Türk Dış Politikasının Yeni Evresi
By Konuk Yazar on Tem 18, 2008 in Dış Politika
Yazar: Daniyar Kosnazarov
Daha önce Uiportal’da yayınlandı
Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın 15 Temmuz 2008 tarihli Büyükelçiler Konferansında yaptıgı açılış konuşması (1), Türkiye’nin ileride izleyeceği dış politikasını kavrayabilmek açısından çok önemlidir.
İlk kez düzenlen ‘beyin fırtınası’na yurt dışında görevli büyükelçiler, daimi temsilciler ve merkezde görevli 150’den fazla büyükelçi katılmaktadır. 4 gün sürecek “Türk Dış Politikası, Yönelimler ve Öncelikler” başlıklı konferansın geleneksel hale getirilmesi planlanıyor.
Babacan, Dışişleri Bakanı olarak tayin edildikten sonra Bakanlığının mensuplarına hitaben ilettiği ilk mesajlarından birinde, Türkiye’nin “köklü bir dış politika geleneği”nin bulunduğunu vurgulamıştı (2). Bunun yanı sıra yazımızın en başında zikrettiğimiz konuşmasında, Türkiye’nin dış siyasetinin çağın ve uluslararası sistemin koşulları ile ihtiyaç ve zorunlulukları ekseninde şekillenmeye mecbur kaldığını bize ima etmeye çalışmıştı(3).
Türk Dış Politikasının en temel ilkeleri olarak bilinen “statükoculuk” ve “batıcılık” ilkelerine sadık kalmaya çalışılırken (4), mevcut uluslararası sistemde gözlemlenen eğilimlere dikkatın çekilmesi istenmektedir. Dışişleri Bakanı, dünya’nın ekonomik ağırlık merkezinin Batı yarımküresinden Doğu yarımküresine doğru hareket ettiğini söylemekte, “çok-taraflılık” nosyonuna yapılan vurgu da, Türkiye’nin sadece Batı ile yetinmeyeceğini ve uluslararası arenada söz ve tavırlarının ağırlığı artan, BRİC (5) olarak bilinen ülkelerle de temasların artacağını belirtmektedir.
Yine de söz konusu temasların AB’nin ve transatlantik bağların alternatifi değil, tamamlayıcı boyutu olacağını temin etmekte, TDP’nin adeta bir postulatına dönüşen Türkiye’nin Batı’ya yakın olma ya da daha doğrusu “Batı olma” arzusundan vazgeçmediğini göstermektedir. Bunun yanı sıra bu vaka paradoksal olarak, çok-taraflı ilişkilerin geliştirilmesinin, ülkeyi özellikle Batı blokunun temsilcileri olarak bilinen ABD ile AB karşısında daha güçlü ve “kozlu” kılacağını göstermeye çalışmaktadır (6). Yine de, AB ve ABD’ye yapılan vurgular çok dikkat çekicidir.
Gücün diğer yarımküreye kayması yaşanıyorsa -ki ekonomik başarılarının ülkelerin siyasal konumunu pekiştirdiğini ve küresel düzlemde prestijlerini arttığını artık biliyorsak- Türkiye’nin Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerle daha sıcak ilişkiler geliştirmesinin kesin getirileri olacağını tahmin edebiliriz.
Ama yine de, Türkiye’nin sahip olduğu konumu, bir dizi avantaj ve zayıflılıkları dolayısıyla çok-taraflı bir dış politika izlemeye hep mecbur olduğunu belirtmeye yarar vardır (Jeopolitik kuramları burada çok şey anlatabilir). AKP Dönemi Dış Politika mimarlarının en önemlilerinden sayılan Davutoğlu’nun savunduğu “merkez ülke” (7) kavramı da, bu bağlamda değerlendirilebilir. Ali Babacan’ın konuşması Türk büyükelçilerine tam da bu tezin kabul edilmesine itmekte ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin son dönem dış politikasında belirlenecek esasların bu tür anlayış çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir.
Dikkatimi çeken husus, sayın Dışişleri Bakanın, dikkatimizi “Doğu yarımküresi”, “çok-kutupluluk”, hatta “kutupsuzluk” gibi ifadelerle konuşmasını süslemesi ve argümanlaştırmasıdır. Özellikle, bu terim ve nosyonlar ABD’de şimdi çok rağbet görmekte ve gitgide uluslararası ilişkileri konu eden kitap, makale ve söyleşilerde yagınlaşmakta ve geliştirilmektedir (8). Yine de bu olay kafalarımıza başka soruyu getirmektedir: Türkiye’nin de içinde bulunduğu “çeper ülkeler”e, hatta güçlenen yeni uluslararası aktörlere yeni dünya tasavvuru mu tekrar dayatılmakta olan? Hal böyleyse, Türkiye’nin bunu kabul etmeye başladığını görebiliyor, hatta ilişkilerini Batı ile daha da derinleştirmek ve/veya diğer büyük oyuncularla daha sıkı bir işbirliğine girmek için de, geliştirilen “yeni dünya düzeni söylemi”ni bir meşrulaştırma enstrümanı olarak kullanmaya başladığına tanık olmuşuzdur demektir (9).
Babacan ayrıca konuşmasında BM, NATO, AGSP gibi örgütlerin öneminden söz eder. Dünya kamuoyuna ayrıca Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildiği takdirde, Türkiye’nin neler yapmayı hazır olduğunu anlatmakta ve bu konudaki kararlılıklarını göstermeye çalışmaktadır. Ayrıca Kyoto Protokolünün önemi göz ardı edilmemektedir.
Bunun yanı sıra, bölgesel düzleme yapılan vurgu, Türkiye’nin bulunduğu bölgelerde daha yapıcı bir rol üstlenme isteğini sergilemektedir. Türkiye için en önemli bölgenin yine de Ortadoğu olduğu anlaşılabilir. Bölge itibariyle attığı son adımları da bunu kanıtlar mahiyette. Türkiye’nin bölgesel anlaşmazlıkları çözme hevesi ve bölgedeki ülkelerin daha üretken bir işbirliğine sevk etme girişimlerinin bu anlamda payı büyüktür. Davutoğlu’nun da vurguladığı gibi, “komşularla sıfır problem”,”özgürlük-güven ilişkisi”, “yeni diplomatik uslüp”, “ritmik diplomasi” gibi dış politika esasları bu bağlamda Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik tutumunu aydınlatmaktadır.
Dışişleri Bakanı bölgesel düzeyden bahsederken, dünyadaki tüm ülkeleri ilgilendiren sorunlara da odaklanmakta, küresel ısınma, küresel ekonomik kriz gibi olgulara cevabın küresel bir işbirliği sonucunda çözüm bulacağını söylemektedir. Artık anlayabildiğimiz kadar, Türkiye’nin küresel sorunlarla baş eden “küresel aktör” olma hevesi çok güçlenmiştir.
Türkiye’nin hedef koyması ve onlara yönelik kısa ve uzun-vadeli stratejiler üretmeye çalışması tabii ki çok önemlidir. Temel öncelik ile yönelimler konusunda Türkiye’nin mutabakata varması, sahip olduğu sorunların çözüm yollarını da paralel olarak gelişmesine hak tanır, rasyonel ve ileri-görüşlü karar alabilmesine neden olur.
____________________
1- Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Büyükelçiler Konferansı Açış Konuşması, 15 Temmuz 2008, Bilkent Otel ve Konferans Merkezi, http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-ali-babacan_in-buyukelciler-konferansi-acis-konusmasi.tr.mfa
2- Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Ali Babacan´ın Mesajı, 31 Ağustos 2007, http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-ve-basmuzakereci-sayin-ali-babacan_in-mesaji_-31-agustos-2007.tr.mfa
3- Buna ek olarak şunu eklememiz yararlı olacaktır: uluslararası sistemin ülkenin istikametini şekillendirmesindeki önemli etkisini kabul eden, bu işin “mutfağını” iyi bilen Bakanın bu sözleri, Uluslararası İlişkiler bölümünde okuyan bizlere de çok şey anlatmalıdır bu bağlamda.
4- TDP’nin temel ilkelerinin ne anlam ifade ettiğini anlamak için bkz, Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 1: 1919-1980, İletişim Yayınları: İstanbul, 2006
5- BRİC ya da BRİCs olarak dünyaca ünlü Goldman Sachs şirketi tarafından anılmaya başlayan “odak”ın üyeleri Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin. Daha ayrıntılı bilgi için bkz, http://www2.goldmansachs.com/ideas/brics/BRICs-and-Beyond.html ve http://en.wikipedia.org/wiki/BRIC
6- Bu perspektiften durumu irdelediğimiz zaman, Türkiye’nin bu yönelişlerinin ülkeyi Batı karşısında daha eşit bir konuma sevk edeceğini mi anlatmaktadır? Tabii ki, Türkiye’yi Rusya ile kıyaslamak yanlış olur, ama bu ülke Batı ile ilişkilerini düzenlerken ve son dış politika konseptinden anlaşılacağı gibi Batı ile son derece eşit muamele talep etmektedir. Böyle bir şey Türkiye için söz konusu olabilir mi acaba?
7- Başbakanlık dış politika danışmanı Ahmet Davutoğlu ile 2007’deki Türk dış politikasını irdeleyen programda anlatılanlar. Ayrıntılı bilgi için bkz, CNNTürk, 07.01.2008, http://www.cnnturk.com/VIDEO/index.asp?pn=1&prid=1485
8- ABD akademiyasının önde gelen isimlerinden Haass, Zakaria, İkenberry, Mahbubani, Khanna gibi isimlerin son dönem tezlerinde yaygınlaşan nosyonlar. Ayrıntılı bilgi için bkz, Fareed Zakaria, “The Future of American Power”, Foreign Affairs Dergisi, Sayı: 87, No. 3, Mayıs-Haziran 2008, Richard N. Haass, “The Age of Nonpolarity”, Foreign Affairs Dergisi, Sayı: 87, No. 3, Mayıs-Haziran 2008, Kishore Mahbubani, The New Asian Hemisphere: The Irresistible Shift of Global Power to the East, http://www.mahbubani.net/book3.html. Parag Khanna, The Second World: Empires & İnfluence in the New Global Order, http://www.paragkhanna.com/
9- Söz konusu son sorulara, Türkiye’deki Uİ akademisyenleri ve öğrencilerinin dikkat çekmesi çok iyi olacak ve bu bağlamda ya da bu söylemi temel alarak üzerinde geliştirilen yeni nosyon ve hipotezler Türk dış politikası için çok ama çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Sayın Ali Babacan da somut perspektif ve analitik çalışmaların önemini çizmekte ve Türkiye’nin “gelecekte uluslararası alanda meydana gelmesi muhtemel gelişmelere karşı bilinçli” davranabilmesinin öneminden söz etmektedir.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.