RSS Feed for This Post

Türk Adaletinin iç hastalıkları

20080823_derin_dusunce_org_adalet.jpg 

Hukuk bir çözüm kaynağı, mahkemeler bir çözüm mercii ise anlamı ve fonksiyonu vardır. Hukuk, muhtevasında çözüm üretecek tohumları beslemiyorsa, mahkemeler, verdikleri kararlarla ihtilafı halletmiyor aksine azdırıyor ve derinleştiriyorsa, o ülkede hukuk da yok, hakim de yok, mahkeme de yok demektir. Problemi çözmeyen mahkeme onu derinleştirmekten başka bir fonksiyon icra edemez. Zira hukukun ve mahkemelerin problem kaynağı olması çok vahimdir ve bu durum doktorun hastaya zehir enjekte etmesine benzer. 

Türkiye’de adalet mefhumunun tarif kaynağı olarak kanun görülür. Bu çok yaygın ve çok yanlış bir kavrayıştır. Adaletin tarif unsurları içinde kanun en son sıradadır ve bir mecburiyeti gösterir. “Kanuna, değiştirilene kadar riayet etme mecburiyeti” adaletle ilgili olmayıp nizam ihtiyacına atıf yapmak içindir. Nizam ihtiyacı ile adalet ihtiyacının aynı şey olmadığını anlamayanlar, mecburiyetlerle adalet tarifi yapmaya kalkışmakta ve adaleti, daha tarifinde imha etmektedirler.

Nizam ihtiyacı hayat için o kadar önemlidir ki, “en kötü kural bile kuralsızlıktan iyidir” vecizesine kaynaklık edebilir. Fakat hayatın hürriyete olan ihtiyacı, nizama olan ihtiyacından daha az değildir ve hürriyet ihtiyacı da, “hürriyeti mümkün kılan en kötü kaos bile, istibdadı ihtiva eden en iyi nizamdan daha iyidir” vecizesine kaynaklık edebilir. Hakikaten nizam ile istibdat arasındaki fark şekilde değil muhtevadadır ve problemin derinleştiği yer de tam burasıdır. Nizam hayattır fakat muhtevası hürriyet olmak şartıyla… İşte adaletin altyapısı budur ve bu çerçeve içinde aranacaktır. Adaletin gerçekleştirilebilmesi için, hürriyet ile nizam arasında öyle bir muvazene kurulmalıdır ki, benim hürriyetimin sınırlandırılmadığını hissederken, muhatabımda benim hürriyetimin kendinin hürriyetini sınırlandırmadığını hissedebilsin. Veya bu muvazene o kadar ince ayarda gerçekleştirilebilsin ki, riayet etmek mecburiyetinde olduğum (veya hürriyetimden vazgeçmek zorunda olduğum) kuralın, hayat veya hayatın kaynağı veya hayatın devamı için şart olduğunu bileyim. Adaletin yeşereceği iklim bu olduğuna göre, tarif unsurlarını tespit edebilecek altyapıya ulaştık demektir.  

Öyleyse adaletin tarif unsurları şunlardır: Doğru hukuk, hukuka inanç ve doğru tatbikat…  

 “Doğru hukuk” bahsinin ne derecede çetin bir felsefi bahis olduğu konunun ilgilileri ve uzmanlarınca malumdur. Burada konuları giriftleştirerek içinden çıkılmaz hale getirip kendi düşüncemize malzeme toplama çabasına girmeden, pratik bir ölçü üzerinde duralım. “Doğru hukuk”, tatbik edileceği coğrafyadaki insan toplamının üretmiş olduğu tüm “hayat gerçekliklerini” tanıyan hukuktur. Cemiyeti ve hayatı daha ileriye taşıyacak manivela hukuk değil ahlak ve kültürdür. Kültür (düşünce de dahil tabi ki) ve ahlak anlayışı cemiyeti ve hayatı daha ileri taşıdığı nispette hukuk da olduğu yerde sabitlenmeden ve hayatı da olduğu yerde sabitlemeden arkası sıra devam etmelidir. 

Doğru hukuk olmadığında ne olur? Cemiyette üretilmiş ve canlılık kazanmış olan birçok “hayat gerçeklikleri” arasından bazılarını kabul ve diğerlerini reddeder. Kabul ettiği hayat gerçekliklerinin dışında kalanların yanlış olduğunu düşünmekle kalmaz aslında onların mümkün de olmadığını kabul eder. Mümkün olmayanın varolduğunu gördüğünde ise, “kandırılmış”, “satın alınmış”, “hain” insanlar türünden kavramlarla içinde hiçbir zeka ve akıl alameti görülmeyen cümleler kurar. Daha net ifadelerle söylemek gerekirse, diğer “hayat gerçekliklerini” düşman ilan eder. Oysa hukuk, düşman tanımı yapmaz, hele de iç düşman tanımı asla yapmaz. Hukuk sadece “suçlu” tanımı yapar. Suçlu ise içinde yaşanabilecek bütünlüğü olan bir hayat gerçekliği üretemez. Bundan dolayı suçlu, kötüdür.

Farklı hayat gerçekliklerini kabul etmeyen hukuk sistemi, her ne kadar teorik olarak iç düşman tanımı yapmasa da, farklı hayat gerçekliklerine sahip insan guruplarını toplu şekilde suçlu tarifi içine alarak aslında onları düşman ilan eder. Farklı hayat anlayışlarına sahip toplulukları düşman (veya suçlu) ilan eden hukuk bilmez ki, kendilerini düşman ilan eden hukuk o insanlar için bağlayıcı değildir. İşte kıyametin koptuğu yer tam burasıdır. Bu noktada hukuk, kendi anlamını ve fonksiyonunu imha etmiş ve bunu da ilan etmiştir.

Diğer taraftan farklı hayat gerçekliklerini tanımamanın nizam ihtiyacı ile gerekçelendirilmesi komiktir. Nizam ihtiyacı, hayatın devamını mümkün kılmak için ortaya çıkar. Farklı hayat gerçekliklerini reddetmek, hayatı reddetmektir ve bu durumda nizama olan ihtiyaç ortadan kalkar. Hayatın reddedildiği yerde nizam neden davet edilsin ki? Tek hayat gerçekliğini kabul ve diğerlerini ret tavrı, nizam değil diktatörlüktür.  

 “Hukuka inanç” olmadığında ortada hukuk yoktur. Hukuka bağlılık aynı zamanda hayata bağlılıktır. Hayata bağlılık nizam ihtiyacını doğurur. Nizam ihtiyacı hukuku şart kılar.

Mer’i hukuk, cemiyette mevcut olan farklı hayat gerçekliklerini tanımadığında, bir kısım insanların hayatını tanımıyor demektir. Kendi hayatlarını tanımayan hukuka insanların inanmasını veya en azından riayet etmesini talep etmek kabil değildir.

Burada bir parantez açıp önemli bir noktanın tespitini yapalım. Kendi hayatını tanımayan hukuka insanların inanmasını ve riayet etmesini talep etmek o insanlara kölelik rolü biçmektir. Bu talebi kabul eden insanlar ise “köle düşünce sistemine” sahip olurlar. İnsanları, kendi hayatları dışında bir hayata zorla (ve hukuk marifetiyle) taşıma gayreti, efendi-köle paradoksunu esas alan sapkın bir kast sistemidir.

Meşhur ve mecbur olan “hukukun üstünlüğü” prensibinin kaynağı, hukuka olan inançtır. İnanılan hukuk “üstün hukuk”tur. “Üstün hukuk” varsa hukukun üstünlüğü sözkonusu olabilir. Hiç kimsenin (yapanın da, tatbik edenin de, riayet etmesi istenenin de) inanmadığı hukuk “üstün hukuk” olamaz ki, “hukukun üstünlüğü” prensibi cari hale gelsin. İşin tılsımı tam da bu noktadadır. Seksen yıldır inanılan bir hukuk getiremeyen rejim, yine seksen yıldır getirdiği hukuka inanan bir nesil de yetiştirememiştir.

Bir kanunu ihlal eden (mesela) birkaç yüz kişiyse onlar “suçlu”dur. Bir kanunu ihlal eden birkaç milyon insan ise, o kanun keenlemyekundur (yok hükmündedir). Bunu bilmeyen hukukçu olur mu? Bunu bilmeyenler ancak siyasi despotlardır. Halkın yüzde şu kadarı  başörtüsü kullandığı araştırmalarla tespit edilecek ve başörtüsü yasaklanacak… Ondan sonra bazıları hayretle “neden hukuka riayet etmiyorlar?” diye hayıflanacak… Allah, Allah… Neden riayet etmiyorlar acaba?

