadır.

Pek çok solcuyu yerinden zıplatacak bir şey söylüyorsunuz. Sol niye kapitalizmin hızla gelişmesinden yana olmalıdır?

Çünkü üretim güçlerini kim geliştiriyorsa, sol, onun yanında olmalıdır. Piyasaya dayalı dışa açık ekonomi ise üretim güçlerini geliştirir. Sol, devletçi kapitalizmin, dışa kapalı devletçi ekonominin yanında olamaz. Çünkü devletçi ekonomi üretim güçlerini geliştirmez. Sol, demokrasiyi geliştirerek ekonomiyi büyütmeyi savunmalı. Bakın… Marks gözü yaşlı bir filozof değildi.

Evet…

Marks’ın yoksullara nasıl ekmek bulurum diye tek bir satırı yoktur. Marks’ın ekonomi politikası, yoksulluğu yaratan sistemi nasıl kaldırırım üzerine kuruludur. Solun meselesi budur. Solun temel sorunu, ülkede sömürüyü ve yoksulluğu yaratan sisteme karşı çıkacak ‘sosyal güçleri’ yaratmaktır.

Sosyal güçler kim?

Dün işçi sınıfıydı bu. Kapitalizm işçi sınıfını büyütüyor deniyordu ve bu doğruydu. Sanayi kapitalizmi bir dönem işçi sınıfını büyüttü. Ancak bir noktada Marks yanıldı. Proletarya ve burjuvaziden oluşan iki kutuplu dünya oluşacak diye beklenirken, orta sınıf büyüdü. Bugün dünyayı değiştirecek olan işte bu orta sınıftır, küçük üreticiler ve girişimcilerdir, KOBİ tipi güçlerdir. Ama sadece onlar da değil. Bugünün dünyasında artık kim değişimden yanaysa o değişimin sosyal gücüdür. Mesela dünyaya hümanist bakan, değişim isteyen İshak Alaton gibi bir büyük patron da değişimin sosyal gücüdür artık.

Değişim her zaman ileriye gitmek anlamına gelmiyor. Bugün sol tam olarak nasıl bir değişim istemeli?

Sol, Türkiye’de demokratik, yapısal bir değişim istemeli. Ama tabii yapısal ve demokratik bir değişim korkutucudur. Çünkü mevcut durumu bozar. AKP’li Dengir Fırat “devrimler travmalar yaratır” derken gerçeği söyledi. Devrimler tabii ki travma ve korku üretir. Türkiye şu anda bir Rönesans, bir devrim yaşıyor ve bu devrim de travmalar yaratıyor. Ve, değişimden çok korkuluyor. “Acaba Türkiye’ye şeriat mı gelecek” deniyor. Eğer Sovyetler Birliği’nin henüz dağılmadığı 20 yıl önce olsaydı, o zaman da Türkiye’ye komünizm mi gelecek derlerdi.

Peki, bir solcu, bugün ne tür sorunların cevaplarını ve çarelerini aramalı?

Solun kendini var eden neden değişimse eğer, sol her zaman “nasıl değiştiririm” diye sorar önce. Sistemi tek başına değiştiremeyeceğine göre, sonra da “bu değişimci güçleri nereden bulurum” diye sorar. Çünkü sol kendi başına bir değişim yaratamaz.

Anlamadım…

Eğer ülkede bir değişim varsa, ancak o dalganın üstüne oturarak sol bir değişim yaratabilir. Yani sol, değişim dalgasını yakalayabilirse sistemi değiştirebilir. Burada sol dediğim bir siyasi parti de olabilir, bir sol fikir çevresi de olabilir veya sen, ben olabiliriz. Çünkü bugünün Türkiyesi’nde, enformasyonun imkânlarıyla kanaat önderleri bir siyasi partiden daha önemli hale geldiler. Türkiye için yepyeni bir olgu bu tabii. Bugün Türkiye’de müthiş sevindirici bir gelişme var.

Nedir sevindirici gelişme?

Şimdi biz Rönesans’ı yaşıyoruz. Şu anda tarihi bir sürecin içindeyiz, fakat farkında değiliz. Çünkü her şeyi o kadar hızlı yaşıyoruz ki, bu yaşadığımız bu tarihî dönemin farkına varamıyoruz. Biraz geriye çekilip yaşadıklarımıza bilimin soğukluğuyla bakabilsek, Türkiye’deki muazzam değişimi göreceğiz. Türkiye bugün gecikmiş Rönesans’ını yaşıyor. Çünkü Cumhuriyet, aydınlanması, Rönesans’ı olmayan bir modernizmdir.

Aydınlanması olmayan bir modernizm olabilir mi?

Olamaz. Zaten olamadığı için de Cumhuriyet sıkıntılar içinde bugün. Bizim Cumhuriyet aydınlanmadı ama modern oldu. Çünkü bizde Batıcılık biçimseldir. Batı kültürünü içselleştirememişsin ama Batıcı olmuşsun. Şapka giymişsin Batılı olmuşsun. Oysa aydınlanma, toplumun kendisiyle yüzleşerek, kendisini eleştirerek ortaya koyduğu fikirlerdir. Eleştirici düşüncedir, köklü bir zihniyet değişimidir aydınlanma. Statükonun ve statükoyu besleyen ideolojilerin eleştirisi demektir aydınlanma. Batıya Rönesans böyle geldi.

Herkes Türkiye’nin çok derin bir kriz yaşadığını söylüyor. Siz ise muhteşem bir yenilenme yaşandığı görüşündesiniz. Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?

Zaten büyük dönüşümler büyük krizlerin ardından gelir. İnsanlar rahat koltuklarında otururken değişmezler, yenilik düşünmezler. İnsanlar sıkıldıklarında, bunaldıklarında değişirler. Sosyal sıkıntılar ve ekonomik krizler olacak ki, değişim olsun. Türkiye bugün gecikmiş Rönesans’ını yaşıyor. Medyaya bakın… Geçmişte hiç olmadığı kadar farklı düşünceler, yepyeni analizler akıyor medyaya. Akademisyenler gazetelere neredeyse günlük yazar oldular. Güncelden kopuk akademik meselelerin aksine güncel sorunları derinlemesine aydınlatan yazılar yazıyorlar.

Bu ne demektir?

Türkiye artık kendi düşüncelerini kendisi üretiyor. Sosyal sorunlarını aydınlatmak için kullandığı toplum bilimini, sosyolojiyi Türkiye artık kendisi yaratıyor. Oysa bugüne kadar biz düşünceyi hep ithal ettik. Şu anda ise müthiş bir düşünce potansiyeli var. Neleri tartışıyoruz bir düşünün. Sonra da Avrupa’da Rönesans’ta tartışılanlara bir bakın… Onlarınkinden çok daha zengin bizim bugün tartıştıklarımız.

Nasıl?

Biz bugün aynı anda ulus devleti, cumhuriyeti, laikliği, İslam’ı, hukuk devletini, güçler ayrılığını, anayasayı, anayasa ilkelerini, anayasanın nasıl değiştirileceğini, ekonomiyi, serbest pazarı, devletçiliği, küreselleşmeyi, Atatürkçülüğü, Ermeni meselesini, Kürt sorununu, Alevileri, 6-7 Eylül olaylarını… Sosyal bilimlerin, felsefenin, sosyolojinin, tarihin, hukukun, siyaset biliminin ne konusu varsa hepsini birden tartışıyoruz. Böylesine zengin bir düşünce ortamı var bugün Türkiye’de. Ama biz bu zenginliğin, yaşadığımız değişimin farkında değiliz. İşte sol, bu değişime fikri öncülük yapmalı.

Türkiye’de değişime fikri öncülük yapabilecek bir sol var mı bugün?

Hayır yok. Çünkü değişim dalgasını görmüyor ki, üstüne binsin. Tek tek kanaat önderleri, yazarçizerler, düşünürler var ama siyasi parti yok. Eskiden biz solcular “dünya değişiyor” diyorduk. Ama artık dünya değişti. Şimdi biz, değişimin ikinci dalgasındayız. Birinci dalgası dış dinamiklerle geldi. Turgut Özal kapıları açtı ve değişimin ilk dalgası dıştan geldi. Ama şimdi değişimin ikinci dalgası, iç dinamikle geliyor. Rönesans dediğim de bu zaten. Rönesans bir iç dinamiktir ve Türkiye şimdi iç dinamiğini, düşüncelerini kendi yaratıyor ve kendini değiştiriyor. Unutmayın, AB’yle müzakereler başladığından beri AB de Türkiye için artık bir iç dinamik ve muhalefet gücü oldu.

Peki, sol ne yapmalı bu durumda?

Sol önce bu değişimi görmeli. Sonra da kendine bu değişimi nasıl demokratik yönde etkileyebilirim ve dönüşüm yaratabilirim diye sormalı. Çünkü her değişim iyi anlamda sonuç vermeyebilir. Sol, tehlikeleri önlemeli. Türkiye’deki değişimin demokratik bir dönüşüme varması ve kalıcı hale gelmesi için sürece müdahale etmeli. Çünkü sol, değişime karşı çıkanlara karşı bir fikrî güç oluşturmak için vardır. Bakın… Bugün kavganın önünde sol yok. Kavganın önünde beğenelim beğenmeyelim AKP var. Bugün devlet solun üstüne gitmiyor.

Gitmemesi sol açısından ne anlama geliyor?

Çünkü sol tehdit olmaktan çıktı. Sol, düzeni tehdit etmiyor. Bunun anlamı şudur. Sol, devrimci enerjisini, değiştirici enerjisini yitirdi. Ne değişime müdahale edebiliyor ne de kendini değiştirebilecek gücü bulabiliyor. Düzeni değiştirmek istemeyen bir solu devlet de tehdit olarak görmüyor tabii. Hâlbuki sol değişim için vardır. Değişim statüko için bir tehdittir. Türkiye’de solun değiştirici enerjisi niye yok derseniz… Sol, Marks’ı dikkatle okursa bunun nedenini anlayacak. Çünkü solun devrimci enerjisi kapitalizmden gelir. Kapitalizmin üretici güçleri geliştiren o müthiş enerjisini görüp, ondan beslenen bir solun ancak değiştirici enerjisi olur. Türkiye’ye bakalım. Kavga nerede yaşanıyor?

Nerede yaşanıyor?

Askerî bürokratik seçkinlerin vesayet rejimine karşı çıkanlar var. Bunlar siyasette liberalizm, demokrasi ve ekonomide dışa açılma istiyorlar. Demek ki burada da bir gerilim, bir enerji var. Sol kendine enerjiyi bu kavgada bulabilir. Ama bizde sol düzeni değiştirme kavgasının dışında duruyor. Çünkü bizde sol hâlâ piyasadan korkan, hâlâ devletçi, hâlâ emperyalizm teorisiyle dünyaya bakan ve hâlâ emek-sermaye ikilisiyle dünyayı analiz etmeye çalışan bir sol. Yani sol minder dışında duruyor. Solun devrimci enerjisini kazanması için minderin üstüne gelmesi lazım.

Minderin üstünde kimler var bugün?

AKP ve devlet var. Devlet kimin üstüne gidiyor görüyoruz. Mesela Taraf gazetesi bir belge açıkladı. Asker Taraf’ın da üstüne gidiyor. Taraf da minderin üstünde bulunuyor bugün. Ama sol, minderin üstünde eğil.

AKP değişim istiyor ama, bu değişimi Türkiye’nin demokratik dönüşümüne vardırmak istiyor mu?

Engels, “Tarih bazen bir doktrinin dümenine geçer ve yanlışa doğru yaptırır” der. AKP de öyle. Ekonomik taban değişti, küçük ve orta sanayi burjuvazisi çıktı ama kültür ve ideolojik yapı henüz değişmedi. Çünkü sosyal değişim her zaman geriden gelir. Önce ekonomik değişim olur. Köylü traktörün üstüne hemen atlar ve onu çok rahat sürer ama ayağındaki poturu çok geç değiştirir. Bir delikanlıyla modern bir kafede oturan başı türbanlı genç kızımız bugünkü değişimin simgesidir. Bu simge üzerinden pek çok şeyi anlayabiliriz. Eğer darbe olmazsa…

Evet… Darbe olmazsa ne olur?

Darbe olmazsa, Türkiye’nin geleceği çok umutlu. Şeriat korkusu solun içgüdüsel korkusudur. Oysa Türkiye İran değil. Ayrıca bu ülke 70 yıl laik cumhuriyet yaşadı. Bu, kolay kenara atılabilecek bir kültür değil. Ama hâlâ AKP Avrupa Birliği meselesinde samimi mi diye soruyorlar. Biraz Marks bilen bunun cevabını niyet okuyarak değil, sınıf analizi yaparak verir.

Peki, gerçek bir sol bugün Türkiye için nasıl bir sınıf analizi yapar?

AKP, Anadolu’da değişen burjuvaziye dayanıyor. Turgut Özal’la birlikte Türkiye dünyaya açılınca ekonomi hızla büyüdü ve Anadolu’daki ticari burjuvazi ve köylülük, sanayi burjuvazisine dönüştü. KOBİ’ler dediğimiz küçük ve orta boy işletmeler kuruldu ve Anadolu’da büyük bir orta sınıf, büyük bir sanayi burjuvazisi ortaya çıktı. Bu burjuvazi başta AB olmak üzere dışa açılmak istiyor. Sermayenin nesnel ihtiyacı bu. Sermaye, dışa açılmayı da ancak serbest piyasa mekanizmalarıyla yapabilir. Marks…

Marks bu konuda ne diyor?

“Ulusal sınırlar, sermaye için dardır. Sermayedar her zaman bu sınırları yıkar. Çünkü yıkmak zorundadır. Zaten sermaye ve kapitalizm bunun için devrimcidir” diyor. Türkiye’de de işte bu maddesel, nesnel koşullar oluştu. Türkiye ekonomisi ciddi bir yapısal değişim içine girdi ve AKP de bu değişimin iktidarı oldu. AKP, Türkiye’nin Rönesans’ını ajite etti.

Nasıl ajite etti?

Aslında AKP demek yerine, AKP’yi de içine alan ‘Muhafazakâr Demokratlar’ demek lazım ya… Türkiye’de Rönesans neye karşı gelişti? Askerî bürokratik vesayetçi rejime ve onun Kemalist ideolojisine karşı gelişti. Vesayetçi rejimde eleştiri yoktur. Rönesans ise her şeyi eleştirir. Bir kültür devrimidir Rönesans. Eğer AKP iktidarda olmasaydı, askerin, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın tepkisi bu kadar şiddetli olmayacaktı. İşte bu siyasi ve sosyal gerilim aynı zamanda müthiş bir enerji demektir. Bu enerji artık AKP’yi de aşan bir şekilde, geleneksel devleti çatlatıyor. Tepkiler bu yüzden zaten. Dün çok gizli yapılan ve ortaya çıkmayan şeyler, herkesin suspus olduğu şeyler bugün ortaya çıkıyor. Taraf’ta yayınlanan Genelkurmay’la ilgili en son layiha mesela. Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili’yle gizlice görüşme meselesi… Hiç bir şey gizli kalamıyor. Savunulmak istendikçe, çatlaklar daha da derinleşiyor, belirginleşiyor.

Marksist felsefe bugün sorunları çözebilmemiz için bir anahtar görevi yapabilir mi?

Hem evet, hem hayır. Çünkü bugünün sorunları için yetersiz Marksist felsefe. Çünkü sanayi sonrası toplumundayız. Marksist felsefe ise sanayi toplumunda ortaya çıktı. Marks çağını aşan bir filozof ama eksik bıraktığı çok şey var. Din, psikoloji gibi ekonomi dışı etmenleri Marks işlememiş. Ancak sınıf analizi denilen şey Marks’tan edindiğimiz bir kazanımdır. Bugün AKP analizini hangi ekonomik sınıflara dayandığına bakarak yapıyoruz. Zaten Türkiye’deki solun Marksist felsefeye de ilgisi canlanıyor. Canlanmalı da zaten. Özellikle bizim solun din konusunda Kemalizm’den gelme dini dışlayan dogmatik yaklaşımları eleştirildikçe, acaba Marks din konusunda ne dedi diye bakılıyor. Zaten bizde solun kendisiyle hesaplaşabilmesi için Marks’ı yeniden okuması lazım. Onunla da yetinmeyip Marks’ın eksik bıraktıklarını görebilmesi lazım. Mesela Max Weber’i okuması lazım.

Okuduğunda ne bulur?

Eğer okursa, dinin kapitalizmin gelişmesindeki rolünü görür. Çünkü Hıristiyanlık, Protestanlık kapitalizm ve ekonomiyle de ilişkisi olan bir şeydi. Mesela Calvin, “faiz dine göre yasak değildir” diyor. Yani din, kapitalizme gelişim evresinde destek veriyor. Bizde de bir ara, Anadolu Kaplanları’nın arkasında bir tür Calvinizm var mı, yani gelişen kapitalizmle din uyuşuyor mu diye tartışıldı. Böyle bir uyuşma var tabii. Refah Partisi’nin “faiz haramdır” lafını, bugün AKP’den duymuyoruz.

****

“Eğer sol partiyseniz somut duruma bakacaksınız. Hangisi geliyor? Darbe mi, şeriat mı? Hâlâ darbe tehlikesi yok diyorsanız, belgelerini ve yapılan baskıları görmüyorsanız, siz, devrimci enerjinizi yitirmişsiniz.”

***

“Türkiye’de darbe süreci yaşanıyor ve fiili bir darbe tehlikesi var. Darbeye açıkça karşı çıkan ‘kararlı demokrasi cephesi’ kurulmalı. Bu blokta muhafazakâr demokratlar, liberal demokratlar ve solcular toplanmalı.”

***

NEŞE DÜZEL: Türkiye’de ‘sol’ ismini taşıyan bazı grupların ulusalcı olduğunu görüyoruz. Sol için bugün ulusalcı olmak mümkün mü?

NABİ YAĞCI: Hayır, kendine sol diyen ulusalcı olamaz. Bugün bizde sol, oportünist bir şekilde antiemperyalizm diyor ama hepsi de Lenin’i yok ettiler. Hiçbir sol grup ya da parti Lenin’den söz etmiyor. Lenin’i çektiler, onun yerine milliyetçiliği koydular. Oysa emperyalizm, Lenin’in zamanında kapitalizmin geldiği biçimdi. Lenin’in, emperyalizmi kapitalizmin sonu olarak gördü ve ona çürüyen kapitalizm dedi. Ama öyle olmadı. Kapitalizm çürümedi, aksine devletçi sosyalizm çürüdü. Kapitalizmin ise potansiyeli bitmedi, üretici güçleri geliştirdi. Devletçi sosyalizm ise geliştiremedi. Şimdi bizde solcular, Lenin’i çıkarıp, onun yerine milliyetçiliği koydular ve milliyetçi oldular. Ellerinde antiemperyalizm diye içi boş bir kavram var. Aslında antiemperyalizm dedikleri milliyetçilik. Çünkü bugünün dünyasında bağımsızlık milliyetçiliktir. Dün ise bağımsızlık, sosyalist dünyayla birlikte kapitalizme karşı mücadele demekti.

