RSS Feed for This Post

Kemalist Tereke ve Sol Miras

20080808_derin_dusunce_org_kemalizm_sol_miras.jpg

Kemalizm, işlevselliği ve etkinliği itibari ile Türkiye’deki siyasal hayatın ve zihniyetin adeta “logos spermatikos”u / “dölleyici söz”ü konumundadır. Modern Türk siyasal aklını/rahmini  dölleyen Kemalizm, bu muhayyile içinde salt “gelip-geçici bir ara dönem”den daha fazlası bir “şey”i ifade eder. Tüm eksiklerine rağmen Türk modernleşmesinin-batılılaşmasının  köktenci tarzı olarak Kemalist akide/ideoloji, kendisinden sonra vücuda gelen tüm politik güzergahların “genetik kodlar”ını içinde mündemiç olan “dölleyici söz” olarak konumlandırıldığında, günümüzü  anlamlandırmak için bir anlamlı bir temel teşkil edebilir. Burada Kemalizm, geçmişe doğru teşmil edilerek
kendisinden önce başlayan modernleşme sürecinin tarihsel açımlanmasının radikal ve muzaffer noktası olarak nitelenebilir. Yani biz burada Kemalizmi Türk-ulus modernleşmesinin ifadesi olarak algılıyoruz. Periferideki bir modernleşme tarzı olarak Kemalizm oryantalist  içeriğiyle, ister bir arzu ister bir icbar sonucu olsun, tevellüd ettiği günden  beri egemen tarihsel dünya-sisteminin yolunu tıkayan iradeyi, ve bu “irade”yi ayakta tutan, sendeleme, tökezleme anında onu “tahkim ve takviye” eden değerleri alt
etmeyi görev olarak üstlenmiştir. Bu kopuş içerisinde “yeni nesil” yaratmayı “kutsal bir vazife” telakki etmiştir. “Zorunlu değişim projesi ve seferberliği” olan  Kemalist modernleşme “Haluk”larını cumhuriyetten önce yetiştirmeye ve devşirmeye başladı. Bugünden, bulunduğumuz yerden başımızı geriye çevirip baktığımızda ki eğer bir baş sahibi isek, Kemalizmin total bir “hegemonya” üretememesine rağmen, tarihsel görevini başarı ile ifa ettiği gerçeğini,  kendisine tevdi edilen “vazifeye nezaret etme görevi”nin hakkından geldiğini, bu “göz kulak olma”, “kol kanat germe” vazifesinin haşmetini cumhuriyet tarihinin tüm politik güzergahlarında, siyasal yelpazesinde görürüz.

Türkiye’deki politik güzergahları Kemalizmin bir “modu/kipi” olarak
okuduğumuzda siyasi yelpazeyi koşullandıran, “dip dalgaları”nı
yakalamak mümkün. Buradan başlanarak gerçekliğin  üzerini örten
“politik illüzyonlar”ı bir yana bıraktığımızda görünürde farklı
düşünce ve hayat tarzlarına sahip olma  iddiasında olan, birbirine
düşman görünen sol ve sağ zihniyetin   birbirine ne kadar  yakın
“karındaşlar” olduğunu görürüz. Bu derindeki Kemalist dip dalgaları,
muhalif görünen tüm cephelerin buluşma noktalarını gösterir. Buradan
bakıldığında muhalif görünen söylemlerin görünürdeki düşmanları ve
merkez  ile nasıl “iş tutuklarını” görebilir, onları cürüm-ü
meşhut durumunda yakalayabiliriz.

Hegelyen bir tasavvurla Türk modernleşmesinin son noktası, “tarihinin
sonu”  olarak nitelenmesi mümkün olan  Türk Devrimi ya da Kemalizm; bir
modernleşme ideolojisi olarak, dinin belirleyici olduğu “geleneksel”
toplumdan “modern” topluma geçişi amaçlıyor. Tüm Kemalist modernleşme
ameliyesinin nihai amacı laik “seküler bir ulus/cemaat” yaratmaktı;
diğer tüm faaliyetler bu amaca matuftu. “Laiklik” ve
“milliyetçilik/ulusalcılık” cumhuriyetin ideolojik ve eylemsel
çerçevesini oluşturdular.

