Aleviler, Türk solu ve Ergenekon
By Rasim Ozan Kutahyali on Tem 19, 2008 in Ergenekon Nedir?, Türk faşizmi, Türk Solu
Haftaiçi açıklanan Ergenekon terör örgütü iddianamesinde Gazi mahallesi katliamının da bulunduğu belirtildi.12 Mart 1995 tarihinde vuku bulan Gazi katliamı,2 gün süren olaylara da neden olmuştu.Bu hadisede Alevi toplumunun toplandığı kahvelerden biri taranmış,çok sayıda insan katledilmişti.Öte yandan zenciyi zenciye kırdırtmak politikasıyla Alevi gençlerinin Gazi mahallesi etrafındaki Sünni yurttaşların evlerine ve işyerlerine saldırmasını ve bir toplumsal çatışma çıkmasını dört gözle bekleyenler umduğunu bulamamıştı.Alevi toplumu için Gazi katliamı benzer nitelikteki beşinci katliamdı (Maraş,Çorum,Malatya,Sivas)ve zaman içinde Aleviler hangi kuvvetin hangi zihniyetle kendilerine yöneldiğini çok iyi içselleştirmişlerdi.O sebeple,kahve taranması olduğu andan itibaren bu iç bilgi ve sezgiyle Alevi toplumu tepkilerini devlet gücünü temsil eden güvenlik kuvvetlerine yani doğrudan devlet zihniyetine yönelttiler.Gazi olayları diye anılan o 3 gün içinde yaşananlar da güvenlik güçleriyle Alevi-Kızılbaş gençleri arasındaydı.Bu arada belirtmek gerekir ki Gazi olaylarında yaşananların Kürt ve PKK bağlamında yaşandığına ilişkin bir dezenformasyon toplumda son derece yaygın.Böyle bir yanlış bilgi var.Bu konuyla biraz da olsa ilgilenen herkesin de bildiği gibi o mahalle çoğunluk olarak Türk Alevilerinin yaşadığı bir mahalledir.
90lardaki arkaplan
Gazi katliamında hesaplanan tezgah,bu alçakça katliam sonucu Alevi gençlerinin misilleme olarak Sünni ev ve işyerlerine saldırması,ardından Sünni kesimden karşı-misilleme gelmesi ve İstanbul gibi bir metropol merkezinde adım adım genişleyen bir iç çatışmanın çıkmasıydı.Böyle bir çatışma ortamıyla destabilizasyon yaratılacak ve sonrasında da olağanüstü önlemlerin alınması kamuoyunca meşru görülecekti.Ayrıca laik-İslamcı gerginliği de,Alevi-Sünni hattı üzerinden daha da alevlenecekti.Yükselen İslami harekete karşı Alevileri bu sözde laik kampın öncü gücü yapmak amaçlı bu zihniyet Madımak katliamında tam olarak istediği sonucu almıştı.1993 konjonktüründe farklı kesimlerden gelenlerin ortak vicdani noktalarda buluşabilmesi gibi bir ortam hem toplumsal bazda hem de aydınlar bazında yaşanıyordu…1993 senesi,bu ülkenin cumhurbaşkanının Kemalizme çok ciddi eleştiriler yöneltildiği bir panelin oturum başkanı olabildiği,bu eleştirilerin her kesim bazında doğallaştığı,Kürt meselesi,din politikaları,federal bir idari modele geçiş,70. yaşına basan cumhuriyetin yapısının dönüşümü gibi bağlamlarda her tür önerinin hiç sansürlenmeden rahatça konuşulabildiği bir sene olarak başlamış ve tam tersi istikamette statükonun kendini çok güçlendirdiği,herkesin fikirlerini söylemekten çekindiği,ortak zeminlerde biraraya gelen farklı toplumsal kesimlerin birbirinden iyice uzaklaşmak zorunda kaldığı,yeniden 80 öncesi benzeri kamplaşmaların alevlendiği bir sene olarak bitmişti.İşte bugünlerde tasfiye olma korkusunda olan Ergenekon zihniyeti,o yıl kendi pozisyonu itibariyle çok başarılı olmuş,Taraf’ın hergün manşetlerinde bir başka boyutunu açıkladığı iğrenç ve ahlaksız yöntemleriyle bir kaos ortamını yaratabilmiş,yenilik ve değişim arzusundaki geniş toplumsal kesimleri korkutarak sindirebilmiş ve o süreçte sistemin adım adım militerleşmesini mümkün kılabilmişti…Diğer yandan 28 Şubat 97 harekatınının zemini de 93 yılından itibaren operasyonel olarak oluşturulmaya başlanmıştır.Dönemin DYP-SHP hükümeti ve özellikle başbakan Çiller ise bu adım adım militerleşen ortamının yaratılmasını engellemek bir yana fiilen buna çanak tutmuştur.Özal’ın ölümü sonrası dönemde Çiller’in hükümetleri askeri bürokrasinin tüm siyasal sistemi adım adım vesayet altına almasını desteklemiş ve sonra kendi yarattığı ortamın 28 Şubat darbesiyle de kurbanı olmuştur.Yeniden Türk siyasi hayatına döneceği konuşulan Çiller bu dönemden ders alarak ve derin bir özeleştiri yaparak mı dönecek,yoksa Mesut Yılmaz benzeri sistemin AKP’ye yüklenmesi karşısında devletle uyumlu sağ iktidar alternatifi mi olmak isteyecek göreceğiz.