Neden eskiden sol olan ya da kendini sol sanan bazı gruplar bugün böylesine sağa kayabiliyor?

İlerleyemeyen geriler. Eğer ileriye doğru gidemiyorsanız ve yeni düşünceler üretemiyorsanız, eski düşünceleri alırsınız. Bu düşünceler de antiemperyalizm, bağımsızlık, artık eski bildik, çürümüş düşünceler olur. Bakın… Türkiye’de vesayetçi sisteme karşı üç tarihsel muhalefet vardı. İslamcı muhalefet, Kürt muhalefeti ve sol muhalefet. Bugün eksik olan sol muhalefettir. Düzene karşı sol muhalefet yok.

Bugün Türkiye’de gerçek solu temsil eden bir örgüt ya da grup var mı?

Olsaydı duyardık herhalde.

Türkiye’de önemli bir kesimin solculuğu ‘günlük politika’ düzeyinde ele aldığını görüyoruz. Örneğin, AKP’ye karşı olmanın solcu olmak için yeterli bulunduğuna inanılıyor. Bu, solcu olmak için yeterli mi?

Değil. Bu bir takıntı. Dine ve dindara karşı olmayı ilericilik olarak gören sol bir zihniyet var hâlâ. Bu zihniyet AKP’ye karşı olmayı solculuk olarak değerlendiriyor. Solculuğun bununla alakası yok. Solculuk değişime bakar. Kim değişimden yanaysa ondan yana olur. Kim demokrasiye ve değişime karşıysa ona karşı olur. Vesayet rejimine, devletçi ideolojiye, devleti elinde tutan asker sivil bürokratik mekanizmaya karşı olur solcu.

Hem AKP’nin politikalarını eleştiren, hem darbeye karşı çıkan, hem de Türkiye için yeni çözümler öneren bir sol örgüt çıkabilecek mi?

Örgüt çıkar mı bilmiyorum ama bir fikir hareketi çıkacak. Çünkü bugün Türkiye’de sivil tepkiler gelişiyor. Bunlar, bütün siyasi partileri etkilemeye başladılar. Sol partilere gelince, onlar hâlâ krizdeler. Bölünmeleri, çatışmaları sürüyor. Kemalizm’in piyasa, devlet, din takıntıları yüzünden donup kaldılar, politika yapamıyorlar. Mesela 28 Şubat’ta ÖDP’nin politikası “ne şeriat ne darbe”ydi. Peki, ne sorusuna cevap yoksa orada politika yoktur. Siz sol bir siyasi partisiniz ve somut duruma bakacaksınız. Hangisi geliyor? Şeriat mı, darbe mi? Sonra da tercih edeceksiniz. Tercih etmeden politika yapamazsınız. Hem o, hem bu olmaz. Sol partiler, bugün de meseleye doğru bakmıyorlar.

Nasıl bakıyorlar?

Meseleye, AKP’ye karşı sol blok ya da parti diye bakıyorlar. Böyle bakılınca asıl mücadele edilmesi gereken taraf görünmüyor. Bugün darbe tehlikesi var mı, yok mu, ve bu darbe kime karşı yapılıyor, sol partiler önce buna karar vermeliler. Bugün Türkiye’de bir darbe tehlikesi var. Darbe olacaksa kime karşı olacak? İktidara karşı olacak. Bugün iktidarda kim var? AKP var. Eğer sol olarak siz hâlâ darbe tehlikesi yok diye düşünüyorsanız ve şimdi seçimler için küskünlerle, dargınlarla oy hesapları yapıyorsanız, siz sol politika uygulayamazsınız. Zaten sol bizde politika yapmıyor ya… Sol, politik ilkeleri söylüyor ve bunu da politika zannediyor. Şeriata ve darbeye karşı olmak elbette doğrudur ama bu bir ilkedir. Politika değildir.

Geçenlerde Ahmet Altan, “Muhafazakârla solcular ve Kürtler, darbeye karşı yeni bir cephe oluşturmalı” diye yazdı. Böyle bir birliktelik için ne düşünüyorsunuz?

Ben de sürekli bunu söylüyorum. Gerçi bu dönemde solda, yeni oluşumlar, bloklar yaratmak için çabalar var ama… Önemli olan bunun politikasının ne olacağıdır. Çünkü Türkiye’de bir darbe süreci yaşanıyor. AB sürecini, anayasa değişikliğini, demokratik reformları destekleyen, darbeye açıkça karşı çıkan ‘kararlı demokrasi cephesi’ oluşturulmalı. Darbeye karşı demokrasiyi savunan bir ‘demokratik blok’ olmalı. Bu bloğun içinde muhafazakâr demokratlar, liberal demokratlar ve sol bulunmalı. Sosyal demokratlar da bir ihtimal bulunabilir. Sol, ancak böyle bir demokratik blok içinde büyüyebilir. Yoksa sadece yerel seçimleri dikkate alarak küskünlerden ve umutsuzlardan bir sol inşa etmek mümkün değildir.

Darbe karşıtı bir saf oluşturulabilir mi?

Oluşuyor. Darbeye karşı son yapılan mitingin fotoğraflarında bu vardı. Aslında şunu sormalıyız. Acaba AKP kapatırlarsa demokrasiyi savunma kararlılığı daha mı yükselecek yoksa gerileyecek mi? Benim politik sezgilerim daha yükseleceğini söylüyor. Türkiye’de şu anda bir apoletsiz darbe süreci yaşanıyor. Fiili darbenin koşulları hazırlanıyor. Eğer AKP kapatılır da, onun yerine kurulan parti seçimlerde daha güçlü bir biçimde tekrar iktidara gelirse, 22 Temmuz’dan önceki Cumhuriyet mitingleri tekrar başlayabilir. Dikkat edilirse AKP dikkatli bir politika izliyor. Bu kutuplaşmadan korktuğu için kendi yandaşlarını sokağa hiç dökmedi. Ama kapatılan bir AKP bunu kontrol edemeyebilir. Bu tehlike var. Bu çatışmayı durdurmak için de darbe yapılabilir. Zaten darbeler hep bu gerekçeyle gelmedi mi?

Sol, muhafazakâr kesimi tanıyor mu?

Büyük bir çoğunluğu hâlâ tanımıyor. İslamı tanımıyor. Anadolu İslamıyla Arap İslamı arasındaki farkı da bilmiyor. Tasavvuftan ise haberi yok. Nâzım Hikmet Şeyh Bedrettin Destanı’nı yazdı. Sol bu destanı biliyor. Şeyh Bedrettin’in bir felsefesi olduğunu ise bilmiyor. Nâzım bunu niye yazdı, hiç düşünmüyor… Onu, isyan eden bir şeyh diye biliyor sadece. O isyan bizim hoşumuza gidiyor. Oysa Şeyh Bedrettin bir tasavvufçudur, bir filozoftur. Son derece ileri düşünceleri var ve ilk komünistlerden biridir.

Muhafazakârlar solu tanıyor mu peki?

Her ikisi de birbirini tanımıyor. Tanımak için iç içe olmak lazım, diyalog lazım. Yakın zamana kadar İslamî çevreler solu dinsiz, Moskova uşağı diye görüyorlardı. Kanlı Pazar’da öldürmek için üzerimize geldiler. Oysa sol da, İslamcılar da devletçi yapının mağdurları. Kullanılmışlar hep. Ama şimdi birbirlerini tanımaları için bir fırsat var. Artık birlikte sempozyumlar yapıyorlar ve mitinglerde de bir araya geliyorlar.

Türkiye yeniden şekilleniyor. Bu şekillenişinde yeni ittifakların oluşmasını bekleyebilir miyiz?

Beklemeliyiz ve oluyor da zaten. Eğer bugün Anadolu’da bir burjuvazi var ise, yeni ittifaklar zaten söz konusu olabilir. Çünkü Anadolu’daki burjuvalar nesnel anlamda demokratlar. Gelişmek ve önlerinin açılmasını istiyorlar. Avrupa Birliği’ni istiyorlar. AB’nin de Türkiye’den demokrasi, hukuk, istediğini görüyorlar. Bütün bunlar tabii ki demokratik bir kültürü Anadolu burjuvazisinde de geliştirecek. O zaman demokrasi meselesi sadece aydınların konusu olmaktan çıkacak. Demokrasi talebi bir sınıfsal temele dayanacak. Orta sınıfların demokrasiye kayması Türkiye için çok çok önemli olacak. Ben bir Marksist olarak sınıfsal analiz yaparak zaten Türkiye’den çok ümitliyim. Yoksa demokrasi konusuna AKP’nin iyi ya da kötü niyeti olarak bakmıyorum.

Değişik fikirlerden ve inançlardan insanlar arasında nasıl bir ortak payda bulunabilir?

Bunun için oturalım Anadolu tarihini öğrenelim. Hoşgörünün edebiyatını yapmaya hiç gerek yok. Eğer Anadolu tarihini, tasavvufunu ve Anadolu hümanizmasını bilirsek bu ortak paydanın bir arada yaşama kültürü olduğunu görürüz.

Sınıfların ortadan kalktığı söyleniyor. Sınıflar ortadan kalkıyor mu?

Hayır. Kapitalizm varsa sınıflar da vardır. Sınıflar ancak kapitalizm aşıldığında olur. Şu anda kapitalizm aşılmıyor. Kapitalizm üretim güçlerini hâlâ geliştiriyor. Biliyorsunuz Sovyetler’de devletçi sosyalizm üretim güçlerini geliştiremedi ve Sovyetler çöktü. Kapitalizm ise üretim güçlerini geliştirdi. Sovyetler’de emek yoğun teknoloji sürerken, kapitalizm bilim yoğun teknolojiye geçti.

Nasıl bir dünyaya doğru gittiğimizi düşünüyorsunuz?

Dünyanın nasıl şekilleneceği konusunda Amerika’da başkanlık seçimi çok önemli. Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki mücadele Silikon Vadisi’yle Teksas’ın savaşı aslında. Yani bilişim endüstrisiyle dünkü silah ve petrolcülerin savaşı bu aslında. Eğer mücadeleyi Obama, yani bilişim sanayii kazanırsa, dünyanın önü açılacak. Dünyada değişim demokrasi yönünde olacak. Çünkü küresel kapitalizmin devlete ve savaşa ihtiyacı yoktur. Tam tersine onlar için devlet, kapitalizmin gelişmesinin önünde bir fren. Eğer kavgayı petrol ve silah fabrikatörleri kazanırsa, dünyada gerginlik ve çatışma daha da yayılacak. Çünkü büyük silah fabrikatörleri bu silahları nereye satacak? Eğer silah üretiyorsanız onu satacaksınız. Silahın pazarı da savaş alanıdır. Yeni savaş alanları açılacak ki o silahlar satılsın.

Türk solu bir gelecek tasavvur edebiliyor mu?

ÖDP’de, SHP’de bir arayış var. CHP ise sol değil. Zaten sol derken, onu hiç kastetmiyorum. Bugün Sosyalist Enternasyonal’den ihracı tartışılıyor. Avrupa Parlamentosu’nda bizi Avrupa solu savunuyor, CHP ise Türkiye’nin AB üyeliğine karşı tutum alıyor. Eğer sol, yaşadığımız darbe sürecinde hâlâ kavganın içinde yer almıyorsa, açıkça bağırarak darbeye karşı çıkanların tarafında değilse, bu duruşun solun kendisini yenileyememesiyle alakası yoktur. Çünkü gördüğünü anlamlandırmak diye bir şey vardır. Bugün Türkiye’ye bakarsınız ve baskılar nereden geliyor açıkça görürsünüz. Baskılar devletten geliyor ve gerisinde asker var, Anayasa Mahkemesi var, Yargıtay var. Bütün bunlar belgelerle açığa çıktığı halde eğer sol hâlâ bunu görmüyorsa bunun, solun ülkedeki kavganın dışında kalmasıyla ve devrimci enerjisi yitirmesiyle alakası vardır.

Türkiye’de sol kendini yeniden yeni koşulara göre var edebilecek mi?

Bence edecek. Olaya sol örgütler diye bakmayalım. Ama seçim hesaplarıyla, bir tarafın küskünleri, diğer tarafın dargınlarıyla birleşme hesaplarıyla hiçbir şey yapamaz o sol. Ama bugün Türkiye’de kendini sol sayan, bütün bunların dışında birçok çevre ve insan var. Fikrî canlılık ve arayışlar var. Bu sol, Türkiye’nin içinde bulunduğu bıçak sırtı durumda demokrasiden yana tavır aldıkça devrimci enerjisini yakalayacak. Dirilecek. Zaten sol hiçbir zaman ezilmişler üzerinden ciddi bir güce sahip olmadı.

Anlamadım…

Ezilenler yıkar fakat kuramazlar. Sol, yeni yükselenle bir araya gelir ve kurar. Şimdi de, insanı merkeze almış bir demokrasi ve özgürlük tasavvuruyla sol yeniden dirilebilir.

***

Taraf gazetesinden alınmıştır.

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 33 Yorum

  2. Yazan:Sevgili Özbek Tarih: Tem 6, 2008 | Reply

    Annelerin ninnilerinden
    spikerin okuduğu habere kadar,
    yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
    anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtıyarlık,
    anlamak gideni ve gelmekte olanı

    1946/Nazım Usta

    Önce röportaj çok güzelde olsa, uzun olması okunmayı engellediğini düşünüyorum. Oysa yazıyı ne kadar çok okuyan olursa o kadar iyi olacağına inanıyorum.
    Şimdi ben kısaca yazıya ilişkin fikirlere kendimce değineceğim.

    Nabi Yağcı, Marks’tan örnek verirken zaman zaman Marks’ın yanıldığını söylüyor. Marks Proleterya ve Kapitalistler arasında ki farklılığı ve işleyişi vurgulamaya çalışan bir felsefedir. Marksın felsefesi, yeni sınıflarda ve gelişen toplumların daha doğrusu, işçi sınıfının kendi ürettiğı gibi tüketiminde de yanlışların olmaması için uygulanmaya çalışılması için kullanılmalıdır diye düşünüyorum. Karl Marx, kapitalist üretim biçiminde işçininin çalışma sürecinde gösterdiği emek faaliyetini, işçi için yıkıcı, bıktırıcı ve yok edici, insanı insanlıktan çıkaran ve aynı zamanda insanı alıklaştıran etkinlikler toplamı olarak değerlendirmişti.
    Günümüzdeki gelişen Kapitalizm, işçi sınıfına da aynı zamanda insan gibi yaşamasını dayatıyor. Yani Kapitalizmin baskıları sonucu işçi sınıfıda gelişmektedir.

    Diyer bir şey, toplumsal gelişmelerin tarihine baktığımızda, Naci beyin dediği « rönesans » (bilim ve sanat akımı) devletlerin içerisinde gelişim, gelişen dünya ile birlikte değişir. Türkiye’de, böyle bir değişimin içerisindedir ve olmamasıda anormal olur. Şeriata gidilmesi imkânsızdır. Denildiği gibi 70 yıllık bir kültür su döker gibi dökülemez. Yani zor durumlar yaşansa da Türkiye yeni çağdaş bir sınıfın imgelerinde hızla yoluna devam etmektedir.

    Diyer bir şey, sol geçmişte yaşadığı yanlış adımlardan dersini almış bir durumdadır. Gelişen dünya ve toplumlar içerisinde, daha emin adımlar atmalıdır. İnsanlar, gelişen bu süreçte kendilerinide geliştirmeli ki ; uygulanacak bir felsefede yine kayıplar veren bir dönem yaşanılmasın. Türkiye’de zaten, denildiği gibi, Türk,Kürt sorunu, Türban sorunu, Ermeni sorunu, Zengin Fakir sorunu, Öğrenci Öğretmen sorun, Gençlik ve İstiklal sorunu vs. gibi konuların gündemde olması, Türkiye ve milletinin özellikle solun gelişmesini ve dikkatleri üzerinde toplamasını sağlamaktadır. Yani gelişen bir toplumla , sol yeni fikirler edinirken, yeri geldiğinde de yerini alacağından eminim. Toplumlar gelişirken elbette ki boş ta kalınmamalıdır. Solu temsil eden gerçek bir parti kurulmalıdır.

    Son olarak, gelişen bir Türkiye’de « Bunun için oturalım Anadolu tarihini öğrenelim. Hoşgörünün edebiyatını yapmaya hiç gerek yok. Eğer Anadolu tarihini, tasavvufunu ve Anadolu hümanizmasını bilirsek bu ortak paydanın bir arada yaşama kültürü olduğunu görürüz. » Evet Anadolu’nun hoşgörü felsefesinden insanları anlamak, gelişen olayları, gelişen toplumlarda dönüşen sınıfları anlamak, ve her şeye rağmen bu sınıfları sevmek ; yeniliklerin ve devrimlerin insanca göstercesidir. Geriye dönüş asla olmaz çünkü.

  3. Yazan:snowqueen Tarih: Tem 7, 2008 | Reply

    Şeyh Bedreddin’in ilk komünistlerden olduğunu tanıdığım sosyalistlerin, anarşistlerin(artık ne derseniz) çoğu da biliyordu.
    Anadolu’daki kadim tasavvuf geleneğini bilmek istemeyen yokki, neden konu çarpıtılıyor, karşı çıkılan “holdingleşen” cemaatler, sermayenin köpeği olmuş dini liderler.
    Niye “faiz haramdır” lafını AKP’den duymuyoruz evet bu önemli:)
    Ama içki ve kadın bedeni hala haram enteresan değil mi?
    Oturalım Anadolu tarihi öğrenelim peki, 1071’den öncesiki “hoşgörü” kültürünü öğrenecekmisiniz?

    Nabi Yağcı uzayda mı yaşıyor acaba, AKP ve Devlet’i ayırabiliyor.
    “AKP Devleti”ni ne yapacağız peki? Güzide polis devletimizi.
    Sosyal güvenlik yasasını AKP getirmedi mi?
    Nasıl mazlum gösterebilirsiniz bu anlayışı aklım almıyor.
    Devrimcilik askeri vesayetin değişimine bakarmış,
    AKP askerle kolkola Irak’a girmedi mi?
    Dolmabahçe Mutabakatını AKP ne sıfatla yaptı?

    Dinci Sağ’la yapılan ittifakta yokum. Seçeneksiz bırakmazsınız böyle insanları. “Ne darbe ne AKP” deme hakkımı kullanıyorum.
    Ya darbecilere karşı olacaksın ya şeraitçılara, böyle bir ayrımı nasıl yaratırsınız, şeriat gelemezmiş, darbe de gelemez o halde,
    gelenler darbe ve şeriat tehditlerinin ayaksesleri, onların yarattıkları faşizm kokusu zaten. Ilık ılık İslamlaşma, muhafazakarlaşma.

    Hadi somut bakalım o da olur, Tuzla’ya bakalım. İnsan ölümleri yeteri kadar somut mu? “şeriat gelemez o halde darbecilere karşı olanan yanında olalım” ve tersane patronlarının sweetheartı AKP’nin yanında duralım.
    Nükleer politikalırana karşı çıktığı için AKP’li belediye bakanı tarafından susturulan, sarhoşlukla itham edilen Latife Tekin olayında kimin yanında duracaksınız?
    BUradan mı çıkacak sol?
    “kim demokrasiye ve değişime karşıysa ona karşı olmak”sa,
    enerji politikalına, sosyal güvenlik yasalarına ve kadına, üçüncu cinsiyetlere bakışı sakat olana karşıyım.

    Sol, dinci sağ ile ittifak yapamaz, böyle bir lüksü yok. Kurtla kuzunun ittifakı olmaz. İran devriminde gösterdiği iyimser tutumu hatırlamalı.

  4. Yazan:snowqueen Tarih: Tem 7, 2008 | Reply

    Nabi Yağcı’yı (resimdeki) eleştirmek için Marx’ı rahatsız etmek gerekmez. Ünlü kapitalist George Soros bile yeter:
    “Piyasa, açık toplum için herhangi bir totaliter ideolojiden daha büyük tehdittir”.

    http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=5219

  5. Yazan:Büyükcan Tarih: Tem 7, 2008 | Reply

    Bu solda birleşmeden ziyade yeni açılımlara ihtiyaç var…Buradaki arkadaşda bu özlemleri dile dökmüş.

    Ya darbecisiniz ya da AKP’ci diye ayrım yapan zatlara verilecek en büyük cevap, ‘demokrasiden yanayım’ olmalıdır.

    Şimdi bir iktidar,herşeye rağmen,yere mi indirilecek?O zaman hiç kimse uğraşmasın.Verelim hukukçuların,askerlerin vs.’nin eline ! Dikta kurulsun, olsun bitsin.Hiç olmazsa kutuplaşma olmaz.Tek taraflı oluruz.Ya batarız ya da hakkaten yükseliriz…

    snowqueen ,o dönemdeki tasavvuf geleneği, Rusya’nın gücüne bakarak,belki askeri ve iktisadi yardım alabiliriz diyerekten kominizmi destekliyordu.Yoksa içeriğini değil!
    Aksini iddia ediyorsaniz örnek getirin…

  6. Yazan:ümit harmancı Tarih: Tem 10, 2008 | Reply

    Sayın yağcı,dünyanın ve tarihin itici motoru olarak ‘bilişim sanayi(obama)’ ile ‘silah+petrol sanayicileri(cumhuriyetçi neoconlar)’ arasındaki mücadeleyi görmek nasıl bir solculuktur..ABD nin bir kesimini omo ve ACE ile tertemiz yaptınız!!!!!Marx ı mezarında ters çevirdiniz valla; tarihin itici gücü ‘ SINIF SAVAŞIMI’ değilmiydi???sınıf savaşını reddettin,antiemperyalist içeriği çöpe attın, elinde sadece devlet( TC ) düşmanlığı kaldı ve bunun adı SOLCULUK öylemi??? O zaman Yalçın Küçük te Nicole Kidman !!!!Ama belkide yanılıyoruz; nesnellik abidesi gazetecimiz Neşe hanımın sayın yağcı ile yaptığı röportaj böyle değildi..içeriğini , ‘ergenekon ve derin devlet ‘ değiştirip komplo yaptı her ikisinede sanırım..yoksa ‘acı sütlaç’ içerikli bir röportaj üretmez ikiside!!!!!!!

  7. Yazan:ümit harmancı Tarih: Tem 10, 2008 | Reply

    Obama seçilirse ,dünyanın önü açılacakmışmışmış!!!!!!!Dünyadaki her kötülüğün,yoksulluğun,savaşların tek sebebi ‘ulusalcı türk derin devleti’ymişmişmiş!!!!!!!Buyrun ‘özgürlükçü liberal solculuğa’…Röportaj daki sayın edü-büdü ikilisi; tüm hayatınız boyunca Türkiye dışında herkesin davulunu çaldınız ,biraz içgörü ve edep lütfen…..

  8. Yazan:El Idiota Tarih: Tem 10, 2008 | Reply

    Ümit Harmancı,

    Tepkili olduğunuzu anlıyorum da, nasıl bir eleştiri getirdiğinizi anlamıyorum.

    Tarihin itici gücü sınıs savaşı mıydı? Belki bir dönem öyleydi, ama kesşnlikle bütününde öyle değildi. Marks’ın kafasında polito-ekonomik bir model vardı. Bu şablonun güzel oturduğu bir takım olgular da vardı, özellikle Marks’ın yaşadığı dönemde.

    Ama bu modelin ne Marks’tan öncesini doğru tarif edebilmesi söz konusuydu, ne de Marks’tan sonrasını doğru öngörebilmesi…

    Bilimsel modeller bu şekilde yanlışlandıklarında, yani gözlemlerle uyuşmadıklarında ya tamamen çöpe atılırlar, ya da eğer hala içinde gerçekliğin bir kısmını temsil ettiğini düşündüğümüz tarafları varsa bu modelin, o zaman zenginleştirilebilir, değiştirilebilirler. Ama tabii yine gözlemlerle, tarihsel verilerle test edilirler.

    Ama, Marks’ı yanılmaz bir peygamber, onun sezgilerini, kavramlarını değişmesi teklif dahi edilemez ayetler olarak savunmak ideolojisinde ısrar edecekler varsa, zaten onlarla akılcılık/bilimsellik ekseninde bir ortak payda oluşturamayacağımız için, karşılıklı bağrışmaktan öteye gidemeyiz.

    İletişim iyidir. Dinlemek ve anlamaya çalışmak da temeldir. Bir kaç anahtar kelimeye dayanarak karşınızdakini kategorize etmek, gereksiz saflar vezıtlıklar yaratıyor.

    Gündüz Vassaf haklı.

    Başbakanla Genel Kurmay Başkanı balığa çıkıp, uzun uzun muhabbet etmeli. Rahmi Koç’la, Koçbank’ın yerleri silen temizlik görevlisi mangal yapmalı.

    CHP Kadın Kolları Başkanıyla, başörtüsünden dolayı okula alınmayan kadın öğrenci Kuğulu Park’a yürüyüşe gitmeli.

    Adalet Bakanı Cemil Çiçek, KAOS GL üyeleriyle Beyoğlu’da çay içip, tavla atmalı.

  9. Yazan:ümit harmancı Tarih: Tem 11, 2008 | Reply

    Kafası , içeriği boşaltılmış terminolojlerle aşureye dönmüşlere asla cevap verilmeyecektir…’Anomi’ yi demokrasi sanan ,güzel memleketimin ‘ doğuştan allame’ çocukları sizlere bir kaç sorum olacak (not: demokrasi ceridemiz Taraf ,bu sorularıma sansür koydu ve yayınlamadı)
    1.El kaide üyesi bir teröristin,akrabasının ABD veya ingillterede parlamentoya parlamenter olarak seçilmesine izin verilir mi verilmez mi??
    2.Soros ,Karen Fogg vb. odaklardan alınan fon karşılığı ,ulusal konularda ajitasyon yapan gazeteciler; ABD,ingiltere,Almanya vb ülkelerde olsa ,medyada hala aynı konumlarını koruyabilirler mi??
    3.Demokrasinin, ulusal devlet ve ordu aleyhtarlığı sanıldığı ülke hangisidir???
    4.Ergun poyraz ve Kuddusi okkır insan değilmidir??insan sayılıyorlarsa hakları nerededir????
    5.Her 4 yılda bir, kimin genelkurmay başkanı olacağı ,sıradan vatandaşı pek ilgilendirmezken,dinci kesimi niye bu kadar çok ilgilendirir???(gazetelerindeki çamur at izi kalsın yayınları hatırlayın)
    6.Bu halkın iktidardan asıl beklentisi ekonomik gelişmeyi sağlaması değilmiydi??
    çıkarılan maden yasası,petrol yasası,vakıflar yasası Türk halkının çıkarınamıdır?24 yaşında holding genel müdürü olmak hangi yeteneğe bakar?Halkın bankasının verdiği kredi ile nasıl yandaş medya yaratılır?ülkesini dışarıya şikayet eden first lady ve dışişleri bakanı hangi Muz cumhuriyetindedir???’Bizi delikten süpürmeyin kullanın’ atasözünü hangi türk büyüğü söylemiştir??Tarafta kadrolu yazar ken ,güvenlik birimlerinde ders veren öğretim üyesi de olabilmek nasıl bir yetenektir??ABD de,almanyada.ingilterede,yunanistanda velhasıl aklı başında her ülkede bankaların %10-20 sinden fazlası yabancılara satılmazken,Türkiyede ki %70 lik oran neyin nesidir?? Daha yüzlerce soru sorucam,ama uykum geldi,sizler gibi..hepimize Allah rahatlık versin..

  10. Yazan:Doğanşah Genç Tarih: Tem 11, 2008 | Reply

    bu kadar basit değil ama ne devrimi böyle devrim yaşanmaz. Devrimi halk yaparsa kalıcı olur, fransız devrimini halk yaptı devletle anlasabilse ergenekona ses çıkartmayacak olan iktidarlar değil. Türkiye de devrime daha var önce kemalizm tabusu yıkılacak, Atatürk’ün iyi bir lider olduğu ancak onun devrimlerinin bizi ancak bu seviyeye kadar getirdiği anlaşılacak, Halk bunu anlayınca koltuklarından kalkmamak için kemalizmi kullananlar başları önde devleti terkedecek.

    Dogansah/ 3H Hareketi Üyesi

  11. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 11, 2008 | Reply

    “Hangi sol?”diye sormakla başlamak lazım önce.Bugün Hitler’in,Mussolini’nin zihneyetine rahmet okutan garabet zihniyetlerin sol adına konuştukları tuhaf bir süreci yaşıyoruz.Demokrasi ve insan haklarından söz edildiğinde tüyleri diken diken olan,her fırsatta derin devlete olan bağlılıkları gereği Ergenekon’nun gönüllü avukatlığına soyunan sözümona bir sol var.

    Dolayısıyla solun eleştirisi(özeleştirisi)bu anlayışlar üzerinden yapılacaksa(ki bana göre solun eleştirisi maalesef bu noktaya takılmış gibi görünüyor)bu bizi sağlıklı bir analize götürmez.Nitekim de götürmüyor.Bu tarz sorgulamalar olsa olsa toplumu yeni kamplaşmalara sürükleyen bir çatışma aracına dönüşüyor.Zira solu yeniden tanımlamak adına yapılan tartışmalar solun bilimsel bir bakışla irdelenmesi yerine,hastalıklı sola bir tepkiye indirgenerek amacından saptırılıyor.

    Sayın Nebi Yağcı da maalesef meseleye bu çerçeveden yaklaşmıştır.Tepkileri tam da karşı olduğu zihniyetlerin eline koz verecek yanlış önermelerle doludur.Emperyalizm gibi dünya halklarının başına bela olmuş kirli düzenlerin neresi savunulabilir;kapitalizm ne zamandan beri ilerici oldu?Ha,bence sosyalizmin bugünün koşullarında uygulanabilirliği tartışılabilir.S.Birliği gibi sosyalist bir devrimi gerçekleştirmiş bir ülkede uygulanamamışsa elbette ülkemizde bunun tek kurtuluş reçetesi olmadığını söyleyebiliriz.Ama bu realitiyi savunacağız diye kapitalizmi,emperyalizmi ve her türlü sömürü ve talan düzeninini savunmamız da gerekmiyor.

  12. Yazan:snowqueen Tarih: Tem 11, 2008 | Reply

    @doğansah genç,

    neyin devrimi olacak açık açık yazsanız da bilsek.
    İslami holding patronlarını da kapı dışarı edecekmiyiz, en az üç çocuk doğurun diyenlere kolaysa kendin doğur diyecekmiyiz, çevre katliamları yapanları pişman edecekmiyiz? Sendikalara karşı olanları, sigortasız işçi çalıştıranları, Tuzla sorumlularını.

    Devrim diye GERİCİ bir karşı-devrimden bahsediyorsanız biraz halkın nüfusunu değiştirmeniz gerecek, karşı fikirli kadınları kısırlaştırmaktan başlayın mesela, mesela, davaya biri elinde biri belinde çocukları olan mümin kadınlar hizmet etsin. Nurtopu gibi militarist, neo-osmanlı “erkek”ler doğursunlar.

  13. Yazan:Görkem DALGIÇ Tarih: Nis 26, 2009 | Reply

    Obama Afganistan diyecek, bizimki “soğuk savaşı bitiriyor” diyecek. Adam açlıktan kemikleri sayılan Afrika’yı stratejisine yerleştirdiğini ilan edecek, öbürü “Kara Kıta modernizmle tanışıyor” diye bayram yapacak. Avrupa işsizliğin doruğuna tırmanacak, Taraf’ın marksisti “işte barış projesi” diye tercüme edecek. Araya birkaç tane “Marx’ın dediği gibi”, “Gramsci der ki” falan ekleyince kırk yıllık Amerikan yalakalığını solculuk diye yutturacaklarını sanıyorlar!

    sn.aydemir güler böyle demiş nebi yağcı hakkında..pek de yanlış sayılmaz ha?ne dersiniz?

  14. Yazan:durhat Tarih: Nis 26, 2009 | Reply

    Şu TKP de bile ulusalcığı ayyuka çıkınca görevinden uzaklaştırılan Aydemir Güler’den mi bahsediyoruz acaba?
    Ne günlere kaldık?Aydemir Güler gibi dönekler de bu memlekette siyasi/ideolojik tutarsızlıklar üzerine ahlak dersi veriyor ya…daha ne diyeyim.Vah benim güzel ülkemin haline!Sol ve sosyalizm,kuzu postona bürünmüş kurtlarlardan mı sorulacaktı?Vah ki ne vah!

  15. Yazan:Rahmi Aydın Tarih: Tem 3, 2009 | Reply

    Nabi YAĞCI açıkça ben döndüm diyor. Hem dönüp.sağ görüşleri ve kapitalizmi, sömürgeci küreselleşmeyi savunmak, hem de solcu olduğunu söylemek komik kalıyor. Nabi yağcı artık dönmüştür ve bal gibi de sağcı ve gerici fikirleri savunmaktadır. Güney Amerika halkları da Nabi Yağcı gibi döneklere tokat gibi cevaplar vermekte…
    Nabi Yağcı gibiler Chaves gibi devrimcilerin yaptıklarından çok korkuyorlar…Kemalist devrimden korktukları gibi…
    Nabi Yağcı ise artık AKP zihniyetini savunan bir sağcıdır…Yolu açık olsun.

  16. Yazan:Ali Duman Tarih: Tem 3, 2009 | Reply

    Çekoslavakya’yı işgal eden SSCB’ye kafa tutan Mehmet Ali Aybar’ı,

    “KÜRT” kelimesini kimsenin ağzına alamadığı bir ortamda 45 yıl önce “kürtlere eşit anayasal vatandaşlık hakkını”, “anadilde eğitimk hakkını” programına koyan, kurultaylarını Diyarbakır’da yapan TİP’i,

    en radikal sol’cunun dahi kemalizm kuyrukçuluğu yaptığı dönemde, kemalizme karşı mücadele bayrağını yükselten Behice Boran’ı

    anlayamayanların,

    Nabi Yağcı’yı anlayacaklarını sanmıyorum.
    içinde insan olmayan ideolojik mevzilere sıkı sıkı sarılanlar değil, insanların etine, kemiğine bürünecek düşünce kuracaktır, YENİ SOL’u.

    devrim yaptığını sanıp, yaptıkları sözümona devrime, “devrim” bile diyemeyip, “inkılap” diyenler ise tarihin çöplüğüne atıldıklarının farkında bile değiller.

  17. Yazan:Mustafa Demircioğlu Tarih: Tem 4, 2009 | Reply

    Türkiye’de “devrim”kavramı,tıpkı diğer pek çok kavram gibi anlam değişimine uğradı.Bir zamanlar “devrim” sözcüğü,sosyalist rejimleri model alan ya da Marksist-Leninist ideolojileri temel alan siyasal akımların, düzeni bu anlamda değiştirme çabası olarak bilinirdi.Uzun zaman da toplumsal belleğimizde böyle yer etti.Ancak,tarih ve zaman gösterdi ki devrim olgusu,toplumsal iç dinamiklerin henüz olgunlaşmadığı,buna karşın “dünyayı değiştirme”ye sevdalı bir avuç gözü pek insanın,dünyada esen devrim rüzgarından etkilenerek öykündüğü ağır bedelli bir maceradan öteye gidemedi.Elbette canı pahasına kendilerini bu yola adayan insanlar,bunu asil duygularla ve inandıkları “dava”ya kararlıca sarılarak yaptılar.Ne var ki hayatlarını ortaya koyarak bu soylu göreve kendilerini adarken Türkiye gerçeğini ve mevcut toplumsal koşulları ciddiye almayarak harcandılar.En nihayetinde de O dönemin atmosferi bir daha yakalanmayacak şekilde tasfiye edildi tüm devrimci dinamikler.

    Günümüze gelindiğinde ise,devrim sözcüğünün içi tamamen boşaltılarak,ideolojilere alet edilen basit bir kavrama dönüştürüldü.Oysa başarısız kalınmasının en büyük nedeni o gün için de bugüne benzer ideolojik handikaplardı.Zira Türkiye’nin siyasal dinamizmi tarihin hiç bir kesitinde zıt kutuplardan ve ideolojik savaşlardan arınamamıştı.Başta Osmanlı-yeni Cumhuriyet,devamında ise CHP-DP karşıtlığı üzerine bina edilen iktidar hesaplaşmaları hiç bitmedi.Bugün de ülkenin siyasi gündemi ve varolan siyasi atmosfer bu gelenekten beslenmekte ve bu anlayışın izlerini taşımaktadır.

