Bir Yemeğin Ardından
By Suzan Nur Basarslan on Tem 22, 2008 in En çok okunan yazılar, Sitede Yaşam
Halid Ziya Uşaklıgil, Mai ve Siyah‘ın başlangıcını, Ahmet Cemil’in gözlerinden Servet-i Fünun dönemi aydınlarını ve onların görüşlerini, hal ve hareketlerini, tutumlarını anlatmak için Tepebaşı’ndaki bir yemekli toplantıyla açar. Aslında bu yazı tam da böyle bir toplanmayı anlatmak için yazılıyor.Derin Düşünce yazarlarının cumartesi günü bir öğle yemeğinde bir araya geldiği Üsküdar Buluşması’ndan bahsedeceğim sizlere.
Romanlarında ya da anılarında okuduğum yazarların sofralarına davetli olmak gibi bir histi bugün yaşadığım . Sabahattin Ali‘nin İçimizdeki Şeytan‘ında yer alan entelektüel toplantılar, Elif Şafak‘ın bir yazısında dile getirdiği aydınların buluşmaları, Yahya Kemal, Peyami Safa, Hilmi Yavuz, Selim İleri ‘nin… bu yemeklerden birini anlattığı bir yazı gibi bir yazıyı yazıyor olmak ve aynı hisleri yaşamak gerçekten çok güzel.
Bilgi cenneti diye bir yer varsa işte o cenneti solukladım bugün ve her cümleyi duyabilmek için daha sesli konuşunuz, duyamıyorum açlığıyla hiçbir kelimeyi kaçırmamaya çalıştım. En çok dikkatimi çeken şeyse, apayrı yerlerden, kimliklerden, cinsiyetlerden gelen Derin Düşünce yazarlarıyla her konuyu köşesiz konuşabilmek ve yargılar üzerine değil, daha çok öğrenebilmek için soru-cevap şeklinde bir platformun oluşmasıydı. Sorgulayan, öğrenmeye istekli, değişen ve dönüşen ve bunu ötelemeyip tam tersi isteyen, beyin fırtınasıyla beynindeki sorgulamaları taşıyarak aklınıza gelmeyen konulara değinen, insanı olduğu gibi kabul eden ve farklılıklara açık hatta destekleyen bir yazar grubu. On yedi yaşında yazarının bile, size fark attığı, öngörü ve fikirleriyle çıtanın çok üstüne çıktığı bir platformdan bahsediyorum size. Öyle ki, Üsküdar’da boğazın o enfes maviliğine bakan restoranın camından bir ya da iki kez bakabildim dışarı, içerideki güzellik dışarıya fark atmıştı çünkü.
Bunlar ön hazırlık elbette, çünkü şimdi dedikodu faslına geçeceğim ve yazı biraz daha neşelenecek. Sakın Mehmet Bey’in “kırkına yaklaşıyorum, ihtiyarladık biz” yazmasına inanmayın çünkü birçoğumuzdan genç gösteriyordu. Hatta yanımızdan ayrıldığında hemen dedikodu kazanını kaynattık ve genç gösterdiğinden ve Fransa’nın kendisini niyeyse(!) hiç yıpratmadığından bahsettik. Yazılarındaki gibi soğuk, mesafeli bir insan da değil aynı zamanda. Neşeli ve neşeli olduğu kadar da olayları toparlayıp gündemi Derin Düşünce’ye getirebilecek olgunlukta yetkin, bilgili ve açık fikirli bir yazar. Eline su dökemesek de, bugünlük, elbette o günler de gelecektir kanaatindeyim.
Sosyolojiyle uğraşan bir yazarımız vardı ki, şunu itiraf etmeliyim, kendisinden çok etkilendim. Zaten sosyologlara zaafım vardır, asla standart düşünmezler ve mesleki objektiviteyi/nesnelliği her zaman kişiliklerinin önüne geçirmesini bilirler. Düşünme biçimi, yaptığı okumalar, sosyal çevresi ve bunlardan öte tüm o faal sosyal hayatı başarabilecek bir çalışkanlığı ve aktivitesi söylenmeden geçilmemesi gereken tespitler.
Yabancı makalelerden çeviri yapan, yapmak için vaktini harcayan ve önemlisi, bu yazıların mutlaka okunması ve paylaşılması gerektiği sorumluluğu taşıyan yazarımız ve de. Bu nokta beni ciddi anlamda etkiledi, çünkü bir şeyi okumak, özetlemek ve bir tanıdığınla paylaşmak başkadır: o yazıların tam bir çeviri olarak insanlara sunulması için kendi vaktini harcayarak böyle bir sosyal sorumluluk bilincine sahip olmak başka şeydir. Ancak bu yazarımız çok konuşkan değildi, duyurula. Az ama öz, sanırım bu, kişiliğinin bir özelliği; tabii herkesin benim gibi geveze olmak zorunda olmadığını da burada hatırlamam lazım.
Naif, kırılgan ve sorgulamaları devam eden yazarımızda sıra. Sanatı ve dinlemeyi seven, siyasettense insan odaklı yazıları ve düşünceleri tercih eden. Ona cevabım bu tarz yazıların reytinginin düşük olduğuydu ki, benim yazılarımın da reytingi düşüktür zaten, belki bu yazıda reytingimi biraz arttırırım diye düşünüyorum.
17 yaşındaki yazarımızdan bahsetmiştim değil mi, biraz daha açmak lazım mevzuyu. Onu görünce aklıma Can Bahadır Yüce geldi. Yaş önemli değil, kesinlikle değil bunu anladım. Bu yaşında bu kadar bilgili, araştıran, sorgulayan ve fikirlerini böylesi güzel ifade eden bir yazarla tanışmak beni iki kere mutlu etti. Birincisi yazarımızı Derin Düşünce’de okuyor olmak(kim bilir ileride daha nerelerde yazacak ve ben kendisini tanıyor olacağım ardından da ben onun şu kadarcık halini biliyorum diyebilme hakkım olacak), ikincisi -azıcık kıskansam da- insanın kendisini yetiştirmek için çizdiğimiz sınırın ve gençlerimiz az okuyor olması tabusunun zihnimde yıkıldığını gördüğüm için.
Masanın diğer ucunda olup da söylediklerini duyabilmek için kulaklarımı Midas’ın Kulakları gibi hissetmeye başladığım yazarımızda sıra. Yurt dışından anlattığı anekdotlarla yurdum sorunlarından biraz uzaklaşarak farklı dünyaları soluduk sayesinde. Az gayretle akraba da çıkacaktık kendisiyle. O zaman anladım ki, internette nicklerle/rumuzlarla/mahlaslarla yazarken küfretmemeye (!) çalışmak lazım, çünkü akrabanız ya da semtinizden birisi çıkabilme ihtimali var. Derler ya, klişe de olsa da, dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur, bugün bir kez daha anladım bunu. Farkında olmadan yanından geçtiğimiz, yabancı olduğu için dikkatimizi çekmeyen her suret aslında karşımıza çıkabilir ve internette o kişiyle yazışmış olabilme ihtimalimiz de bir hayli yüksek. Derin Düşünce’de bir araya gelmiş tüm yazarlar ile bir şekilde paralel bir şeyler paylaşmışız. Bu durum, biraz da bana Magnolia filmini hatırlattı. Paralel hayatlar bir gün bir noktada kesişebilir ve bu yemek de Derin düşünce yazarlarından bazılarıyla hayatımızın kesiştiği anlardan ilkiydi ve umarım sonuncusu olmaz.
Her şey mükemmel miydi, elbette değil. Örneğin servis. Az konuşan ama çok üreten yazarımızın tavsiyesi olan restorantın değiştirilmesini Mehmet Bey’e en uygun üslupla(!) ilettiğimde, kendisi bu nazik teklifi ileteceğini ama yazarımızın kin tutmaya çok uzak kişiliği dolayısıyla, bir dahaki toplantıya telefonla katılmak zorunda kalırsam şaşırmamam gerektiğini de ifade etti ki burada da aklıma harika bir fikir geldi: Görüntülü telefon, ama telefonun bu yakasından Derin Düşünce yazarlarına Cem Yılmaz’ın (Cem Yılmaz Türk Telekom Reklamı (görüntülü telefon)) reklamındaki gibi bakakalacağımı da tahmin etmiyor değilim.
İyi de o zaman “Bir Yemeğin Ardından” diye başlayan bir yazıyı kim kaleme alacak değil mi?
NOT: Derin Düşünce yazarlarıyla bir arada olmak ve bir şeyler paylaşmak umduğumun çok üstünde bir paylaşımdı ve çok güzeldi. Tüm yazar arkadaşlara ve özellikle Mehmet Yılmaz’a teşekkür ederim. Orada olamayanlarla da tanışabilmek ümidiyle…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
Sorry, comments for this entry are closed at this time.