Gerçekten de 1993-96 dönemi, hukuksuz ve ahlaksız uygulamaların yargısız infazların,cinayetlerin,bombaların sürekli ve olağan hale geldiği tam anlamıyla bir Ergenekon devletinin hayata geçtiği dönemdir.Bu sürekli hale gelmiş cinayetler ve provakasyonlar silsilesi Susurluk skandalı sonrası durulmuş ve tam o konjonktürde toplumun Susurluk’a yönelmiş haklı öfkesi Refahyol hükümetine yönelik tepki yönünde dönüştürülerek bu mesele de örtbas edilmiştir.Ardından da 28 Şubat ara rejimi gelmiştir.Hukukun üstünlüğünün değil üstünlerinin hukuku anlayışının sistemleşmesi döngüsü böyle bir fiili askeri müdahale rejimiyle tamamlanmıştır. Yani Türk devlet zihniyeti 90’larda temel tüm hedeflerine ulaşmıştır diyebiliriz.Burada bir tek istisna olarak Sivas ve Gazi katliamlarıyla bu toplumun çatışma potansiyeli anlamında en zayıf noktası olan Alevi-Sünni bağlamını zikredebiliriz.Türkiye Alevi toplumu 90lar ortamında Reha Çamuroğlu’nun tabiriyle;Bin yıllık acılı Alevi geleneğinden gelen toplumsal kamplaşmanın muhtemel sonuçları konusunda emsalsiz bir deneyim birikimiyle bilgece davranmasını bilmiş,acıyı bal eyleyerek destabilizasyon senaryolarının gönüllü aktörü olmama iradelerini göstermiştir.Bugün Ergenekon denilen Türk derin yapılanmasının zihniyetinin Kürt milliyetçisi versiyonunu örnekleyen,Erkan Şen ve İdris Kardaş gibi genç kuşak Kürt aydınlarının tabiriyle “Kürt Kemalizmi” zihniyetine sahip PKK hareketi de Madımak katliamı sonrası ortamı fırsat bilmiş,Marksist-Leninist TİKKO ile ortak biçimde Sivas’a misilleme amaçlı Başbağlar katliamını gerçekleştirerek Alevileri kendi saflarına çekme çabasına girişmiştir.Ancak Aleviler bu konuda da sağduyulu davranarak bu oyuna da gelmemişler ve bu olay sonrası net “Sivas’ın intikamı” gibi sunulmak istenen bu alçak katliamı tüm Alevi örgütleri şiddetle net bir dille kınamışlardır.Fakat laik-İslamcı kutuplaştırma stratejisinde Alevilerin üzerinde devlet zihniyetinin operasyonel bir başarı gösterdiği de ortadadır.Bu başarı da bu bahsettiğim derin provakasyonlar kadar,İslami kesimin aktörlerinin 90lar konjonktüründe bu yaşananlara ısrarla duyarsız kalmasının,Madımak’ta insanların diri diri yakılması hadisesini bile katliam değil de “Sivas olayları” diye anmak gibi ahlaki bir yanlış içinde olmalarının da payı büyük.2000lerde İslami kesimde bu konuda da bir değişim var,birçok akil ve vicdanlı insan Alevilerle Sünni dindarların devlet gözündeki konumu bakımından kaderlerinin ortak olduğunu artık görüyor,ortak bir vicdani zemin arayışı içindeler fakat bu sefer de Alevi aydınlarının ve kurumlarının istisnalar hariç rijid bir tavır içinde olabildiğini görüyoruz.Kürt meselesinde artık bu toplum gerçekten bir vicdan ittifakı noktasına yaklaştı.İslami kesim hatta milliyetçi kesim içinden Kürt meselesinde en devlet diliyle konuşan gruplar ve kişiler bile artık sivil,özgürlükçü ve demokrat bir çözüm zemininde ittifak edebiliyorlar.Abant platformunun Kürt sorununu konuştuğu toplantı sonrası açıklanan sonuç metni şu an yakaladığımız olumlu seviyeyi göstermesi açısından güzel bir örnekti.Abant’ın sonuç metni öyle hem devlete selam çakalım hem de demokrat gibi duralım tonunda olmayan net öneriler sunan açık,içten ve vicdan merkezli bir metindi.15 sene evvel bambaşka konumlarda olan aydınların bile net ve cesur duruşları,yaşadıları bu ahlaki dönüşüm Türkiye adına umut vericiydi.Alevi meselesinde bu ittifak noktasından maalesef uzağız.Bu uzaklık nasıl aşılabilir,bunu başka yazılarda da işleyeceğim ama şimdi Ergenekon bağlamına döneyim…
Türk solunun Ergenekonu
Bu terör çetesi kendine Ergenekon adını takmış diye biz de öyle diyoruz ama başka zamanlarda da başka isimler almış,kendini farklı adlandırmış bir yapılanma bu.Bu yapılanma zaman içinde hangi aktörlerle çalışmıştır,ne yönde,kime karşı,nasıl eylemler gerçekleştirmiştir,bunu zamanla hem hukuki soruşturma bağlamında hem de işin sonuna kadar gitmekten çekinmeyecek titiz gazetecilik araştırmalarıyla umarım öğrenebiliriz.Kamuoyunda kimin nerde,ne zaman,ne yaptığı konusunun belirsizliği ve dellilendirilemeyeceği öne sürülerek suyu bulandırmaya çalışan çok sayıda kişi ve kurum var.Maalesef bu yönde davrananlara kendine özgürlükçü-sol diyen kimi kesimler de dahiller.Saçmasapan obsesyonları ve ideolojik körlükleri sebebiyle bu olayı iki tarafın kapışması gibi görmekten ne çekiniyor ne de utanıyorlar.Ergenekon sürecini hafifsetebilecek tavırların içindeler.Ben tabii buna şaşırmış değilim.Aynı aktörlerin 27 Nisan muhtırası sonrası göçmelerine,”Ne şeriat,ne darbe” gibi kaypak tavırlar içine girmelerine de şaşırmamıştım.Türk solunun özündeki zihinsel ve vicdani problemlere bu sütunlarda 68 tartışmaları vesilesiyle de epey işaret ettim.Hele ki bu Ergenekon yapılanması,Chavez gibi sol/sosyalist niteliği belirgin bir darbe girişimi yapma amacında olsaydı bu destabilizasyon planları “emekçi halktan yana sosyalist bir rejim” için olsaydı,bu “ne Ergenekon ne AKP” gibi kamuflaj laflarını da duymazdık,böyle kutsal bir amaç için her türlü şeyin yapılabilmesini meşru görecek Ergenekon yandaşı özgürlükçü-sol’u o zaman net biçimde görürdük,buna kimsenin kuşkusu olmasın.Ayrıca Halil Berktay Türk solunun da ötesinde evrensel seviyede örnekleyerek sol/sosyalist pozisyonun temelinden kaynaklanan sakatlıkları Taraf’daki sütununda sistematik olarak tasvir ediyor.O yazılar da dikkatle okunmalı.İşte o problemler ve sakatlıklar böyle kriz anlarında daha da berraklaşıyor ve Türk solu istisnalar haricinde her zaman olduğu gibi yine egemen zihniyete hizmet etmek işlevini görüyor.Geçmişte çok ciddi acılar çekmiş bir insan malzemesinin,o acıları mümkün kılan zihniyete halen ve halen hizmet eden tavırlar içinde olması hem çok trajik ve üzücü,hem de çok aptalca ve ahmakça.Ama neyse ki bu konu özelinde geçmişten ders çıkarabilmiş bir Türk sosyalisti şu an meclisde milletvekili.Ufuk Uras son dönem performansıyla bu ülkenin basiret ve sağduyu sahibi tüm insanlarının sevgisini kazanıyor.Hem Ergenekon soruşturması hem de darbe günlükleriyle açığa çıkan iddialar bağlamında çok samimi bir çaba veriyor.Uras zamanında “Ne Refahyol,ne hazırol” gibi yanlış bir sloganı benimsemiş ve Susurluk’un örtbas edilmesi yönündeki iradenin tam da arzuladığı bir şekilde davranmıştı.Bugün birçok fikirdaşıyla aynı hataya düşmemesi gerçekten takdir edilesi bir durum.Bu araştırma talebinin AKP tarafından zerre destek görmemesi de ayrı bir problem.İşte AKP bu türden birçok siyasi dirayet hatalarını yapabilen bir parti fakat bu dirayet hatalarıyla kendince belirledikleri milli menfatler uğruna ülkenin geleceğini karartacak planları yapan silahlı bir çete zihniyetini aynı kefeye koymak affedilebilir bir tutum değil.Neyse ki Ufuk Uras bu körlükte ve ideolojik saplanmışlıkta değil,o açıdan hakkını teslim etmek gerekir.
Zihniyet meselesi
Dahası fiili örgüt isimleri,yönetim şemaları,kimin kimi vurduğu,kime vurdurduğu,yakalanan bombaları falan bir yana koyalım.Bu somut bulgular özelinde konuşma zemini konuyu saptırmak isteyen birçok insanın eline koz veriyor.”O mu yaptı,bu mu yaptı somut delil var mı,Ergenekon ismi efsane mi gerçek mi,daha iddianame belli değil” lafları edilirken özsel boyut gözlerden kaçırılıyor…Soru şudur:Bu ülkede “milli menfaatler” gereği, “devletin bekası” gereği yada şu yada bu sebeple devletin kendi içindeki derin bir yapılanma aracılığıyla gerektiğinde hukukdışına çıkan eylemler yapabilmesini meşru görüyormuyuz? Örnek bir olay olarak Behçet Cantürk cinayeti meselesinde soru zaten Türk derin yapılanmasının bu cinayeti işleyip işlemediği değildir.Hangi görüşte olursa olsun bu konuyu biraz bilen herkesin kafasında bu sorunun cevabı nettir.Mesele bu infazın meşru görülüp görülmemesi meselesidir.Dürüst bir şekilde itiraf edersek bir sürü insan,kesim,grup bunu halen meşru görüyor.Bu yapılmasaydı bazı şeyler durdurulamayacaktı,ülke bölünecekti diyor,Cantürk bir uyuşturucu tüccarıydı ve hukuk yoluyla engellenemiyordu diyor,bunlar yapılmak zorundaydı diyor…Ben böyle diyenlere de direkt yüklenilmemesi gerektiği kanaatindeyim.Çünkü böyle bir “siyaseten doğru” ortamı yaratınca insanlar riyaya yöneliyor.O riya da işte yukarıda bahsettiğim somut bulgular üzerinden daha sürecin başında olmamızın da göreli avantajıyla onları suyu bulandırmak yoluna itiyor.Dürüstçe ve içten konuşalım,kimse öncül olarak kimseyi kınamasın herşey saklanmadan açıkça söylensin ve diyalog olacaksa öyle başlasın.Olay temelde bir zihniyet meselesidir.Ergenekon ismi de önemli değildir.Mesele birtakım kutsal kabul edilen hedefler,davalar uğruna somut kanıyla canıyla insanların feda edilip edilemeyeceği meselesidir.Hiçbir şart ve koşulda edilemez diyebilen bu toplumda kaç insan vardır? Ergenekon denilen bu yapılanmaya karşı çıkarken bile kafasındaki kutsal uğruna Ergenekon benzeri yöntemlere onay verecek kaç muhalif vardır bu ülkede?
Ortada bir Türk devlet zihniyeti var.İster ergenekon deyin ister başka şey,bu zihniyet kendi kontrolünde bir derin yapılanmaya ideolojik yapısı gereği ihtiyaç duyan bir zihniyet.Dolayısıyla Türk derin yapılanması,Türk devlet zihniyetinin yeraltı örgütlenmesi boyutunda tezahüründen başka birşey değildir.Bu yapılanma konjontür gereği her fikir ve gruptan adamı da bünyesine katar,istifade eder sonra da yeri gelirse infaz eder,bunu da bu zamana kadar “başarılı” şekilde yaptığı açık.Aslında bu zihniyet bugüne kadar başarısını kendine sözde muhalf olan grupların en az kendi kadar insansız ve ahlaksız bir bakışaçısına sahip olması nedeniyle sürdürdü…Başarısını sürdürüp sürdüremeyeceği de onun karşısında yer alanların alternatif Ergenekon zihniyetinde olmayıp,gerçek anlamıyla bir insanlık ve vicdan zemininde olup olmamalarına bağlı…
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
7 Yorum
Yazan:TT Tarih: Tem 19, 2008 | Reply
Gerçekten de 1993-96 dönemi, hukuksuz ve ahlaksız uygulamaların yargısız infazların,cinayetlerin,bombaların sürekli ve olağan hale geldiği tam anlamıyla bir Ergenekon devletinin hayata geçtiği dönemdir
1985-1990 arası Özal’lı hamle yıllarının ardından 1990 yılında laik portreli suikastlerle başlayan yeni siyasi süreç, 1993 Ocak ayında Ergenekon gerçeğini ve bu örgütün akılalmaz ilişkilerini(özellikle PKK ile) keşfeden Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle ivme kazanmış, nisan ayında Turgut Özal’ın ölümü ile sarsılan Türkiye, ardından mayıs ayında Bingöl’de savunmasız terhis edilen 33 askerin yürek yakıcı ölümüyle sarsılmıştı bu katliam aynı zamanda oksijen çadırındaki PKK’nında tekrar hayata döndrülmesi anlamına geliyordu..Yeni komuta kademesinin şekilleneceği Yaş’tan bir ay önce temmuz ayı başında vuku bulan Madımak katliamı akabinde oluşan komuta kademesi eşliğinde toplum alevi-sünni veya türk-kürt veya laik-antialik kutuplaşmasına sürüklenmek istenmiş ve bunun tutmaması üzerine 1995 gazi olayları ve benzeri süreçlerin ardından nihayetinde 28 şubat süreciyle bizzat yönetime el koyma hamlesine kadar vardırılmıştı..
O yıllar ilginç ve hararetli bir süreçti ve bir süre sonra kısmen tasfiye edilen hareket, 2006 Danıştay saldırısı ile 1993’ün benzeri bir sürecin reloaded olmasını tasarlamış fakat “deştikçe çete çıkıyor” manşetleri ve demokrat sağduyulu insanların gayretiyle yeni sürecin akim bırakılmasına sebep oldu…
Yazan:fuatogl Tarih: Tem 20, 2008 | Reply
Hmmm. Yazinin ozu burada sanirim. Rasim beyin asil rahatsiz oldugu noktalar herhalde buralar. “Ozgurlukcu soldan” acaip derecede rahatsiz oluyor anlasilan. DHKPC gibi sol olsa hersey daha kolay olacak. Asagi yukari her yazisinda bu “ozgurlukcu sol” kesime bir sekilde dokundurup duruyor “ahlaksizlik” vs. gibi cok nesnel tespitlerle. “Ne Refahyol ne Hazirol!” dan “Ozgurlukcuyuz ama salak degiliz” e, meclisdeki numunelik sosyalist Ufuk Urasin tavirlarina kadar “bisi” var Rasim beyi rahatsiz eden. Ben bu seyin ne oldugunu zannedersem biliyorum 🙂 Kurulan siyah beyaz tiyatroda acaip indirgemeci bir sekilde bir tarafta “ozgurluk ve demokrasi yanlilari” diger tarafda da “karanlik – otoriter kotu adamlar” temsilinin senaryosunu yutmayanlarin olmasindan cok rahatsiz oluyor. Hele hele bu ozenle dokundurmak istedigi kesimin gecmiste supurge eylemleri, susurluk eylemleri, isik sondurme eylemleri gibi toplumda nispeten karsilik bulan eylemlerde olusan tepkiyi orgutleyici, ve genel olarak bizde “derin devlet” diye anilan kontrgerilla orgutlenmelerine isik tutmaya calismis olmasi cok rahatsiz edici olsa gerek. Bu insanlarin gunumuzde yapilan sig analizleri yutmamalari hem ahlaksizlik hemde ideolojik korlukten ileri geliyor! Ufuk Uras in meclis de sorusturma icin imza toplamaya kalkip karsilik bulamamasi gibi desifre edici seylerde herhalde her nasilsa bir cesit obsesyon oluyor Rasim beye gore. Olaylari onun istedigi gibi gormemek obsesyon yani. Bir tarafda ozgurlukcu gucler, diger tarafda da kotu adamlar, ne guzel iste ne geregi var bu kadar basit ve acik bir analizden farkli seylerle ugrasmaya dimi Rasim bey?
Ayni sekilde bu “ne geregi var” dan dolayi olsa gerek, buyuk gurultu koparilan ergenekon sorusturmasinda sadece “gozden cikarilmis” bir takim insanlar disinda pek kimse yok nedense, olay cok lokal bir sekilde ele aliniyor. Herhalde belirli bir konsensuz var. Dusunsenize ulkemizde sozde derin devlet i konu alan bir sorusturma yurutuluyor, ama mesela Mehmet Agar, Kemal Yazıcıoğlu, Ozel Harekat gibi isim ve olusumlarin esamesi bile okunmuyor – gel de bu isi garipseme. Sorgulanmasi gerek kocaman bir ag, yargilanmasi gereken binlerce insan(hala gorev basinda yada degil) varken olayi sadece isimize gelecek capta konu edinmek HER NASILSA gayri ahlaki yada yanlis ve sig bir tavir alis olmus olmuyor.
Ama bu yaratilan toz ve dumanin hikayesini farkli okuyanlar yinede, her nasilsa bir takim “takintilari” yuzunden kor ve ahlaksiz oluyor. Yine, derinlikten basim dondu…
Yazacak cok sey varda, neyse…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 21, 2008 | Reply
Okuduğum kadarıyla Rasim Bey,bu ülkenin başına bela olmuş”derin güçleri”deşifre etmeye çalışıyor.Her yazısında,karanlıkta kalmış ve bir şekilde dokunulamaz bir kutsala dönüşmüş yasa dışı yapılanmaları gözler önüne seriyor.Tabi doğal olarak büyük tepkiler alıyor.Elbette yılarca doğruluğundan kuşku duyulmamış,sorgulanamamış böylesi bir zihniyetin ciddi olarak tartışılması,kendisini bu kutsallara kaptırmış kimi kesimleri rahatsız etmektedir.Fakat meseleye sadece ideolojik pencerelerden bakarak bu ahlaki,vicdani ve insani çabalara çamur atmaya meyilli kesimler de bizi rahatsız etmektedir.Faşizan ve ırkçı tutumları vatanseverlik maskesi altında sürdürerek bu ülkeyi kan gölüne çevirmekten kaçınmayan zihniyetlerin direncini anlayabilirim.Fakat kendini aydın,demokrat ya da solcu olarak tanımlayanların her fırsatta faşist kesimlerin sözcülüğüne soyunmasını anlamakta güçlük çekiyorum.Bu nasıl bir demokratlık,nasıl bir ilericiliktir?Mafya-çete bağlantılarının tartışılmasından rahatsızlık duyarlar,bu coğrafyayı kuşatmış şaibeli ilişkilerin gün yüzüne çıkarılmasından rahatsızlık duyarlar,kontgerilla-hizbullah-ergenekon bağlantılarının çorap söküğü gibi çözülmesinden rahatsızlık duyarlar…Ve demokrasi,insan hakları,evrensel değerlerin dillendirilmesine tahammülsüzler.Onlara göre demokrasi,özgürlük,eşitlik,adalet talep etmek ihanet ve işbirlikçilikle eşdeğerdir.Kendileri gibi takıntıları olmayan her namuslu aydın liboştur,enteldir,danteldir ve bilmemnedir.Artık bu düzeysiz ve hiçbir gerekçeye dayandırılamayan isnatlardan vazgeçilmelidir.Artık bu içine hapsolunmuş kronik ideolijilerden kurtulmanın zamanı geldi geçiyor.
İdeolojik körlükleri sonucu kendilerini faşistlerin sözcülüğüne adamış tuhaf solculara bir çağrım var.Sol,başını örten genç kızlara,kadınlara tiksintiyle bakmak,insanları inançlarından ötürü aşağılamak değildir…Sol,içerde her türlü hukukdışılığa,hak ihlaline sessiz kalıp”bağımsızlık nutukları”atmak da değildir…Asla yerleşmemiş ve uygulanamamış bir laiklik söylemine sarılmak hiç değildir.
Bu nedenle diyorum ki gelin hep beraber bu komplekslerden kurtulalım.Bu sakat zihniyeti sola mal ederek,sola en büyük kötülüğü yapmaktan vazgeçelim.
Yazan:fuatogl Tarih: Tem 21, 2008 | Reply
Aziz bey, ben pek öyle olduğuna inanmıyorum. Rasim beyin derdi sol ile; bir şekilde ülkedeki kurumsal ve sivil kitlesel sağcı terörü sola yıkma telaşı var, ama burası tali kısmı… Daha da önemli olan kısmı, hakim bakış açısının dürbününen bakmayanları ahlaksızlıkla suçlaması, asıl problemli tarafı orası. Ve bunu yaparken “kaypak”,”ahlaksız” gibi düzeyli analitik kavramlarla yapıyor ki insanın bi tarafı sinir oluyor.. birde bunun üzerine başkaları “ezberin bozuldu demiiiii” demiyor mu…yani insanı zorla köprüden aşağıya atlatacaklar 🙂
Aslında Rasim beyin yaptığı deşifre etmeye çalışanlara dezenformasyon sisinde bel altı vurmaktan öteye gitmiyor.
Samimi olarak bu derin güçleri deşifre etme niyeti olsaydı, 12 Eylül ü koruyan yasalardan tutun da, gelmiş geçmiş tüm darbecilerin yargılanması, yakın ve uzak tüm faili meçhul(!) cinayetlerin aydınlatılması, ordu, emniyet, sivil siyasi hareketlerle ilişkilerden toplumun tüm hücrelerine yayılmış bağlantı ve ağları açığa çıkartmak için toplumsal bir bilinçle beraber somut bir baskı kurulması için çaba sarfederlerdi. Tam şu zamanda onun telaşında olmalar gerekirdi. Tarihi tersten okuyup gıcık gittiklerimize gerçirmek değil.
Bu son ergenekon davası bunun için iyi bir fırsat aslında, toplumda şaşkınlık yaratmakla beraber, önceden tahayyül edemiyeceği şeyleri düşünme fırsatı veren, kafalarda paradigma çözülmelerine izin veren olaylardır bunlar. Ama maalesef gündelik siyaset uğruna politik malzeme olarak kullanılıyor büyük ölçüde, ve herkesin razı olacağı bir “konsensüsle” noktalanacak gibi duruyor ne yazık ki.
Şimdi de ben fırsat bilip vurayım Rasim bey gibi. Bu son yıllarda yaşadığımız olaylar karşısında AKP gibi özgürlükçü demokratik refleksleri zayıf muhafazakar bir sağ partinin olması ülkemiz için çok büyük bir talihsizlik. Ancak canına kastedildiğinde kısmen demokratik görünümlü tepkiler verebilen bir hımbıl görünümünde. Zorla köşeye sıkıştırıldığı konjonktürel AB demoratikciliği ile ancak bu kadar oluyor demek ki. İşin üzücü tarafı, maximum derecede demokrat ve özgürlükçü olabileceği koşullarda bu siyasal oluşum ve kitlesi, hem dışından gelen baskılar açısından hemde kendi çıkarları açısından.
Bel altı olup olmadığına siz karar verin artık, şu son yıllarda yaşananların ışığında…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 22, 2008 | Reply
Fuat Bey,
Ben yazıya yorum gönderirken sizin yorumunuz henüz görünmüyordu.Ben,gözlemlediğim kadarıyla genel bir anlayışa işaret etmiştim.Bundan hareketle düşüncelerimin yorumunuza bir gönderme olarak algılanmamasını umudediyorum.Bilakis yorumlarını titizlikle takip ettiğim,okumaya değer gördüğüm ve üslubunu örnek aldığım ender bir kişiliğe sahip olduğunuza inandığımı bilmenizi isterim.
Ancak hazır konu açılmışken,fikirlerin samimice paylaşılması adına bazı noktaların tartışılması ve biraz daha açılmasından yanayım.Bir kere geçmişte yaşanmış olayların solcuların üzerine yıkılmasında sizin kadar ben de rahatsızım.İnandığı dava uğruna yıllarca hapis yatmış,her türlü işkence ve aşağılanmaya maruz kalmış biri olarak,geçmişte yaşanmış karanlık ilişkilerden solcuların sorumlu tutulması inanın beni de onurlandırmıyor.Sorumlu olmak bir yana,bu tezgahlanan oyunlara bilerek ya da bilmeyerek alet olmak veya böyle anlaşılmak inanın tarifsiz bir burukluk veriyor.
Fakat bu şahsen beni derinden üzen bir hesaplaşmaya götürse bile gerçekleri görmeme engel olmamalılı diye düşünüyorum.Bu nedenle duygusallığı ve alınganlığı bir kenera bırakarak gerçeklerimizle yüzleşmeyi tavsiye ediyorum.Etrafımıza şöyle bir bakalım.Sol söylemlemlere sarılarak en iflah olmaz şövenistlerle kol kola girerek devrimciliği milliyetçilikle,hatta ırkçılıkla karıştıran garabet bir sol türedi.Bunların Kürtlere tahammülü yoktur,inançlı insanlara ise hiç katlanamazlar.Ama konu ulusal değerler olunca hepsi birer savaş cengaverine dönüşür.Laiklik diye ortalığı ayağa kaldırırlar fakat konu gayrimüslimlerin malvarlığı olunca birer dinci yobaz oluverirler.Zannaderler ki gayrimüslimlerin ellerinden zorla alınan mülkleri iaede ediliğinde Haliçin kıyısında Hırıstıyan devletler kurulacak;topluma bu tür korkuları enjekte ederek solculuk pazarlarlar.Örnek mi?Alın size chp li Haluk Koç’un tv.lerde açık oturumlarda döktüğü inciler.Adam kitleleri kendi gibi paranoyakça takıntılara sürüklesin diye yapmadık şebeklik bırakmadı.Peki sormazlar mı”bu nasıl perhiz bu nasıl lahana turşusu”diye…Yani güzelim yurdum insanına yazık oluyor,ayıp oluyor.Bunlar solcu filan olamaz,olsa olsa engerek yılanı olabilirler.Artık bunların arkasından koro tutturarak solculuk yapmanın bir manası yok.Benim söylemek istediğim bu.
Yazan:TT Tarih: Tem 22, 2008 | Reply
Fuat Bey:
aslında, toplumda şaşkınlık yaratmakla beraber, önceden tahayyül edemiyeceği şeyleri düşünme fırsatı veren, kafalarda paradigma çözülmelerine izin veren olaylardır bunlar. Ama maalesef gündelik siyaset uğruna politik malzeme olarak kullanılıyor büyük ölçüde,
Dediğiniz gibi bu bir fırsat..fakat bu fırsat zamanı herkes için aynı zamanda bir çeşit samimiyet testi de oluyor..
Yakın tarihte siyasi propaganda malzemesi yapılan bir çok olayın bir şekilde ucunun ergenekon’a çıkıyor olması bence rahatsızlığın ana sebebi…Çünkü bu olursa bundan sonra neyin propagandasını yapabilecekler ki? Bu güne kadar tüm kötülükleri karşı cepheye yıkıverme kolaylığı ile ne güzel idare ediyorlardı!…
Bu gün hala eski kamplaşma kafasıyla hareket eden bir çok solcu ve sağcı, sırf AKP’ye yarar -ucu bir şekilde bize de dokunabilir endişesi ile yada bizimkiler yanlış işlere bulaşmış olabilir korkusu ile ergenekonu görmezden geliyor.
Bu sebeplerden ötürü görmezden gelmeyi anlayabiliyorum fakat onlarca yıl derin devlet, kontrgerilla diyenlerin yada çeşitli antidemokrat uygulamalardan şikayet edenlerin bu vakayı küçümsemeye çalışması yada sanıklara arka çıkacak söz ve yazı üretilmesi gibi hallere girmelerini ise anlayamıyorum…
Ben bu tiplerin bir şekilde suçluluk psikolojisiyle davrandıklarını, gerçeklerle yüzleşme cesaretlerinin olmadığı yada en kötüsü ergenekonla organik bağlarının bulunduğu sonucunu çıkarıyorum…
Bu organik bağlara sahip olanların bir kısmını mesela son olayın patlak verdiği yani paşaların içeri atıldığı günün ertesinde medyada yazı kaleme alanlara yada sözlü olarak boy gösterenlere bakarak görebilmek mümkün…
Hemen hepsi günlüklerde geçtiği gibi koro halinde,sıcağı sıcağına aynı tepkiyi vermişlerdi…Çünkü bana göre bu kadar kısa bir sürede aynı türden bir bakış açısıyla yazabilmek ancak bir orkestra şefinin talimatıyla olablirdi.. Halbuki malum kişiler olanı biteni anlamak için kendilerine en küçük bir temkin payı bile bırakmamışlardı…
Türkiye’de ilk kez bu derece dokunulmayanlara dokunuldu ve “darbe ortamı oluşturma amacıyla terör faaliyeti yapma” gerekçesiyle çok güçlü isimler içeri alındı.Alınanların emekli olup olmamasından ziyade nüfuz ve güçlerine dikkat etmek gerekiyor.Sonuçta bunlar görevi başında olan bürokratlardan güç almadan onca yıl faaliyetlerini devam ettiremezlerdi ayrıca içeri alınan göz önünde olanlardan ziyade arkalarında daha gerçek etkili ve yetkililer olduğunu da unutmamak gerekiyor…Bir Avrupalı parlementerin dediği gibi gözaltına alınanlar bizi büyük balığa götürebilir..Burada önemli olan da sürecin devamına çalışılmasıdır…
Süreci küçümseme ve çarpıtma ile baltalamaya çalışanlar da bunu iyi biliyor.
Dikkat edilirse Ümraniye’de bir cephaneevi ihbarı ile başlayan küçük bir soruşturma sonuçta giderek büyüyen kararlı bir operasyon ve davaya dönüştü…Bunun arkasının İtalya benzeri çorap söküğü gibi gelebileceğini umabiliriz.Nitekim Danıştay davasının tekrar ele alınma ihtimali doğuverdi birden…
Ne kadar şüpheyle bakılsa da mahkeme sürecinde üstüste açılacak yeni davalarla ben bu operasyonun sonuçlarının çok daha genişleyeceğini umuyorum…
Muhtemelen bunun sonucunda yakın tarihte bir çok olay,kişi,kurum vs. üzerinde ergenekon izlerine rastlayacağız o zaman DHKP-C,PKK,Hizbullah,İBDA-C gibi örgütlerin kimler tarafından kuruldukları ve bu güne kadar aslında nereye hizmet ettiklerini,1977’deki 1 Mayıs olaylarını,Maraş,Çorum,Gazi,Madımak vs.olaylarının perde arkasını, U.Mumcu,M.Aksoy,Hablemitoğlu gibi siyasi cinayetleri,Özal’ın yada A.Kahveci,E.Bitlis gibi şaibeli ölümleri,Danıştay saldırısı,Cumhuriyetin bombalanması,…vs olaylarını çok daha iyi anlayabileceğiz.
Malum yazısı için altın vuruş yapma pahasına gazetecilik itibarını bitiren Can Dündar’ın tabiriyle hereyerekon‘un gerçekten de birer birer her yere konduğunu görebileceğiz…
Bence bu bir tasfiye hareketi ve buraya yazan solcu arkadaşlar sırf bizimkilere dokunuluyor diye üzülmesin..:) buna üzünülürmü demeyeceğim ama o kadar eski kafalılar varki hala bu tip örgütlerden devrim için medet umuyorlar..:)
Endişeye mahal yok! ergenekonun sağı da solu da temizlenecek gibi görünüyor…
Yazan:derail Tarih: Eki 15, 2008 | Reply
Alevi veya alevi görüntü vermemek için komünist veya kemalist veya ilerici veya bilmem ne görüntülerinin arkasına saklanan bu kişiler ERGENEKON ÇETELERİNE destek veriyorlar ve destekliyorlar bunu hiç kimse inkar edemez….çevremde ne kadar Alevi olduğu halde onu maskelemek için komüniist veya ilerici, kemalist, veya çağdaş görüntü veren aleviler varsa hepsi ERGENEKONA açıkça sahip çıkıyorlar ve AK partiye hücüm ve hakaret ediyorlar niye ????? Ergenekon terör örgütünün arkasında Aleviler vardır diye görüyor ve düşünüyorum…