    Ne tuhaftır ki,bizler bu karmaşanın sisli havasında boğulurken kavganın bir tarafı için “devrimci”diyebiliyoruz.Sayın Nebi Yağcı AKP iktidarının icraat ve uygulamalarını devrim olarak nitelerken,Aydemir Güler gibi ulusalcıların rüzgarına kapılmış olanlar da derin devletin safında yer alarak farklı bir devrimcilik anlayışıyla sahnededir.

    İşte bizim “devrim”i getirdiğimiz nokta bu.Basit ideolojik çatışmalarımıza bir slogan gibi kullanarak,deyim yerindeyse madara ettik bu sözcüğü.Ve biz bunu hâlâ yapıyoruz.

  18. Yazan:Ozgur Sayın Tarih: Kas 26, 2009 | Reply

    Nabi efendi döne döne pervaneye dönmüşsün. Memleket emperyalistlerin işgali altında sen demokrasiden değişimden bahsediyon. Maria Antuanet e benzemişsin iyice. Millete Ekmek yok, sen pasta yesinler diyosun! Kısaca ÇÜŞ diyorum!

  19. Yazan:sevim Tarih: Kas 27, 2009 | Reply

    emperyalist işgal.ne kadar iddalı bir slogan gibi duruyor değil mi?herhalde “emperyalist işgal”den kasıt şu an varolan ekonomik dünya düzeni olsa gerek.ki alıp giden işsizlik oranı,geniş halk kitlelerinin içine düştüğü gelecek kaygısı,sosyal adaletin olmayışı,gelir adaletsizliği,yoksulluk ve yolsuzluk vs bakıldığında,bu,düzeninin hiç de adil işlemediğini yeterince kanıtlıyordur.kısacası çokuluslu şirketler,özelleştirme adı altında yapılan vurgunlar,kartelleşme,tröstler…hakimiyetin güçlünün eline geçtiği bir zorba düzen haline dönüştürülmüş.itiraz bunlaraysa hepsine eyvallah.
    yalnız bu,fiili işgalden çok bir entegrasyondur.yani yerli kapitalistlerin/burjuvların-yani hakim sınıfların sözkonusu dünya düzenine kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda gönüllü entgrasyonudur söz konusu olan.dolayısıyla “emperyalist işgal”tanımlaması varolan durumun karşılığı gibi görünmüyor.bildiğim kadarıyla yabancı bir devletin ablukası altında değiliz…başka orduların askeri güçleri tarafından işgal edilmiş bir durum da yok.ayrıca,hadi bu çarkın işleyişine de işgal dedik-buna da okey-peki kendi işgalcilerimizi nereye koyacağız?silahlarını halkına çevirmiş bir orduyu,onun yandaş medyasını(kartel medya mı demeliydim),askeri vesayeti,yargıçlar devletini,YÖK imparatorluğunu,ergenekon çetelerini ve daha nicesini nereye koyacağız.yoksa “yerel”olduğunda sorun teşkil etmiyor mu bütün bunlar.doğan holdingler,sabancılar,koçlar tarafından sömürü ve talan gerçekleştiğinde,baskı ve zulüm kendi kurumlarımız tarafından uygulandığında bu, emperyalizm diye dilimize dolanan sistemden daha meşru ve katlanabilir hale geliyor.
    demekki her türlü keyfilik,zulüm,baskı,çürümüşlük,yozlaşmışlık…kaynağı “içeride” olunca sorgulanmaya pek değer bulunmuyor.herkes istediği gibi at koştursun,birileri memleketi kendi çiftliği gibi yönetsin biz “emperyalist işgal”diye sloganlar atıp devrimcilik oynamaya devam edelim,gerisini de boş verelim.e valla ne ala devrimcilik,ne güzel anti-emreyalistlikmiş bu.slogan kolaycılığı…sanki slogan attıkça her şey yoluna girecek,tüm çarpıklıkları bu sihirli sözcüklerle düzelteceğiz-kim bilir tekrarladıkça belki de işe yarar(mı acaba?).nabi yağcı gibi “günah keçileri”miz de var nasılsa habire “döneklik”lerinden dem vurarak bütün kirlilikleri halının altına süpürelim,sonra ohh gelsin neoliberalizm/antiemperyalizm/bağımsızlık vs sloganları.ne kadar da kolay değil mi?hadi bakalım aslan devrimciler gazanız mübarek olsun!eminim bu mantaliteyle memleketi “emparyalist işgal”den kurtarmanız fazla zaman almayacaktır.

  20. Yazan:mustafa Tarih: Nis 25, 2010 | Reply

    tkp sürecinde sizi ve tüm yoldaşları sevmiştim onlar için yaşamımızı feda edebiliyorduk!!!
    sizi tarafta görünce üzüldüm!!!
    sanırım üzüntülerimiz de artık sizi ilgilendirmeyip BURUN KIVIRIRSINIZ!!!!!!!
    TKP BİR ABİDEDİR.
    Burun kıvırma yazınız sürece entegrede çok başarılı olduğunuzun bir abidesi olarak kalacak ve çocuklarnız bile size saygı konusunda tereddüt edecek çünkü süreç gerici bir yönde ilerlerken çocuklarnızı da öğütecek…katkınızla gururlanabilirsiniz.

  21. Yazan:ali duman Tarih: Nis 25, 2010 | Reply

    sosyal faşist chp yi dahi sol sayanlarla, nasyonal kemalizm kuyrukçuluğunda solculuğu sol sayanların nabi yağcıyı anlamalarını bekleyemeyiz.

    onların solcu saydığı kemalizmi musollini’den kanunlar kopyalar ve bu çağda bile uygular (örnek askeri ceza kanunu) dünya yüzünde barış döneminde asker kişiye mahkeme kararı olmadan, hatta mahkeme dahi edilmeden HAPİS CEZASI verilebilen dünya yüzündeki tek ülke KEMALİST türkiye’dir.

    dünya alem faşizmin ne demek olduğunu öğrensin, hitlere kadar uzanmadan, zaman tüneline girmeden, canlı canlı, sayısız darbeleri ve halen dumanı tüten darbe planlarıyla kanlı kanlı.

    bu devlet faşizminin adı solculuk ve devrimciliktir, bu ülke topraklarında.

    bir imparatorluğu tarumar edip, 7milyon km.lik vatan toprağını 700binlere düşüren, bir imparatorluğun yağma belgesi olan lozan dahi zafer sayılıyorsa, solculuğun bu denli çarpıtılıyor olmasına şaşmamak gerekir. sevrle yatıp kalkarlar, lozanı zafer sanırlar, ancak bu resmi ideolojinin sahte sol ve sahte devrimci papağanları halen “sevr lozan ilişkisinin”, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme ilişkisi” olduğunu dahi anlayamadılar, solculuğu nereden anlasınlar, gerici ulusalcılığın panzehiri olan enternasyanolizmi nereden anlasınlar, kemalizme ve onun cuntacılığına karşı mücadele eden behice boranı nereden anlasınlar, çekoslavakya işgaline karşı sscb’ye karşı çıkan mehmet ali aybarı nereden anlasınlar, TBKP’nin şanlı neferi nabi yağcıyı nereden anlasınlar. “ey atam sen kalk ben yatam” zekası yeterde artar onlara, hemde 1000 yıl kadar idare ederler bununla.

    birde onlara şapka devrimi yeterde artar bile, devrim nelerine, devrimcilik nelerine.

    şapka şapka olalı böyle zulum, devrim devrim olalı böyle kof’luk görmedi.

    ergenekoncu kemalist oligarşi işini bilir, misal ergenekoncu sahte komünist aydemir gülerin sahte TKP’sine izin verir, nabi yağcı ve haydar kutlu yoldaşın hakiki TBKP’sine izin vermez, vermiyorda zaten, bu yüzdendir ki kemalist yargının kapattığı parti TKP değil, TBKP’dir, zira sömürücüler beslemelerini de düşmanlarını da iyi tanıyorlar.

  22. Yazan:zafer Tarih: Nis 27, 2010 | Reply

    sayın ali duman… sizi okudukça şaşırıyorum!!!… hiç bir zaman bu kadar kesin konuşmam… ama şimdi çok emin ve çok kesin olarak yazıyorum ki siz solcu filan değilsiniz… taklit yapıyorsunuz… çok da kötü bir taklit… dünyanın herhangi bir yerinden herhangi bir marksisti, enternasyonalisti, globalisti ve antiglobalisti getirin, sizin bu derin düşünce sayfalarında yazdığınız konu ile ilgili yorumlarınızı okutun, kesinlikle tamamı size güler… son günlerde okuduğum tüm yorumlarınızı birlikte göz önüne alarak bunu yazıyorum… birincisi sizin amacınız solculuk filan değil, sadece tek bir derdiniz var, o da kemalizm… gördüğüm kadarıyla yazdıklarınızın tamamı sonuçta tek bir noktaya çıkıyor…

    sizi yargılamak haddim olmamakla birlikte, ciddi biçimde hatalı bilgiler sunan yorumlar gördüğümde de fikrimi belirtmek zorundayım…

    genel konjonktür içerisinde cımbızla tek bir olguyu çekip ayırıp sadece o olguyu yorumlamak en başta bilimsel bakış açısına terstir… tüm bilim dallarında incelenen konu zamansal ve çevresel koşullar baz alınarak irdelenebilir… eğer öyle değilse anında üzeri çizilip atılır…

    lozan başarı değildir tabii ki… ama sevr sonrasında lozan kesinlikle başarıdır… hiç bir imparatorluk sonsuza kadar devam edemez gerçeği göz önüne alındığında sıfırı tüketmiş bir imparatorluktan yeni bir cumhuriyet çıkarılmasının neresi başarısızlıktır ki?… ama amaç en baştan karalamak ise, tabii ki lozan başarısızlıktır… bu şekilde kısır bakış açısı ile yola devam edersek dünyada başarı örneği kalmaz… üzerinde güneş batmayan imparatorlukların üzerinde bugün güneş artık batıyorsa bu da başarı değildir… sizinki nasıl bir mantıktır anlamadım…

    şapka!!! gına geldi şapka örneğinden artık… şapka tabii ki devrim olamaz… sadece bir semboldür… alfabe örneği hiç verilmez nedense, sadece şapkaya takılır kafalar… alfabenin değişmesi devrim midir? bence evet… ve sizin sıkı sıkıya bağlı olduğunuz “küreselleşme” konusunda atılmış ilk büyük adımdır!!! … ölçü birimlerinin değiştirilmesi de öyledir… eğitimin birleştirilmesi de öyle… o zaman koşullarında bunlar atılmış çok büyük adımlardır… doğrudur yada yanlıştır, o kişiden kişiye değişir, bir şey diyemem ama çok büyük “açılımlar” oldukları kesindir en azından…

    chp sol filan değildir… akp daha sol bir partidir bence… türkiyede chp ye oy verenlerin neden verdiklerini anlıyor olmalısınız… sol parti olduğu için değil… çok fazla klişe laflar ve yaklaşımlar bunlar… baykalı sevmeyenlerdir chp ye oy verenler… chp ye oy vermeyenlerin de aslında baykalı çok sevmeleri lazım!!!

    siz eğer nabi yağcının şu yaklaşımlarını doğruluyorsanız, üzgünüm siz solcu filan değilsiniz… enternasyonalist hiç değilsiniz… ben inanmıyorum, inanan inanır sizin solculuğunuza benim sorunum değil…

    siz marksizmi ve enternasyonalizmi kesinlikle hiç bilmiyorsunuz… yada yukarıda yazdığım gibi, biliyormuş gibi davranıyorsunuz…

    7 milyon km karelik imparatorluğu tarumar eden lozan mı? nasıl bir mantıktır bu… bu durumda istanbulu osmanlıya veren de bizanslılar mı oluyor!!! 2 sene sonra istanbulun bir yakasını osmanlıdan geri alsalardı bu başarı olmayacakmıydı???… bence dünya tarihini tamamen değiştiren bir başarı olacaktı!!! ama sizin mantığınıza göre başarısızlık olacaktı…

    anadolu topraklarının bugünkü hali ile bile olsa kalmış olması da dünya tarihini çok fazla ve önemli ölçüde etkileyen bir başarı olmuştur bence… ama tabii bakış açısına göre değişir… bence olağanüstü bir başarı ama sizce çok büyük başarısızlık olabilir… beni ilgilendirmez…

    objektif olmak şarttır… bence objektiflik en büyük ahlaki değerlerden birisidir… ben yenilgiye uğrasam bile, beni yenen kişinin çok başarılı olduğunu söyleyerek yenilirim… bunu söyleyemiyorsam kendimi ahlaksız olarak görürüm…

    devlet faşizminin adının solculuk olduğunu söyleyen sizsiniz!!! tabii solculuk anlayışınızın tersliğinden kaynaklanıyor bu… o kadar ters bir anlayışınız var ki! dünya solunun savaşmakta olduğu globalizm size göre enternasyonalizm!!! çok ilginç… bütün bunları üşenmeden yazıyor olmamın sebebi, gerçekten neyin ne olduğunu bilmeyen birilerinin sizi okuyup sizin gibi olmalarını bir parça engellemek…

    siz nasyonalizmi, gericiliği, sosyal demokrasiyi, marksizmi, enternasyonalizmi ve küreselciliği iyice çorba yapmışsınız…

    dünya marksistlerinin izledikleri yolu yöntemi iyi takip edin… küreselleşme karşıtları kimlerdir bir ilgilenin… enternasyonalizm tam olarak ne söyler öğrenin… siz koyu marksist gibi yazıyorsunuz ama marksizim karşıtları bile sizin yazdıklarınızı okuyup eminim sıkı marksist olmayı bile düşünmeye başlıyorlardır…

  23. Yazan:ali duman Tarih: Nis 29, 2010 | Reply

    sn. zafer bey,

    öncelikle bana yöneltmiş olduğunuz sorular gerçekten güzel sorular, ancak size tavsiyem bana yönelttiğiniz soruları öncelikle kendinize yöneltin ve cevaplamaya çalışın.

    chp’yi sol’cu saymıyorsunuz evet ne kadar doğru bir adım bu, özellikle de başlangıç olarak. peki chp sol’cu ise tkp ismini çalan, şu anki tkp mahlaslı parti solcu mudur?

    ya da müesses nizamın sol kılıklı beslemelerinden olan oğuzhan müftüoğlu partisi ödp de solcu mudur? yoksa ergenekoncu mu?

    elbette ben küreselleşmeyi savunmuyorum, küreselleşmenin geç kalmış bir yanıt olduğunu söylüyorum, ancak küreselleşmeyi “tu kaka” ilan edip, varolan statükonun savunulmasının da solculuk olmadığını söylüyorum, hiç bir şey üretmeden, herşeye muhalefet edilmesinin solculuk olmadığını söylüyorum, teze, karşı tezle yanıt verilmesini söylüyorum.

    size burada uzun uzun anlatacak değilim, ancak ne varki kemalizm kuyrukçuluğunda kalarak ne solcu olabilirsiniz, ne de sağcı, hatta bu dünyaya ait olabilmeniz bile zor. acizane tavsiyem öncelikle yaptığı tespitlerin cezasını kemalizmin zindanlarında yıllarca yatarak ödeyen fikret başkaya’nın “paradigmanın iflası”nı okumanızı tavsiye ediyorum, gerci biraz eski yani bir 15 yıl kadar oldu, paradigmanın iflasının yazılması, ancak en azından hala yalanlar silsilesi olan paradigmanın iflasını anlayamayanlar için iyi bir kaynaktır.

    mesala bu “sevr” de paradigmaya ait bir yalandır, zira sevr diye bir antlaşma hiç bir zaman resmen olmadı,o bir taslaktı ve yerini lozan aldı, lozan bu yüzden imparatorluğun yağma edilme belgesidir, sadece imparatoruğun maddi olarak yağma edilmesi değildir, aynı zamanda kültürel olarakta yağma edilmesidir, zira bugün arkamıza baktığımızda 1923 cumhuriyet ilanından başka bir şey görememekteyiz, sanki o imparatoruğu biz hiç yaşamamış gibiyiz, bunun nedenini ise lozanın gizli hükümlerinde aramak gerekir, aynen petrolumüzü niye çıkaramadığımızın nedeninde olduğu gibi.

    kaldıki “hasta adam”, “zatan yıkılacaktı” gibi teraneler sadece birer zügürt tesellisidir, osmanlı yıkılmıştır, ancak osmanlının yıkılması için düşmana ihtayaç olmamıştır, osmanlı bizzat ittihat teraki zırvası yüzünden yıkılmıştır. o ittihatçı zırvası sırf kabineyi istediği gibi değiştirebimek için orduyu balkan harbinde savaştırmamış, çapulcudan kurulu bulgar ordusu çatalcaya kadar gelmiş, bunun üzerine kabine değiştirilerek, ittihatçı kukla kabine işbaşına getirilmiştir. bu örnekleri sıralamakta yersiz, zira kemalizmin beyin yıkama merkezlerinde 90 yıldır beyni yıkananları ikna etmek gibi bir derdim yok, nasıl olsa tarih bunu önümüze koyuyor, ayrıca devletçiliği savunan bir solculuğun sonunu yaşadık biliyoruz, o solculuk ya nazizme dönüşüyor, ya da stanilinzme dönüşüyor, bunu defalarca yaşamak insanlık adına kayıptır, işte bunu algılayan ve küllerinden yeni bir sol yaratmaya çalışan neferlerden biri olan nabi yağcıyı sahte solcuların veya kendini solcu sananların anlamalarını beklemiyorum. zira bu kurşun asker, devlet beslemesi solcular, çekoslavakya işgalinde sscb’ye karşı çıkan tip başkanı mehmet ali aybarı anlamamışlardı, o gün mehmet ali aybarı anlamamakla,bugün nabi yağcıyı anlamamak arasında hiç bir fark yok.

    bunu algılamaktan aciz olan solculuğun geldiği noktanın bir ergenekon siyaseti olan “akp düşmanlığı” temelinde, 12 eylül anayasasını bile savunuyor olmalarına şaşmamak gerekir.

    bu nasıl bir solculuk ise en nihayet ergenekonu da savunuyor, 27 mayısı da, 28 şubatı ta, 82 anayasasını da, lozanı da, ittihatçı enveri de, ermeni tehcirini de, kart-kurt seslerinden kürt türetmeyi de yani kısaca resmi ideoloji adına tüm yalanları da…

    solculuk buysa, siz solcu olun, bu solculuk size kalsın, ben almayayım.

  24. Yazan:zafer Tarih: Nis 30, 2010 | Reply

    öncelikle bana yöneltmiş olduğunuz sorular gerçekten güzel sorular, ancak size tavsiyem bana yönelttiğiniz soruları öncelikle kendinize yöneltin ve cevaplamaya çalışın.

    chp’yi sol’cu saymıyorsunuz evet ne kadar doğru bir adım bu, özellikle de başlangıç olarak. peki chp sol’cu ise tkp ismini çalan, şu anki tkp mahlaslı parti solcu mudur?

    sayın duman,

    sorduğum soruları beğenmişsiniz!! ama ben size soru sormadım ki! neyse, önemli değil…

    karşılıklı uzun uzun yorumlaşmayı sevmiyorum çünkü söylenecek her söze söylenecek çok şey her zaman vardır… ben başkaları uzun uzun tartıştığında kızıyorum, aynı konuma düşmekten de hoşlanmıyorum… asıl yazının önemi kayboluyor, konu başka yönlere kayıyor… ama kısacık şunu belirtmek durumundayım, sizin bütün derdiniz solla!!!… bütün yorumlarınız “o sol mu? bu sol mu? şu sol mu? vs vs vs”… çok ilginç… sol içinde o kadar çok fraksiyon var ki… üstelik fikir önemlidir… fikir nereye giriyorsa odur… yazılanlar söylenenler önemli…

    ben chp yi sol bulmuyorum, akp bile daha sol diyorum ama siz bana yukarıdaki gibi yanıt veriyorsunuz!!!… ders verir nitelikte yanıtlar!!! … “başlangıç için iyi bir adım!” … at gözlüğü takmış gibi takıntılısınız… burada birileri size uymayan bir şeyler yazmışsa kesinlikle “chp li faşit militarist vs vs vs” dir!! kendinizi içine düşmüş olduğunuz bu durumdan en kısa sürede kurtarırsanız iyilik yapmış olursunuz kendinize zira ciddiye alınmıyorsunuz…

    bu durumunuzu en iyi gösteren cümleniz ise “peki chp solcu ise……” şeklindeki cümleniz!!!…

    kurtarın kendinizi bu chp takıntısından…

    sevr resmi olmayabilir… önemli olan resmi olmayan bir taslak olması değildir… önemli olan canlı canlı yaşanmış olmasıdır… umarım 4 bir yandan yapılan işgale de yalan demezsiniz…

    bir çok fraksiyonu olan solun hangisi “sizin için uygunsa” bir zahmet söyleyin, bizler de o kalıba girelim… sizin vereceğiniz eğitim için iyi bir başlangıç olacaktır bu adım…

    sizin yaptığınızın aynısını ben yapsam nasıl bir cevap verirsiniz merak ettim… sizce hangisi sağdır? akp? anap? mhp? saadet partisi? alperenler?… ben sosyal demokrasiyi de bu saydıklarıma ilave edip tamamı sağdır diyorum… ama sizin takıntılı durumunuzu takınıp, size soruyorum: bunlardan hangisi sağ?

    sağ cenap pek teori üretemediği için olsa gerek, oldukça kısır… ama sol öğle değildir… üşenmesem aşağıya en azından 50 tane sol yazarım… sol kendisi içinde zıtlıkları barındırdığı için fraksiyonlar arasında sürekli zaten kavgalar yaşanır… sola yön veren çok fazla teori mevcuttur… zaten aslında sağ diye bir şey yoktur… sol olmayan sağ olarak kabul edilir zıttı da bulunsun diye!!!… ama yine de merak ettim, hangisi sizce sağ?

    hasta adam evet zayen yıkılacaktı!! yıkılmaya yüz tuttuğu yüzlerce sene öncesinden bile belli idi… zaten yıkılmıştı!!… o yüzden işin o kısmı bence hikaye… osmanlıyı osmanlı yapan “mükemmel devlet yönetimi ve anlayışı” idi… o anlayış ne zaman sulandı? işte o zaman hasta adam yıkıldı zaten… sadece devlerin yıkılması biraz zaman alıyor… sizin yazdığınız hikaye hoşuma gitmedi değil aslında ama ne yazık ki öyle olmadı…

    dünyanın kalbur üstü tarihçileri bile hiç bir konuda bu kadar kesin konuşamazlar… hiç bir bilim insanı zaten hiç bir konuda kesin ve net konuşamaz… sürekli bir miktar şüphe olmalıdır… ama siz dahil bir çok kişi, her konuda kendi değişmez doğrularınıza -ki buna saplantı deniyor- anormal derecede bağlısınız… ben bir kişi çok kesin konuşuyor ise herhangi bir konuda, o anda üzerini çizer geçerim… çizdim de zaten…

    size katılmayan herkesi anında takılı kaldığınız kalıplara sokma mantıksızlığından bir gün kurtulursanız, kendiniz için iyi bir şey yapmış olursunuz…

    saygı ve sevgilerimle…

  25. Yazan:durhat Tarih: Nis 30, 2010 | Reply

    katılımcıların birebir yorumlaşmasında araya girmek doğru değil belki.ama bir şey dikkatimi çekti ve belirtmeden geçemiyeceğim.
    durup dururken “siz solcu değilsiniz,marksist hiç değilsiniz”diyerek ali bey’in “solcu”luğunu sorgulayan yorumcu ilginçtir son yorumunda elştirdiği ideolojik duruşa kaptırıyor kendisini.
    dolayısıyla burada derin bir çelişki var.
    ya bir tavır,duruş veya ideolojik/politik çizgi “eleştirilemez”diyerek kestirip atacaksınız,ki bu zafer beyin dünya görüşüyle örtüşüyor.ya da yeri geldiğinde her olgu,politik akım,ideoloji,inanç vs eleştirlebilir diyecek ve o zaman da elştiriye açık olunacak.
    fakat sn.zafer bey sol adına ulusalcılık(hatta milliyetçilik)kıskacına takılan sözüm ona sol zihniyetleri ifşa etti diye ali beye kişiselleşen bir tavırla tepki gösteriyor.çoğulcu düşünceyi,görüş farklılıklarını,sol veya sağ politik akım ya da froksiyonel çeşitliliği vs dem vurarak yapıyor bunu.peki,sağı geçtik sol’un bu denli farklı görüş barındırdığını iddia eden biri acaba bugün ayyuka çıkan sapmalar karşısında eleştiri yapıldığında neden tahammülsüzlüğe varan bir üslupla karşı çıkıyor?öyle ya,madem sol ana akımın içerisinde her türlü görüş ve derinlemesine eleştiri geleneği olduğu varsayılıyor,o halde pekala ali bey’in eleştirleri de anlaşılır bulunmalı.
    neden anlaşılr bulunmalı?çünkü meydanlara çıkıp ermeni olayını ırkçı bir mantıkla şövenizme alet eden İP gibi fraksyonlar da solcu geçiniyor.olmayan laikliği bir söylem aracı haline getiren chp de solcu geçiniyor.Türk Solu adı altında faaliyet gösteren aşırı milliyetçi akım da solcu geçiniyor.ergenekona sempati duyduğu halde neoliberalizm,antiemperyalizm sloganlarıyla “antiamerikancı”lık taslayan garabet zihniyetler de kendilerine solcu diyor.
    daha sayayım mı bilmiyorum.
    dolayısıyla her yanı dökülen,değil marksizmle,solla,sosyal demokrasiyle bağdaşmayan milliyetçi takıntıları sol diye yutturmaya çalışan zihniyetler elbette eleştirelecektir.bundan gocunmanın da manası yok.ha çıkar böyle bir zihniyet yoktur denir ve bu iddia sağlam argümanlarla kanıtlanır amenna.lakin yok şapka kanunu,harf kanunu beğenmedin,lozan’ı sevr’i başarılı bulmadın,perincek’e,aydemir güler’e laf söyledin o halde solculuğun şüpheli diye kimse solu tahlil etmeye kalkışmasın.gerçekler meydanda çünkü.bu adamların solculuğu da sağcılığı da belli.piri yalçın küçük olan,kaynağı Türk Solu Dergisi olanlar solcu geçinse ne yazar sağcı olsa ne değişir?dün abd yanlısıyken moskova düşmanı olan,bugün ergenekon yapılanmasına duyduğu hayranlık ve yandaşlıkla antiamerikancı geçinenlere solcu denemez kimse kusura bakmasın.

  26. Yazan:zafer Tarih: Nis 30, 2010 | Reply

    durup dururken “siz solcu değilsiniz,marksist hiç değilsiniz”diyerek ali bey’in “solcu”luğunu sorgulayan yorumcu ilginçtir son yorumunda elştirdiği ideolojik duruşa kaptırıyor kendisini.
    dolayısıyla burada derin bir çelişki var.
    ya bir tavır,duruş veya ideolojik/politik çizgi “eleştirilemez”diyerek kestirip atacaksınız,ki bu zafer beyin dünya görüşüyle örtüşüyor.ya da yeri geldiğinde her olgu,politik akım,ideoloji,inanç vs eleştirlebilir diyecek ve o zaman da elştiriye açık olunacak.
    fakat sn.zafer bey sol adına ulusalcılık(hatta milliyetçilik)kıskacına takılan sözüm ona sol zihniyetleri ifşa etti diye ali beye kişiselleşen bir tavırla tepki gösteriyor.

    sayın durhat…

    tam tersi, bence 2 kişinin tartışmasındansa araya birilerinin girip fikir belirtmesi çok daha yapıcı ve olumlu…

    aslında şu yukarıda yazdıklarınız için öncelikle teşekkür etmek istiyorum… çünkü gerçekten neden öyle bir tavır takınmış olduğumu açıklamam iyi olacak… “siz solcu değilsiniz, marksist hiç değilsiniz” demiş olmamın -ki zannedersem başka bir konu altında idi- sebebi, o yazıda ali beyin özellikle marksizmle hiç ama hiç uyuşmayan söylemleri olması idi… benim bilebildiğim kadarı ile, yanlışsam düzeltin, bilinen globalizme marksizm evet diyemez… diyen bence marksist olamaz… şiddetle bu görüşü savunan kişi ya biri, yada diğeri olabilir… mantık bunu emrediyor…

    sayın durhat, “eleştiri” ile “yanlışa tepki gösterme” bir değildir… her görüş elastiktir… ama bu elastikiyet asla belli sınırların da dışına çıkamaz… bu da bir gerçektir… benim görüşüme göre globalizm ile marksizm kavramları aynı cümlede birbirlerini tamamlar nitelikte “marksistler globalizmi savunmalıdırlar” şeklinde kullanılamazlar… hatalı olabilirim, bilgisiz de olabilirim ama bence öyle… elastikiyet nereye kadar sayın durhat…

    okurken çok dikkatli okumak lazım… yazan kişi neden o yazıda öyle yazmış, neden bu yazıda böyle yazmış dacaba diye iyice irdelemek lazım… aslında bana yönelttiğiniz eleştirinin bir kısmını da kendinize yöneltmeniz lazım… neden mi? şundan: siz bu zafer burada böyle yazdığına göre kesinlikle böyledir deyip yazılan 1 kelimeye büyük ihtimalle 10 kelime de kendiniz ekliyorsunuz… çok fazla karşılaşılan bir durum bu… direk tek bir anahtar kelimeden tüm kişiliği, politik düşünceyi vs vs vs yi tamamlama olayı bu… mesela ali bey de aynısını yapıyor… zafer atatürkü savundu! demek ki bu adam solcu geçinen bir chp li, chp li ise kesin militaristtir de!! militarist olduğuna göre darbe savucusudur!!! ergenekoncudur… izmirden de bahsetmiştim bir yerlerde!!! amanın bu zafer aynı zamanda faşisttir de!!!… bu böyle devam edip gidiyor ve ben CHP Lİ DEĞİLİM ARKADAŞ diye bağırsam da bir şey değişmiyor…

    özetle, bu derin düşünce gibi siteler web sayfaları kategorilerinde “padişah siteler” olarak adlandırılıyorlar… % 80 ağırlıklı benzer görüşe sahip yazar ve takipçinin arasında % 20 lik daha değişik takipçi derdini kolay kolay anlatamıyor… ben yorumlarımı yazarken aşırı bir titizlik göstermek durumundayım aynı zamanda çünkü silinebilir korkusu var… sürekli yazdığım bir başka benzeri sitede ise durum buranın tam tersi!!! bu sayfayı eleştirmek değil bu, mecburen bu tip sayfalar böyle oluyor… bir başka platformda ben 2 cümle ile derdimi anlatabilirken burada 8 paragraf yazmam gerekiyor…

    sayın durhat şurada yazdığım topu topu bir kaç yorumumla benim dünya görüşümü analiz edip de dünya görüşümle örtüşen kısmı bulabildiğiniz için taktir ettim sizi… enternasyonalizm ile globalizmi karşılaştıran kişiye ne yazmamı beklerdiniz? marksist enternasyonalizm ile halkları köleleştirmeyi hedefleyen globalizmi aynı kefeye yerleştiren sayın ali beye evet siz solcusunuz mu deseydim!!!

    ali bey gibi söylemleri olan kişiler globalizmin adını değiştirip sofraya koyuyorlar, “emperyalist enternasyonalizm” dendiğinde daha bi sevimli duruyor ve yutturulması ve bazı çevrelere kabul ettirilmesi daha kolay oluyor…

    türkiyede son yıllarda bütün kavramlar bilinçli olarak karıştırılarak kafalar bulandırılıyor… şu anda her şey birbirine girmiş durumda… cümlenize durup dururken ifadesi ile başlamışsınız, umarım durup dururken olmadığını iyi ifade edebilmişimdir…

    şunu unutmuşum, belki de en önemlisi bu:

    fakat sn.zafer bey sol adına ulusalcılık(hatta milliyetçilik)kıskacına takılan sözüm ona sol zihniyetleri ifşa etti diye ali beye kişiselleşen bir tavırla tepki gösteriyor.

    öncelikle, tepki tabii ki kişiselleşen bir tavırla olur! … benim milliyetçilik kıskacına takılan sol zihniyetleri ifşa etti diye tavır takınmış olduğumu düşünmeniz bile pek normal değil… yukarıda bahsettiğim sorundan kaynaklanıyor bu durum!… zafer olsa olsa bu sebepten tavır takınmıştır!! diye düşünmüş olmalısınız… üstelik ifşa etme deyimi genelde bir şeyleri ilk kez açık açık ortaya döken, bilinmeyeni aydınlığa çıkaran kişiler için kullanılır… ali beyin o yönde herhangi bir şey ifşa ettiğini düşünmüyorum…

    saygı ve sevgilerimi yolluyorum…

  27. Yazan:durhat Tarih: May 1, 2010 | Reply

    zafer bey,önce bir noktayı düzeltelim.

    yanlış okumadıysam itirazınız ali beyin ideoljik(burada sol)sapmalara yönelik sert eleştirilerine değil;birbiriyle bağdaşmayan globalizmle(ya da küreselleşmeyle)marksizmi aynı potada buluşturuyor olmasına…

    peki,ben de düzeltiyorum,çıkış noktanızı bu analoji üzerine kurarak eleştirimi yöneltebelir,bu yönde bir gözlemde bulunabilirdim.

    dürüst olmak gerekirse,evet,tam da düşündüğünüz gibi bir okuma yapmışım.

    ancak yine de kendimce belirlediğim çelişkiye karşın-bu algı doğru veya yanlış olur,ayrıca tartışılır-kesinlikle politik duruşunuzu bir yere koymak gibi önyargılarım olmadı.

    sadece size karşı değil,kesin kanıtları olmadan her hangi birini etiketlemeyi demokratik tartışma etiğine uygun bulmuyorum.

    dolayısıyla sizi chp’li,militarist ya da darbe yanlısı gibi düşünmem mümkün değil.ayrıca katılmadığım bir görüşten ötürü doğrudan yaftalama hakkı da bulmuyorum kendimde.

    şimdi izninizle yanlış okuma içinde olduğumu düşünerek baştan alayım.

    birincisi,ali bey bir kere marksist olma iddiasında bulunmadı.böyle bir iddia olmadan sizce muhatabın “ne kadar merksist olduğunu”sorgulamak ne kadar doğru?

    ikinci bir husus,marksizm,karşıtları kadar kendilerini marksist olarak tanımlayanlarca da eleştirlebilir.yeniden tarihsel eleştirisi, bilimsel tahlili yapılabilir.zira her türlü yeniliğe,farklı bakış açılarına açık felsefi bir görüştür marksizm.sosyal adeletin ve evrensel değerlerin hayata geçmesi adına kitlelerce bir umut olarak görülmesi bu karekteristik özelliğinden gelir.dolayısıyla marksizm statik değildir,bir dogma ise hiç değil.bu anlamda elbette çağın koşullarına göre yeniden uyarlanma ve yeniden yorumlanmaya açıktır.bu nedenle-temel ilke ve prensiplerden ödün verilmediği sürece-marksizmi farklı persfektiflerden ele almak revizyonizm,oportünizm olarak kestirip atılmamalı.

    gelelim marksizmin küreselleşmeyle ne kadar bağdaşır(!)olduğuna.evet,burada önemli bir handikap var.kuşkusuz marksizmin iktisadi temelleriyle bugün yaşamakta olduğumuz liberal ekonominin birbiriyle uyuşan yanları pek bulunmuyor.zira liberalizm=kapitalizm.elbette toplumun veya bireylerin birinden birini tercih etme hakkı ve bu tercihin dayandığı nedenler,koşullar olacaktır.olmaktadır.ve ayrıca bir gerçek vardır ki bu iki sistem asla bir arada yürüyemez ve birbirleriyle uyum sağlayamaz.her ikisinin karşıtları veya yanlıları da birinden birini tercih edebilir ya da benimseyebilir.daha açık bir ifadeyle ya bundansınız ya da ötekinden;”ortası”yoktur bunun!

    belki şu yapılabilir:liberalizm ya da kapitalizm yanlıları ancak kapitalizmin ehlileştirilmesini savunabilirler.burjuva aydınları elbette sınıfsal çıkarları gereği kapitalizmi vahşi yapısından kurtararak daha ılımlı,daha sevimli göstermeye çalışırlar.bugün kapitalizm yanlıları ekonomistlerin,teorisyenlerin de yaptığı budur.oysa liberalizmin varacağı yer en nihayetinde kapitalizmdir.ki kapitalist sistem işleyegörsün varacağı nokta yine “vahşilik”düzeyinde sömürüdür,talandır,tüketim çılgınlığıdır.buna hep beraber tanık oluyoruz.bireyin kendine yabancılaşmasından tutun,kültür erozyonuna,toplumsal yozlaşmaya kadar maalesef tümdünya topluluklarının tehdit eder duruma gelmiştir.kapitalist cephede görünen manzara budur.

    ancak diğer yandan değişim dediğimiz bir gerçek var.dünya artık iki kutuplu bir dünya değil.soğuk savaş günleri geride kaldı.dünya emekçi yığınlarının beklentilerini karşılamaktan çok uzak olsa da bir entegrasyon sözkonusu.teknoloji alabildiğne gelişmiş,geliştikçe de küçülüyor dünya.

    dolayısıyla marksizmin bu değişim karşısında başedecek düzeye,geniş kitleleri özendirecek açılımlara yönelmesi gerekir.bu dinamizmi yakalamdığı takdirde akedemik kürsülerde dillendirilen ve sadece teoride kalan bir öğreti olmaktan öteye geçemeyecek.nitekim de ülkemizde menzili bu sınırlayıcı yapıdan öteye geçemiyor.

    son tahlilde,teoriye saplanıp kalan bir marksizm ile teselli bulmamız çözüm değil.geniş bir kitle tabanı oluşmadığı sürece de Türk Solu Dergisi,İP,olmayan lakliğin savunucusu chp ve diğer muadilleri tarafından savunulagelen kof bir söylem olarak kalacak.sloganlar eşliğinde içi boşaltılmaya devam edecektir.

    ben de diyorum ki gelin bu zihniyetlere itibar etmeyelim.gırtlağına kadar karanlık işlere bulaşmış gizli yapılanmalarla marksizmi,sosyalizmi,solu bir yere taşıyamayız.mustafa suphileri karadenizde boğduranlar kimdir?nazımı sürgünlere gönderen kimdir?araştırın.eminim sıkı bir araştırma yaparsanız faillerin bugün en çok sol adına konuşanlardan olduğunu öğrenmeniz zor olmayacaktır.bakın solculuğuyla ünlenmiş,solculuğu kimselere kaptırmayan Cumhuriyet gazetesi bir zamanlar nazımın bir resmini koymuştu gazateye “yayınladık ki bol bol üstüne tüküresiniz”diye not geçmişti.peki daha ne kadar bu dinazorları solcu,demokrat diye baş tacı edeceğiz?mustafa balbay’lar,ümit zileli’ler,nihat genç’ler…bu anlayışın,bu zihniyetin temsilcileri,mirasçılarıdır.şövenizmi yayın ilkesi edinmiş iletişim kurumlarında arzı endam eden bu zatlar ne yazık propagandalarını sol söylem üzerinden yapmaktadırlar.hangi ırkçı yayın kuruluşuna baksanız kalpağı ve kırmızı atkısıyla yalçın küçük’ü bulursunuz,boyun damarları çatlarcasına ergenekon borazanlığı yapan nihat genç’i bulursunuz.peki solcuyum diye ortalıkta gezinenlerin günün 24 saati ergenekon yandaşlığı yapan yayın kuruluşlarında ne işi vardır?bunların üzerinde kafa yormak gerekmez mi?
    artık timsah gözyaşlarıyla kimsenin düşüncelerimizi ipotek altına almasına izin vermeyelim.benim samimiyetinizden bir kuşkum yok.emekten yanasınız,eşitlikten yanasınız ama maalesef medyanın zihinlerimizi bulandırması karşısında bocalıyor,birbirimize düşüyoruz.ve bazen farkında olmayarak karayı ak,akı kara görüyoruz.çünkü sistematik bir biçimde bu şekilde görmemiz sağlanıyor.ve bunda da başarılı olunuyor maalesef.

    dostlukla.

  28. Yazan:zafer Tarih: May 1, 2010 | Reply

    sayın durhat…

    olumlu yaklaşımınız için çok teşekkür ederim… kendisi ile aslında çok da uzak konumlarda olmadığımız, sadece tek bir noktada yakın olamadığımız sayın ali duman ile ilgili konuyu kendisi eğer gerek görürse ali dumana bırakıyorum… çünkü şunun bilincindeyim, yazı yazan herhangi biri, her zaman derdini tam olarak ifade edemeyebilir, bu mesleği yazarlık olan biri de olabilir, sayın ali duman da olabilir, ben yada siz de olabilirsiniz… bu hoşgörü kapısı her zaman açık olmak zorundadır… ben sayın ali dumanı anlamamışımdır, hatalıysam özür diliyorum…

    gelelim sizin yazdıklarınıza… yazdıklarınızın çok büyük kısmına tamamen katılıyorum… izninizle bir kez daha yazdıklarınızı cümle cümle okuyup bir şeyler yazmak isterim…

    öncelikle şunu yazmak istiyorum, belki ben genel ortalamanın biraz dışındayım!!… ve hepimiz aslında her an öğrenme aşamasındayız… çok uzak olduğum avrupa birliğinin temel yaklaşımlarından biri olan “hayat boyu eğitim” kavramına da sıkı sıkı bağlıyım bu sebeple…

    buradan şunu kendi adıma çıkarabiliyorum, ben ve benim gibi bir çok kişi “bir şeyi tümüyle kabul edemediğimiz gibi, bir şeyi tümden de reddedemiyoruz” alışık olunamayan durum bu…

    başka isimler vermek yerine, kendimi yazıyorum, lütfen herif gelmiş buraya kendisini anlatıyor yada reklam yapıyor diye düşünmeyin:)… mesela küreselleşme korkusu 2 konusunda bir yorumcu “marksizim sonraki uygulayacılarının hataları sebebi ile geri plana kaldı” diyor… ama bu ifade kemalizm üzerine yapılan yorumlarda mustafa kemal için kullanılmıyor… kemalizm tartışılırken “türkiye yönetimlerinin uygulama sorunları yüzünden bugün bu haldeyiz” gibi bir ifade aslında her şeyi çözecek… bu sayfalarda değişik kişilerce bu gerçek bir iki yerde hafifçe -bence zorunlu kalınarak- ifade edilmiş… ben yaşanan her şeyi bir aşama olarak kabul ediyorum… mesela sol yıllarca evrim-devrim; devrim-evrim sorununu tartıştı… ben her aşamayı evrim olarak kabul ediyorum, bakış açım o… türkiyede yaşanan hiç bir şeyi olumsuz kabul etmiyorum… tepeden inme hiç bir sistemin yaşayamayacağını düşünüyorum… hatalı uygulamaları yapanlardan nefret ediyorum… kemalizm adı altında yapılan hiç bir şeyi tabii ki beğenmiyorum… netekim paşanın golf pantolonlu bastonlu hali gözümün önünden gitmiyor… idam edilen, işkence gören çocuklar da gözümün önünden gidemiyor, mümkün değil… ama netekim paşa yada benzerlerinin yüzünden mustafa kemal atatürkten nefret etmiyorum… atatürk benim için çok önemli… özellikle mustafa kemal benim için çok önemli… sonrasındaki yöneticilerin/yönetimlerin/bürokratların/paşaların tümünü reddediyorum… belki de tümden reddettiğin tek şey de bu!!! sağını solunu altını üstünü tamamen red ediyorum… çok yakın tarihimizin tamamını yani ve askeriyle politikacısıyla… tümüyle reddetmek durumundayım çünkü birbirleri arasında önemli fark görmüyorum ama bu türkiyede olumlu hiç bir şey olmadı bu süreçte anlamına da gelmiyor…

    ben dediğimde rica ediyorum bir kitle olarak düşünün… ben milliyetçi kesinlikle değilim… herhangi bir en küçük ayrım bile aklımın ucundan geçmiyor… benim için kadın-erkek bile yoktur… sadece polikliniklerde ve tuvaletkerde bu ayrım olabilir… benim için önemli olan tek şey insandır… ben kanadalı ve japon pisliklerin fokları çekiçle katletmelerine karşı çok hassasım… giyim kuşam benim için önemli değil, önemli olan tek şey “beyin”… türkiyedeki renkler her anlamda eşit olmalıdır… şudur budur… çok bilinen klişeleri yazıp okumayı sevmeyen kitleye baygınlık vermeyeyim…

    milliyetçi olmamakla beraber ben vatanımı seviyorum… vatanını sevmek ulusalcılık değilidir… ben çok sevimli şekillerde insanları köleleşmeye götüren, daha doğrusu insanı yok sayan her türlü harekete de karşıyım… imf imiş birleşmiş milletlermiş şuymuş buymuş tümü emperyalist oluşumlardır… avrupa ülkesi yunanistan imf nin kucağına mı oturacak??? nasıl getirildi yunanistan bu duruma??? ben almayayım bu vitrini şahane olan avrupa birliğini!!!… amerika avrupa israil ve asıl önemlisi dünyadaki “aileler” dünyadaki bütün renkleri yok etmeye uğraşırken ben ülkemin renklerini bundan kotumak istiyorsam bu ulusalcılk mı oluyor diye sorarım… eğer öyle oluyorsa, sorun değil, ben ulusalcıyım der geçerim…

    kürt sorunu! kadın-erkek ayrımını yapmayan biri olarak ben (bizler) nasıl olur da türk-kürt ayrımı yapabiliriz? … tabii ki adına kemalizm deyip geçiliveren ama benim “yönetmeyi bilmeyen sistem” dediğim sistem yüzünden yaşanan sorunlar nedeni ile ortaya çıkan pkk bir terör örgütüdür bence… ben pkk yı kesinlikle ve kesinlikle kürt halkının haklarının gözeticisi olarak göremem… bir çok defalar kapatılan partilerin de kesinlikle kapatılmamaış olmaları gerekirdi… türkiyede “parti” kavramına uyan tek parti belki de dtp idi… ama dtp siyasi parti olabilmeyi kendisi beceremedi ki! derim… kürt halkının temsilcisi benim demeyi bile beceremediler!!! topu aldılar pkk ya attılar… dtp ne yaptı mesela? güneydoğuda ki kanayan herhangi bir tarihsel boyutu olan soruna el attı mı? meclise getirdi mi??? hayır… ne yaptılar? “öcalana gidin” dediler… ben mesela buna nasıl “tamam” diyebilirim? … o zaman dtp ye ne gerek var? kapatılsın gitsin deme hakkım yok mu?… gerek olmayan, üstüne vazife almayan parti ne işe yarar arkadaşım… BECEREMEDİLER!… dtp ye olumlu bakamadığım zaman da ben “milliyetçi, hatta ırkçı faşist” yada “ulusalcı” damgası yiyorsam bunun sorumlusu olarak kendimi göremiyorum… izmirli olmam da cabası:)))…

    başı örtülü kişi benim için yobaz değildir… poşulu kişi de terörist değildir… ama ben nedense onlar için “izmirli ulusalcı militarist darbeci faşistim”…:)))… tabii gülüp geçiyorum… bu sıfatlarım da her gün artıyor:) … bir tek gevurluk vardı ama şimdi faşist de oldum:)…

    umarım benim gibi olan aslında büyük bir sessiz kitlenin derdini anlatabiliyorumdur…

    KAPİTALİZM:

    inanın hiç bir fikrim yok:))… fikrim olmaması normal değil bu konuda tabii ama, ütopyalar üzerinde yazmayı es kaza okuyacak kişiler için bir işkence olarak görüyorum… ne yazık ki vahşi kapitalizmin en azından vahşiliğinin gitmesinin bile çok uzun zaman alacağından eminim… fikirlerimiz çok fazla ütopik… milyarlarca emekçi bir araya gelse 1 adet para babasını alt edemez… tabii şimdilik… sadece neyapılabilinir? bence şu:

    olabildiğince globalizmden uzak durarak…

    bu yapılabilir mi pratikte? çok zor… ama en az ütopik olan bu bence…

    marksizm küreselleşmeye asla bağdaşamaz… ama bağdaştırılmaya çalışılıyor…

    ama gelin birlikte şu iş için kafa patlatalım… elden geleni yapalım en azından… “küreselleşme farklı renkleri korumak için hatta zenginleştirmek için çaba sarfetsin ben de daha sıcak bakmaya başlayayım, belki gelecekte ortak bir şekillenme yakalayabiliriz”… yada ben türkiye olarak mesela yada araplar olarak, hintliler, çinliler vs vs vs olarak daha küresel olayım ama “o çok demokratik olan büyük büyük büyük abilem zırt pırt beni aşağılamasın” “minareme karışmamayı öğrensin” mesela… yada imf bana al sana para ama şu vergileri koy demesin… birleşmiş milletleri gerçekten birleşmiş bir milletlere çevirsin…

    özetle kapitalizm “insana” değer versin… ama bu değer verme emekçiye al sana 2 kat maaş şeklinde değil de, sosyal boyutlarda olsun… ben köle olmayacağımdan emin olayım yeter bana…

    ben (biz) bugünkü hali ile oldukça vahşi olan ve gittikçe daha sevimli gösterilerek daha da vahşileşen bir küreselleşmeyi kabul edemiyorum diye bir takım cahiller beni ulusalcı, milliyetçi, ırkçı yapmasınlar yeter aslında bana… bir takım cahiller bana bu sebeplerden dolayı seni kemalizm bu hale getirdi, sen kemalistsin demesinler! ne alaka? derim daha da kemalist olurum… ben aslında kemalistim… ama cahillerin anladığı anlamda değil… bu anlaşılsın yeter… ama eminim anlaşılmayacak çünkü çoğu kişi için asıl amaç zaten mustafa kemal atatürkü karalamak…

    şu yukarıdakileri yazmış olmam bile yazdıklarımın tamamını yok etmeye yeter:))… yani hiç biri görülmeyecek, sadece o 2 cümle görülecek… önemli değil…

    bence dünya şu anda da 2 kutuplu ve soğuk savaş döneminin geri kaldığı filan yok… neden? çünkü bir kutup varsa eğer kutup dediğimiz anda zıttı da olmak zorunda… bir kutup var mı? evet var… eğer diğer kutup şekillenememişse hemen şekillendirilip kutup zaten yaratılır… rusya yok mu? eyvah insanları korkutacak bir şey kalmadı!!! hooop hemen çin var… olmadı mı? hooop iran!!!… islami terör!!! aslında yok islami terör filan… ama lazım idi ve yaratıldı…

    dolayısı ile, marksizmin değişim karşısında yenilenmesi de gerekmiyor çünkü aslında değişim filan yok… teknoloji çok ileri zannedilir hep… bir karikatür vardı, mağara adamı tekerleği bulmuş ve “vayyy be icat edilecek ne kaldı ki” diye seviniyordu karikatürde:)))… durum hep böyledir… teknolojinin sınırı yok ki… değişen ne oldu? emekçi kesim önemini yitirdi!!!… yada emekçi kesim değişti diyelim… mesela şimdi 1 mayıs… 1 mayıs artık türkiyede sadece işçinin bayramı değil!!!… teknoloji ile emekçi önemini yitirdi ama emekçinin yeri doldu mu?

    bir kere şu siyasi kategorizasyondan bir kurtulmamız lazım… çok güncel bir örnek: ben ithal ete karşı çıktığımda neler neler söylendi bana… (mesleğim gereği)… bir yanda ithal et!!! konu bu!!! ama en sonunda bana söylenen şey “ulusalcı darbecimisin sen!” oldu:)))… bu nedir? KOMEDİ…

    ne alaka?

    küresel dayatmalar benim üretimimi neredeyse sıfırladı!!! … türkiyedeki yönetimler doğu anadolyu resmen bitirdiler… GAP bir kenara itildi… üretici yapayalnız kaldı (beter olsunlar diyorum, çünkü onlar sayesinde böyleyiz!)… kızıyor herkes bana ama evet, gerçekleri görene kadar beter olsunlar diyecek kadar kızgınım çünkü… el birliği ile ve küresel dayatmalar sonucunda et üretemez boyuta geldiysek ve çözüm olarak et ithalatı benim önüme getiriliyorsa!!! ben buna şiddetle karşı çıkarım arkadaş… doğu anadoludaki insanları savunduğum için bana milliyetçi deniyorsa da densin… umrumda değil… ama ben neden hans ın cebine para koyayım ki? o para alinin velinin memo nun cebine girsin… dediğim anda ulusalcı oluyorsam… evet ulusalcıyım…

    bu çok ince çizgiler üzerinden marksizm yada enternasyonalizm kavgaları yapmaya işi büyütmeye ne gerek var… milliyet önemli değildir, insanlar kardeştir vs vs vs ile bunun alakası yok… insanlar kardeştir ama hans neden memodan daha önemli olsun ki? önce memo diyorum…

    son tahlilde,teoriye saplanıp kalan bir marksizm ile teselli bulmamız çözüm değil.geniş bir kitle tabanı oluşmadığı sürece de Türk Solu Dergisi,İP,olmayan lakliğin savunucusu chp ve diğer muadilleri tarafından savunulagelen kof bir söylem olarak kalacak.sloganlar eşliğinde içi boşaltılmaya devam edecektir.

