Deli Savcı
By Rafet Gunay on Tem 17, 2008 in Adalet, Anayasa Mahkemesi, Politika, Türk faşizmi
“Buzlar Çözülmeden“, rahmetli Cevat Fehmi Başkut’un unutulmaz oyunlarından biriydi. Akıl hastanesinden firar eden iki “deli”nin, küçük bir kasabaya gelmesiyle başlıyordu oyun; tam da o esnada yoğun kar yağışı yüzünden kasabanın bütün yolları kapanıyor ve kendini kaymakam ve hâkim olarak tanıtan “deli’ler”, buzlar çözülünceye kadar kasabayı gül gibi idare etmekle kalmıyor, o zamana kadar birikmiş bütün problemleri de (biraz su götürür methodlar kullansa da) teker teker çözüveriyordu. Tabii buzlar çözülene kadar…
Türkiye’de devlet yönetimini kuşatan kendini bildim insanlar ve koyu irrasyonaliteyi, bir anlamda yolları kapatıp telefon ve telgraf tellerini donduran bir buz kuşatmasına benzetmek mümkün; hani o “biraz su götürür metodlar”a gelince, onun heveslisi hiç eksik değil; demokrasinin Türk halkına üç beden büyük geldiğini düşünenlerin sayısı nicelik açısından pek fazla tutmasa da nitelik, yani güç yoğunluğu bakımından hayli hatırı sayılır bir ağırlık teşkil ediyor. Şimdi içinizden, “BÜTÜN İŞ BİR DELİYE KALDI.” duyar gibiyim; doğrusu o da eksik değil, zira “Sallayacaksın üç beşini Sultanahmet’te, bak bakalım bir daha yapabiliyorlar mı?”akıl daneliğinden başlayarak kamu nizamına düzen getirmeye kalkışanlara varana dek demokrasinin kalkınmaya iyi gelmediğini ileri süren herkese, “DELİ” unvanını hiç tereddüt etmeksizin yakıştırabilirler. İşler yine de iyiye gitmiyorsa, bunun vebalini Cevat Fehmi Bey’de aramaya hakkımız yok; aynaya bakmak yeterli olacaktır zannımca.
2002 seçimlerinden önce “Devletlûlar otuzlu yılların bürokratik gül bahçelerini her yâd edişte ah çekip hasretle göğüslerini yumruklasalar da değişmek zorunda olduklarını biliyorlar; toplum hızla değişiyor artık devlet de kendine çeki düzen vermeye mecbur” diyorken şimdilerde ise tek partili yönetimin Ergenekon üzerine gidişi değişik yorumlanmaya; hatta bunu ana muhalif parti avukat-savcı düellosu içine çekmeye gayret ederek olayın sadece su yüzeyinde görünenlerine dikkatlere sunuyordu. Böyle bir dramın ortasında Adam Smith’in “gizli el” kavramını hatırlatan “laik, çağdaş alabildiğine ilerici” bir mekanizmanın ülkemin temel problemlerine “va’z-ı yed” ettiğini görmek elbette çok rahatlatıcı. Artık Dubai’den beni arayan Türkmen asıllı Erkin’in “Türkiye’de neler oluyor dostum?” sorusuna gönül rahatlığı ile “hiçbir şey” diyebiliyorum. Zira bunlar “Biz ne darılar gördük.” cinsinden eski şaşırtıcılıklardan arınmış yeni bir dönemin ayak sesleri olduğunu duymak bana gönül rahatlığı veriyor.
Mitolojik adı Agarta olan Ergenekon yapılanmasının yönetici ve mensuplarının tarikat vari yapılanmasının üzerine giderek ülkemizin gönlüne soğuk sular serpen her kimse ayakta alkışlamak gerekir. Vatanseveriz diyerek karşımıza çıkan sonra da Ülkeyi baştanbaşa saldırı ve provokasyonlarıyla devlet büyüklerime gözdağı verenleri kim affedebilir ki.( TABİ BAZILARI ONLARIN AVUKATI OLSA DA…) Cumhuriyetin bekası için bunu yürüten, davayı başından sonuna kadar yürüten Savcı ve Hâkim Türkiye nezdinde çok önemli bir iş yaptığının farkındadır umarım. Danıştay saldırısını üç yaşındaki çocuğa bile sorsan basit bir denklemden sonra faillerini bulabilecekken Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin bu olayı “Dinci” saldırı olarak incelemesi umarız bu dava için örnek olmaz. Savcı ve Hâkim; sözüm ona bir ahali var ki onlar ya bu insanları tehdit ediyor ya da suikasta kurban gitmeye kadar talihsiz olayları bu insanlara reva görebilecek kadar insafsız olan bu kişilere mağlup olmazlar.
Demokrasiye oksijen veren ana arterlerin vanaları kısılmaya başlayalıdan beri işlerin daha iyiye gittiği söylenebilir mi?(Demokrasimize tekme atan o iki ayaklı mahlukatların dört ayaklılardan ne farkı var .) Demokrasimizin kendinden motoru olmadığını düşünürsek, ihmallerin ne denli önemli zararlar ortaya koyacağını şimdiden biz bile tahmin edemeyebiliriz.
Günün birinde “buzlar çözüldüğünde” kasabaya gelen yeni kaymakamın nasıl bir tabloyla karşılaşacağını tasavvur edebilirsiniz; despotizmin gölgesinde yetişen bildim o kalpaklılar olduğunu tahayyül etmenin şaşkınlığıyla “kem küm” nidaları çıkaran siyasetçi- mafya kardeşliğinin paçasından sızan yolsuzluk, darbe, Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya teşebbüs, dosyalarına; atla arpayı dövüştürme ferasetiyle gündemde yer tutma becerisini gösteren medyamızın(Kastım Doğan Grubundan ibarettir.) bir bardak bile dolmayan malayani şeylerin “olur böyle şeyler” tabiiliği ile dudak dudağa yaşayarak geçinip gidiyoruz.
Ez cümle yukarıda anlatılan şahısların (birer hayal ürünü olup) ve bu figüranları zannederim bulmak zor olmayacaktır. Her ne ise, kırk yıllık “demokratların” bile bıyık altından onayladığı bu girişimlerin sonunda Kaymakam Bey’e sesleniyorum:
– ELİNİ ÇABUK TUT “DELİ”KAYMAKAM, KÜRESEL ISINMADAN KUTUPLAR BİLE UCUN UCUN ERİMEYE BAŞLADI: ÇÖZÜLMEDİK BUZ MU OLUR?
(İçimden buzların erimesi hiç gelmiyor ama ne yapalım tabiata karşı gelinmez.)
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
3 Yorum
Yazan:TT Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Günün birinde “buzlar çözüldüğünde” kasabaya gelen yeni kaymakamın nasıl bir tabloyla karşılaşacağını tasavvur edebilirsiniz;despotizmin gölgesinde yetişen bildim o kalpaklılar olduğunu tahayyül etmenin şaşkınlığıyla “kem küm” nidaları çıkaran siyasetçi- mafya kardeşliğinin paçasından sızan yolsuzluk, darbe, Türkiye Cumhuriyetini yıkmaya teşebbüs, dosyalarına;…
Buzlar çözülmeden bir kaç delinin durumu idare etmesi çözüm değildi…Sonuçta orada da eski düzene dönülüyordu…
Ne yazık ki düne kadar kasabaya(devlet/ankara) gelenn yeni kaymakam şahsında görev alan devletlüler ve buna dahil olan vekiller, ortama uymak dışına çok fazla varlık gösteremediler…
Belki yanlızlıktan belki de ortamın Refik Halit’in memleket hikayelerinden şeftali bahçeleri’ndeki ortama benzemesinden dolayı idi…
Yeni tayin edilen idealist memurlar, bir süre direndikten sonra yanlızlıktan ortama uyuyorlar, rehavet ve keyfe kapılıyorlar ve sonları Agah Beyin kaderi oluyordu..
Şimdilerde ise Hilmi Özkök,Zekeriya Öz,Ferhat Sarıkaya,Sacit Kayasu gibi delilerin sayısının bir hayli çoğalması bizi umutlandırıyor..
Yazan:anti fikr-i sabit Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Yazar olayı iyi yakalamış, Dubai’deki arkadaşı neden Türkiye’yşi merak ediyor sanıyorsunuz!!
Türkiye’de olup biternler neredeyse koca dünyayı ilgilendiriyor, çünkü.. Hele ortadoğuyu daha fazla..
Ek;Niyetine;(katkı kabilinden..)
Size dün geçen bir vakıayı nakledeyim:
“DYP nin il başkanlığını yapmış ,yaşını başını almış bir Avukat bugün(16.7.08)
‘Aslında DP(Demokrat Partinin), iktidarının son günlerinde Millet Cephesi, Vatan Cephesi gibi bölücü eylemlere tevessül ettiğini , bu nedenle de 27 mayıs ihtilaline kendi kabahatleriyle yol açtığını, 27 mayısı hakkettiğini v.b..’ söyledi..
Ben de, bu iddialar CHP nin iddiaları, Siz bunca yıl sonra neden bunları , bu haliyle gündeme getiriyorsunuz, değdiğimde,
Olayı kapatma davası aşamasında AKP ‘ nin yaptıklarına getirerek, ‘bunlar da kendi fiilleriyle, böyle bir sonuca yol açıyorlar’ dedi…”
Benim de aklıma başka detaylar geldive şöyle not düşmüşüm,tesbitlere:”Bir bakıma iyi de oldu bu konuşmalar ve itiraflar ve kusmalar:Bir zamanlar Cindoruk (2004 olabilir) S Demirel sağcı değildir, demişti..
Başka…..; Başkası şu: Ne kadar derin ve köklü DYP li tanıdıysam, benzer hezeyanlarda bulunmuşlardı, ama bu belirleyici bir hezeyan olduğu gibi, çoğunun başörtüsü v.b talepler için, ‘buNLAR Hain..’demelerini hep hatırlamama ve bugün geldikleri noktanın(siyaseten ve fikren..) anlamsız olmadığını düşünmeme yardımcı oluyor…”
Derin düşünceye saygılar..
Yazan:HASAN TAR Tarih: Eyl 4, 2012 | Reply
Eski Cumhuriyet Savcısı MEHHMET fEYYAT’IN bıyografısı okuyunca (HALKIN sAVCISI) savcılık dönemindeki icraatları ve cesur duruşu aklıma geldi..