Halkın bir kısmının farklı hayat anlayışlarına, farklı hayat tarzına, farklı hayat gerçekliklerine sahip olmaları, rejimi sahiplenenlerin kölesi olmalarına mani oluyor ya… Adamın hayret ettiği aslında “kölelerin isyanı”… Hayret edilecek olan kölelerin isyanı değil, hala köle kullanma anlayışına ve alışkanlığına sahip insan suretinde yaratılmış varlıkların sokaklarda dolaşıyor olması…

Hukuka inanç olmadığında, hukuku yapanlar, tatbik edenler ve özellikle de rejime sahiplenenlerin hukuku ihlal etmeleri ve hatta araç haline getirmeleri kolaydır. Temelde “doğru hukuk” olmadığı durumlarda zaten hukuk belli bir zümrenin aracı haline gelmiş demektir ki, inanç da olmadığında doğru tatbikatın gerçekleşme imkanı da tamamen ortadan kalkar. Zulmün iki çeşidi vardır ve meşhur olanı hukuksuz zulüm yapmaktır. Fakat daha vahim olan insanların vicdanını ve aklını patlatan zulüm ise hukuk marifetiyle yapılan zulümdür. Mer’i hukuk özellikle rejimi sahiplenenler tarafından “inanılan hukuk” değilse eğer, zulüm hukuk marifetiyle yapılmaya başlanır. Mer’i hukuka inanmayan rejim sahipleri(!) tarafından mer’i hukuka inanmayan halk kütleleri üzerinde mer’i hukuk kullanılarak yapılan zulüm yeryüzünün en alçakça işidir.

Yasama merciin inanmadığı hukuku yapması, yargının inanmadığı hukuku tatbik etmesi, rejimin ve onu sahiplenenlerin ise inanmadıkları hukuka riayeti talep etmeleri yeryüzünün en saçma ve en geri yaklaşımıdır. Dünyada hala bu tür misallerin olması ilginçtir ve bu misalin en ileri noktadaki tatbikatının ülkemizde olması bu millet için ne büyük bir felakettir.  

 “Doğru tatbikat”, adaletin son şartıdır ama en görünen şartıdır. Zira insanlar, yanlış hukuka bile doğru tatbik edildiğinde geçici de olsa tahammül edebiliyorlar. Yanlış hukukun diğer adı zulümdür. Fakat insan psikolojisi garip bir şekilde herkese yapılan haksızlığa bile yalnız kendine yapılan haksızlıktan daha fazla tahammül edebilmektedir. Haksızlıkta bile eşitlik, nispeten tahammül edilebilir psikolojik kaynaklar bulabilmektedir.

Yanlış hukuktan doğru tatbikat çıkmaz diyenler yanlış düşünüyor değillerdir. Fakat doğru tatbikat adaletin en görünür ciheti ve unsuru olduğu için, adaletsizliği insanların anlamasını engellemektedir. Daha sade bir ifadeyle, yanlış hukukun doğru tatbikatı bile (ne kadar mümkünse) özünde adaletsizliği barındıran bu durumu gözlerden gizleyebilmektedir. Zaten yıllardır yapılan zulümler, tatbikatta bu günkü kadar yanlışlık yapılmadığı için rejimin ana karakterini gizlemiştir.

Yanlış tatbikat, halkın adaletsizliği en kolay anladığı unsur olması bakımından önemlidir. Yanlış hukuku halkın anlamasındaki zorluktan dolayı yıllardır münevverlerin zulüm teşhisi kendine taraftar ve taban bulamamıştır. Ülkede adaletin olmadığı bahsi ilk defa halk tarafından bu kadar derinliğine ve yaygın bir şekilde anlaşılmıştır. Ve ülke tarihinde ilk defa, hürriyet ve adalet talebi halkta bu kadar geniş bir taban bulmuştur. Bu nokta fevkalade önemlidir. Hürriyet ve adalet talebi olanlar ilk defa devasa bir halk gücüne sahiptirler ve bu güç birikimini heba ettikleri takdirde tarihi bir mesuliyet altına gireceklerini unutmamalıdırlar.  

Meseleler bu seviyede ele alınmaz ve tartışılmazsa, ülkede hukuk olmadığını veya kalmadığını anlamak kabil olmaz. Dolayısıyla tartışmalar, senin savcın, benim savcım veya senin hakimim, benim hakimim veya senin mahkemen, benim mahkemem bahislerinde düğümlenir kalır. Oysa hukukun olmadığı yerde ne savcı vardır, ne hakim vardır ne de mahkeme vardır. Suyun olmadığı çölde su kanalının genişliğini ve derinliğini tartışmanın abesliği/komikliği cereyan ediyor fakat hiç kimse “hani su nerde ki?” diye sormayınca bütün bu abes tartışmalar ciddi ciddi yapılmaya devam ediliyor. Başörtüsü ile ilgili anayasa değişikliğini anayasa mahkemesinin iptal etmesiyle konunun “nihai çözüme” kavuştuğunu zannedenler, hayatı imha etmeye yönelik hamlelere karşı hayatın ne kadar merhametsiz davranacağını, insanlık tarihi boyunca yaşananlardan tecrübe kazanmamış akıl fukaralarıdır. Ülkedeki rejim son meşruiyet kaynaklarını da tüketmenin eşiğine gelmiştir. Meşruiyetini tüketen rejimlerin arkasına milyonluk orduları yığmak, yaşamasına kafi gelmez. Çünkü meşruiyet kaynaklarının tükenmesi halinde, “ıslahı imkansız olanın imhası zarurettir” anlayışı hızla gelişir ve yaygınlaşır.

 “Islahı imkansız olanın imhası zarurettir” anlayışının taban bulmaya başlaması, iç çatışmayı ve ihtilal sürecini başlatır. Bu anlayış tarafların her ikisinde de kendine büyük bir alan bulmaya başlamıştır ve her geçen gün derinleşmektedir. Birbirine “hain” diyenler, entelektüel seviyeleri müsait olmadığı için “ıslahı imkansız olanın imhası zarurettir” terkibini ifade edememektedir ama tam da birbirlerine karşı bu yaklaşımı dillendirmektedirler. Gelinen noktada ihtilafları mevcut hukukun çözebileceğine inanmak büyük bir iyimserliktir. Artık tüm ülkenin siyasal bir konsensüse ihtiyacı olduğu apaçık ortaya çıkmıştır.

Burada bahsi geçen siyasal konsensüsün yanlış anlaşılma ihtimali mevcuttur. Her iki cephenin ilk hattını kuran temsilcilerin (AKPARTİ VE CHP) birbiriyle uzlaşması en vahim ihtimaldir. Zira bu durumda her iki tarafın da karşılıklı kirli işleri kapatması ve atılması gereken adımların atılmasına mani olunması, ihtimal değil kesin bir vakadır. Böyle bir netice, ülkenin önüne gelmiş tarihindeki en büyük fırsatın heba edilmesi demektir. Akparti ile CHP’nin uzlaşma ihtimali, sonuna kadar hesaplaşmaları ihtimalinden daha kötüdür. Aslında ise CHP’nin iptali, milletin kurtuluşunun ön şartıdır.

Son söz, ülkede tüm kavramlar laçkalaştı ve anlamsızlaştı. Fakat adalet diğer hiçbir kavrama benzemez. Adaletin soyadı “vicdan”dır. Adaletin laçkalaşması, vicdanın iptalidir. Bir milletin başına gelebilecek en büyük bela, adaletin imhası ve vicdanın iptalidir. Rejimi sahiplenenler bilmem anlayabilirler mi ama biz yine de söyleyelim; adaletin imhası ve vicdanın iptali, rejimin itlafıdır.  

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Murat Aygen Tarih: Ara 16, 2008 | Reply

    Halkın (mesela Baltalimanı, Lozan ve Ankara antlaşmaları ve Sivas Kongresi ile kazanmış olduğu) haklarını kalkınma önünde engel olarak telakki etme hastalığı münevverler ile sınırlı değildir. TURSAB başkanı “il sınırları dışından getirilen inşaat malzemesini kırın, dökün, imha edin” emri veriyor, Tibuk’tan bile “çıt” çıkmıyor. Bu, halkın, Baltalimanı Antlaşması ile kazandığı bir hakkının açık ihlalini alenen teşviktir. TURSAB bu cüret ve cesareti -haşa- “emperyalizm”den değil, liberallerden, demokratlardan ve muhafazakarlardan almaktadır.

  3. Yazan:Murat Aygen Tarih: Ara 16, 2008 | Reply

    Haberin link’ini de arzedeyim:

    kopyalayın; yayımdan kaldırılabilir.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin