Üzüm Yemek
By Konuk Yazar on Tem 31, 2008 in Anayasa Mahkemesi, Demokrasi, Dış Politika, Milliyetçilik, Özgürlükler, Politika
Arif Egeli
”…AKP nin laikliğe karşı odak olma hali görülmüşse de, bunun kapatmayı gerektirecek düzeyde olmadığı kanaatiyle, hazine yardımından kısmen yoksun bırakılmasına karar verilmiştir. AKP kapanmayacaktır…”
Hayli sinir gerici bir süreçten sonra, Anayasa Mahkemesi Başkanının ağzından çıkan bu sözlerle, Türkiye rahat bir nefes aldı. AYM kararı; bu kararın ne anlama geldiğini idrak kapasitesinden yoksun, olaylara siyasi taraf olma noktasından başka bir boyuttan bakamayacak olanlar ile; Türkiye’mizin rahat bir nefes almasını istemeyenler adına üzücü olabilir.
Maksadı bağcı dövmek olanlar, bu karadan sonra yargıya da dil uzatabilirler. Karanlık dehlizlerde ellerini ovuşturarak bekledikleri kapatma kararı ile yaşanacak kilitlenme halinin, AKP’yi yasaklamanın çok ötesinde, Türkiye’yi düşüreceği krizden ve doğacak kaostan bekledikleri içe kapanma tehlikesinin bertaraf olmasından derin hüsran duyabilirler.
Biz onları kendi kindar dünyalarıyla başbaşa bırakalım ve maksadı üzüm yemek olan, bu ülkenin menfaatleri ile yatıp kalkan ve duacı olanların aydınlık dünyasından davanın sonucunu irdeleyelim.
Parçası olmayı hedeflediğimiz, en azından standardını yakalamaya çalıştığımız demokratik dünya normları açısından yaşananları kavramaya çalışalım. Batı dünyası, ABD ve İngiltere ile Kıta Avrupası olarak şekillenirken, bu ileri dünya kampının uygarlık seviyesi ile nasıl
yakınlaşacağımız sancılı serencamı; Türkiyemizin yakın tarihinin özünü oluşturmaktadır. Osmanlı’nın son yüz yıllık dönemi ile; genç cumhuriyetimizin bütün yaşamı bu sancılı yakınlaşma çabasının özetinden ibarettir diyebiliriz.
Ehli insaf olanların itirazsız kabul edeceği gerçek, Türkiye’nin Batıyı örnek alan bir Doğu Toplumu olduğu tespitidir. Evet toplumların en temel varoluş dinamikleri açısından; farklı iki medeniyet söz konusudur. Dil grubundan, din sistematiğine; müzik kültüründen, yemek kültürüne iki farklı dünyadan bahsediyoruz. Bu iki farklı karekterden etkili bir ortaklık çıkması mümkün mü?
Türkiye’de son altı ayda yaşananlar açısından bakınca, bu ortaklık adına, bugüne kadar alfabesini bile Latin harflere çevirecek kadar ileri adımları daima Türkiye atmışken; başta AB ve İngiltere olmak üzere, neo-con çılgınlığın etkisi dışındaki klasik ABD , Türkiye’de
alınacak yanlış bir kararın; bugün ulaşılan iletişim ve demokratik kültür aşamasında; kalıcı bir kopuşun ilk adımı olacağı idrakiyle; Türkiye’ye doğru bir kaç adım birden atmışlardır.
Bu adımların en sembolik ve belirleyici olanı, Batı uygarlığının başat kültürü Anglo-Sakson dünyanın simgesi Kraliçenin, ziyareti ve mesajları olarak görülmelidir. AB Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Barosso’nun TBMM de yaptığı konuşma da tarihi bir önemdedir.
Evet Batının bu yaklaşımları, özellikle Batı karşıtı kimi ulusalcı sol kesim ile, kimi Doğuyla yetinmeci İslamcı çevrelerden tepki toplayacaktır. Bunun yüzeysel ve ideolojik tepkiler dışında kalan; farklı bir politik dünya sistemine geçmek boyutu içeren, hiçbir ciddi
alt yapısı yoktur. Ne CHP Batı sisteminin dışına çıkmak amacındadır; ne de böylesi bir etkin İslami yapı söz konusu değildir.
Peki bu denli Batı karşıtı ayrışmacı bir yapı olmamasına rağmen, yaşanan bu sert siyasi gerilimin, iktidar partisini seçim dışında bir yolla tasfiye potasına kadar varabilmesini, hangi ayrışmaya dayandıracağız?
Öncelikle Türk karekterinin ve bunun devlet anlayışının farkına varamadan, bu sert çatışmayı, ve kapatmama kararının hangi dengelerle sağlandığının ayırdında olamayız. Çocukça tespitlerle, bir büyük medeniyetin ve yön verme kapasitesinin boyutunu anlamadan, liberal sol jargonla, yaşananları anlamlandırmamız mümkün olamaz. Son haftaya girilirken, bir büyük devlet adamının Cumhurbaşkanını etkili olmaya çağıran davetinin hemen sonrasında, Cumhurbaşkanının bu devlet büyüğünden adeta ne yapması gerektiği yolunda brifing almasını, Batılı teamüller açısından koyacak yer bulamayız.
Evet Neo-con çılgınlık ABD devini Türkiye’nin hayati çıkarlarını tehdit edecek bir şekilde palas pandıras bölgeye sokmuştur. Yaşananlar devletimizin bekası için kabul edilemez hatlara yaklaşmaya başladığında, Kara Kuvvetleri Komutanı, tıpkı yıllar önceki Kara
Kuvvetleri Komutanı Ateş Paşa’nın Suriye’yi uyaran çıkışı benzeri bir çıkış yapmıştır. Eğer ABD Kuzey Irak’ta bizim aleyhimize olan faaliyetleri denetim altına almaz ise, Irak’ta ödediği bedel ağırlaşır. Bu çıkış sıradan bir uyarı değildir ve ne anlama geldiği behemahal anlaşılmıştır.
Bölge dengelerinin, isterse dünya yansın noktasına bir anda sürüklenebileceğini, ilk önce kurt İngiltere fark etmiş ve derhal Türkiye lehine ağırlığını koymuştur. Bunun kaçınılmaz etkisi, neo-con yapının etkisizleşmesine ve klasik Anglo-Sakson yapının Türkiye’nin
hassasiyetlerini kabulüne yol açmıştır.
Eğer ABD ve Batı, Türkiyemizin bölünmez bütünlüğü ve bekasına gereken hassasiyeti göstermemiş olsaydı; bugün yaşanacak siyasi gelişmelerin kabusa dönmesinin kaçınılmaz olacağını öngörmek gerekir. Bu ilk sertlik yaklaşımını fırsat kabul edip kendini frenleyemeyen yapının derdest edilmesini, elbette her büyük devletin derununda
bulunan savunma aygıtlarının tasfiyesi zannetme yanılgısına da düşmemek gerekir. Konjonktürel fırsatçılıkla, bunu bekleyenlerin hayalleri yıkılmak zorundadır. Devletin tüm açık ve örtülü güvenlik kurum ve kuruluşları, aynı zindelikle görevlerine devam edecektir.
Aksini uman cocukça zihniyetlerin saflığına, sadece gülüp geçmek gerekir. Adi suç boyutuna ise asla anlayış gösterilmeyeceği, bu sürecin önemli ve olumlu bir gelişmesi olarak kabul edilmelidir.
Yaşananlardan en önemli dersi AKP’nin almasının beklendiğini ise, Anayasa Mahkemesi Başkanı sunum girizgahında açıkça ifade etmiştir. Türkiye öneminde bir devleti, günübirlik tepki açıklamalarıyla yönetmek nasıl mümkün değilse -velev ki türban simge olsun deyişi gibi-; ikili bir yapıyı dayatan ve giderek AKP’nin tek belirleyici olacağı bir sisteme yol veren 12 Eylül Anayasasının değişme vakti de gelmiştir. Cumhurbaşkanı ve ordu ile seçilmiş hükümet ikiliğine dayanan bu sistem; acilen değişmelidir. Bugün bana, yarın sana ucuzculuğu ile, çağdaş ve sivil bir anayasa gerekliliği ötelenmemelidir. CHP ve Baykal
bu noktada en az AKP kadar gayretli ve cesaretlendirici olmalıdır. Etkili denetim makenizmalarının, demokratik değerlerle uyumlandırılabilme becerisi gösterilebilmelidir.
İki ayrı medeniyet boyutunun yakınlaştırılması çağın projesidir. Bu proje Müslüman Türkiye ile Hiristiyan Batının yakınlaştırılması projesidir aynı zamanda. Haçlı düşmanlığı psikolojisiyle, BOB türü ucubelerle, Türkiye’yi karşıya itmenin ağır bedelinin, Batı tarafından göze alınamayacağı; bu dava sırasındaki tutumla görülmüş oldu. Umalım ve bekleyelim ki, bu tutum ciddi ve kalıcı bir programa dönüşsün.
Ancak asıl önemli yaklaşım, Türkiye’nin akil ve deruni gücü, bu yaklaşımı samimi bulup kabul etmiş ve bunu sabote etmek isteyenleri durdurmuştur. Bunu AKP ve Erdoğan devletle uzlaştı şeklinde sulandıran çocukça yaklaşımlar, gülünç değerlendirmelerdir. Türk devlet geleneği ve gücü açısından AKP okyanusta bir damladır. Devlet, temkinli bir kararlılıkla, AKP ve Erdoğan’a; yolunda devam et, ancak her adımına da
dikkat et demiştir.
Bu tavır, yüzeysel ve güncel moda şablonlarla düşünenler için hayal kırıklığı olabilir. Ancak ebed müddet-ilelebed anlayışını hazmetmişler için, olması gereken sevindirici bir gelişmedir.
Ordumuzu küçültüp karalamaya çalışmak ne denli anlamsız ise, AKP ve liderliğinin, yaşananlardan ders almamasını düşünmek o denli anlamsız olacaktır.
Kararın milletimiz adına hayırlar getirmesini diliyorum.
Müslüman ve Türk varlığının, dünya dengeleri üzerinde artacak kaçınılmaz etkisinin önü kapanmamıştır. İran-ABD ve Suriye-İsrail yakınlaşmasının köprüleri atılmamıştır. Unutmayalım ki, bu köprülerin kaçınılmaz ayağı güçlü bir Türkiye’dir.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:sevil köse Tarih: Ağu 7, 2008 | Reply
sayın yazar
güçlü bir Türkiye profili çizmişsiniz ancak,BOP projesinde Türkiyein roli ne,kimlere nasıl güvenecegiz,Amerika her aklına estiginde nüklüer silah var diye Adana incirlikten komşulari vururken hazır batı batı kültürüde avrupa uyum yasaları geregi yavaş yavaş içimize yerleşirken ben merek ediyorum Amerika bize silahlı mücadeleye gerek duymadan ve birde nüklüer silahlara karşı güya füze kalkanını bir ayagını Türkiyeye koyma karşılıgında ne alacak ne verecek.Amerika ülkemizde istedigi gibi at koşturmaya devemmı edecek yosksa bizim aolmazssa olmazımız DEMOKRASİ yenidenmi yazılacak.
saygılarımla