Genç Siviller… Solcu mu? Sağcı mı?
By Ferhat Kentel on Tem 22, 2008 in Politika, Türk Solu, Ulus-Devlet
Yazılarımda çeşitli defalar bildirilerine, eylemlerine yer verdiğim Genç Siviller grubu 2004’ten beri vicdanlarının seslerini dinleyen, siyasal ve toplumsal talepler konusunda sivil ve demokratik bir duruş sergileyen, bu duruşu güleryüzle, çoğu zaman mizahi yollarla anlatan, panik yapmayan bir grup genç insanın girişimi.
İçlerinde “az Müslüman”ı, “çok Müslüman”ı, agnostiki, ateisti, Türk’ü, Kürt’ü, kadın ve erkeği olan Genç Siviller oldukça farklı alanlarda seslerini yükselttiler bugüne kadar. Örneğin “19 Mayısların stadyumlardan kurtarılmasını” istediler; “Kürt Sorunu’nda şimdiye kadar uygulanan tüm politikaların iflas ettiğini” söylediler; “Hrant Dink’in gerçek katillerinin bulunması için” yürüdüler; Hrant’ın anısına “Yükselen Hassasiyetler – İnişe Geçen Değerler” başlıklı konferans düzenlediler; paranoya karşısında gençliklerinin içinde büyüttükleri sağduyu ve bilgeliği dile getirdiler. Emniyet Genel Müdürü Nokta Dergisi’ne baskın yaparken dergi çalışanlarıyla dayanışmaya girdiler; “Emekli askerler Tandoğan’da ‘koro’ya milliyetçi-otoriter sloganlar attırırken”, onlar Miniatürk’teki Anıtkabir’de “Tehlikenin farkında mısınız, halk plajları doldurdu vatandaş denize giremedi” özdeyişine atıfla seküler-milliyetçiliğin vardığı komik boyutlara işaret ettiler…
Sonra daha yakın zamanda, Cumhurbaşkanı seçimleri gündeme gelince, statükonun statik kafalarına göre “cumhurbaşkanı olamaz” olarak bellenenlerden derledikleri sanal Aliye Öztürk’ü “Hem Türk, hem Kürt az buçuk da Ermeni, Türbanlı bir Kadın, hem de Alevi, Yani içimizden biri” diyerek aday gösterdiler. Genç Siviller’in Aliye Öztürk’te yarattıkları kişilik herhangi bir “kimliğin” değil, bu toplumun “içiçeliğinin” bir nişanesiydi… Ama aynı zamanda, hem bütün dışlanmış kesimlere karşı korudukları eşit mesafenin, hem de onlar karşısında vicdanlarının sesinin dile gelmesiydi.
Bu sıralarda, daha hiç kimse doğru dürüst ne diyeceğini bilemezken, 28 Nisan günü muhtıraya karşı gösteri yaptılar; muhtıralara, askeri darbelere karşı direneceklerini ilan ettiler…
Genç Siviller’e kulak kabartan sol kesimlerde Aliye ile kafalar biraz karıştı; ama çok fazla da bir tepki dile gelmedi. Aliye’nin Kürt ve az buçuk Ermeni olması gibi özellikleri sayesinde kafasındaki başörtüsü de fazla sorun edilmedi. Başka bir deyişle, Aliye’nin başörtüsü “hoşgörüldü”…
Ama daha sonra “iş ciddiye binince”, “islamcı” Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı ve Genç Siviller’in ona desteği söz konusu olunca, grubun sol cenahta edindiği olumlu imaj darbeler almaya başladı.
Genç Siviller hükümetin kurulmakta olduğu günlerde, bu memleketin hürriyet isteyen insanlarını ciddi bir biçimde kaygılandıran bir tehlikeye karşı gene ilk adımı attılar. Başbakan’a önemli bir “sınavda” olduğunu belirterek yazdıkları “AKP’nin Çiçek ve Aksu ile İmtihanı” başlıklı açık mektupta şöyle yazdılar:
“Ermeni Konferansı sırasında yaptığı açıklamalar, 301’i cansiperane savunması, Şemdinli savcısının kurban edilmesine göz yumması ile hepimizin adalet duygularını sarsan Cemil Çiçek’in (Bakanlar Kurulu’nda) yer alması sınavın baştan geçersiz sayılacağı türden bir hata olacaktır. Görev başında olduğu her dönem fail-i meçhul cinayetler olan, Hrant Dink’in öldürülmesi sonrasında sorumlu valileri ve emniyet müdürlerini görevden alamayan, döneminde linç olayları tırmanışa geçen, çetelerle mücadeleyi sonuna kadar götürebileceği konusunda şüpheler uyandıran, son olarak da 1 Mayıs’ta İstanbul’un ortasında insanları coplatan her devrin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun ismi yine İçişleri Bakanı boşluğunda yer alırsa kopya muamelesi göreceksiniz.”
Ancak bu mektuptaki çok önemli ifadeler görünmez oldu ya da hafife alındı.
Ve tam bu dönemde, Bakanlar Kurulu açıklandığı gün, Kanal D’de Mehmet Ali Birand’ın haber programında yapılan ve “Aksu ve Çiçek’in bakan olamamalarında AKP içinde Genç Siviller olarak bilinen bir grubun muhalefetinin etkili olduğu” yönündeki uçuk ve ucuz bir açıklama meseleye tuz biber ekti. “Acar medya” patentli bu yorum, bazı sol kesimlere göre Genç Siviller’in Aksu ve Çiçek karşısındaki tavrının “arkasındaki niyeti açığa çıkardı”; bir anda bu sol kesimler nezdinde, Genç Sivillerin “AKP’lilikleri ortaya çıkmış oldu”.
Otoriter kafaların, vücut dilleriyle “mesaj veren” asık suratlı bir kısım generalin, “milletin mantığını anlamayan” CHP’nin, “göbeklerini kaşıyan halk”tan nefret eden seçkinlerin, adı sol kendisi ırkçı “Türk Solu” gibi provokasyon merkezlerinin, bilumum “ulusalcıların”, “kemalizm” arkasında beslenen çıkar odaklarının, laikliği bir cemaat ideolojisi haline getirenlerin Müslümanlar, İslam ya da genel olarak din karşısında besledikleri korku ve paranoyayı “anlamak” mümkün. Çünkü onlar sahip oldukları ekonomik, toplumsal imtiyazları, çıkarları, prestij ve statüyü kaybetmekten korkan; toplumsal değişim ve hareketten korkan; artık gerici özellikleri her geçen gün açığa çıkan; kaybetmek yerine “bölmeyi” göze alan bir zihniyetin jandarması, gözetleme kuleleri olarak işlev görüyorlar…
Ama…
Türkiye’de gerçekten “sol” olma çabası veren kesimlerin artık kulaklarını, gözlerini ve daha da önemlisi kalplerini bir nebze de olsa açmaları gerekiyor. Modernlik gibi her şeyi “ehlileştirme”, bilimsellik gibi “her şeyi anlama yeteneği” hakkında artık daha çok sorular sormak gerekiyor. Her şeyden önce “sol” şimdiye kadar aşamadığı en önemli sorununu, kendisine atfettiği sonuna kadar pozitivist bir zihniyetin ürünü olan “öngörme”, “niyet okuma / atfetme” iddialarını aşması gerekiyor.
Bu “aşma” ancak, “modern olmadığı” varsayılan, “bize benzemediği” düşünülen “başka” kesimlere “değerek” gerçekleşebilir.
Aynı Genç Siviller’in yaptığı gibi… Kendisini tanımlarken, “dışarıda”, “yukarıda”, “ders veren”, “öğreten” bir konumda değil; toplumun derinliklerinden bazan mırıltı, bazan çığlık halinde gelen sesleri duyarak ve o seslerle muhabbet ederek, değişmeyi göze alarak sol kendini aşabilir…
Bu sesleri duymak demek, gidilen yolun bazan AKP’yle, bazan DTP’yle, bazan başörtülü insanlarla, bazan Diyarbakır cezaevinde cehennemi yaşayanlarla, bazan hafızası yasaklanan Ermenilerle, bazan yaşadığı hayattan acı çeken ancak “milliyetçilik”ten başka dili olmayan kasaba delikanlısıyla, bazan Beyoğlu’nun arka sokaklarında bir pezevengin dövdüğü seks işçisiyle ya da kocasının sokak ortasında bıçakladığı kadınla kesişmesi demektir…
Bu seslerin ve daha başkalarının hepsini aynı anda, aynı güçle duymak ve duyurmak tabii ki kolay değil; ancak solun “kendini aşması”, şimdiye kadar kendini tekrarlayan, tekrarladıkça daralan sol retoriğin hegemonyasına sığınıp, bu seslerin en azından bir kısmını duyanlara karşı “savaş” vererek değil, onların beraber, içiçe geçerek yürünecek insanlar olduğunu görerek mümkün olabilir…
Sol kendisininkine benzemeyen seslerle muhabbet edebildiği zaman, zaten kendisine “sol” demesine, kendisini ayırmasına bile gerek kalmaz belki… Çünkü eşitlik, hürriyet, adalet gibi yüce değerler içeren rüyasını o muhabbet sayesinde kalplerinde yaşatmaya başlamış olan başka insanlar kendilerine “solcu” deseler de olur, demeseler de…
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:amarat Tarih: Tem 26, 2008 | Reply
Öncelikle şunu söylemek isterim,eşitliğin insanlar arasında asla olamayacagına inanlardanım, ALLAH indinde de Takva sahibi insanlar daha değerlidir.Şimdi eşitliği siz herkesin insan olması kastı ile söylüyorsanız eyvallah buna bir sözümüz yoktur.Herkesin insan olması hasebiyle kendine has hakları, özgürlükleri ve değerleri vardır.Herkes kanun önünde eşit olmalı , devlet ya da o bölgede var olan erk tarafından eşit muameleye tutulmalı ve buna karşın hiç bir sınıfsal ayrıma tabi tutulmamalıdır.Buradan bakınca eşitlik kavramını sizle aynı olarak düşündüğümü söyleyebilirim,fakat zihinsel yapınızda dahi genç siviller sağcı mı solcu mu derken bile daha fazla bir siyasal düşünce sistematigine sahip olamayacakmış gibi direkt olarak ikiye bölmüşsünüz tabiki bundan anladığım kadarı ile siz sosyalist, marksist, atatürkçü düşünce sistematigini savunanları sol diye tanımlamışsınız zihninizde yoksa sol düşüncede bile ne kadar çok fraksiyon olduğunu eminim burada siteyi tkaip eden herkes bilmektedir.Sağ cenahta da esasında soldan aşağı kalmayacak çeşitlilik mevcuttur , her ne kadar dışarıdan bakılınca sağ daha bi bir , daha bir aynı düşünceden bakan insanlar olarak gözükse dahi kendi içinde düşünce farklılıklarını çok fazla dışarı yansıtmama taraftarında olan kişiler olmasından dolayı böyle bir izlenim var.
Tüm bunlar varken bir de bu ülkede son zamanlarda moda olan bir kavram , liberal, belkide genç siviller liberal ? hiç bunun olabilitesini düşündünüz mü ? Ki genç sivillerden olan arkadaşlarımdan bir tanesi kendilerini asla böyle bir tanımlama ihtiyacında olmadıklarını, kendilerinin sivilleşmeye önem verdiklerini söylemişti.
Ben sizin yazınızın son paragrafına takıldım.
Burada bilerek ya da bilmeyerek, eşitlik, hürriyet, adalet gibi kavramları solculuga atfetmişsiniz.Şimdi egri oturup doğru konuşmak gerekirse bu kavramlar normal, sağlıklı, aklı başında düşünen bir insanın savunması daha doğrusu benimsemesi gereken kavramlardır.Fakat siz bu kavramları cümlenizin sonunda ki “solcu deseler de olur demeseler de olur ” kelimelerinizden bu kavramların sadece sol düşünüşte insanların savunması, benimsemesi gereken kavramlar olarak düşündügünüzü düşünüyorum.
İşte burada bir fark çıkıyor, misal bizim 3H hareketi adında , ki tam adı “Hürriyet, Hukuk, Hoşgörü ” olan hareketimizin isminde de göreceginiz üzere biz de hürriyeti, hukuk ( yani adalet ) ve hoşgörüyü ( diğerlerine empati ile bakabilme ) savunan arkadaşlarız.Fakat bizim sizin ve sizin gibi düşünenlerden bir farkımız var siz bu değerleri “solcu” olma nosyonundan bakarken bizler bu kavramlara ” liberal ” değerler üzerinden bakıyoruz.
Bu nedenlerden dolayı bu kavramların ortak değerler olduğunu lütfen herhangi bir görüşe ait atfedilmemesi hususunu dile getirmek isterim.
Haşiye : Gencsivilleri yaptıkları organizasyonlar, eylemler ve kimi insanların düşünce ufuklarını açtıkları için kendilerine her zaman olduğu gibi buradan da teşekkür ederim.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 26, 2008 | Reply
Sayın amarat,
Yazarla aynı şeyleri söylemekle beraber,yazarın evrensel değerleri sadece “sol”a malettiği şeklinde bir serzenişte bulunmuşsunuz.Dolayısıyla da bu anlamda bu tür söylemlerden kaçınılması gerektiğini vurgulamışsınız.Size bir noktada katılıyorum.Elbette bireyin doğuştan sahip olduğu(veya olmak gerektiği)eşitlik,hak,hürriyet,adalet gibi değerler salt bir ideolojiye mal edilemez ve bu değerler hiçbir ideolojinin tekelinde olamaz,olmamalı.Birey kendisini bir ideoloji ve düşünceyle tanımlamaksızın da sözü geçen insani değerleri savunabilir,ille de bir dünya görüşünden yola çıkmak gibi bir koşul aranmamalı.Buraya kadar sizinle hemfikirim.Ancak okuduğum kadarıyla sizin temas ettiğiniz şekilde bir eğilim yok yazıda.Pekala inançlı,dindar ya da muhfazakar bir insan da aynı şeyi söyleyebilirdi.Yani”ben her türlü insani değeri savunuyorum ama bunun için müslümanım,muhafazakarım demokratım,liberalim desem de olur demesem de”diyebilir.Bunda anlaşılmayacak bir taraf bulamıyorum.Kaldı ki yazarın bu anlamda özel bir vurgusu olmamakla beraber,itiraz ettiğiniz noktada tartışmaya açık kimi taraflar da yok değil.Zira hak,özgürlük,eşitlik gibi değerler görecelidir,kişiden kişiye değişebilir.Örneğin muhafazakar bir insan eşcinsellerin uğradığı baskıları,varolan ayrımcılığı diğer hak ve özgürlükler bağlamında ne kadar savunabilir?Bakın,tenzih ederim muhfazakar bir insan bu duyarlılığı gösteremez demiyorum.Ama gerçekçi olmak gerekirse özgürlük anlayışı farklı olacaktır,önceleği kendi dünya görüşüne uygun alanlara verecektir.Ben buna da karşı değilim.Aynı hassasiyeti göstermiyorlar diye bu kendi yaşadıkları sorunların görmezden gelinmesi anlamına gelmez.Burda özgürlükçü “sol”un özgürlük alanının daha geniş olduğu söylemeye çalışıyorum,bazı kesimlerin henüz önemsemediği hak ve özgürlükleri cesaretle savunurken aynı hassasiyeti örneğin bir türban için de göstermekten kaçınmazlar.Tabi bu erdemin bütün solu kapsadığını iddia ettiğim anlaşılmasın.Solculuğu inançları küçümsemeye indirgeyen,her fırsatta bunu düşmanlık haline getiren garabet bir soldan sözetmiyorum.Bu kesim sırf ideolojik takıntıları sonucu içine düştükleri tahammülsüzlükle Ergenekon çetesinin amigoluğunu yapmaktan bile kaçınmaz.Dolayısıyla kimin neyin peşinde olduğu az çok görülüyor.Bu nedenle görüş belirtirken hakedilmeyen suçlamalardan kaçınılması gerekir.Ortalıkta solculuğu faşizan ve ırkçı tutumlara vardıran kesimler varken bu yazının değerli yazarı gibi evrensel değerleri taviz vermeksizin onurluca savunan aydınlarımızı suçlamak zannedersem çok da adil bir eleştiri olmaz.Saygılarımla.