Atatürkçülük el’an yaşadığımız topraklar üzerinde icra-i siyaset
eden söylemlerin/hareketlerinde başlıca “münşi” ve “banisi”dir.
Hem sağ hemde sol daha “sahih” bir Atatürk bilincine sahip olduklarını
iddia ederek onu “zimmetlerine geçirmeye” ve sembolik bir kapital olarakta
değerlendirmeye çalışmışlardır. Tüm sağ ve sol hareketlerin
dölleyicisi olan  Kemalizm adeta bir “episteme”, bir “paradigma” bir
“dil oyunu” olarak tüm siyasal dille ve alana nüfuz etmiştir.
İslamcılık dahil Türkiye’deki tüm muhalif olma iddiasındaki siyasal
projeler pratikte, modernleşeme projesi olarak Kemalizmi, kıyısından
köşesinden de olsa değişik oran ve yoğunlukta temellük etmişlerdir.

Kemalizmin sıkı dokunmuş bir ideolojik yapı olmadığından sağcılar,
solcular ve faşist milliyetçilikler, kapitalist liberaller  Kemalist çatı
altında durabilmektedirler. Hem sol hem sağ versiyonları ile daima
konjoktürel olarak yorumlana gelmiştir. Solun güçlendiği 70’li yıllara
Kemalizmin milliyetçi yönü, Kürt muhalefettin yükseldiği  80’lerde ve
90’sanlarda  ile üniter-ulus devletçi niteliği ön plana
çıkarılmıştır;  İslamcı söylenin güçlendiği 90’lı yıllarda
beri ise sürekli laik oluşu ve aydınlanmacılığı vurgulanmaktadır.

II.

Cumhuriyet dönemi resmi söylemi hilaf-ı hakikat olarak kendisini, önceki
tarihten – Osmanlı İslam kültüründen- kesin epistemolojik bir
kopuş/paradigmal bir kırılma olarak  vaaz eder: O “ilkel” olandan
dahiyane bir hamle ile “asri” olan geçiştir. Tarihsel bir perpektiften
baktığımızda  Kemalizm adeta kendisini bir boşlukta temellendirmek
iddiasındadır. O ex nihilo/hudayinabit olarak varlık bulmuştur. Dolayısı
ile hiç kimseye “borçlu” değildir. “Borcun redd”i bugün
Türkiye’deki başlıca sorunların ve çatışmalarının esas
kaynağıdır.

Toplumun zaman/tarih, mekan/coğrafya, ve ben/var oluş bilincine müdahale
edilerek bu bahsettiğimiz bilinci sağlayan tüm İslami geleneksel değerler
tasfiye edilmeye ve yasaklanmaya çalışıldı. Geleneksel İslami yapı ve
kavrayışı tasfiye konusunda önemli aşamalar kaydedildi. Halkın kendisi
paranteze alındı. İlkel görülen geçmişe ait tüm kamusal görünümler
yok edilmeye/çağdaşlaştırılmaya; olmadığında ise reformize edilmeye
çalışıldı. Sonuçta “Az zamanda çok iş başarıldı”.

İşte bu ameliyelerin gerekliliği üzerindeki ittifak Türkiye’de sol ile
Kemalizmin buluştuğu/uyuştuğu ve solun Kemalizme eklemlendiği, Kemalizmin
evinde ikamete başladığı noktadır.  Bu ameliyelerin gerekliliği
konusundaki ittifak anlaşılmadan Türkiye’de sol ve bu solun yerleşik
iktidar ile ironik ve anakronik mahiyeti tam olarak anlaşılamaz ve analiz
edilemez. Çünkü sol Türkiye’de “özgürlükçü ve eşitlikçi”
olmaktan çok “totaliter ve aydınlanmacı”dır. Tabii ki bu aydınlanma
pozitivist karakterli olduğundan “akıl”dan çok “bilim/cilik”
merkezlidir. Çükü “hayatta en hakiki mürşit ilimdi”. Aynı
düşüncenin siyasal açılımı devletin, bürokrasi ve aydınların merkezde
olduğu jakoben bir  siyasal kültür ve bunun pratiği idi.

Sol, Kemalist inkılapları benimseyerek var oldu; zira solu varlığa
getirecek somut/maddi/ kapitalist üretim ilişkileri mevcut değildi. Kemalist
inkılaplar gericiliği ve dinselliği tasfiye ederek, sanayileşmeyi
sağlayarak  sosyalizme giden yolu açabilir, böylece Marksist tarihsel
şemanın üzerinden atlanarak kısa yoldan sol bir dünya kurulabilirdi.
Veyahut  kapitalizmin gelişmesi ile sınıflar ortaya çıkabilirdi. Ama
mutlaka Kemalist kazanımlar muhafaza edilmeli idi.

“Tarihsizlik” ve “geleneksizlik”le malul bir hareket olan solun bir
halkı olmadığından bir devlet/lu edinmeye çalıştı. Sol burada çözüm
olarak kendini iktidara eklemlemeye iktidar ise iktidar ise solu devşirmeye
çalıştı. .  Bu ironi ve trajedi solu Kemalizmin sinesinde kendisine gelecek
aramaya; onun perspektifi ve ideallerini ödünç alamaya ve temellük etmeye
götürdü.

Batıda sağ ve sol’un önce yaslandıkları maddi zemin oluşmuş, sonra
sağ ve sol politika bu maddi gerçeklik üzerinde söylem ve retoriklerini
geliştirmişlerdir. Biz de tersine sol önce düşünce olarak “tercüme ve
ithal” edilmiş ve burada kendisine maddi bir temel yaratmaya
çalışmıştır. Bunu Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal, Hasan Sabbah  vb.
efsanelerde olduğu gibi  tarihi çarpıtmak anakronizmalar yaratmak pahasına
yapmıştır.

III.

Kemalizm’in sol ile olan ilişkisini ilk teorileştirme çabaları Kurtuluş
Savaşı’nın  başlarından itibaren vardır. TKP geleneğinden gelen
Kadrocular( Şevket Süreyya Aydemir, İsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf
Belge, Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri Karaosmanoğlu)  Kemalizm’in ilk
teorisyenlerindendir.  Bu aydınlar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun
himayesinde, onun vasıtası ile  Atatürk’ün icazet  alarak, Kadro dersini
çıkarıp Kemalizme ideoloji üretmeye ve Kemalizmin kurucu örgütü olan
CHP’yi özellikle ekonomik alanda, planlı kalkınma vb konularda, daha
devletçi/merkeziyetçi bir noktaya çekmeye çalıştılar.  Kemalizmi teorize
Onlara göre Kemalizm, bir üçüncü dünya ideolojisidir. Kurtuluşçu bir
ideolojidir.  Temel çelişki de, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında
değil, sömürgeci ülkelerle-sömürülen ülkeler arasındaki çelişkidir.
Solu ulusçulukla sentezlemeye çalıştılar. Ve tüm bunları yaparken
Kemalizmin merkeziyetçi, otoriter ve devletçi yönünü vurgulamaya ve tahkim
etmeye çalıştılar.

Cumhuriyeti kuran kadro/irade başından beri solu bir “pazarlık unsuru”
olarak denetiminde tuttu. Kurtuluş mücadelesini yürüten kadro tüm
kesimleri temsil etmek iddiasında idi. Mustafa kemal bu amaçla kendisine
bağlı TKP’ni  kurdu. Mustafa Suphi olayında olduğu gibi rakip olma,
denetimden çıkan/çıkma ihtimali gösterenler ise tasfiye edildi. Savaş
süresince sol ile ilişkiler Sovyetlerin yardımı ve savaş dengeleri
gözetilerek yürütüldü. Sola göz kırpmanın karşılığı Sovyet
yardımı idi. Sovyetler ve komintern, kurtuluş savaşını sosyalist olmasa
da  emperyalizme karşı bir “milli mücadele”  olarak kurtuluş
savaşını ve Türk devrimini desteklediler

Savaş sonrası Kemalist  devrim/program, Lenin (daha sonra Stalin)
Rusya’sı ve Komintern tarafından  ulusal kurtuluşçu ideoloji ve  ilerici
bir hareket olarak görülüp destekledi..

Moskova  yukarıda bahsettiğimiz analizin ve Kemalist konumlandırmanın
sonucu olarak Türkiye’deki Kürt isyanlarını, özellikle 1925 hareketini
“M. Kemal’e ve Ankara hükümetine karşı Kürdistan’da ki Şeyh Sait
ayaklanması Moskova tarafından Türk gericiliğinin İngiliz emperyalizmi ile
ittifak halinde bir geri dönüş girişimi olarak”  değerlendirilmiştir.
Diğer Kürt isyanları da bezer düşüncelerle
modernleşemeye/merkezileşmeye karşı  gerici unsurların direnişi olarak
damgalanıp mahkum edilmiştir.

TKP’ de Sovyetlerin “kuyrukçu”su  olarak zorunlu değişim/değiştirme
sürecine karşı direnen tüm unsurların gerici  olarak damgalanıp tasfiye
edilmesi sürecine  gönülden iştirak ederek alkışçık yaptı. Ulus”
inşa” sürecine hizmet ederek, Stalin “yoldaş”ı Kemalist safta
gericilikle savaşında! yalnız bırakmadı.

Sovyetlerin bu analizini desteği TKP  tarafından, kutsanarak devam ettirildi.
Bu  yaklaşımın sonucu  Kemalizme verilen Marksist-Leninist destek 70’li
yılların başlarına kadar, ciddi eleştirilere konu olmadan devam etti. 68
kuşağı dahi istisnalar hariç kendilerini sonarlını getirecek olan
“Kemalizm  övgüsü”nü  yapmaktan alıkoymadılar.

IV.

1960’lı yıllarda Kemalizm, sosyalizmin yükselişi ile beraber yeniden sol
tarafından yeniden aktüalize edilemeye ve üretilmeye çalışıldı.. Bu
biçimlendirme Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği sol aydınlar
tarafından gerçekleştirildi. YÖN dergisi çevresinde kümelenen aydınlar
bu dönmede, etkileri günümüzde de devam eden, sol-Kemalist  bir sentez
oluşturdular. 50’lili ve 60’lı yılların konjonktüründeki bu
“Retrospektif Kemalist okuma” Ortodoks sol düşüncenin ana unsurlarını
belirledi. Yöncüler tarafından kristalize  edilen bu solun özelliği;
devrimci, üzeri örtük bir faşizm kavrayışı ve eylemsellik idi. Bu dönem
ordu-bürokrat ve aydınların ittifakından oluşan  Sol, Stalinin mirasına
ek olarak Arap dünyasında yükselen Basçı hareketlerden ve cuntalardan
etkilendi.  Ve askerle “iş tutma” bu dönemde solun kanına işledi.

Yöncüler “Kadrocu”ların yaptığı  gibi Kemalizmin antiemperyalist
yanını vurgulayarak Kemalizmin özünde sol bir pratik olduğunu noktasında
yoğunlaştılar. Bu, günümüzde Kemalizmin egemen “ortodoks sol”
tarafında hala  el üstünde tutulan   ve neredeyse bazı kesimlerde bir akide
işlevi gören versiyonudur.  Bu ulusçu sol, devletçilik, merkeziyetçilik,
otoriter vasfı öne çıkarılmış  Stalinist  Sovyetik bir modeldir.

Kemalizmin içeriği demokrasiden tümden farklı olan halkıçılık
ilkesi/retoriğide baştan beri sol bir yanılsamaya sebep olmuştur. Sol,
60’lardaki 70’lerdeki halk kavrayışını Kemalizmin halkçığı ile
kaynaştırdı.  Burada hakçılık, halkın değerlerine yaslanmak ve onları
savunmak değil, “ahaliye” doğru yolu göstermek demekti. Çünkü
Kemalizm aydınlanmacı karakterinin doğal sonucu olarak halkın aklen
olgunlaşmadığını, kendi başına bırakıldığında doğruyu
bulamayacağını varsayıyordu. Zaten  bahsettiğimiz dönemde sol için
“cici demokrasi”  “out” iken; otoriteryenizmin örtük ifadesi olan
“demokratik merkeziyetçilik” “in” idi.

Sonuçta ulusalcılığın dominant olduğu bir “gramer”in içine sol
“lugat” olarak dahil edildi. Ve bir dönem ortanın solu olarak
adlandırılan bu ulusal/Kemalist sol, Türk solunun ana gövdesini olmayı
bugüne kadar sürdürdü. Ve Kemalizm hala, solun “yol haritası” olma
işlevini önemli ölçüde sürdürmeye devam ediyor

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk Solu 

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün.  Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    Bir yanda Haluk, diğer yanda Asım. Bu iki anlayış farklılığı başlangıcından günümüze değişim ve gelişim yaşayarak devam etmiştir. Şimdi Asım liberal, moderniteci ve demokratikliğin simgesi; Haluk ise, ulusalcı, otoriter ve merkeziyetçi.
    Aslında yazının başındaki tespit çok güzel.”Türk siyasal aklını/rahmini dölleyen Kemalizm, bu muhayyile içinde salt “gelip-geçici bir ara dönem”den daha fazlası bir “şey”i ifade eder.” Aslında gelip geçici bir ara dönem olarak kalıp, kendisinden sonraki akımları doğurup miadını tamamlasa, süreç doğru işleyecekken; olduğu noktada kalan, günümüzden geçmişe doğru bir özlemi besleyen ve ona doğru yönelten bir akım olmuş, kendini yenileyememiş, sadece kullandığı terminolojide bir-iki küçük değişiklik yaşayarak sloganvari cümlelerle kendine varlık alanı oluşturmaya çalışmıştır. Bugünlerde yaşanan sorunun temel noktası da burasıdır zaten. Çağa uymayan bir zihniyetin kendini kabul ettirme ve varlığını koruma çabası.
    Anlaşılan şey şu ki, Asımlarla Haluklar arasındaki kavga uzunca bir süre daha devam edecek. Farklı isimler ve olaylar etrafında ama aslında aynı özle. Tabiki Asımların ve Halukların hataları var, birini diğerinden daha yüce telakki edecek değilim ama şu da bir gerçek ki, Asımlar demokrasiyi içselleştirerek adımlarını atarlarsa kavga etmek için de bir sebepleri kalmayacak ve süreç, kendini tamamlayacaktır.Demokratik bir süreçte Haluk’ta varlığıyla değerlidir çünkü. Bunu Haluk ister anlasın ister anlamasın 🙂

  3. Yazan:provoker Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    Anket: Derin Düşünce’de Gençleri Koruma Kanun Tasarısı ile ilgili yazı olacak mı?

    A. Destekleyici yazı olacak
    B. Eleştirel yazı olacak
    C. Birçok konuda olduğu gibi buna da göz yumulacak ve böyle birşey hiç olmamış gibi davranılacak.
    D. Ne koruması o da ne?

  4. Yazan:Deveye Hendek Atlatıcı Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    Derin Düşünce’de pekcok yazarin yani sira “konuk yazar” uygulaması da var. Bu durumda:

    a) Provoker üşenmeyip oturacak Gençleri Koruma Kanunu tasarısını eleştiren yazı yazacak, DD’ye gönderecek, yayınlatacak.

    b) Yazmaya üşendiği için birilerinin yazmasını bekleyip altına “bravo, çok yaşa” şeklinde tezahürat ekleyecek.

    c) Yazmak isteyip de kabiliyeti yetersiz olduğu için yazamayacak ve yazılmasını bekleyip, yine B şıkkındaki tezahuratı yapacak.

    d) Beleşe okuduğu bu sitenin, birisi hariç profesyonel yazar olmayan, herbirenin apayrı işi gücü olan üyelerinin, hayatlarını idame ettirmeleri için onların tüm finansal ihtiyaçlarını karşılayacak ve yazarların gündemdeki her konu hakkında yazı yazmalarını istemeye hakkı (ve yüzü) olacak.

    e)Armut piş ağzıma düş yapmaktan vazgeçecek. http://www.dahaderindusunce.org adli bir platform olusturacak ve buranın eksikliğini tamamlayacak. Vesile ile içeride biriken gazını da atacak.

  5. Yazan:turan doğru Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    suzannur hanım;
    sizin Asım ,benim dünkü yorumu mu sansürledi..(bir önceki makaleye dair di)
    Teori ve praksis.
    Teori ve praksis.
    işte bütün mesele!!!!!!!

  6. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    f- Deveye Hendek Atlatıcının cevabına çok kızıp, alakasız bir cevap yazacak 🙂
    g- Konuyla alakasız yorumunu yazdığına pişman olacak ama olmamış gibi davranacak.
    ğ- Provokere destek olmak için bazıları meseleye cup diye atlayacak.
    h- Kimileri de espriyi abartıp -ben gibi- şıkları geliştirmeye devam edecek :))

  7. Yazan:provoker Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    i. Kullandığı rumuzun anlamını idrak edemeyecek düzeydeki oryantal ustalarını ciddiye almayıp kendi anketinin sonucunu görmek için beklemeye devam edecek.

  8. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 8, 2008 | Reply

    Demek Asım bizim 🙂 Bir de ona sormak lazım değil mi:)
    Asım’a kızıp genel bir felsefe üretmek ilginç olmuş. Praksis ?!
    Ancak bu yorumu sansürlemeyip, sansürlediğini ifşa ederek aslında ikilik ortaya çıkmış.
    Sansürlemek ama sansürlediğini söyleyen yazıyı sansürlememek. Bu da akla, yorumun sitenin genel kriterlerinin dışında bir tutum izlediği öngörüsünü getiriyor. Tabii, ne olduğunu ancak siz ve site moderatörü/editörü biliyor.
    Teori ve praksis kavramlarının içini açmalısınız. Bu yazıya dair yorumun ne olduğuna ilişkin bir tutum mu henüz anlayabilmiş değilim çünkü.
    Eğer Asım bizim çocuk olmayı kabul ederse(sizin öngörünüz), kulağını çekeriz(Oldu mu Asım, ne yaptın sen? babında); yok etmezse o bizim kulağımızı çekebilir(Ne alaka, kimsenin Asım’ı değilim! babında). Böyle bir yoruma da hazır olmak lazım.
    Hakikaten, bu yazı konusu altında neden kimse yorum yapmıyor da başka konular gündeme geliyor, anlamış değilim. Son yazı olduğu için mi?İnteresting.

  9. Yazan:ümit harmancı Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    mrb.
    sayın suzannur küçükömer,makaleye yorum yapmamamıza şaşırmış,kırmayalım onu..
    aslında ,idris küçükömer e yeni bir göz attıktan sonra derli toplu yorumda bulunmak isterdim (tabii vaktim olursa,olursa,olursa,sa,sa!!!olmayacak tabii ki)..
    sevgili suzannur,daha öncede söyledim;dil kıvraklığına ve metin berraklığına hayranım..
    ne kadar farklı düşünsekte,senin gibi arkadaşları okumak en az makale kadar zihin açıcı..
    ……
    benim zihnim,az önce bir başka sitede sayın mustafa akyol un makalesine yorumda bulunmuş bir arkadaşta!!
    bu arkadaş,yorumunun içinde;50 yıl öncesinden said i nursi nin ,28 şubatı gördüğüne inaniyor(oh,my God) ve hatta 17 kere zehirlenmesine rağmen bana mısın demediğine iman ediyor.(oooooo,MY GOD).
    …..
    okuldayken ,sağ ve sol sporların ortodoks müritlerine hep şunu söylemek isterdim(tabii,kantindeki masaya çıkarak)…-Tevfik Fikret te,Mehmet Akif te bizim ortak değerlerimiz,onları tokuşturmaya gerek yok,yok,yok(anlayacaklarını sanmıyorum da,büyük ihtimalle 2 spor kulübünün ortodoksları yaka paça kantin dışına atarlardı!!bendeki salaklık işte(cüneyt e göre Lümpenlik belki de!!)..)
    Oda ne ,klavyenin yanında masaya çıkmışım bile;
    -haluk lar,asım lar bizim.tokuşturmaya gerek yok,yok,yok..yeter ki niyetleri iyi olsun.yeter ki bu topraklara ihanet etmesinler..ama mürşitleri ilim olsun(yemin ederim son cümleyi kısık sesle söyledim!!zihnim başka yerde ya.)
    bu kadar gevezelik yeter,sivrisinek avlamaya gidiyorum.nöbetteyim..
    kalın sağlıcakla.

  10. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply

    Sayın Ümit,
    Aman dikkat, masadan düşmeyiniz, nöbette bir de sizinle uğraşmasınlar. Hem bağırmamakla da iyi etmişsiniz, hakkınızda ne düşünürlerdi sonra 🙂
    Bunca vakitsizlik arasında taşı yine fırlatmışsınız. Performans da iyi yine.
    Asımlar ve Haluklar… belirlenen ideolojinin akıllı, çalışkan, üretken Prometeleri… Bunun dışına çıktığınızda ise sizi bekleyen şey, kaos. (Cüneyt Bey’e göre) lümpenlik olabilecek davranışı gerçekleştirmenin cezası kesilirdi hemen, sadece yaka paça dışarı atmakla da kalmazlardı inanın. Fazlası var 🙂 Reklamdaki gibi.
    Gelelim, oh my God’lı eleştirilerinize. Biraz çakra açarak(Avatar’ı izlemelisiniz, enfes bir animedir 🙂 ), biraz da metafizik alana ilgi duyarak, mistisizm, farklı boyutlar keşfedilebilir. Ve ben dünyadaki birçok bilgeliğin bu alanla gelişmiş olduğuna inanıyorum. İster Tibet’te olun, ister burada, ister İngiltere’de olun(evet, evet orada da var, OH MY GOD), ister Avustralya’da. Bu olay hayata bakış açınızla ilgili. Benim böyle yeteneklerim -ki hediyedir bu- olmasa da en azından rüya kapılarımın açık olduğuna inanırım, şimdi reklam yapmayayım, ama şuna inanabilirsiniz, biraz korktuğumda kapanan ama düzeldiğimde açılan bir kapı bu. Bazen insana gösterilenler insanı korkutuyor. Şimdi ben bunu nasıl ispatlarım, mümkün değil, farklı bir alan ve yaşamadan daha doğrusu böyle bir deneyimi tatmadan size ne söylersem boş.
    Ha, bir de bu tarz insanların sözlerini abartıp kıyameti dahi biliyoruz, çünkü şöyle söyledi diyenler çıkabilir, bu o insanın değerini azaltmaz ve inancıma göre şu bir gerçek ki, gayb Allah’ındır. Diler gösterir, diler göstermez. Ki bu alan dediğim üzere, inancımın söylediği yani bu noktada taraf olmanız ya da olmamanız bu şeyi desteklemeyeceği gibi yalanlamayacaktır da ama yoktur demek onu eksiltecektir(sizin için). Bu noktada bugünlerde okuduğum kitaptan örnek vereyim size:
    Var olan bir şeye var olduğunu söylemenin gereği yoktur. Yani Ümit Harmancı vardır, demek; Ümit Harmancı’ya bir şey katmaz.Oysa, yok olan bir şeye yok olduğunu söylemenin gereği vardır. Kısaca Ümit Harmancı yoktur demek, Ümit Harmancı’ya bir şey katar(burada eksiltir anlamında)
    Tabi burada örneğin ismini azıcık değiştirdim :))
    Sonuç olarak şu var, bu tarz şeyler vardır ve var olduğunu söylemek ona bir şey katmaz. Siz yoktur diyorsanız bu onu sadece eksiltir(sizin için)ama eksik olması olmadığı anlamına gelmez. (Bu arada kitap felsefe üzerine :)) )Yanımda yoksunuz (eksiksiniz) ama varsınız değil mi?
    Aristotales’in yokluk tasavvurudur aslında bu, 1’den yalnızca 1 çıkar der,yokluğu tasavvur etmenin, yokluğu temsil etmediğini söyler vs. vs. vs.
    Vaktiniz olunca cevap yazarsınız, ancak ben yarın tatile gidiyorum ve sanırım laptopu yanıma almayacağım. (Şimdilik düşüncem almamak üzerine.) Biraz kaçmak ve sadece kitaplarımla hemhal olmak istiyorum. Okunacak çoook şey var.
    NOT: M.Akyol’un orada keskin kılıçsınız ve üslubunuz daha farklı, diyeyim de aklımda kalmasın :))
    Saygıyla.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin