RSS Feed for This Post

İslâmcılığın Tatilden Tarih Sahnesine Dönüşü

20080831_islam3.JPG

I- Kriz

Max Weber modernliği “dünyanın büyüsünün bozulması” olarak
tanımlamıştı, yani modernite  ile beraber insanlık artık “şey”lerin
ardında gizem, aşkınlık, dünya üstü nedenler, öte varlıklar aramayı
bırakarak her şeyin “nedenini” o şeyin içinde arama noktasına gelmişti;
ki, bu her şeyin dikey düzlemden kopartılarak yatay/dünya düzleminde,
aklın rehberliğinde “rasyonel olarak” yeniden tanzim edilmesi anlamına
geliyordu.

Gel gelelim ki son otuz kırk yılda yaşananlar, küreselleşmeye bağlı gelişen olaylar,  siyasal denetim/egemenlik araçlarının gelişimi ile denetimin artmasına paralel olarak, “makro egemenlik” alanın dışında, sürekli gözden kaçan ya da tam olarak denetlenemeyen  “mikro iktidar alanları” nın artması, küreselleşme ile beraber yerelliğin güç kazanması, yerel kimlik ve aidiyetlere vurgunun artması, insanın ayaklarının yerden daha fazla kesildiği bir dönemde ” toprak bağının” güçlenmesi, milliyetçi savaşlar, sürekli artan suç oranları, şehir yaşamında “kaos”un sürekli hale gelmesi, bireysel ve toplumsal şizofreni, tüketim çılgınlığı ve bunun dünyayı/doğayı tahrip etmesi sonucu oluşan huzursuzluklar ve  çevreci hareketler, göç/mültecilik ve bunun sonucu oluşan küresel yeni ırkçılık türleri vb. modernleşmenin doğal sonucu olan problemlerle karşı karşıyayız.

Modernliğin “ideal insani düzen”e doğru hareketi insanlık dışı sonuçlar doğurmuş, “modern idealler” insanlıkta hayal kırıklığı yaratmıştır. Tüm tasarımlara rağmen “ütopyalar” değil, otoriter yönetimler, “sürekli savaşlar” gerçekleşti. Bugün, insanlığı korumak için teknolojik zaferlerin akıl ve ahlak ile dengelenmesi gerekiyor. “İnançlardan amaçlardan ve kurtulmuş bir “araçsal akıl”, serbest hareket kabiliyeti ile tüm küremizi cehenneme çevirme imkan ve kapasitesine sahip.

Nihilizm ve  postmodern görececiliğin her şeyi/hakikati yok etmesi ve herkesin istediği herşey/hiçbirşey olması, onlarca yıldır bir “anlam krizi ve sorunu” yaratmış durumda.

Barbarlığın  medeniyetle  atbaşı gittiği kabul edilen bir gerçek. Her medeniyet üretim ilişkilerine, yaşam kavrayışına paralel olarak ölümcül ilişkiler ve “ölüm biçimleri” ve cezalandırma sistemleri ortaya çıkarır.

Yine bir vakadır ki hiçbir uygarlık günümüzdeki uygarlık kadar, insanı/insanlığı öldürme ve yok etme kapasitesine ulaşamamıştır. Bugün bir düğmeye basarak NBC silahlarla bir ülkeyi yok etmek mümkün ve bu denendi de. Son  yüzyılda da savaşta ölenler 200 milyon civarında; bir o kadar da sakat ve yaralı var. İnsanlığın verdiği bedel ve  harcadığı emek ise ölçülemez.

Bunca savaş ve yıkımdan sonra “ilerleme”nin acının azalması, mutluluk ve  refah demek olmadığı anlaşıldı. Modernitenin krizinin başladığı yer de burası.

 II- İmtihan
 Tüm bunlar olurken 19. yüzyılda siyasal
çerçevelerini/organizasyonlarını kaybeden islam dünyası, birçok iç  ve
dış nedenin birleşmesine bağlı olarak toplum hayatındaki siyasal ve
ekonomik belirleyiciliğini kaybederek geri çekilmiş “tarihte tatil”e
çıkmıştı.

İslam medeniyeti 20.yüzyılın son çeyreğin de modernleşme ile atbaşı
giden emperyalizmin huzursuzluklarına karşı yeniden “sistem karşıtı
hareketlerin”  “direnişini” örgütleyen, “dayanışmayı” motive eden
yegane güç olarak “tarihe geri döndü.”

İslam kültürel donanım, davranış ve formasyonu ile bugün dünyadaki
işgalci küresel imparatorluk düzenine karşı biricik alternatif olma
özelliği/potansiyeli ile mücadele içine girmiştir. Elbette ki vahiy
orjinli bir din olan İslam’ın mücadelesini toplumun kolektif, kültürel
hafızası ve bireylerin bilinci üzerinden yürütmektedir. Dinin hayata
dönüşü -ki pratik olarak- hayata müdahalesi ve hayatı
yönlendirmesi/belirlemesi günümüzün başat olgusudur.

İslamiyet tatilden dönünce elbette ortalığı gülük gülistanlık
bulmadı. Devran değişmiş, köprünün altından çok sular akmıştı. Daha
önce hiç bir uygarlığın, insani etkinliğin, yapıcılığın ve
yıkıcılığın ulaşamadığı bir modern medeniyet ile karşılaştı. Bu
karşılaşma çetin oldu ve  bu süreç devam etmekte.

İslam, tüketim çılgınlığına, doğanın tahribine, çevrenin
kirlenmesini durduracak, hayatın anlam ve değer kazanmasını sağlayacak
alternatif bir zihniyet/paradigma olarak bugün modern medeniyet ile karşı
karşıyadır. Küresel sistemin tekno-kapitalist tüccar şebekelerinin islam
dünyasını hedefe yerleştirmeleri, propaganda aygıtına son gaz hız
vermelerinin ardındaki neden islam’ın değerler kavrayışı ve
hiyerarşisidir. Bu değerler kapital sistemin istilasına set çekme,
akıntıyı tersine çevirme potansiyeline sahip olup, kapitalist para
babalarının çarkına çomak sokmaktadır.

Fakat tüm bunların yanında islamı ve müslümanları bekeleyen handikaplar
var. Bu açmazlarla hesaplaşma hem islamın, hem de dünyanın kaderini
belirleyecek.

Yeni “küresel epistemenin” beraberinde getirdiği yeni sosyal
değişiklikler, müslümanların  paradigmasını boşaltarak ya da  deforme
ederek siyasal/kültürel/iktisadi tasarımlarının işlevsiz kılmakta.
Müslüman muhayyile bu paradigma tarafından yönlendirilmekte ve
şekillendirilmekte, İslami düşüncenin içi belirsizleştirilmekte,
kavramlar flulaşmakta, anlam kaybına veya genişlemesine uğramaktadır.

Bugün batı küresel bir hegemonyasındaki dünyada “niteliksel ve
niceliksel değişim” ve  neoliberalizm müslümanların dilini
dönüştürmekte. Ve giderek kamu ile uyumlu ama gelenek ile ilişkisi zayıf
bir islam anlayışı oluşturmakta.  Bugün islami kesimin sorunu
dünyaya/iktidara talip olması fakat bunun dilini, argümanlarını hakkıyla
geliştirememesidir. Örneğin,   verili siyasi ve iktisadi dili
dönüştüremeden olduğu gibi kullanmaları, itikadi olanın modanın
alanına sokulması, vecibelerin “Seküler bir dil” ile sunulması ve
savunulması…vb.

“Tatilden dönen Müslümanların, kendilerini içinde buldukları modern
kültür ile ilişkilerinde bir hastalıklı kavrayışla karşı
karşıyayız. Alternatif olma iddiası ile ortaya çıkan Müslümanlar,
bulundukları yerdeki “doğruların” karşısında yelkenleri fora
etmektedir. Dönüşüm/değişim müslümanların “yaşama kavgasına”
sirayet etmiş durum da. İslam bugün karşı çıktığı modern kavrayışı
yeniden üretmektedir. Bütün dikkatler “forma” yönelmiş, “kanunların
ruhu” göz ardı edilmektedir. Siyasal iktidar tahayyülü Müslümanları
“makyavelist” bir çizgiye çekmekte ilkeli bir ahlaki duruşu sarsmakta;
bu da islami ahlakın içerine sürekli “yeni ikamelerin” taşınmasına
ve bünyenin yıpranmasına sebebiyet vermektedir; örneğin, müslümanlar
kendilerini “ilerlene” mantalitesi içinde anlamaya ve konumlandırmaya
çalışarak onaycı  bir yaklaşım geliştiriyorlar.

İslamiyetin meydan okuyuşundan bir “uyum/intibak dili”  geliştiriliyor.

Siyasi ve ekonomik hayatlarını modernize eden İslami kesim, sosyal
hayatını da modernize etme eğimine girmiştir. “Müslüman her şeyin
güzeline layıktır”  gibi içeriği belirsiz bir önermeye sığınılarak
“tüketim kültürü” meşrulaştırılmakta ve çağdaşlıklarını ispat
için akıl almaz yollara başvurmaktalar;  örneğin,  israfın alabildiğince
artması,  beş yıldızlı otellerde, deniz kenarlarında, kumsallarda
“tatil yapma” anlayışının islamileştirilmesi, turistik turlar,
bedenlere salt estetik kaygılarla müdahale…Bedenin emanet olarak
algılanmasının “mülk” olarak dönüşmesi, estetik beden hayaletine
vurulan  müslüman kadınlar için “İslami defileler!” …Namusu kadına
eşitleyen erkeklerin, kendileri için birçok şeyi “caiz” görmesi; “vitrin
kadınlar”  taşımak,  sekreterlerle aşk ilişkisi, lüks turlar, jipler,
kaçamaklar,  kendileri için uygun gördüklerini kadınlar için uygun
görmeyen ataerkil tutumlar… Giderek islam kültürü adına, modern bir
kültürün karikatürü ve taklidi olan yeşil pop, konser kültürü, marka
merakı,  “birinci sınıf dünyalar için” alış-veriş mabedlerinin
kapılarını aşındırma, burjuva mekanlarının islamileştirilmesi,
islamcı sermayenin benzer kapital statü görüngülerine
başvurması…Sonuçta oluşan şey “kapitalizmin islami versiyonu.” Ve
“islami ahlak”ın güme gitmesi.

 “Sahih” ve “sahici” bir karşı koyuş iddiası ile yola çıkan
müslümanlar, modernitenin ilişkilerini, zaman ve mekan bilincini temmelük
etmekte. İslamcılık kendi mekanlarını “yaşam alanlarını” ve
“zaman algısını” yeniden üretemeyince  kafeleri ve kafe kültürünü
tüketmektedir.

Bir süredir “mahremiyetin” “şov” a dönüşmesine şahit olmaktayız;
romantik islamcılar tüketimi artırmak/kasaları doldurmak için ilan edilen
her “özel gün” ü sahiplenerek meşrulaştırmakta ve  bu babdan olmak üzere
aile hayatlarını kamuya açmaktadırlar. Kocaman adamalar gazete eklerinde,
TV. programlarında sevgililer günü vesilesi ile birbirine yeniden ilan- aşk
etmekte birbirleri ile yarışmaktalar.

 J. Berger’in ifadesi ile söylersek diyebiliriz ki mahremiyet “kapilazmin
fidyesi” olarak gözden çıkarılmakta. Sistemin yarattığı “mahremiyet
ve cinsellik” modernite ve gelenek çatışmasının en bariz çatışma
alanı durumunda “cinsel devrim”in değerleri  bunun teşvik ettiği
geleneksel rollerin terki, sürekli tatminsizlik”, teşhirin sınır
tanımayışı, hedonistleşme, apolitik, hippi, sorumsuz “sev-genç” bir
kuşak oluşmuş durumda ve bu sürekli hale gelmekte.
Foucault’nun dediği gibi cinselliğin bir “günah çıkartma” algısı
içerisinde, sürekli konuşularak ve teşhir edilerek, deşifrasyona
kışkırtılması        “hayatın giderek anonimleşmesi ve
kamusallaşmasın beraberinde getirmiştir. Artık yaşam, değerlerden arınan
BBG evlerinde izlenen bir  “şova” dönüştü.

Dünyamız giderek Sodom ve Gomore ye dönüşmekte

Biyolojik krallık kadın ve erkek ilişkilerini temelden sarsacak maddi
koşulları da yaratma imkanına sahip durumda. Ahlaki normların tasfiyesine,
cinselliğin kışkırtılmasına, tüketime sunulmasına,  itirafa
zorlanmasına,  günahın deşifrasyonuna, rijit bir şekilde sokağa
taşmasına, yatakların ortalık yere serilmesine  karşı yeni bir  emanet
beden/gövde anlayışı ile  “cinsel faşizme”  ve onun “mal/ mülk
beden” kavrayışına ve “unisex/cinsiyetsileştirme” politikalarına
karşı  çıkılmalıdır.
 Müslümanlar dünyanın sorunlarından dolayı sorumluluk altına
girmelikler.

III- Ve Umut
M. Watt  İslamın üç Helenistik dalga ile karşılaştığını söyler,
bunlar:
1. Dalga: İslamiyet’in yükseliş devrinde genişleyen fetihler sonucu
Süryanice üzerinden klasik Yunan kültürü ile karşılaşması.
2. Dalga:10.ve13.yüzyıllardaki Haçlı Seferleri ile islamiyeti’n yıkıcı
bir saldırı sonucu “Batı” ile karşılaşması
3. Dalga: Tüm yerküreyi kuşatan ve halen yayılma istidadı gösteren
“Modernliğin yayılması.”

İslamiyet ilk iki dalgayı entelektüel gücünün zirvesinde olduğundan
karşılaştığı, rahatlıkla, “karşı kültürün” “hasen” bulduğu
kısımlarını da temellük ederek atlattı.

El’an karşı karşıya olduğumuz modernlik ile olan
karşılaşma/hesaplaşma devam etmekte; ki, bu sefer askeri  ve entelektüel
donanımı çok daha güçlü olan bir  karşılaşma bu. Bu karşılaşmanın
ilk hamlesinde modernite, kadim kültürleri adeta “kronik bir krize”
mahkum etmiştir. İslam dünyasında ve eşzamanlı olarak tüm dünyada
emperyalizm olgusu ile atbaşı gelişen/giden modernlik,  yaşlı
gezegenimizin şimdiye kadar gördüğü en güçlü ekonomik, siyasal ve
kültüre taarruz ve tasallut ile karşı karşıya bırakmış ve ulaştığı
her yerde/toplumda  “yakıcı bir ateş”  halinde geleneksel kültürlerin
kimisini tamamen, kimisini de kısmen yok etmiş, bir kısmı ise deformasyona
uğratmıştır.

Tüm bu huzursuzluklarına/ kötülüklerine rağmen hiç bir medeniyet
tümüyle kötülüğe/yanlışlığa/ barbarlığa indirgenemez. Böyle bir
kavrayışın kendisi medeniyet kavramının içeriğine ve anlamın
aykırıdır. Çünkü “insani olmayan” bir şey medeniyet olarak
adlandırılamaz.

Modernite kültürel kavrayışımızı, hayat anlayışımızı bize
sundukları ile adeta geri dönüşümsüz olarak değiştirmiştir; örneğin,
 siyasal demokratizasyon, kültürün demokratikleşmesi ekonomik refah, bolluk,
kolaylıklar, okuma yazmanın yaygınlaşması, ulaşım ve iletişim
araçlarının baş döndürücü hızı ve gelişimi, insanın ilişkilerini
dönüştürmesi, insanı bir yere, ülkeye, toprağa mahkümiyetten
çıkarması…vb gelişmeler, bazı menfi sonuçlarına rağmen tüm bunlar
modernliğin kazanımlarıdır.

Ve bunları “başka bir yere ait” “yabancı” “Avrupai” renge/posta bürünmüş
olarak algılamak nitelemek  “ucuz hamasi analizlerle” dışlamak çözüm
olmasa gerek. “İktisadi araçsal akıl” ile, karşı kültürlerin
“kapital değer”e sahip olan kısımlarını masseden bu obur uygarlık ile
mücadele son derece çetin; fakat, imkansız değil.

Medine de başlamış bir medeniyet olarak sorunlarımızı medeni bir şekilde
vahyin ışığı ile aydınlanmış incelmiş insani bir entelektüel bir
akıllın aydınlığında çözmeye çalışmamız gerekiyor.

Din bugün “meydan okuma dili” olmuştur. Modernitenin “meta
anlayışına”, zaman ve mekan kavrayışına karşın, yaşamı yeniden
anlamlandırmalı, insan ve Tanrı arasındaki “aidiyet” bilincini
güçlendirmelidir.

İnsansı Yunan merkezli teolojik kavrayıştan farklı olarak, insanı
Tanrı’nın karşısına koymayan, onu “eşrefi mahlukat” olarak
tanımlayan İslamın  bedeni “mülk” değil, “emanet” olduğuna dair
algısı, insanları bir çok sorundan koruma kapasitesine sahiptir.

Kanaat, sabır, tevekkül, emek, alın teri, yardımlaşma, hayırda yarışma,
temizlik, doğruluk gibi değerleri ile ribayı, fahiş kar oranlarını,
toplumsal sefaleti günah olarak algılaması ve israfa karşı olması,
tüketim toplumundaki  tahribatı önlemek için rekabetin yakıcı
yıkıcılığına karşı çıkması, insani dayanışmayı öngörmesi,
güce, paraya ve mala  değil; adalete dayalı insan tasavvuru ile, içten içe
işleyen bir iktisadi akılla yaşlıları toplumdan dışlamayan, hayata dahil
eden insaniliği ile modern kültürün karşısında durmaktadır; ki bu
duruş  bugün yegane “sahih ve sahici” meydan okuyuştur.

İslam insanlığı dertlerine derman olma potansiyeline sahiptir. Reçetenin
oluşumu ise müslümaların entellektüel cehdine ve idrak gücüne bağlı
olarak oluşacaktır. Bugün modernite, aklın arabasına koşmayan tüketmeyen
tüm kültürleri ve yaşam biçimlerini “gerici”, “ilkel”,
“bağnaz”, ve illegal ve “terörist olarak mahküm etmekte ve
yaftalamaktadır. İslamın modernlikle çekişmesi, hayatın kültürel
kodlarının, kapitalize olup olmaması üzerinden yaşanıyor.

Çözüm “süreklilik ve değişim” içinde aranmalıdır.
Ataların dini üzerinde ısrara etmeden(2/70) “dinsel bir bürokrasi”
oluşturmadan. “karşılıklı anlaşama” içerisinde yeni bir iletişim
dili inşa etmemiz gerek. Oluşturacağımız yeni  dil (lingua islamica)
İslami insanı (homo islamicus) ortaya çıkaracaktır. Geliştirilen
çözümlerde, siyasal ve toplumsal projelerinde “mutlakiyetçi bir din” ve
“din dili anlayışı”na karşı çıkmalı ve kendi siyasal dilinin,
amaçlarının oluşumu peşinde olmalıdır

Sürekli değişen dünyada yerelliğe gömülmeden, içe kapanmadan
muhafazakarlaşmadan yeni kutuplaşmalara kaşı çözümler üretilmelidir.

“Fetihçi” modern dünya/doğa kavrayışını da aşarak,  insanı kendine
yanancılaştırmayan, işçi hakları kadın haklarını güvence altına alan,
sömürünün önleyen, doğayı tahrip etmeyen çevreye uyumlu ekonomik bir
sistem oluşturulmaya çalışılmalıdır. Zaten İslami iktisadi değerler
doğruluk, temizlik, itimat, bağış, erdemleri değimlidir? Açlık  ve
sefalet varken temerküzü yasaklayan, fazla malı  fakirin hakkı gören
islami bir zihniyete/ çizgiye yaslanarak yola çıkmalıdır

Ne yapılırsa yapılsın, islamın, yeni bir inanç yeni bir “insan ve dil
tasavvuru”  olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Bu islamın “raison
détre(varlık nedeni)’sidir”. Ve  hiçbir zaman “islam amaçlar/erekler
krallığını terk etmez.”

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:haki demir Tarih: Eyl 3, 2008 | Reply

    Sayın IŞIK, tebrik ederim.

    yazınızın devamı faslında ve bir katkı olması düşüncesi ile…

    İslam’ın bağımsız bir dünya görüşü olması cihetiyle kendini (kendi doğrularını) başka anlayışların (mesela batının) üretmiş olduğu hayat gerçekliklerine/formlarına test ve teyit ettiremeyeceği açıktır. Bu meyanda kendi hayatını inşa etmesi gerektiği…

    Son iki asırdır dünyadaki hayat anlayışı ve gerçekliklerini batının üretmiş olması aynı zamanda hayatı üretmek için lüzumlu olan malzeme ve vasıtaları da batının ürettiğini göstermektedir. İslam’ın kendi hayatını inşa etmesi için şart olan malzeme ve vasıtaları öncelikle üretmesinin şart olduğu…

    Malzeme ve vasıtaların üretilmesi için lazım olan “inşa fikrini” öncelikle teşkil etmesi gerektiği… Aksi takdirde batının üretmiş olduğu vasıta ve malzemelerle kendi hayatını üretmek durumunda kalacağı… Bunun ise batının üretmiş olduğu hayat gerçekliklerini “makyajlamaktan” başka bir işe yaramayacağı… İslami makyajın mevcut hayat formlarını islamileştirmesinin mümkün olmadığı…

    vesselam

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin