Normalleşiyor muyuz?(2)
By Talha Can on Tem 23, 2008 in darbe, Demokrasi, Ergenekon Nedir?, Kemalizm
Cumhurbaşkanlığı seçimine yakın ve ardından yapılan yorumlarda milletle devletin barışması hususu çok kez vurgulanmıştı. Çevre-merkez paradigmalarıyla yapılan analizlerde bundan böyle Çankaya’nın dolayısıyla da Ankara’nın kapılarının Anadolu’ya açılacağı söylenmişti. Görünürde haklılık payı taşıyan yorumlardı ancak gerçekler sadece gördüklerimizden ibaret değildir. Sahneye vuran gölgeleri bir kenara bırakıp asıl aktörlere odaklandığımızda gerçeklerle daha yakından muhatap olmaya başlarız. İşte bu sürece reel yaklaşım da iktidar odaklarının mücadelesinin yalnızca siyasi ve hukuki sahnede cereyan etmediği öngörüsüydü. Günümüze geldiğimizde ise görünen o ki bu mücadele en ateşli saf’asını yaşamaktadır. Çünkü çatışma gitgide hukuki zemine çekilmekte bu da birilerinin canını fena halde yakmaktadır… Yazı dizisinin birincisinde Türkiye’de emniyet hizmetlerinin hukukun uygulayıcısı rolüne binaen son yıllarda normalleşme eksenine doğru esneme yaptığından, bu gelişimle genel tabloda normalleşme serüvenimize katalizör rolüyle dâhil olduğundan ve hukuki zeminde hukuksuzlukların tartışılır hale gelmesindeki rolünden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise yine normalleşme serüvenimizde normale esneme yapan medyadan bahsedeceğiz. Tabi yine genel olarak son zamanlardaki somut olayları çıkış noktası alacağız.
***
Defaatle söylediğimiz gibi Türkiye büyük bir dönüşüm yaşıyor, milletlin kabuğunu kırdığı hukuki bir evrim denebilir ya da normalleşme süreci… Bu süreç kurum, kuruluş ve organlardaki normalleşme ile gerçekleşiyor. Puzzle’ı tamamlayan ise toplumun normalleşmesi, yani toplumun gerçekleri, aktörleri daha yakından görebilmesi, gücünün farkında olması, egemenliğin kayıtsız kendinde olduğunun bilinci ve toplumsal mutabakat olan demokrasi anlayışı… Önceki yazımızda dedik ki polis devletin birinci dereceden vitrinidir, medya ise gerçeklerin topluma sunulduğu birinci elden vitrindir.
Toplum mühendisleri bu iki vitrinin de önemini çok iyi bildiği için yıllarca bunların kötü işleyişini kendi menfaati doğrultusunda kullandı. Hatırlayın Diyarbakır hapishanesini, Güneydoğu’daki polis baskısını; hatırlayın misyonerlik yalanlarını pompalayan, şehit cenazelerini dahi provokasyon malzemesi olarak kullanan, toplumda kutuplaşmaları tetikleyen medyayı… Bu iki gücün hukuktan, haktan ve gerçekten kopmasının nasıl da iyileşemeyen yaralar açtığını yıllarca hep birlikte şahit olduk. Bu iki gücün normalden ne kadar uzak olması karanlık güçlerin o kadar işine gelmiştir.
Bundan on bir sene evveline gidelim; Post-modern darbeye! 28 Şubat sürecinde medyanın nasıl büyük bir role sahip olduğunu gördük. Sahte şeyhler, provokasyonlar, atılan nutuklar, sürekli yalan yanlış sıcak gündemlerle nabız yükseltmeler… Sonuçta olan yine bu milletin, bu devletin demokrasisine olmuştu. Medya aleni bir şekilde ve etik olmayan bir şekilde servis sunmuştu.
Günümüze geldiğimizde ise medyanın bahsettiğimiz dönemden daha farklı olduğunu görüyoruz. Artık tek seslilik ve hatta tek yalan sessizlik sona ermiş gibi. Medya, patronlarının ve kirli işlerinin kepçesi olarak anılırdı hep, artık meydan sadece yalancıların değil! Namuslu, işinin hakkını veren, hukuku gözeten ve demokrasiyi benimsemiş gazeteci ve yazarlar bugün Türkiye’nin yaşadığı dönüşümde kendilerine düşen sorumluluğun bilincinde davranıyor ve cesur adımlarla Türk medyasının üzerine düşmüş kara lekeyi temizliyor. Bugün topluma gerçek haberi ulaştırma peşinde koşturan sayılı medya kuruluşları sayesinde gizli güçlerin kirli oyunları ayyuka çıkıveriyor.
Cesur adımlar dedik, gözden kaçmış olabilir, Şubat’ın Soğuğu bastırıverince Şemdinli’yi, Sauna’yı, Danıştay’ı aylar öncesinden okuyuvermedik mi? Vadideki çakalların kanlı eylemlerini izlemedik mi? Türkiye’nin Tek bir devlet olduğunu, aksini tamah edenlerin varlığını anlamadık mı? Bir grup medya misyonerlik yalanları pompalarken namuslu medyamız bu yalanları dezenfekte etmedi mi? Ülkemizin başına üşüşmüş kurulları, karanlık meclisleri görmedik mi? Darbe nakşedilmiş günlükleri okumadık mı? Andıçları, Lahikaları… Medya gizli güçlere tam destek vermeyince hazırlanan kampanyalar suya düşmedi mi?
Emniyet ve medya… Kendi içerilerindeki normalleşme süreçlerini gerçekleştirerek, bence geleceğin büyük, demokratik ve muasır medeniyetler içerisindeki Türkiye’sinin en büyük mimarları olarak anılacaklar. Çünkü bu süreç kendimize dair, kendi içimizdeki düzenbazlara dair… Kendi vicdanımıza dair… Nihayetinde, emniyet tarafından hukuki zemine çekilen düzenbazlar namuslu medya organları sayesinde kamu vicdanında muhasebeye çekiliyorlar! Bu belki de normalleşmemizin ilk adımıdır…
***
Not: Medyanın normalleşmesinden bahsederken kartel medyasının düzenbazlıklarını, noksanlarını görmezden geldiğim düşünülür diye endişeye kapılınca normalleşme serüveniyle ilgili ilk yazımızda polisin normalleşmesinden bahsederken toplum polisinin aksaklıklarıyla ilgili eleştiriler aklıma geldi, bu konudaki görüşümü daha önceden Pakvizyon ve Derindüşünce’deki yazı ve yorumlarımda bahsetmiştim; toplum polisliğinde beklenen seviyenin altındayız, ne yazık ki Londra polisine benzemek yerine New York polisine benzemişlik var, fakat atlanmaması gereken bir şey var, toplum polisinin normalleşmesini beklemek için hukuki gerçekleri de görmek gerek, geçen temmuz ayında yenilenen PVSK için anti-demokratik yorumu yapanların yapılan değişikliklerle ilgili İngiltere veya başka bir ülke ile kıyaslama yapıvermelerini dilerim. Gerçeği daha yakından göreceklerdir. Esasında söylemek istediğim nasıl medyanın normalleşmeye başladığından bahsederken gözümüzün önüne yalan haberler, fiyasko çıkan iddialar geliyorsa; polisin normalleşmesinden bahsederken de hala devam eden kötü uygulamalar akla gelebilir, bu normalleşmenin başlamadığı anlamına gelmez. Bunları not şeklinde açıklama ihtiyacı duymamın sebebi de yorumlara yetişememem, şimdiden affınıza sığınıyorum…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 28, 2008 | Reply
Bence geçirdiğimiz süreç için “normalleşebilme ihtimali” demek daha yerinde olacaktır.Fakat öyle ya da böyle,her zamankine oranla normalleşmeye doğru gözle görülür bir istek var toplumda.Yeterli değilse bile bu eğilim toplumca kabul görmekte ve gittikçe yaygınlaşmaktadır.Dolayısıyla da toplumdaki bu değişim arzusu beraberinde kurumları da dönüştüren bir lokomotif güç yaratmaktadır.
Tabi bu pek de kolay olmuyor.Statükodan yana olanlar ile değişim ve dönüşümü zorlayan toplumsal dinamikler arasındaki şiddetli çatışma ister istemez daha da tırmanıyor.Dolayısıyla çok kritik bir süreçten geçiyoruz.Bazı sancıların yaşanması kaçınılmazdır.85 yıldır kendilerini bu ülkenin gerçek sahibi görenlerin elbette elde ettikleri imtiyazları bir kalemde silip atmaları beklenemez.İktidar ve saltanatlarını korumak adına büyük bir direnç gösterecek,bu uğurda her yolu deneyeceklerdir.Deniyorlar da.Kafaları karıştırmak için her yol mubahtır onlar için.Zira hâlâ direnmekte oldukları türlü kirli oyun ve entrikalarla bugünlere gelebildiler.Şimdi ise yıkılmaz zannettikleri iktidarları çatırdamaktadır.Bunu hazmetmek elbette kolay değil.
Yazan:metin sahin Tarih: Eyl 9, 2008 | Reply
Ne normalleşmesi.Günden güne anormalleşiyoruz.Hatta deliriyoruz bu iiğreti adamları gördükce…….