RSS Feed for This Post

Kıymetlimiss

20080717_derin_dusunce_org_gollum.jpg İnsana dair hallerin sembollerin ve metaforların ardına gizlendiği en güzel filmlerden biridir Yüzüklerin Efendisi üçlemesi. Tüm bu hayal dünyanın ürünü gibi duran kahramanlardan en gerçeği Smeagol’dur, tüm o insanların, Elflerin, cücelerin, Eltlerin, hayaletlerin, hobbitlerin içinde. En gerçek, en insana dair olandır.
Kralın Dönüşü’nün son sahnelerinden biri, Frodo’yla Smeagol  arasındaki kavgadır. Aslında aralarında hiç fark yoktur tam da bu kavga anında, çünkü aynı şey için ve aynı amaçla savaşıyorlardır. Smeagol, Frodo’nun parmağını ısırmasaydı Frodo vazgeçebilir miydi Kıymetli’sinden? Hayır. Smeagol istediği şey için ölürken, Frodo Smeagol sayesinde -isteğinin sembolü olan o eksik parmakla- hayatta kalır. Kaybettiği tek bir parmaktır, güç yüzüğüne sahip olmak istemeyenin bile o yüzüğün etkisine girdiğinde kaybedecek bir parçası mutlaka vardır ve o yüzüğü hangi amaçla istiyorsa tam da o amacı isteyen tarafı eksik kalacaktır,bunun adı ister film olsun ister de gerçek hayat.
Bizler de böyle değil miyiz? Bazen, doğruya giderken yanlışa saparak -başka bir yanlışa giden sayesinde- bir bedel ödeyerek tekrar doğruya kavuşmuyor muyuz?
Bir yüzük, ama güç yüzüğü, Kıymetlimiss.
Bir yüzük, altın’dan, dünyayı simgeleyen yüzük… insanın elindeyken bile, elinde olan insanı günden güne tüketen yüzük.
Bir yüzük, tek bir yüzük, Kıymetlimiss.
Kaçımız hayatımızı tek bir yüzük yüzünden harcıyoruz ölümüne ya da kaçımız ondan kurtulabiliyoruz? Doğru soru bu olmalı. Kaçımız ondan kurtulabiliyoruz?
Frodo’ya bir Sam lazımdı. Güce talip olmayan, sadık bir dost. Dostluktan başka bir isteği olmayan. Frodo dostsuz aşabilir miydi? Güçlü olan kim, Frodo mu, Smeagol mu, Sam mi? Sam; dostluk, sevgi, vefa, fedakârlık, azim, çaba… Sam, düştüğümüzde bizi kaldıran, ümit veren bir el. Son yemeğini veren, son damla suyunu veren, geri dönemeyeceğini bilerek yola devam eden…
Onun bile tereddütü var oysa. Yüzüğü taşımayı teklif ettiğinde, Frodo’nun cevabını “Anlamak zorundasın, yüzük benim yüküm.” anlayabildi mi peki? Anlayamadıysa bile teslim oldu bu cümlenin doğruluğuna, hepimizin rolleri farklı farklıdır çünkü hayatta ve herkes taşıyamaz güç yüzüğünü, kimine de güç yüzüğünü taşıyanı taşımak düşer. Sam’in yaptığı gibi ve bu daha zordur aslında.
Kimimize Frodo, kimimize Sam, kimimize de Smeagol olmak düşer hayatta.
Ve Frodo’nun ızdırabı. Hiçbir tadı hatırlamayan, çırılçıplak kalmış Frodo. Ateşe atılması gerektiği bilinirken ateşe atılamayan yüzük; çelişki, tereddüt, kararsızlık… Baskın gelen ben’lik.
“Bu yüzük benim.”
Arkada ağlayan Sam, ağzında tek bir kelime: Hayır, Hayır!
Tam da burada devreye girer Smeagol. Savaş başlar. Savaş. Her yerde savaş. İnsanlığın savaşı ile insan kalmanın savaşı.
Karanlıklar aydınlığa evrilir güç yüzüğü yapıldığı ateşte eridiğinde, geldiği kaynağa döndüğünde, ortadan kalktığında.
Tüm yaşanmışlıkların izi vardır bir de, unutulması zamana bırakılamayacak kadar derin olan:
“Nasıl devam edersiniz artık yüreğinizde geriye dönüş olmadığını anlamaya başladığınızda? Zamanın merhem olamayacağı yaralar vardır, hele bazısı çok derindir, izi kalır.”dediği gibi Frodo’nun.
Hayatımızda derin izler bırakan olaylar yaşarız, birey olarak ya da toplum. “Kelebek kanatlarını çırpar ve dünyanın öteki ucunda bir kasırgaya yol açar.”[1]misali, bir yerlerde bir şeyler yaşanır ve fark etmeden büyük bir fırtınanın içine savruluruz. O anda, “Kimileri için yaprak bile ırganmazken dalında, Kimileri için kasırgalar kopar bir yerlerde…” [2], o kasırga da ulaşana dek dibimize, kaçabiliriz kaçabileceğimiz kadar gerçeklerden ama bir gün mutlaka bize de ulaşır. Ulaştığında kimi Smeagol’luğa özenir, kimi Frodo’luğa kimi de Sam’liğe ki kötülüğün kaynağından bahsetmiyorum bile, bahsettiğim kasırga kapımıza gelmişken bizlerin aldığı/alacağı tutum.
Ümraniye’de bir şeyler olur, Ergenekon kapımıza dayanır. Kimileri zaten karanlığa hizmet ettikleri için kasırganın içinden olaylara bakarlar, güç yüzüğüdür dertleri, tek bir yüzük ama Kıymetlimiss’dir o, kimileri de -bizler gibi- kasırganın bu yanında, tam da önümüzde cereyan eden olaylara bakarız. Kimin hangi karakter olacağı ise kendi payına düşen kısmıdır. Çünkü Frodo’luğa özenip gücün etkisinde kalmak da vardır, Smeagol olup kazanmak için kaybedecek olan da, ya da Sam olup Frodo’luk yapanı taşıyarak onu doğrudan ayırmamaya uğraşan da olacaktır bazen tereddüt yaşasa bile. Siyah-beyaz sınırları da yoktur tüm bu karakterlerin. Ne tam iyi ne tam kötü, geçişler vardır iç içe. İnsanı anlatacak olsaydınız da en iyi yöntem bu olurdu zaten. Frodo salt iyi olsaydı, Smeagol saf kötü, gerçeğe bu denli yaklaşamazdı film.
Smeagol’un yaşadığı tüm o ikirciklik ise, bir uyarıdır aslında insanoğluna. Bazen kötü olduğu için başlamayız bir işe, fikre, olaya… zamanla dönüşürüz. Frodo’nun karanlığa yaklaştığı her an kadar Smeagol’un da aydınlığa yaklaştığı anlar vardır filmde. Tıpkı hayat gibi.
Ancak unutmamalı ki, her zaman bir Sam’e ihtiyacı vardır insanoğlunun, “bu benim” dediğinde hayır’ı hatırlatacak. Yoksa Frodo’dan Smeagol’e geçmek an meselesidir ve o anın hangisi olduğunu bilmek, insan için zoru başarmaktır ve bu yüzden, zoru başaramadığımız için çoğunlukla, Frodo’nun kopan parmağı gibi, bir bedel ödeyerek ve bir parçamız eksilerek tekrar doğru olana döneriz.
İyi-kötü arasındaki savaş da keşke filmlerdeki gibi bitseydi ve mutluluk, aydınlık ve her ne deniyorsa o, kuşatsaydı çevremizi. Yok böyle bir şey. Zıtlıkların savaşını, zıtlıkların sentezi takip eder ve tekraktis, toplamsallık izler süreci ama tüm bu süreçlerde dahi her zaman başa dönülür ve mutlaka bir yerlerde iyi-kötü arasındaki savaş devam ediyordur, yani kelebek kanat çırpıyordur ve bizim içimizde de devam edip giden bir süreçtir bu aslında.
İnsanlığın savaşı ile insan kalmanın savaşı arasında kalan insanın  hikayesidir Yüzüklerin Efendisi ve bu film, bizim gerçeğimize tutulmuş aynadır. Aynadan görünenlerse şimdilik bunlar…
 
[1] Kelebek etkisi (matematik) – Vikipedi
[2] Edebiyat Köşesi

 

… Bu konu ilginizi çektiyse…

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin

 

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 17, 2008 | Reply

    @Suzannur Hanım,
    İzninizle konuyu biraz dağıtarak başlamak istiyorum.Aslında bu bilinçli olarak başvurduğum bir yöntem değil;ne zaman sizinki gibi,insan doğasını işleyen felsefi yazılar okusam bana bir şeyler olur.Bir yığın soru belirir kafamda ve kimisine vereceğim yanıtlarım olsa bile düşüncelerim birbirine dolanmaya başlar.Düşünmenin acı ve ızdıraba dönüştüğü,varoluşun o tarifsiz ağırlığının hissedildiği andır bu.Evet,bir bakarım ki kendimi kendime mahkum ettiğim tuhaf bir sorgulamanın içinde kaybolup gitmişim.Sözün

  3. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 17, 2008 | Reply

    @Suzannur Hanım,
    Sanırım teknik bir problemden ötürü yorumum eksik yayımlanmış.Tamamen sakarlığımdan kaynaklanan bir durum,sizden ve tüm katılımcılardan özür dilerim.

    Oysa epeyi de emek harcamıştım.Üstelik de yazmakta zorlandığım bir anımda büyük bir çabayla bir şeyler yazmayı başarabilmişken.Hayıflanmadım desem yalan olur,fakat dediğim gibi kendi azizliğime uğramışken mızmızlanmaya da pek hakkım yok.

    Tabi hatamın cezasını silbaştan başlayarak çekeceğim.

    Evet sanırım insanın kendisiyle hesaplaştığı,iç muhakemelere maruz kaldığı zamanlar,aynı zamanda sözcüklerin kendisini terkettiği,yalnız bıraktığı andır.Böylesi anlar dilsizleştirir,insanı kendi ıssızlığına mahkum eder.İstemeseniz de sessizliğe sığınırsınız.

    Ancak sessizliğe sığınmak tek çare değildir,kendinimizden kaçmaya,kurtulmaya yetmez.Kaçtıkça kendi gerçeklerimizin duvarına çarparak tekrar uyanırız.Kaçış yoktur!Bir şeyler gelir ve bizi bulur,yakamıza yapışır.Rahat vermez.

    Ben kimim,nerden geldim ve nereye gidiyorum?Yaşama amacım nedir?İyi ve kötüden ne anlıyorum ve kriteri nedir?Ahlak benim için ne ifade eder ve sınırları nerede başlar nerede biter?

    Ve hepsinden önemlisi beni bunların peşinde koşturmaya iten nedir?Neden önemserim mesela…İyiyi,doğruyu ve güzeli bulma adına mı,yoksa tutunmaya çalıştığım yaşamda kendime bir tatmin adacığı yapma uğruna mı?

    Peki ya ötekisi?Onun doğruları?Acaba yadırgadığım pek çok şey benim de peşinden sürüklendiğimin aynısı olmasın?

    Ve bu sorular sürer gider.Yanıtını bulmakta zorlandıkça çareyi kısacık bir yanıtta bulurum:Hepimiz birbirimize benzeriz,ne eksik ne fazla!Biliyorum,bu da kolaycı bir kaçıştır belki.Ama doğruluğuna inanmak isterim,inandırırım da kendimi.Kendimizi gerçekleştirmek adına atıldığımız bu yaşam serüveni bir noktada tıpkı akıntıya kapılan bir kuru yaprak misali bizi bir yerlere sürükler.Farklı şekil ve biçimlerde,farklı form ve renklerde ama aynı amacın peşinde koştururcasına peşine takar.

    Bana soracak olursanız budur hayatın özeti.Bunca kavga dövüş,bunca koşuşturma bunun içindir,yani bir parça huzur ve tatmin.

    Fakat keşke bunu ararken diğerlerine de,ötekileştirdiklerimize de aynı hakkı tanıyacak hoşgörü ve olgunluğa sahip olabilsek.Eh n’apalım hayat böyle de yaşamaya değer,kimbilir belki de yaşamı asıl çekici ve vazgeçilmez kılan da bu olsa gerek.

    Son olarak sizden ricam insan odaklı güzel yazılarınıza devam edin.İçimiz dışımız polika oldu ve birbirimize cevap yetiştireceğiz diye helak olup insan olduğumuzu unuttuk.Saygılarımla…

  4. Yazan:suzannur Tarih: Tem 17, 2008 | Reply

    Aziz Bey,
    İnsan odaklı yazı yazmanın sonucu reytinginizin düşük olmasıdır 🙂
    İnsanlar nedense bilinmez, belki bal gibi tatlı geldiği ve vazgeçemediği için, insan tarafından öte, siyaset gibi taraflı yazılarda fikir üretmeye ve öteki üzerinden kendini konumlandırmaya bayıldığı için bu tarz yazılara daha çok rağbet ediyor. Böyle olunca yanlızlığımızı mı öteliyoruz yoksa öteki üzerinden kendimizi mi görünür/var kılıyoruz acaba?
    Sorgulamadan kaçarak, öteki kötü, suçlu, hatalı… demek daha kolay elbette, yorumlarınızı okuduğumda bu tarz insanlarla karşılaştığınızı da gördüğüm için beni daha rahat anlayacağınızı biliyorum. Bir şeyi tartışırken hep öteki yanlış anlayışı ve neyi merak ediyorum biliyor musunuz insan sadece bir şeye düşmanlıkla kendini nasıl konumlandırabilir, ilginç hakikaten ilginç ve bu tarz insanlarla ne konuşursanız konuşun o insanın klişelerini aşamıyorsunuz.
    Aslında kendi yalnızlığında kendi gerçeklerinin duvarlarına çarpan insanlara daha çok ihtiyacımız var. Çarpacak ki, sınırlarını bilecek ve kendini sınırlayanın ne olduğu bilgisine ulaşacak. Çarpacak ki, gerçek denilen şartların kendisini neden sınırlandırdığını bilecek ve her yalnızlığın, ötekinde de olsa sınırlarla çevrildiğini fark edecek.
    Herkes diğerinin doğruları olduğunu ve bu doğrulara saygı göstermek gerektiğini bilseydi, ortalık toz pembe olurdu ama dünyanın başlangıcından beri iyi-kötü arasındaki mücadele devam ediyor ve edecek. Bu noktada da asıl sorun ortaya çıkıyor, iyi kim, kötü kim?
    İnsan hayatına değer veren ve onu her şeyin üzerinde tutan bence iyidir, adı, sanı, cinsiyeti,fikri, milliyeti, dini… ne olursa olsun.
    Her fikrin normalleştiği bir ülkeye sahip olma sınavının verildiği günlerdeyiz, bir şeyler çatırdıyor, bizlerde de bir şeyler çatırdıyor, dönüşüyor, değişiyoruz. Değişimi reddedenlerle değişimi destekleyenler arasında aslında ülkemizdeki mücadele şu anda. Bu yüzden tek bir yüzü ya da rengi yok değişimi isteyenlerin. Ortak payda insan hakları ve demokrasi.
    Özeleştiri yapmaktan kaçan bir toplum ve toplumdaki bireyler, salt öteki düşmanlığıyla güdük kalmaya mecburlar, evet güdük ve az gelişmiş.
    Ben neyim, sorusunun cevabını şu değilim diye cevap verenlerden bahsediyorum ve olmadığı şeye olan nefretiyle bu platformda ya da başka yerlerde yazanlar, konuşanlardan bahsediyorum, ne öğrenebiliriz bu insanlardan ötekileşme ve düşmanlık dışında?
    Birbirini anlamamak üzere kurulu ve özeleştiriden çok, eleştiriyi esas alan bir insan, kendi gerçeğine dair bize neler anlatabilir?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin