‘Düşünmek’ üzerine..
By T.Suat Demren on Tem 9, 2008 in Felsefe
“Ben bir solucanım, fakat Tanrı’nın inayetiyle bir insan olacağım.”
4 Mayıs 1916’da cephedeyken ve tam da tehlikeli bir görevi üstlenmişken, savaş günlüğüne işte aynen böyle yazmış Wittgenstein. (Ich bin ein Wurm, aber durch Gott werde ich zum Menschen.)
Wittgenstein ilginç bir isim. Tuhaf bir hayat yaşamış. Asker, mühendis, öğretmen, bahçıvan, mimar, sedyeci.
B.Russell hatıratında Wittgenstein için “Acayip bir delikanlıydı, ve kavramları bana garip görünüyordu, o kadar ki üç aylık öğretim dönemi boyunca kendisinin bir dahi mi yoksa sadece tahtası eksik biri mi olduğunu çözemedim” der.
Düşünmek ızdırap verir mi insana? Ve bu ızdırabın dışavurumu, başkalarının gözünde kişiyi deli-dahi sarkacında sallandırabilir mi?
Devam ediyor Russell:
Cambridge’deki ilk sömestrin sonunda yanıma geldi ve bana “Efendim, lütfen bana benim katıksız bir aptal olup olmadığımı söyler misiniz?” dedi. Ben de kendisine, “Azizim, bu konuda hiçbir fikrim yok. Bunu bana neden soruyorsun?” dedim. “Çünkü” dedi, “eğer dört dörtlük bir aptalsam, balon pilotu olacağım; değilse filozof olacağım” Kendisine tatilde felsefi bir konuda bir şeyler yazıp getirmesini, katıksız aptal olup olmadığına o zaman karar verebileceğimi söyledim. Müteâkip öğretim yılının başında teklif ettiğim yazıyı bana getirdi. Tek bir cümlesini okuduktan sonra, kendisine “Hayır, siz balon pilotu olmamalısınız” dedim. O da olmadı.
Derdim, ne Wittgenstein’ın ilginç hayat hikayesini ne de felsefesini -kendim anlayamamış birisi olarak- anlatmaya çalışmak değil.
Düşünmenin; yaşamı anlamlandırmaya ve bunu yaparken kullandığımız araçları anlamaya çalışmanın zorluğuna vurgu yapmaya çalışıyorum.
Dücane Cündioğlu bir söyleşisinde “Felsefe nedir? sorusuna “ızdırap” diye cevap vermişti. Felsefe; yani hikmeti sevmek. Gerçeği, hakikati aramak…
Wittgenstein “Ben bir solucanım, fakat Tanrı’nın inayetiyle bir insan olacağım.” sözünü neden söylemiş olabilir?
İnsan ol(a)bilmenin şartlarının başında ne gelir?
Yemek, içmek, üremek kısaca biyolojik faaliyetlerimiz; yapıtaşlarımızın pek çok kısmının ortak olduğu diğer canlıların da rutin ve bir hayat kanunu müvacenesinde yapageldiği şeyler.
Ama bizi onlardan ayıran birşey var; o da düşünmek.
Wittgenstein’ın kendini solucan gibi görmesini düşünmesinin verdiği ızdıraba ve “insan olma” çabasına yorabilir miyiz?
Düşünmek insanı boğar bazen, elini eteğini herşeyden çektirdiği gibi, üstüne ızdıraplar tattırır. Cemil Meriç’in “ya inanacaksın ya intihar edeceksin başka yolu yok” dediği sınırlarda gezindirir, aklın işkence aletine dönüşmüş soruları karşısında çaresizleştirir, adeta iki büklüm eder..
Ve yalnızlaştırır.
Gustave Janouch, Franz Kafka’ya şöyle der:
– [Gerçekten de ] o kadar yalnız mısın?
Kafka başıyla tasdik eder.
– Kaspar Hauser kadar mı?
Kafka güler:
– Onunkinden de beter.. Ben Franz Kafka kadar yalnızım.
Kendisi kadar yalnız..
Yaşam heyulası düşünen insanlar için bir ayrıntıdır. O kadar ki en çetin dünyevî sıkıntılar onları varoluşa, yaşama, düşünceyi ifade etme yöntemlerine dair arayışlarından ve bunlara dair düşünmekten alıkoymaz. Wittgenstein dünyaca ünlü Tractatus’unu gönüllü olarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı sırasında cepheden cepheye koşarken, makinaların ve top gürültülerinin arasında yazmıştır. Said-i Nursi ünlü eseri İşarat-ul İ’caz’ı Bitlis taraflarında Ruslara karşı savaşırken yazmıştır; savaşın ortasında “bana kağıt bulun kağıt” diyerek..
Düşünen insanlar diğer düşünenleri de ciddiye alır. Aradan asırlar geçse bile. Sövgünün dayanılmaz hafifliğine kaptırmazlar kendilerini. Bugün “gerçekler acıdır biber de acıdır, o halde biber gerçektir” diye lise öğrencilerinin klasik mantık kuramlarını çarpıtarak alay ettikleri Aristo için -kendisi de klasik mantığın muhaliflerinden olmasına rağmen- Wittgenstein şunları söyler:
Aristoteles adı, çoğu Mantıkçımız tarafından saygısızca anılıyor. Günümüz Mantıkçılarının çoğunun Mantık hakkında, onun 2000 yıl önce bildiğinden daha fazla bir şey bilmediğinden haberi olsaydı, her halde mezarında ters dönerdi.
Hasılı düşünen insanlar için “düşünmek” ciddiyettir.
Dayanılmaz bir beyin ızdırabıdır ama buna rağmen yaşamanın anlamı; hava gibi su gibi bir vazgeçilmezidir.
Merhum Cemil Meriç “her devirde bir kaç düşünür, gerisi düşünenleri düşünür” der..
Keşke düşünceyi ciddiye alsak ve düşünenleri düşünmeyi bari becerebilsek..
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
5 Yorum
Yazan:suzannur Tarih: Tem 9, 2008 | Reply
Jurnal’i ilk okuduğumda, hapsolduğum karanlık mahzenden çıkabilmek çok zor olmuştu, savrulmuştum; Dücane Cündioğlu’nu her okuduğumda ise kelimelerin beni yuttuğunu zannediyorum ve onları fonetik-semantik anlamda sorgulamaya başlıyorum, uzun süre gitmiyor etkisi.
Düşünmek ve düşündürmek ve düşündürmeye yönelik düşünenler amaçları bu olmadan, belki de olarak bilmiyorum.
Solucan olmak, ayaklar altında ve kimsenin önemsemediği bir varlık ama oradan insanlığa yükselmek, tek başına değil ama Tanrı’nın yardımıyla. Bedenden insanlık ruhuna yükselmek.
Düşünür deyince aklıma hep onların yalnızlığı gelir ve yalnızlıklarında sığınacakları bir liman. Don Miguel de Unamuno’nun dediği gibi:
YALNIZLIK, MANA DÜNYASI FATİHLERİNİN ORTAK KADERİ…
BAŞKALARI SENİN İÇİN NE DÜŞÜNÜRSE DÜŞÜNSÜN, ALDIRMA. TANRI NE DÜŞÜNÜYOR, ONA BAK.
YALNIZLIK, KUTSAL YALNIZLIK.
Yazan:İzzet Kütükoğlu Tarih: Tem 10, 2008 | Reply
Düşünmek ağır mı? geliyorda, başkalarının ne düşündüğünü anlatıyorsunuz?
Merak ettim de.
Yazan:elif Tarih: Tem 15, 2008 | Reply
düşüncelerimle boğuşurken ve onları belli bir sisteme sokmaya çalışırken bazen kafam ağırlaşıp beni öylesine rahatsız ediyor ki, onu görmezden gelerek yaşamak istiyorum. domatesin kilosunun fiyatının ötesinde başka bir şeyi düşünmek istemiyorum.
ama sonra “Ben bir solucanım, fakat Tanrı’nın inayetiyle bir insan olacağım.”sözündeki o amaç beliriyor. insanî vasfımı (düşünebilme kabiliyetimi) görmezden gelmek değil, onunla yaşamak gerektiğini farkediyorum. birden o ağırlık hafifliyor.
işin komik tarafı, aptal da çok düşünür 🙂
Yazan:eg Tarih: Ara 18, 2009 | Reply
bu yazıyı yeni gördüm…bugünlerde heidegger’in “düşünmek ne demektir” makalesini eleştirel bir şekilde ele alan ve düşünmenin ne olduğunun batılı ve doğulu anlayışlarının bir tartışmasını yapan bir yazı yazmak niyetindeydim ki bir başka münzevi ve “tahtası eksik” wittgenstein’dan hareketle suat hocam yazmış.
bu arada cemil meriç’ten alıntılanan “her devirde bir kaç düşünür, gerisi düşünenleri düşünür” sözlerinin kesinlikle doğru olduğunu düşünüyorum. o yüzden de aslında -özellikle modern zamanlarda- felsefe için dücane cündioğlu’nun “ıstırap çekmektir” sözünün doğru olduğunu düşünmüyorum. daha çok “ıstırap çekme gösterisi yapmak” olarak yansıyor bana durum..ıstırap çekmek felsefe olmaktan çıkalı uzuuuuuuuun bir zaman oldu çünkü…
Yazan:eg Tarih: Ara 18, 2009 | Reply
bu yazıda ilginç bir tevafuk daha var: “werner herzog’un “enigma of the kaspar hauser” filmi üzerine yazmak üzereydim “bir yönetmen bir başyapıt” dizisinde, yazıda kaspar hauser de geçiyormuş:))