    şu sizin yazdığınız italik kısma aynen katılıyorum!!!… farkındaysanız pek teorik laflar etmem… bu saydıklarınız ip türk solu vs, gündemimde yok… ben basit biriyim… artık ben değil de biz diyeyim, bizler adı ve sesi olmayanlar, partimiz yok! derneğimiz de yok… saplantımız, takıntımız da yok… bize genelde sen solcusun derler! bizler de “hadi yaa!” eh iyi bari deriz!!!… daha doğrusu derlerdi… şimdi genelde sen faşistsin diyorlar:)… halbuki alakası yok!!!

    destek olmak için türk solu dergisine abone oldum… bilirsiniz türk solu dergisi her hafta gelir, 2-3 ayda bir de ileri dergisi gelir… bir gün ileri dergisinin içinden bir cd çıktı!!! cd “kürtlerden alışveriş yapmayın!!!” diyordu… ne ala!!!… anında aboneliğimi iptal ettim… çünkü ben “gevrek” satın alırken satıcının kafatasını ölçmüyorum… peki ben nasıl bir faşistim böyle???

    bizler aslında türkiyedeki bütün renkleri kendilerinden daha da çok düşünen ve gereken yerde yüksek sesle bağıran kişileriz…

    bizim türkiyenin daha çok doğusundan birer kardeşi vardır… benim 5 tane var…

    biz greenpeace için mesela eylem yaparız…

    bizim gibi olan binlerce kişi geçen sene istanbula bizim için gelip esnaftan dayak yiyip gittiler…!!! yine gelecekler…

    ben mesela maddi kaygılar yaşamayan, ömrünü rahat rahat tamamlayıp, zevk sefa ve refah içinde yaşayacak kişiyim ama “memo nun karnı doysun diye” faşist damgası bile yiyorum, önemli değil…

    bizim dünyanın her yanından kardeşlerimiz de vardır… kanadalı pislik fok öldürmesin diye çalışırız… aslında bana ne kanadadan!!!

    sayın başbakanımız bize kızar… der ki kanadadaki fokla ilgilenenler filistindeki çocukla neden ilgilenmezler! der… hiç üzülmesin, onunla da ilgileniriz bizler… lafla peynir gemisi yürümüyor…

    biz aslında karşı olmamıza rağmen, savunanlardan çok daha fazla küreseliz!!! sadece renlere saygılıyız o kadar… aynı saygıyı emperyalist enternasyonalcilerden beklemek ütopya olacak, biliyorum…

    gdo ya karşı çıkıyoruz!!! tokat yiyoruz… akp düşmanı diyorlar… desinler…

    kişisel olarak ben, mesela nükleer santrale karşı değilim!!! bu sefer de diğerlerinden tokat yiyoruz…

    son paragrafınız en can alıcı nokta… ergenekon… insan yazarken bile sağına soluna bakıyor::)))… geçen üniversite sınavında ergenekon ilköğretim okulunda görev gelmişti bana… giderken bile çok korkmuştum:)… şaka bir yana, ergenekon davalarının sonucunu beklemek durumundayız… devam eden bir dava hakkında konuşmak, yazı yazmak gerçekten suçtur aslında… ama çok büyük bir iş gerçekten… karanlık oluşumların “tamamen” ve “tam isabet” aydınlığa kavuşturulmasını bekliyoruz… türkiyedeki herkes gerektiğinde hesap vermelidir diyorum… “herkes” in de altını kalın kalın çiziyorum…

    ama bu davaların olması gereken ciddiyette devam etmediğini düşünüyorum… çok ciddi ve çok hızlı olmalı… bir de bilgi kıtlığı var… evet bir şeyler oluyor ama ne oluyor? ben bilmiyorum… aslında kimse de bilmiyor!!!… bütün süreci canlı olarak trt nin bir kanalı sürekli yayınlasa iyi olur…

    evet, solcu geçinenler ergenekon a gözlerini kapatamazlar… kapatıyorlarsa solcu değillerdir… solculuğu kullanıyorlardır…

    ama maalesef medyanın zihinlerimizi bulandırması karşısında bocalıyor,birbirimize düşüyoruz.ve bazen farkında olmayarak karayı ak,akı kara görüyoruz.çünkü sistematik bir biçimde bu şekilde görmemiz sağlanıyor.ve bunda da başarılı olunuyor maalesef.

    aynen dediğiniz gibi… bilinçli olarak yapılıyor ama yapan sadece tek bir taraf değil!!! her taraf yapıyor!!!…

    ben kendi adıma şunu rahatlıkla yazabiliyorum, ben her tarafa objektif olarak vurabiliyorum!!! … vuruyorum derken, aslında çok şiddetli vurmamaya özellikle burada gayret gösteriyorum… çünkü bu sayfalar bence tek taraflı vurma konusunda ısrarlı… araya eleştiri sıkıştırmadan geçemeyeceğim… herkes kendi adına mümkün olduğunca objektif olabilirse eğer, istedikleri kadar uğraşsınlar, kafalar bulanmaz!!!… bir çuval pirinç içinden taşları ayırmayı beceremeyenlerle hiç birimizin yakınlaşması olmamalı!!!…

    bütün bu yazdıklarımdan sonra sayın durhat, sizce ben neciyim??? yada ben ve benim gibi olanlar bir şeyci olup ille de bir kalıbın adamı mı olursak daha iyi olur? yoksa kalıpsız olursak mı daha iyi olur…

  29. Yazan:durhat Tarih: May 2, 2010 | Reply

    zafer bey,
    isterseniz yorumunuzun sonundan başlayalım.tabi ki ille bir kalıba bürünmek şart değil.her şeyden önce insanız.şayet kalıptan kastınız kişinin dünya görüşü ise,istesek de istemesek de her birimizin gönlünde bir aslan vardır-inandığımız “doğrular”ı kasdediyorum.kısacası kendimizi bilinen siyasi tanımlamaların dışında görsek de her birimizin kendince bir yöntemi vardır.kimimiz ideoloji üstü bir sadeliği seçeriz.dediğiniz gibi farkı düşünceleri kategorize ederek birine yaslanmak şart değil.ancak insan ideoloji sahibi de olabilir ve dolayısıyla ideallerini bir fikir üzerine kurarak bunu hayata uyarlayabilir.yeter ki işin içine şiddet,insanın insan eliyle yokedilmesi girmesin…çözüm, savaş ve şiddette aranmasın.

    bundan hareketle benim değer verdiğim ve makul bulduğum yegane kimlik:önce insandır.rengi,dini,dili,cinsiyeti,tercihleri vs bu yaklaşımımı zerre kadar değiştirmez.

    benim için de öncelikle bunu ifade edersiniz.yani benim için son bir iki gün içerisinde sohbet etmekten keyif aldığım birisiniz öncelikle.bence nasıl anıldığınızın bir önemi yok,önemli olan nasıl hissettiğinizdir.

    bu nedenle bir doğasever olursunuz,belki bir aktivist…inançlı olursunuz ya da ateist…Atatürk’çü,liberal,muhafazakar,solcu,sağcı,dindar ya da milliyetçi veya vatansever,hiç farketmez.kim olduğunuza bakmam.yaşadığınız toplum içinde,sadece ne kadar zararlı ya da ne kadar faydalı bir birey olduğunuz benim için temel kriterdir.

    ha,bizler bu platformlarda bir nebze soluklanıp fikir paylaşımında bulunurken,ya da okulda,sokakta,işyerinde,kahvede sohbet ederken bazen amaç ve niyetlerimizden çok daha farklı anlaşılabiliriz.bazen eylem ve davranışlarımız da aynı yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilir;faşistlikle veya haketmediğimizi düşündüğümüz bir sıfatla anılabiliriz.size faşist derler,bana terörist veya komünist:))

    eğer bu tür yanlış algılamaları sanal ortamlarda yapılan tartışmalara bağlıyorsanız.bence bombardımanı altında olduğumuz ideolojilerden kaynaklı bir durum bu.maalesef birbirimizi hiç tanımadığımız halde muatabımızı bir yere koymak gibi yerel bir geleneğimiz var.bizi çepe çevre saran,kuşatan yaygın önyargılardan bahsediyorum.bir de toplumumuz insanı arasında bir güvensizlik hakim.fakat bunun kadar bir de yazı ile iletişim kurarken farklı okuma ve algılar da benzer olumsuz etkileşim yaratabiliyor.eminim Kadifekale’nin bir çay bahçesinde günbatımını izlerken ya da Balçova termal tesilerinde çayları yudumlarken yapacağımız bir sohbet,bu forumlarda karşılaştığımız iletişim problemleri yaşanmayacaktı.

    sevgili zafer kardeşim,bu tür yanlış anlaşılmalar,toptancı genellemeler,önyargılar vs sadece kişilere yapılmakla kalmıyor.bundan bir şehir,bir bölge de nasibini alabiliyor.gavur izmir,faşist izmir vb ithamlar elbette son derece üzücüdür.bir halkı topyekün karalamak elbette doğru değil.bu sitede bunun üzerine yazı yazıldı.içimde yorumlamak gelmedi,sadece sesizce okumakla yetindim.oysa izmirde ne denli pırlanta gibi insanlar var,tatsız bir olay yaşandı diye bunu tüm insanlara mal etmek nasıl bir anlayıştır anlamak kolay değil.bakınız aynı mantık siirtte yaşanan skandal için de geçerli.hangi hakla,hangi vicdanla koca bir şehir sapıklıkla itham edilebilir?fakat sırf magazin malzemesi olsun diye maalesef günlerce medyada en iğrenç şekilde işlenip durdu.yazık memleketin içine düştüğü çürümüşlüğe bakın!

    işte böyle.sizi anladığımı,anlayabildiğimi düşünüyorum.güzel bir sohbet oldu,zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum.empati kuran,insana dair güzellikleri,sevgiyi,paylaşmayı içselleştirebilen bir toplum dileğiyle sevgilerimi iletiyorum.

  30. Yazan:ali duman Tarih: May 3, 2010 | Reply

    Sn. Durhat ve Zafer Bey,

    iştişareleriniz çok verimli,benim eklemek istediğim fazla bir şey yok, ancak yine de bir şeyleri söylemeden geçemeyeceğim.

    burada oluşan hukukumuzdan dolayı niyet okumaya ihtiyaç duymadan, düşünsel yapımı bilmesi, bu bağlamda (ve fırsat bulup yazamadığım süre içinde) ve aynı zamanda benim görüşlerimi de tamamlayıcı fikri katkıları için durhat beye teşekkür ediyorum.

    zafer bey için ise söyleyeceklerimi sonraya sakladım, ancak yine de alçak gönüllülük gösterip özür dilemiş olması nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum, özür dilenecek bir şey yok, zira fikirlerimizi tartıyor, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz, bunun yansıması -en azından- bana göre böyle.

    en yakıcı olanından başlamak isterim, öncelikle ergenekona denen garabete benim tahammülüm yok, ben hukuk, mahkeme, yok mahkeme kararı zart zurt ile ilgili değilim, ben; mustafa suphiler dahil olmak üzere bugüne kadar işlenmiş cinayetlerin faillerini istiyorum, ben kanlı pazarların, kanlı 1 mayısların, 6-7 eylül olaylarının, kahramanmaraşın, çorumun, sivasın, gazi mahallesinin, dersim kırımının, 17.500 faili meçhullun aydınlatılmasını istiyorum. kim yapmışsa yapmış, katiller kimse kim, ortaya çıkarılsın, bunları yapanlar hesap versin, sorgulansın, yüzleşilsin. bunu sağlamayan bir devletin dünyada onurlu bir yerinin olamayacağı da zaten aşikardır.

    yok efendim mahkemeyi bekleyelim falan filan bana hiçte tatminkar gelmiyor. örneklerini susurluktata gördük, şemdinlide gördük, gazi olaylarının mahkemesinde gördük, gördük ki, kemalist yargı sistemi kemalist katilleri yargılamıyor, yargılayamıyor, sadece katiller değil, bu ülkede kemalist hırsızlarda, hortumcularda, soyguncularda yargılanmadılar, 16 banka hortumlandı, 100milyardolarımız çalındı, siyasi hırsızlıkta ve yolsuzlukta yargılama değil, bu yolla yargıya düşenlerin yargıda aklamaları yapıldı. (zamanında deveyi hamuduyla götürenler, kemalistliğinden şüphe duydukları şimdiki hükümete ise devenin kıllarını saydırmakla meşguller, ancak ne varki deveyi hamuduyla götürenlerin inandırıcılıkları olmadığı için türk halkı bu numaraları yemiyor, ha bu arada iktidarın üzerinde demoklesin kılıcı gibi yolsuzluk kontrolü bir yerde iyi de olyor, halk kazançlı çıkıyor, kaynaklar yolsuzluk yerine yatırıma gidiyor, en azından bankalar hortumlanmıyor)

    zafer bey, küreselleşmeyi çok kafasına takmış, bence küreselleşmeyi kafaya takmak yerine, “küreselleşmeyi kafasına takanların” yani solcu geçinenlerin, neden lügatlarında “çoğulcu/katılımcı demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “kişi hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesi” gibi argümanlar yok, bunu sorgulamak gerekiyor.

    küreselleşmeyi gerçekleştiren glabol kapitalizmin geliştirmiş olduğu “burjuva demokrasisi” düzleminde ve ona alternatif “sosyalist demokrasi” kültürü geliştirlememiş, geliştirilemiyor. bunu sorgulamak gerekiyor. yani kısaca kapitalizm kendi hedeflerine doğru istikrarlı adımlarla ilerlerken, sosyalistlerin buna yanıt verecek bir alternatiflerinin niye olmadığı sorgulanmalıdır, bunu sorgulayanları ise pek tabiki “solculuk sınavı”ndan geçirmemek kaydı şartıyla, zira solculuğun en önemli özelliği sorgulamaya ve özeleştire açık olmasıdır. zaten böyle bir sınava girişen varsa bilin ki onun solculukla uzaktan yakından ilişkisi yoktur.

    küreselleşmeye karşı durmak, ona karşı hamle yapmak ile mümkündür, küreselleşmeye sadece muhalif olmak, don kişot misali yel değirmenlerine saldırmak ile aynı anlama gelmektedir.

    birçok sol örgüt ve parti var, ancak ne varki hepsinin ortak özelliği, hiçbirinin gelişen ve kendini sürekli tekamül ettiren kapitalizme karşı alternatif fikir ve çözümlerinin olmamasıdır, bu yapılanmaların geneli birbirini yiyen ve durmadan birbiriyle didişen, enerjisini bu yolda harcayan kof ve sahte yapılanmalardan ibarettir, esasında bu tarz yapılanlar faydadan çok zarar vermekterir, onların bu halleri “soldan hiç bir halt olmaz” kanaatını geçerli kılmaktadır.

    bu yapılanmaların birçoğu 12 eylül öncesinde illegal yapılanmalardı ve TİP gibi meşru yapılanmalara, faşistlerden bile daha yakıcı ve yıkıcı bir saldırı içerisinde idiler, sırf legal mücadeleye karşı olmaları nedeniyle, şimdi bu legal mücadele düşmanları, kendileri legal örgüt ve partiler haline geldiler, bunun neresinde bir tutarlılık var? şimdi bu tutarsızlığın sahiplerinden, sürekli yenilenen dinamik bir kapitalizme karşı alternatif geliştirmelerini nasıl bekleyebiliriz? (isterseniz rica edelim, kapitalizm biraz mola versin, kendi yolundaki ilerlemesini durdursun, sosyalizmin gelişmesini ve kendisine yetişmesini beklesin, dimi ne güzel olurdu dimi! durdurun dünyayı inecek var! siz hiç bir yarışta geride kalan rakibini bekleyen atlet gördünüz mü?:)

    -aslında kendini solcu sayan bu zavallılar- solcu saymadıkları nabi yağcının yazılarını okusalar nabi yağcının “kapitalizme ve küreselleşmeye karşı nasıl bir alternatif yaratılabilinire” kafa yormakta olduğunu görecekler, daha bugünkü yazısında dahi marx’ın yazmadığı, ya da vakit bulamadığı için yazamadığı “kapitalizmin analizi” konusunun eksikliğine dikkat çekmekte, kapitalizmin analizinin yapılamadığını yazarken bile alternatif bir marxizmin peşinde olduğunu, marxizmin eksik kalan yanlarının nasıl tamamlanabileceğinin kaygısını yaşadığını göreceklerdir, peki kendini solcu sanan ulusalcı besleme solcular ne yapıyorlar? küreselleşmenin nasıl kötü olduğu konusunda birbirileriyle yarış halindeler, peki! çözümleri ne, alternatifleri ne, pek tabiki öyle bir dertleri YOKKKKK, sırf dertleri içi boş muhaliflik.

    sosyalizmin geliştireceği bir “sosyalist demokrasi kültürü” ol(a)mayacaksa, içerisinde insan haklarının, hukukun üstünlüğünün, çoğulculuğun, katılımcılığın v.d. olduğu bir burjuva demokrasini yaşamak daha evladır, zira içeresinde bunları barındırmayan, hatta kapitalizmin demokrasi kültüründen daha ileri seviyede barındırmayan bir sosyalizm geri kalmış bir sosyalizmdir, daha da ötesi bir diktatörlüktür, alın size örnek çin’de sosyalist, ama demokrasisi olmayan bir sosyalist, işçilerinin kölelik yaptığı bir sosyalist, siz böyle bir ülkede mi, yoksa demokrasi kültürünü oturtmuş kapitalist bir ülkede mi yaşamak istersiniz. (libya da sosyalist, venezualla da, kuzey kore de, bu ülkelerde yaşamayı göze alır mısınız? bu ülkeleri -yaşamak açısından- küreselleşmiş kapitalist ülkelere tercih eder misiniz? daha ileride olduklarını söyleyebilir misiniz?

    peki, bugün türkiyede hangi sol var, sosyalist demokrasi kültürünü oluşturmak için kafa yoran, demokratik sosyalizm yaratıp, bunu burjuva demokrasine alternatif haline getirmeye kafa yoran. kim var? kim? kim? (kimse olmadığı gibi, esasen halkın nabzını elinde tutabilmeyi başarmış sağcılar dahi bu konuda solculardan ileridedirler, menderesin dp’si de, özalın anap’ıda, en son akp’de chp’den daha ileridedir) (bu gerçek şunu göstermektedir ki, devleti savunan, devletçi bir sol, liberalizme açık bir sağdan bile daha gericidir, geridedir, bu bile gösteriyor ki, gerçek sol alternatif devletçiliğe en uzak kalınan noktada doğacaktır, zira hertürlü devletçilik, içinde diktatörlüğü, militarizmi ve faşizmi taşır, tarih bunun örnekleriyle doludur, en önemli örnek ise hitler almanyasıdır)

    dünyada kim var diye sormayacağım, inanıyorum ki mutlaka birileri vardır ya da en kısa zamanda olacaktır.

    zafer bey, “türkiyede kim sağ” diye soruyorsunuz, gerçekten güzel bir soru, evet gerçekten SAĞ kim, sadece sağ değil, SOL kim?

    türkiyenin en saygın sosyologlarından olan idris küçükömer’de, şerif mardin de aslında bu sorunuzun cevabını vermektedirler.

    her ikisi içinde; “türkiyenin solu sağdır, sağı ise zaten ölüdür” demektedirler, zira kemalizmin döllediği sol, sol değil, sağ da sağ değildir, her ikisininde dünya soluna, ya da sağına entegrasyonu mümkün değildir. zira bu ülke topraklarına hastır, kemalizm “bu ülkeye komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” demiş ya, iş sadece bununla sınırlı kalmamış, kemalizm solu da, sağı da, laikliği de, dini de (resmi din sünnilik) kendi yorumlamış, kendi tariflemiş ve dayatmıştır, bunu yaparkende hukuki alt yapıyı hep hazır tutmuş, hukuksal, ekonomik her türlü baskı aracını uygulamaktan, halkını ezmekten geri durmamıştır.

    mesala geçirmiş olduğumuz 90 yıl öyle sinsice planlanmış ve uygulanmışki, 1960 darbesiyle yaptığı anayasada önce türk olmayanları dışlamış, vatandaş ve insan yerine koymamış, daha sonra bunu daha öteye taşıdığı 1980 darbesiyle yaptığı anayasada ise bu kez atatürkçü olmayanları dışlamış ve vatandaş yerine koymamıştır, bu devletin anayasasına göre atatürkçülük zorunluluktur, zira bunu ben demiyorum, “atatürk milliyetçiliğine bağlı….” mülahazalarını içeren devletin anayasası diyor.

    şimdi 90 yıllık bu konjektörde kime solcu, kime sağcı diyeceğiz, pek tabiki kemalizmin kuyrukçuluğunda yapılan solda, sağda sahtedir, müesses nizama payanda olmaktır, ip’te, sahte tkp’de ve diğerleri de bunu yapmaktadırlar. sağdakilerde böyledir. ilk kez bu paradigmayı zorlar gibi yapan iktidar akp iktidarı olmuştur, işte bu yüzdendir ki tkpsi de dahil tüm statükocuların akp üzerine çullanmaları da işte bu yüzdendir. akp üzerine çullananlar, gerici, dinci akp’den daha mı ilericiler, öyle iseler akp’ye daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla insan hakları, daha demokratik bir hukuk sistemi istiyoruz düzleminden niye çullanmıyorlar??? bunların bir karşıtını ise kürtlerde pkk ve dtp’yi bulabiliriz, al birini vur birine, chp nin değişikliklere karşı direnmek için ila bir bahanesi varsa, bdp nin de illaki bir bahanesi var, her ikisi de statükodan geçiniyor, biri türk oligarşik yapısını beslemekte iken, diğeri kürt burjuvasinin, toprak ağalarının statükosunu beslemekten geçiniyor.

    paradigma yıkılırken bile gerçeklere göz yummak ancak bu ülkeye has olabilirdi, ancak ne varki üniversite bitirene kadar bile atatürkçülük dersinin okutulduğu, resmi ideolojik yalanların bu denli beyinlere kazındığı bu ülkede bunun böyle olması normal. her şeyin bir sonu var, yalanların da bir bitimi var, zira o sona doğru gidiyoruz, çünkü bilgi çağındayız ve bilgi bir tuş kadar uzağımızda ve elimizin altında.

    bugün, marxsist olduğunu iddia eden, elinde cumhuriyet gazetesi bulunan bir emekli öğretmen ile tanıştım ve sohbet ettim, “bir marksist olarak okuyacak başka bir gazete bulumadığı için cumhuriyet okuduğunu” söyledi, cumhuriyeti 15 yıl okudum, hasan cemal kovulduğunda bıraktım, zira bu arkadaşa da söyledim, “evet 15 yıl cumhuriyet okumuştum, ancak benim okuduğum zamanlarda cumhuriyet okuyanlar özellikle ordu içinde fişleniyor, ya da en azından ikaz ediliyorlardı, ne traji-komik, bugün ise neredeyse ordu içinde terfi sebebi sayılıyor, cumhuriyet okumak” dedim.

    son derece ırkçı ve ulusalcı bir gazete okunarak hemde marxist olunabilecek yegane ülkedir bu ülke.

    mesala bende yeni öğrendim, nazım hikmetin resmine tükürten gazete olduğunu, kurucusu yunus nadi’ye hitlere olan hayranlığından dolayı yunus nazi dendiğini, yazdığı makalelerin bir çoğunun atatürke ve hitlere hayranlık yazısı olduğunu öğreneli çok fazla olmadı, peki bir gazete bukelemun gibi şekil değiştiriyorsa, birbirine kurşun sıkan chp ve mhp gibi partiler bugün omuz omuza getiriliyorsa, insan hiç mi düşünmez, sorgulamaz, tüm bunları yapan gizli güç kim? bu gizli iktidar kim?
    düşünmek söyle dursun, bu komploloranı oyuncakları olanlar, olmayanları suçluyorlar “beyni yıkanmış” diye.

    dedim ya, halkımızın kafası çok karışık, hemde çok fazlasıyla, zira olağandır, dünya tarihinde üstünde TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ uygulamalarının her türlüsünün oynandığı bir halkın olabileceğini sanmıyorum, ancak ne varki tarihsel konjektör de bunu zorunlu kılıyor, şimdi arınma zamanıdır, ZİHNİ ARINMANIN VAKTİDİR.

    evet durdulamı dünyayı, kapitalizmde beklesin, kendi yolunda istikrarlı ilerlemesini durdursun, dünya küreselleşmesin, ülkeler doğalgaz, petrol vs. antlaşmalar ile birbirine karşılıklı bağımlı hale gelmesinler, insanlık gelişimi olduğu yerde durdurulsun, görüntü dondurulsun, hayat beklesin, beklesin ki, geride kalan sol, sosyalizm yetişebilsin, dimi yani, bu pür-meali ile nasıl yetişecekse, artık mao mu kalkar mezardan, lenin mi, stalin mi kalkar, yetişir imdada bilemem, genelde böyle durumda kalana bizim memlekette “geçti borun pazarı, sür eşeğini niğdeye” denir, malum biliyoruz, kimse kendini aldatmasın tarih beklemez, kapitalizm kendi gelişimini sürdürür, sürdürsün ki, ona yetişmeyi ve onu geçmeyi dert edinen bir sosyalist demokrasi kültürü de vucut bulsun, kendine bir yol bulsun, kapitalizmin gelişmişliğini kendine dert edinsin, geride kaldığı burjuva demokrasi kültürünü, içine doldurarak geliştireceği sosyalist demokrasi ya da demokratik sosyalizm ile yakalasın ve hatta onu geçsin, böyle “bu küreselleşme var ya bu küreselleşme, tu kaka” diyerek değil, fikir ve çözüm üreterek,

    ya da söyle yapalım ne dersiniz, şark uyanklğı olacak ama kapitalizm dursun, gelişmesin, zaten bizde durmuş bekliyoruz, böylece kalakalalım, durduralım zamanı, peki o zaman marx’a nasıl anlatabileceğiz, “değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu”.

    zafer bey size ve bu küreselleşmeye takılıp kalanlara söylüyorum, küreselleşmenin aslında işçi ve emekçiler için iyi bir şey olduğunu, ya da olabileceğini dahi anlayamıyorsunuz, şöyle ki sınırlarla bölünmüş ülkelerin sınırları ne işe yarıyor? o sınırlar kime karşı konulmuş? o sınırlar sermayeye/kapitalizme bir engel teşkil ediyor mu? O SINIRLAR SAHTEDİR, O SINIRLAR SADECE İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN ÖNÜNE ENGEL OLARAK KONULMUŞTUR. Şimdi kapitalizm diyor ki, bu sınırlar benim gelişmeme engel, zaten esasen sahte olan, kapitalizme engel teşkil etmeyen bu sınırları herkes için kaldırıyorum, emekçiler için de kaldırıyorum diyor, bunu bile algılamaktan uzak olana ne diyeyim bilmiyorum, ya da diyelim ki böyle demiyor öyle ise burada gerçek sol’a düşen görev “EY KAPİTALİZM, KENDİNE TANIDIĞIN SERBESTLİĞİ EMEKÇİYE DE TANIMAK ZORUNDASIN, KENDİN İÇİN KALDIRDIĞIN SINIRLARI EMEKÇİLER İÇİN DE KALDIRMALISIN, KENDİNE TANIDIĞIN TÜM ÖZGÜRLÜKLERİ EMEKÇİLER İÇİNDE SAĞLAMALISIN” demelidir, bunu demek yerine, yasaklarda eşitliği savunmak sol siyaset de, solculuk ta değildir, isterseniz birde bu noktadan bakın bakalım, nasıl görünecek size, belki ben yanlış bakıyordurum. (somut durumun somut tahlili yöntemiyle tartışabilirsek daha verimli olabileceğini düşünmekteyim, tartışmaya açık, bende de henüz netleşmemiş bu fikri de bu yüzden paylaşıyorum, yetkinleştirebilmek maksadıyla)

    (kusura bakmayın, çok dağınık oldu, vakit darlığından kurgu yapmadan yazdım, elbet toparlarız da, vakit oldukça)

    selam ve sevgiler.

  31. Yazan:zafer Tarih: May 4, 2010 | Reply

    en yakıcı olanından başlamak isterim, öncelikle ergenekona denen garabete benim tahammülüm yok, ben hukuk, mahkeme, yok mahkeme kararı zart zurt ile ilgili değilim, ben; mustafa suphiler dahil olmak üzere bugüne kadar işlenmiş cinayetlerin faillerini istiyorum, ben kanlı pazarların, kanlı 1 mayısların, 6-7 eylül olaylarının, kahramanmaraşın, çorumun, sivasın, gazi mahallesinin, dersim kırımının, 17.500 faili meçhullun aydınlatılmasını istiyorum. kim yapmışsa yapmış, katiller kimse kim, ortaya çıkarılsın, bunları yapanlar hesap versin, sorgulansın, yüzleşilsin. bunu sağlamayan bir devletin dünyada onurlu bir yerinin olamayacağı da zaten aşikardır.

    sayın duman aslında neredeyse her konuda (globalizm takıntım hariç) oldukça da paralelmişiz… şu yazdıklarınıza harfiyen katıldığımı belirtemek istedim…

    belki siz de şuna katılırsınız bilmiyorum ama ben bu mahkeme sürecinden tatmin olamıyorum… bu yüzden bekleyelim bakalım demekten başka bir şey de çıkmıyor… çünkü yazdıklarınızın bir kısmına el atan bu süreç sonucunda acaba gerçekten taleplerimiz karşılanmış olacak mı? güvenmek istiyorum…

    güvenli ellerde olduğumu hissetmek istiyorum sadece… şimdiye kadarki süreçte ben bunu hissedemedim…

    masum değiliz yazısı altında sayın çuvaldızın bir paragrafı var… çok hoşuma gitti o paragraf…

    ben bu süreç sonunda şimdiye kadar alışık olduğum şekilde, devin cüce doğurmasını istemiyorum ve bilemem ama sanki öyle olacakmış gibi geliyor…

    sağ sol konusunda ise evet:
    “türkiyenin solu sağdır, sağı ise zaten ölüdür”

    sakallı celalin de benzer saptamalarını çok severim…

    selam ve saygılarımla…

  32. Yazan:zafer Tarih: May 4, 2010 | Reply

    zafer bey, küreselleşmeyi çok kafasına takmış, bence küreselleşmeyi kafaya takmak yerine, “küreselleşmeyi kafasına takanların” yani solcu geçinenlerin, neden lügatlarında “çoğulcu/katılımcı demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “kişi hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesi” gibi argümanlar yok, bunu sorgulamak gerekiyor.

    evet gerçekten çok taktım… takıntılı bile diyebilirsiniz:)… çünkü bir çok konuyu ben direk ona bağlıyorum… çok da inanarak bağlıyorum ama çok da uzun konu… zaman oldukça yazabilirsem yazarım… ama evet saptamanız doğru küreselleşme takıntım var…

    küreselleşmeye karşı alternatif sistemler teorik olarak geliştiriliyor… ama PARA ÇOK TATLI sayın duman… paranın tadı kadar tatlı bir alternatif sistem lazım… kolay değil tabii… ama karşı hamle yapılamayan her şeyi kabul etmek durumunda da değiliz…

    küreselleşme o kadar tatlı ki… medya bedavaya ayağınıza her şeyi getiriyor… en kuytu köşelere internet yolu ile her şey ayağa geliyor… çok güçlü… küreselleşme karşıtlığı bir ölü doğumdur… eller kollar bağlıdır… belki şimdilik belki ilelebet…

    bugün bir çocuğun ortadan 1 saat kaybolup saati sadece 1 tl ye 1 saat internette insan doğrayıp game over olana kadar beyin yıkımından geçmesi çok çok çok kolay sayın duman…

    küreselleşme 1 saat içinde 1 er tl gibi fiyata yada dünyanın çoğu yerinde bedavaya, aynı anda, sadece 1 saat içinde 900 milyon çocuğa öldürdüğü adam karşılığında 1 er bonus verme lüksüne sahip…

    bu kadar büyük bir lükse kim sahip… karşı hamleyi kolay kolay atabilirmisiniz? ortadan 1 saatliğine kaybolan çocuğun annesine kızabilirmisiniz… 1 ssatte o kadar büyük bir eğitim (beyin durdurma) verebiliyor ki küreselleşme milyonlarca çocuğa birden… ve bu o kadar da tatlı bir eğitim ki!!!

    40 tane marx gelse buna hamle yapamaz:)…

    güncel olsun diye bu örneği verdim…

    antiglobalizm ölü doğumdur, benim takıntılı yanımdır… bence haklıyımdır… üstesinden gelmek neredeyse mümkün değildir… sadece yavaşlatılabilir… biraz daha akıllı olmak lazım sadece…

    daha ne diyeyim sayın duman? kendi takıntıma ölü doğum diyorum… ne diyebilirim…

    yazdıklarınız oldukça uzun ve oldukça konsantre… benim de vaktim sınırlı… her cümlesinde ayrı bir şey var… zaman buldukça sizi okumayı arzu ederim…

    saygılar…

  33. Yazan:ali duman Tarih: May 6, 2010 | Reply

    sn. zafer bey,

    malum toplumsal gelişmelerin tarihsel bir dinamiği vardır, kaçınılmaz olarak toplumlar değişir ve dönüşürler, ilk ilkel toplumdan beri bu böyle olmuştur, olmaya da devam edecektir.

    mesala derebeylik sistemi, ticaretin gelişmesi nedeniyle kapitalizme dar geldiğinden çökmüş ve ulus devlet modeline geçilmiştir, bu döngü kapitalizmin yarattığı bir döngüdür.

    dün derebeylik sistemi kapitalizmin önünde engeldi, bugünde ulus devlet modeli bu gelişimin önünde engel.

    bu bir realite iken ulus devlet modelinde diretmenin anlamı nedir? esasında bana göre gericiliğin dik alalığıdır.

    bugün ulus devlet modelinde direnmekle dün ki derebeylik sisteminde direnmek arasında hiç bir fark yoktur.

    küreselleşme kaçınılmaz ve bu döngüyü kapitalizm yapıyor, ancak ne varki derebeylikten ulus devlet modeline geçişi de kapitalizm yapmıştı.

    esasında ulus devlet modeliyle konulmuş olan kısıtlamalar ve yasakların kapitalizmi ilgilendirmediğini anlayamıyorsunuz, ulus devletin sınırları zaten kapitalizm için YOK HÜKMÜNDE. Mevcut sınırların kısıtlamaları emek ve emekçiler içindir, şimdi bu sınırları kaldırmak isteyen kapitalizme karşı çıkmak da neyin nesi, anlamak zor.

    küreselleşmeye geçilmemiş olsa, ulus devlet modelinde kalsak, emperyalizme engel mi olunacak? başka bir irade mi söz konusu? KAPİTALİZM için zaten var olmayan sınırlar, kısıtlamalar, diğerleri için de kalkacak, bunun neresi kötü? şayet kötü bir şey ise o halde derebeylikte te direnmek gerekirdi, bence unutmamak gerekir ki, insanlığın tarihsel yürüyüşü hep ileriye doğru olmuştur.
    Ulusalcıların yalanlarına ve dolduruşlarına gelmemek gerekir, köşe başlarını tutmuş hortumcuların çıkarlarının bozuluyor olması, her türlü komplo teorilerini onlar için mübah kılıyor, güzel bir atasözü var, “boğulacaksan büyük denizde boğul”

    şayet gelişmeye kapalı kalsaydık, bol “nayırlı” yeşilçam filmlerine talim ediyor olmamız gerekirdi. Özal’ı günahım kadar sevmezdim, oysa türkiyeyi dünyaya entegre eden adımları atmış ve türkiye bugün bir iran, bir suriye, bir kuzey kore gibi kalmadı. Madem ki bu ülke İzmir İktisat Kongresinde kapitalizmi seçtiğini dünyaya deklere etti, o halde olacaksa adam gibi kapitalist olsun, dünya pisayalarına açık, şeffaf ve rekabetçi bir sisteme entegre olsun, olmayacaksa da hiç olmasın, kuzey kore gibi, suriye gibi kendi içine kapalı kalsın. (sizin tercihiniz hangisi olurdu?)

    marx fikirleriyle 150 yıl dünyayı etkiledi, hala etkilemeye devam ediyor, ancak ne varki kapitalizm boş durmadı, reel sosyalizmde olmayan katılımcı ve çoğulcu demokraside, insan haklarında, hukukun üstünlüğünde ileri hamleler yaptı ve reel sosyalizmi yumuşak karnından vurdu, tamda sosyalizmin geliştirmesi gereken bu projeleri tersine kapitalizm geliştirdi, aslında son krizle kapitalizmde çökmüş oldu, ancak ne varki bu oyunun kahramanı, çünkü reel sosyalizm ondan önce çöktü.

    elbetteki kapitalizmin kendi dinamiği içerisinde gerçekleştirdiği dönüşümlere karşılık verecek bir marxsist hamle de olacaktır ve inanıyorum ki bu hamleler bu kez devletçiliği savunan değil, özel ve sivilleşmeyi savunan yeni bir marxsizmden gelecektir, her iki ideolojik gelişimden ise insanlık kazançlı çıkacaktır. zira marxsist ideolojiyi ulus devlet(ler)e uygulamanın ne demek olduğunu stanlizm ile tüm dünya gördü.

    bence yeni sol anti-militarizm ve sivilleşme hareketinde güç ve hayat bulabilecektir. diğer türlü yer yönüyle kapı faşizme çıkmaktadır. marxizmin istikbali anti-militarizm ve sivilleşmededir. (pek tabiki buna çevreciliği, yeşil hareketi de ekleyebiliriz, bunları sivilleşme içerisinde düşünüyorum)

    selam ve sevgilerimle.

  34. Yazan:zafer Tarih: May 9, 2010 | Reply

    sayın ali duman…

    inanın çok verimli oldu, sizden çok şey öğrendim, teşekkür ederim… bazen hissiyatım bana önceden “bak şurayı kurcala, hazine var burada der”, kurcalarım ve bulurum… 1-2 nokta haricinde “tamamen” hemfikiriz… o 1-2 noktayı yazmıyorum, yazarsam açıklamanız gerekecek, açıklarsanız ben size yine yazmak zorunda kalacağım… özellikle son paragrafınızda buluştuk sizinle… ve siz nabi yağcı gibilerden oldukça farklısınız, bunu da bilin derim…

    ben size ilk karşı çıkışımda hatalıymışım, sizi anlayamamışım… çok teşekkürler size ve sayın durhat a…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin