“Cumhuriyet Kadını” nereden çıktı?
By Nurhayat Kizilkan on Ağu 19, 2008 in CHP, Kadın
CHP hangi kadına düşman?
Ülkemizde kadın tarihi 1980″li yılların sonlarına kadar incelenmemiştir. Çünkü sosyal bilim alanındaki kadınlar dâhil herkes bu alanın incelenmeye değmeyecek denli “aşikâr” bir tarih olduğunu düşünüyorlardı. Atatürk ve arkadaşları, kadın haklarını Türk kadınına “vermiş” ve dolayısıyla Türk kadını bu hakları -hiç uğraşmadan- “almıştı”. Bu yazıyı okuyanların büyük çoğunluğu Türkiye “nin ilk partisinin bir kadın partisi olduğunu bilmiyor. Çünkü resmi tarihe göre ilk parti Cumhuriyet Halk Fırkası “dır.
“Devrim tarihi içinde kadının rolü” üzerinde çalışanlar dahi 1980″lerin ortalarına değin birincil kayaklara gitmemişti. Aslında bu konular üzerine hiç düşünmemiş insanların bile dikkatini çekmesi gereken
Latife Hanım “ın o dönemde tasavvur ettiğimiz kadın imajının tersine feminist diyebileceğimiz hal ve tavırları ve özgüveninin nereden kaynaklandığı olmalıydı. Latife Hanım tek miydi? Onun gibi kaç kadın vardı; aynı şekilde büyütülmüş, aynı (kadın) dergilerini okumuş? Peki, o dergileri bu kadınlar okuyarak büyümüştü de hangi kadınlar çıkarmıştı? Sözün kısası kadın tarihi araştırmaları 1980″li yıllarda gelişti ve Osmanlı kadın dernekleri ve Osmanlı kadın gazeteleri ve dergileri incelenmeye başlandı. Hayretle görüldü ki sadece eski harfli Türkçe kadın dergileri yoktu; imparatorluğun içindeki etnik gruplardan da kadınlar kendi dillerinde kadın dergileri çıkarmıştı.
Latife Hanım’ın içine doğup büyüdüğü ortamı yaratan kadınlar, 1895-1908 yılları arasında yanı tam 12 yıl boyunca Hanımlara Mahsus Gazete”yi çıkarmışlardı. Bu gazete ülkedeki büyük ihtimal üst sınıfların evlerine giriyor ve evdeki tüm kadınlar tarafından okunuyordu. Üstelik bu dönemden evvelki dönemde de, 1875-1895 yılları arasında da kadın dergileri çıkıyor ve bu dergilerde kadınlar yazılarını kendi imzaları ile yayınlatıyorlardı. Bu dönemlerde, günümüzde kullandığımız “kadın hareketi” yerine “hareket-i nisvan”, kadın hakları ya da feminizm yerine de “kadınlık mefkûresi” kelimeleri kullanılıyordu. Osmanlı hareket-i nisvan”ı eğer 1868-1908 arasında yani tam 40 yıl boyunca basın ve yayın hayatında bir şekilde yer almış ise bu yazılıp çizilenlerden Cumhuriyet “in kuruluş yıllarında genç ve orta yaşlarını süren Latife Hanım gibi kadınların etkilenmemiş olması imkânsızdı. Gerçekten de 1908″den Cumhuriyet “in kurulduğu 1923″e kadar yani II . Meşrutiyet ve Milli Müdafaa yıllarında yeni kuşak kadınların da katılımıyla “kadınlık mefkûresinin” yükselen bir şekilde etkisini gösterdiği görülmektedir.
Cumhuriyet “in kurulacağını anlayan ve bundan büyük ümitler besleyen hareket-i nisvan tam vatandaşlık hakları (siyasal, içtimai, iktisadi haklar ve siyasal güce katılım) talebiyle örgütlendi. Kadınlar Halk Fırkası (1923), ve Kadın Birliği (kuruluşu 1924) etrafında toplanan kadınlar “kadınsız bir inkılâbın” olamayacağını savunuyorlardı. Ulusun inşa sürecine kadınlar olarak katılmak istiyorlardı. Ancak tarihimizin bilinmeyen sayfalarından biri olarak hareket-i nisvan yani kadın hareketi tek parti iktidarının yönlendirmesi sonucu bastırıldı. Hareketin en önemli aktivist kadını Nezihe Muhiddin karalandı, Türk Kadınlar Birliği grubu sindirildi ve kadınlar siyasal alandan dışlandı (1). Rejim, kadın hakları yolundaki kazanımları feministlere değil, “ulu önder ve halaskar”a ve Kemalizm “e mal etti ve bu yönde “kadınlara haklarını biz verdik” söylemini yerleştirdi.
Bu söylemi benimseyen kadınların, etkinliklerini denetim altında sürdürmelerine izin verildi ve öncü kadın hakları savunucularının toplumun belleğinden silinmesi sağlandı. Bu kadınların dışlanmasına yol açan çatışmada iki taraf vardı: Bir tarafta Cumhuriyet “in erkek kurucular kuşağı (hükümet, siyasetçiler ve basın); diğer tarafta cumhuriyetçiliği benimsemiş Osmanlı Türk kadın hareketinin feminist aktivist ve düşünürleri… Cumhuriyetçi feministlerin “kadınlık mefkûresini” yaşama geçirmeye çalışıp, kenardan seyretmektense oyun kurucuları olmak istemeleriyle, iktidarın “çağdaşlaşma idealini” kendi tekelinde tutma ve kadın haklarını Batı”ya karşı bir gösterge olarak kullanma politikası bu çatışmayı yaratmıştı. CHP “nin sözcüsü durumundaki Cumhuriyet Gazetesinin yöneticisi Yunus Nadi (Abalıoğlu ) ve Falih Rıfkı (Atay ) gibi Kemalist erkek gazeteci, yazar ve aydınlar da kadın (feminizm) aleyhtarlığıyla bu çatışmada önemli rol oynadılar. Konuşmalarında kadın haklarından yana görünmesine karşın gazetede yer alan imzasız yazı ve karikatürlerle feministleri küçümseme, değersizleştirme çabası içine girdiler. Nadi, kadınların mebus olmak yerine Himaye-i Etfal”de (2) çalışmaları gerektiğini söylüyordu.
Kadınlar Birliği, faaliyetlerini, 1924 yılında birliği kuran kurucu kadınların 1927″de tasfiye edilip yerine iktidarın istediği kadın tipine daha yakın bir kadın grubu geldikten, 1935 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde birlik , basın tarafından hiç saldırıya uğramadı. Bu dönemde basında yapılan yayınlara bakıldığında Kemalistlerin , Türk kadınını, “en büyük görevi vatana evlat yetiştirmek olan anneler” olarak tanımladıkları, siyasal ve sosyal hayattan dışladıkları görülür. Atatürk “ün dediği gibi “Türk kadının en kutsal görevi analıktı.”
1928 yılında kurulan Kız Sanat Okulları”nın amacı tüm alt sınıflardan gelen kadınların iyi anneler olarak ulusa iyi evlat yetiştirmesini sağlamaktı. Üst sınıflardan gelen kadınların ise mesleki alanlarda yükselmesi teşvik edilmiştir. İktidarın kadın tasavvuru, “yeni kadın”ı yaratacak olanlar Cumhuriyet “in inkılâplarıyla büyüyen, geçmişi olmayan çocuk ve genç kızlardı. Bu bakımdan “Cumhuriyet kadını” aslında bir “çocuk kadın”dı. (3) Halbuki kadın hareketini oluşturan kadınlar siyasal ve kültürel bir geçmişi olan İstanbul ve Osmanlı münevveri olan kadınlardı. Hiçbir kültürel ve siyasal devamlılığı kabul edemeyen Kemalistler için bu, kabul edilemez bir durumdu. Yeni nesiller yetişene kadar eski nesil kadınları hayır işleri ile uğraşan kadınlar olarak görmek istiyorlardı. Zeki ve başarılı genç kızları Avrupa “da eğitime gönderen iktidar yurda döndüklerinde de onları, birçok sahada çok geniş yetkileri haiz pozisyonlara yerleştiriyordu. Örneğin Afet İnan , 1930 yılında Türk Tarih Kurumu “na başkan seçildiğinde sadece 22 yaşındaydı.
“Cumhuriyet kadını”, çizilmiş olan toplumsal projenin dışına çıkmayan, siyasal otoriteye sadık ve itaatkâr olmalıydı. 1935 yılında birlik , ev sahipliğini yaptığı ve tüm dünyadan kadınların katıldığı 12. Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi”ni İstanbul “da düzenleme şerefine erişmişti ancak bu kongre birliğin sonunu getirdi. Kongre bitiminde Almanya “yı ve Hitler “i eleştiren bir bildiri ortaya çıkmış ve Türk kadınları “müttefiklerin propagandasına alet olmuştu”. “Biz” Almanların yanındaydık hâlbuki kadınlar barıştan yana bir metine imza atmışlardı. Ülkenin “bölünmez bütünlüğü” yara alıyor, Türk kadınları “yanlış fikirlerle” emperyalistler tarafından kandırılıyordu. Bunun neticesi, “emir yüksek yerden geldi” ve CHP , Türk Kadınlar Birliği “nin kendisini feshetmesini istedi.
Türk Kadınlar Birliği 1949″da yeniden kuruldu ancak ilk kurulduğu yıllardaki kadınlardan çok farklı bir şekilde yetiştirilmiş ve tarih yazımı ile “eğitilmiş”, geçmişle bağları yok olmuş, yeni nesil kadınlar tarafından… Bu kadınlar kurucu hemcinslerinin unutturulmasına ve tarihten silinmesine ses çıkarmadılar. “Kadınlık mefkûresinin” peşinden gitmektense itaatkâr ve Cumhuriyet “in kurucularına ödemekle bitmeyecek gibi görünen borçla dolu, müteşekkir; “Atatürk tarafından kurtarılmış” “Cumhuriyet kadınları” olarak hayır işleri ile uğraşmayı tercih ettiler .
(1) Bu konuda Metis Yayınlarından çıkmış olan Yaprak Zihnioğlu’nun “Kadınsız İnkılap: Nezihe Muhiddin” adlı kitaplaştırlan master tezine bakınız.
(2) Himaye-i Etfal, Çocuk Esirgeme Kurumu’dur. Etfal, tıfıl (çocuk) kelimesinin çoğuludur.
(3) Zihnioğlu bu sözcüğü çok yerinde bir şekilde çalışmasında kullanmaktadır.
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
11 Yorum
Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 19, 2008 | Reply
“Cumhuriyet kadını”, çizilmiş olan toplumsal projenin dışına çıkmayan, siyasal otoriteye sadık ve itaatkâr olmalıydı.
Bu sonuca varan, Emma Goldman’ın kadın ve otorite konusundeki şu demecine nasıl bakıyor peki:
“”İlk olarak, kendilerini bir seks metası olarak değil, kişilik [sahibi bireyler] olarak değerlendirerek.İkincisi, kendi bedeni üstünde kimsenin hak iddia etmesini kabul etmeyerek; TANRI, DEVLET, TOPLUM, KOCA, AİLE vb.’nin hizmetkarı olmayı reddederek; kendi yaşamını daha basit, ancak daha derin ve zengin yaparak. …”
Dolasıyla, sadece CHP değil AKP’de hatta erkekegemen zihinden kurtulalamamış kimi sol gruplarda “bazı kadınlara” düşman.
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 19, 2008 | Reply
@SnowQueen,
Az önce Nurhayat ile konustum telefonda, yazdiklarinizi okumus ve hakli oldugunuzu düsünüyor. Bu sebeple basligi degistirmemi istedi. Sizin yorumun “altini oymamak” için eski basligi karalanmis sekilde biraktim yazinin basinda.
Bu arada benim aklima takilan bir sey var, bilmiyorum ne düsünüyorsunuz? Kadinlar için “hizmetçi, çocuk dogurma makinasi” gibi bir bakis vardi, var hala. Dogru bu.
Ama düsüncelerimizi biraz “itersek” aslinda “Asker/isçi dogurma makinesi” diyemez miyiz?
Yani sunu sorgulamak istiyorum, bireylere saygi göstermeyen devletçi/imparatorcu bir zihniyet var. “Birey kendini devlet ugruna feda etmeli” seklinde. Bakin:
1) Varligim Türk varligina armagan olsun!
2) Her Türk asker dogar,
3) Toprak eger ugruna ölen varsa vatandir.
ilk bakista kadin haklariyla alakasiz görünebilir. Ama bu gibi prensiplerle bir devlet yönetirseniz kadinlarin yeri elbette kocalarinin yani olur yani çÖPLÜK!
Yani kadin eziliyor mu? Evet. Ama sanki iki ayri sorun var:
a) Aile/mahalle içinde erkek kadini eziyor,
b) Devlet-Vatandas iliskisinde devlet kadin da dahil herkesi eziyor.
Yukaridaki satirlarda daha çok “b” sikkini yazdim. Ama eger aile/mahalle bazinda düsünürsek söyle bir sema çikiyor:
1) KADIN=Cocuk dogurma makinesi,
2) ERKEK=Soyu sürdürmek için damizlik veya ERKEK=para kazanma makinesi.
Sizin siklikla elestirdiginiz ataerkil düzen aslinda erkegin sirtina da agir bir yük koyuyor:
Mesela “Erkekler aglamaz” .
Evi ve arabasi olan “BASARILI ERKEK” kaliplari… Bunlar “ezilen/ezdiren kadin” semasini tamamlayan puzzle parçalari gibi.
Son olarak kadinlara en acimasiz davrananlar arasinda yine baska kadinlari (mesela ailenin yasli kadinlarini) görmek de düsündürücü.
ama bir tezim yok açikçasi, sadece birey haklarindan ayri olarak “kadin haklari” denebilir mi diye sorguluyorum.
dostlukla
Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 19, 2008 | Reply
@Mehmet Yılmaz
Yazdıklarınızın hepsine katılıyorum.
Kadını “asker/işçi doğurma makinesi” olarak görmek
zaten en temel sorun ve elbette erkeğin de bu durumda “asker-erkek”
doğurtma damızlığı işlevi var.
Erkek egemen sistem zaten “erkekler ağlamaz” demeye varacak kadar (heteroseksüel) erkekliğin aşırı şişirilmesiyle ilgili.
Eğer bu “erkekler doğuran yüce analar” imgesi olmasa ordular varolabilir mi?
Sizinle ayrıştığımız nokta ise, “her Türk asker doğar” gibi “milliyetçi” vurguların dışında aynı vurguyu erkek-egemen dinlerin de yapması.
Erkeğinin kaburga kemiğinden oluşmuş ve onun hizmetkarı olmuş bir Havva imgesi var. Emma Goldman, bedeni üzerinde devlet denetimine karşı olduğu kadar kilisenin da kadın üzerindeki denetimini sorguluyordu.
Erkeklik bu kadar baskın olduğu için “kadın hakları” denilebilir bence.
Feminizmin çabası, erkeği o uçtuğu, yükseldiği yerden aşağı çekmektir aslında, dolasıyla sadece insan hakları kapsamında düşünmek pek tatmin edici gelmiyor bana.
Bir kadın olarak bana tatmin edici gelmeyen şey, erkeklere geliyorsa bu bile bir sorunun varlığını işaret ediyor. Henüz feminizmden hoşlanan erkek pek tanımadım:))
Kadın kadının kurdudur da erkek zihni üzerinde kadına bakmanın neticesi bence, erkekler için rekabet eden kadın, başka bir kadının kurdu olur. Rekabet edecek çünkü işin ucunda, bahsettiğiniz ev, araba sahibi “başarılı erkek” ve geleceğinin güvencesi, attıracağı imza var. Devlet tarafından tescil ettirecek.
Yazan:turan Tarih: Ağu 24, 2008 | Reply
islam kadını nasıl görmüş acaba????
yalanlarla totoloji yapmayacaksanız gelin konuşalım..cumhuriyete çamur atanlar,kendi 14 asırlık primitifliklerini unutturduklarını sanıyor…biraz doğruluk lütfen…
Yazan:Nurhayat Kızılkan Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
Turan Bey,
olguları neden ikili karşıtlıklar (binary oppositions) olarak algılıyorsunuz? Erkek karşısında kadın, Batı karşısında Doğu gibi. Cumhuriyet karşısında İslam anlamanız çok enteresan doğrusu. İkisi mukayese edilebilir ve karşıt olarak konumlandırılabilir şeyler midir?
İslam ve diğer İbrahimi dinlerde(Musevilik ve Hristiyanlık) kadın hakları konusunda bütün dünyada bir mücadele veriliyor. Hem de dindar Musevi, dindar Hristiyan ve dindar Müslüman kadınlar tarafından. Ama bir yazı içinde güneşin altındaki herşeyden bahsetmek imkansız.
Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
islam kadını nasıl görmüş acaba?
görmemiş pek:)
Yazan:Nurhayat Kızılkan Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
Kar Kraliçesi Hanıma,
Bu konuda İlahiyat Doktoru, feminist yazar Hidayet Şefkatli Tuksal’ın, doktora tezinin kitaplaştırılmış halini görmenizi tavsiye ederim.
Kitabiyat Yayınlarından çıkmış:
“Kadın Aleyhtarı Rivayetler Üzerinde Ataerkil Geleneğin Tesirleri”
Kitabın ismindeki “rivayetler” ile hadis zannedilen uydurma hadisler kastediliyor.
Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
Teşekkür ederim kaynak için, merak ettim.
Yazan:meral aksu Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
-görmemiş pek:)
http://www.ilhan-arsel.org/Kadin/
-Valla gormus ki ne gormus, suyunu cikarmis kadinlarin. Ama bunlari anlatanlarin, beyinleri yikanmayanlarin canina okunuyor maalesef ulkemizde. Islam ya da muslumanlar ya da Kuran yorumu, ne derseniz deyin, kendini reforme etmedikce yokolmaya mahkumdur. Bugunku hiristiyanlik ile bes yuz sene oncenin ki bir mi? Ne dinler geldi gecti su fani dunyadan, bu da gelir gecer, kadinlarin canina okursa sonunda onun da canina okunur.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 30, 2008 | Reply
“Cumhuriyet Kadını”denince nedense aklıma Necla Arat,Nur Serter,Tansu Çiller,Meral Akşener gibi isimler geliyor.Herhalde bu ve daha ismini sayamadığım kişiler kadar,”Cumhuriyet”kavramını diline dolayan;kadın hakları ve eşitliği bu kavramı sıkça kullanmakla özdeşleştirenler olmamıştır.Peki devlet yönetiminin en üst kademelerine gelmiş bu “kadın”aktörlerin icraatları acaba sıkça dillendirdikleri “çağdaş kadın”,”özgür kadın”ya da meşhur “Cumhuriyet Kadını”tanımına ne kadar uyuyor,ne kadar bağdaşıyor?Ergenekon tipi gizli yapılanmaların ayyuka çıktığı yıllarda karanlık çete reislerininin cinayetlerini kutsayan,dönemin Başbakanı Tansu Çiller değil miydi?İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemde her yanından savaş alevleri fışkıran,ırkçılığını gizlemekte sakınca görmeyerek bu coğrafyada yaşayan topulukları birbirine kırdırmayı marifet sayan Meral Akşener…Ya üniversitelerde kızların başını zorla açtıran ve “psikolojik işkence odaları”kurarak insanların tercihlerinden vazgeçmesini baskıyla sağlamaya çalışan,kendini bu “kutsal”göreve adayan Necla Arat!Sayın Arat,bu icraatlarıyla da hızını alamamış olacak ki,kadın hakları ihlali nedeniyle Avrupa İnsan Hakları mahkemesine intikal eden bir başvuru nedeniyle,talepte bulunan mağdur hakkında suç duyurusunda bulunmaktan dahi kaçınmamıştı.Ki akademik ünvanlara da sahip bu insanlar bugün en yüce makam dediğimiz parlementoda yeralmakta,ülkeyi yönetmekte,devlet kurumlarında hatırı sayılır statülerde bulunmaktalar.
Amacım burda toplumsal suçları kadına yıkmak,meseleyi cinsiyetler üzerinden değerlendirmek,kadını bir canavar gibi göstermek değil.Bu bir zihniyet sorunu ve dolayısıyla bu tür toplumsal tahribatları tek elden bir cinsel kimliğe mal etmek,genellemeci bir mantıkla meseleyi bir cinsiyet vakasına indirgemek doğru değil.Asıl vurgalamak istediğim,yukarıda değindiğim her türlü yetkiyle donanmış,devlet yönetiminde belirleyici bir konuma sahip kadınların erkek egemen sisteme rahmet okutan türlü uygulamalarına ve bunu “çağdaşlık”,”Anayasal Değerler”,”Cumhuriyet Kazanımları”gibi kavramları ikiyüzlü bir anlayışla kitlelere “kadın hakları savunuculuğu”şeklinde yutturmakta olduklarıdır.Ve ayrıca bütün bunlar olup biterken maalesef bir kesim solculuktan,feminizmden dem vurarak sorunu dinde,ayetlerde,kur’an da aramakta ısrar etmektedir.Peki sormazlar mı toplumsal düzeni,hukuku,insan hak ve özgürlükleri düzenleyen(ya da uygulayan)din midir ki?Neden yasal düzenlemelerde varolan zaafiyet ve boşluklar başka adreslerde aranır?Dolayısıyla asıl sorun,kavramların arkasına sığınarak meseleyi kör bir ideoloji çatısmasına dönüştürmekte yatıyor.Büyük çerçeveyi görmeden meseleye futbol taraftarlığı haleti ruhiyesiyle bakıldığı sürece kadın hakları konusunda bir arpa boyu yol almak mümkün değildir.Kısmi değişim ve dönüşümler ise sadece kadına atfedilen ve kadın üzerinden dillendirilen “Cumhuriyet Kadını”,”İslami Kadın”,”Feminist Kadın”,”Çalışan Kadın”vs.gibi kavramlarla sınırlı kalır ki,bu da çokkimliliğin içselleşmesi yerine kamplaşma ve kutuplaşmaları tırmandırmaktan başka bir yarar sağlamaz ve kadının hak ettiği hak ve özgürlükleri getirmez.
Yazan:sadık Tarih: Eyl 15, 2008 | Reply
Çalışıp para kazanmayan kadını değersiz olarak görmek kadına değer vermek midir?Erkeklerle yarışma ihtiyacını hisseeden kadın peşin olarak kendi değersizliğini kabullenmiş değil midir?