Atatürk’ü istismar edenin kamuflajı !
By Ferhat Kentel on Eyl 14, 2008 in Kemalizm
Bir zamanlar (70’lerin ikinci yarısında) Türkiye’de ‘sol’ önemli bir güç iken, hatta solcu olmayanları ciddi bir şekilde panikletirken, orta yaşlı bir tanıdığım (adı Ahmet olsun), beni solculuğumdan vazgeçirmek için, heyecan ve korku içinde, “Bak, derdi, şu İstanbul’un gecekondu mahallelerine, tepelerine bak… Orada yaşayanların hepsi komünist; bir gün o tepelerden son sürat öyle bir saldıracaklar ki, bizde ne mal bırakacaklar ne namus… Kimlere hizmet ettiğini iyi düşün!” Bunları söylerken, o kadar çok ciddiydi ve inanıyordu ki, adeta o tepelerden yokuş aşağı son sürat inen gözü dönmüş bir güruhun, ellerinde baltalarıyla her an kapıdan içeri dalacağı zannedilebilirdi.
Dediği olmadı. O gecekondularda oturanlar, o mahallelerin çocukları, üniversitelerdeki gençler, yokuş aşağı falan inmediler; ama son sürat birbirlerine girdiler. Onların hepsinin üzerine kontrgerilla, 12 Eylül’cüler, bilûmum darbeciler çöktü.
Ahmet’in duyduğu türden bir korku ve nefreti ondan önce de görmüştüm, daha sonra gene gördüm. Ama korku ve nefretin sabit kalıp; korku ve nefret nesnesinin ise çok kolayca değişebilir olduğunu gene bu tanıdığım sayesinde yaklaşık bir on yol sonra öğrendim. 80’li yıllardı ve güçlü olma sırası ‘islamcı’ hareketteydi. İslamcılığın yarattığı ‘panik’ yavaş yavaş yükseliyordu. Orta yaşını aşmakta olan Ahmet benim gene “yanlış yerde” durduğumu, “islamcıların ekmeğine yağ sürdüğümü” anlatırken, panik ve korkuyla yeni bir ‘tepeler’ kabusunu bir sinema filmi gibi gözlerimde canlandırdı. Adeta ‘erken uyarı sistemi’ gibi çalışan Ahmet “Şu İstanbul’un çepeçevre tepelerini kimlerin kuşattığına bak, dedi, bunların hepsi şeriatçı… Hazır oldukları bir gün yokuş aşağı saldıracaklar ve kör testerelerle bizi doğrayacaklar!”
O bunları anlatırken, gözümde canlanan görüntü Amerikan filmlerindekine benzer bir şeydi. Tepelere dizilmiş kızılderililer güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde korkunç çığlıklar atarak vadideki beyaz adamın bembeyaz ailesiyle yaşadığı çiftliğe saldırırlar… Vahşi ve kötü kızılderililer temiz ve masum beyaz ailenin kutsal mülkiyetini mahvu perişan ederler. Herhalde onun da kafasında canlandırdığı buna benzer bir şeylerdi. Daha sonra kendisini fazla görmedim ve fikir ve korkular seyrini çok fazla izleyemedim. Ama açıkçası İstanbul’un çevre tepelerini kuşatan ve her an yokuş aşağı zincirlerinden boşanmış gibi koşarak saldıracak olan Kürtler senaryosu olup olmadığını hep merak ettim.
Ahmet’in iki farklı dönemde, iki farklı siyasal tezahüre karşı yaşadığı korku ve nefret aslında ‘aynı insanlara’ karşı duyulan korku ve nefretti. Ahmet onları sadece ‘komünist’ ya da ‘şeriatçı’ olarak görüyordu. Bu yüzden hep aynı tepelere bakıyor, oradaki insanları farkediyor ama o tepelerde yaşayan insanların kendilerini anlatmak için kullandıkları dilin arkasındaki sınıfı ve insanları göremiyordu. Çünkü onun içinde bulunduğu ve pozisyonunu koruma dürtüsüyle yaşayan orta ve üst sınıfın en bariz özelliği tam da kendini sınıf olarak görmemesi… Adeta statükonun muhafazası için kendini sınıf dışında her türlü kültürel tezahür ve yaşam tarzıyla ifade edip, tanımladığı için, kendi sınıf çıkarlarına halel getirebilecek olan “tehlikeli sınıfları” da kültürel tezahürleriyle etiketleme eğilimi taşıyor. Bu tehlikeli sınıflar “komünist”, “Kürt”, “şeriatçı”, “Ermeni”, “kıro” vb. gibi çeşitli etiketlerle stereotipleştiriliyorlar. Tabii, bu eğilim bizzat benim tanıdığım Ahmet ve Ahmet gibilerin süper entelektüel keşifleri, kızılderilileri malzeme yapan Amerikan filmlerinden derledikleri imgelerle ortaya çıkmıyor. Sadece, taklit ediyorlar; okulda, askerde dinledikleri iktidar söylemini taklit edip, o söylemin taşıyıcıları ya da havarilerine dönüşüyorlar…
Tabii ki, bu Türkiye’ye özgü bir durum değil. Hiçbir yerde muhafazakar orta sınıflar, korkularını ‘sınıf’ olarak ifade etmediler. Onların en önemli hegemonik payanda oldukları siyasal ve sosyal düzenlerin en güçlü sınıfları, yöneticileri de kendilerini sınıf olara ifade etmediler. Şili’nin darbecileri, egemenleri ve orta sınıf muhafazakarları da Salvador Allende’ye karşı kültürel olarak saldırdılar. Bugünlerde Kanal 24’te yayınlanan ve Şili’de askeri darbeyi iki farklı sosyal sınıfa ait çocuğun ilişkisi aracılığıyla anlatan Machuca adlı nefis filmde örneklendiği gibi, Allende’nin alt sosyal sınıflar lehine yaptığı düzenlemelere karşı çıkıp, darbeyi destekleyen burjuvalar ve orta sınıfların dilinde, altta kalanlar “komünist papazlar”, “bitliler”, “pislikler” gibi etiketlerle taltif ediliyorlardı.
Bu tuzukuru sınıflar için tehlike taşıyanların kalabalık olması da gerekmiyor. Küçücük bir azınlık da ‘erken uyarı sistemi’ne sahip bu sınıfların korku dilini harekete geçirebilir. Çünkü sayıca az olsa da, o toplumun zihinsel konforunu bozabilecek sesleri çıkaran bir azınlık, değişmemeyi şiar edinmiş bu muhafazakar sınıflar için, bizzat sınıfsal dengenin ve güç ilişkisinin ortadan kalkması demektir. Gayet modern, çağdaş ve de solcu görünen orta sınıf ürünü bay ve bayanların Ermeni meselesi karşısında “Nerden çıktı efendim bu Ermenilik falan? Bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler!” gibi hezeyanlara kapılmaları da bu yüzdendir.
Ancak, orta sınıflar için bu türden ‘denge bozucu’ kültürel tezahürler, bildiğiniz gibi son yıllarda, geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde çok arttı. Adına ‘postmodern durum’ denilen bu yeni zamanlar, gene bildiğiniz gibi generallerimizi de yakından ilgilendiriyor. Geçtiğimiz günlerde, her konuda fikir (ya da ‘en doğru fikir’) sahibi olan generaller, postmodernizme karşı savaş açtılar… Onlar modernizmi savunuyorlar. Onlar modernler, modernistler… Tabii, modernizmi savunduklarına göre, buna bağlı ve doğal olarak laiklik kavramına da sonsuz bağlılıklarını sık sık, her fırsatta dile getiriyorlar… Ortalıkta dindarlığın, islamcılığın laikliği tehdit etmesi bir kenara, bizzat ‘laikçilik dini’nin laikliği giderek daha çok tehdit etmesi söz konusu olsa da, bu çok mühim değil; mühim olan modernizme uygun bir biçimde laiklik retoriğini tekrarlamak… Tabii ki, ulusal kimliğe, bütünlüğe vurgu yapacaklar; bu şekilde dile gelen birlik beraberlik anlayışı da modernizmin şunun şurasında birkaç yüzyıllık bir ürünü…
Generaller postmodernizme karşı modernizmi savunuyorlar. Bu yüzden sık sık ‘ulus’, ‘laiklik’ vb. retoriğini devreye sokuyorlar. Bunu yaparken, mümkün olduğu kadar ‘entelektüel olarak birikimli’ bir görünüm sunuyorlar. Yani onları bu halleriyle düzenin, statükonun düz bekçileri olarak algılamamamız bekleniyor bizden. Yani ideolojik ve siyasal kavgalara gerek yok; bize akademik olarak ‘doğru’ bir bilgi sunuyorlar… Ama generaller ya da generallerin mutfağında modernizm-postmodernizm kitaplarını karıştırıp, konuşma hazırlayan danışmanların ciddi bir eksiği var. Eğer sınıf korkularınızla hezeyanlarınızı yansıtmıyor ama entelektüel bir faaliyet olarak modernite meselesiyle ilgileniyorsanız, modernitenin sosyal sınıflardan, sınıf çatışmalarından bağımsız olmadığını bilmeniz gerekecek… Modernitenin tezahürleri olarak öğrendiğimiz bütün kurumlar, sınıf çatışmalarından bağımsız çıkmadılar ortaya. Medenileşmek denilen olgu burjuvazinin kendi kültür kodlarını ‘öğretmesinden’ başka bir şey değildi. Ulusal kimlik diye ezberlediğimiz taze yapıntı kimliğimiz, burjuvazinin ulusal piyasasından bağımsız değildi.
O zaman generallerin ‘postmodernizm eleştirisini’ en hafif tabiriyle, fazla ciddiye almayıp, bizim tanıdık Ahmet’le aynı kefeye koyabiliriz. Bizim Ahmet’in sosyal sınıflardan bahsetmesi mümkün değildi; okuduğu gazetelerde çok fazla sınıf kelimesi bile geçmiyordu zaten… Belki Reina veya başka bir kulübün kategorisi anlamında ya da uçakta ‘business class’ söz konusu olduğunda ‘sınıf’ mevzuuyla karşılaşıyordu… Ama esas olarak, o sadece sınıfsal korkularıyla yaşıyordu.
Generaller de sınıf korkusuyla yaşıyorlar. Generallerden medet umanlar da sınıf korkusuyla yaşıyorlar. Ama onlar da sınıflardan bahsetmiyorlar ve ‘kültürel kimlikleriyle’ konuşuyorlar.
Modernizmin çok ciddi bir boyutunu atladıkları için, atlamayı tercih ettikleri için, paradoksal bir biçimde, onlar da sonuç olarak ‘postmodern’ler… Sınıftan haberi bile olmayan ya da (entelektüel kalıba girdiklerinde) yokmuş gibi konuşan ve davranan bu kesimler tamamen kimliklerle yaşıyorlar. Ancak postmodern cemaatlerden bir farkları var; bir çok yeni zaman cemaati gettolarından çıkıp, interkültürel cemaatler inşa ederken, bu postmodernizm düşmanı taze postmodernler içlerine ve dillerine daha fazla kapanıyorlar…
Çağdaşlık denince mangalda kül bırakmayan, Atatürk’ü her mevzularına malzeme yapan, Atatürk’ü siyasete alet eden, bu vesileyle takıye yapanların bahsetmedikleri ama yaşadıkları bir sınıfsallık var. Fransız devrimi, ya da Rus devrimi öncesinde olduğu gibi, Şili’de Salvador Allende’ye karşı darbeci generalleri destekleyen burjuvaların ve orta-üst sınıfların “ayak takımı”na baktıkları gibi, bizim çağdaşlarımız da yükselen ve sesini duyuran her kesime mideleri bulanarak bakıyorlar. Bu ayak takımının nasıl adam olduklarına kafaları basmadıkları için tahammül edemiyorlar.
Bunlar sınıftan bahsetmeyi unutan, derslerini yeteri kadar çalışmamış ‘modernler’… Ancak, bir de sınıftan bahsetmeyi amentü gibi benimsemiş olanlar var… Onlar da sınıf vasıtasıyla kendi cemaatlerini konsolide ediyorlar. Adeta bir şifre ya da kodlanmış bir dil haline dönüştürdükleri jargonlarıyla sürekli ‘sınıf’tan bahsedip, sınıfı bir cemaatin etiketi, adeta bir ‘ihanetölçer’ güç aygıtı haline dönüştürüyorlar. Sonuç olarak onlar da ‘postmodernler’ aslında… Onlar da zamanın havasına uygun cevap veriyorlar…
Yeni zamanlarda, tam da bütün bu kimlikler sınıf gerçekliğini örtüyorlar. Ait olunan sınıfı yani; aşağıda ya da yukarıda… Ya da sahip olunan kültürel kimlik ya da içine girilen cemaat aracılığıyla seçkin sınıfların yardakçısı, koltuk değneği haline dönüşmek mümkün olabiliyor. Ya da tam tersi… Kültürel kodlarına sahip çıktığınız bir toplumsal kesimle birlikte alt sosyal sınıfların ‘sınıf mücadelesi’nin içine girebiliyorsunuz.
Evet, sınıftan bahsetmek lazım. Ama kuru kuru bir sınıftan değil; renkleriyle, kültürel olarak aşağılayan ya da aşağılanan halleriyle sınıftan bahsetmek lazım… Artık kimin yanında olduğunuzu sadece mangalda kül bırakmayarak, esip gürleyerek, slogan atarak hamasi nutuklar çekerek ilan edemiyorsunuz. Bu hiç bir işe yaramıyor. Bırakın, ulus, sınıf ya da başka bir kimlik adına konuşmayı, desteklediğiniz insanların adlarını tek tek sayarak davaya çağırsanız bile bir işe yaramıyor.
Belki en fazla bu bağırtılar, kendi kendinizi kandırmaya yetiyor. Miting kortejleri köprülerin altından geçerken, slogan atanların seslerinin daha çok çıkması gibi, bu sadece mitingin belli ve küçük bir diliminde güçlü akustik etkisi yaratıyor; hepsi o kadar…
12 Yorum
Yazan:PirMuhammed Tarih: Eyl 14, 2008 | Reply
maalesef tek adam kutsamacılığının zirvede olduğu dönemlerden birini yaşıyoruz. aslında kimsenin atatürk ya da rejimle bir sorunu yok. sorun; kendi zihniyetini, kendi görüşlerini olur olmaz rejim diye dayatanlardan kaynaklanıyor.
atatürk’ün askeri ve siyasi dehasının olduğu
gerçek. yaptıkları da ortada. kimse bunlara itiraz etmiyor. fakat atatürk’ün yaptığı herşey doğru olacak diye bir kaide yok. örneğin dil devrimi, maalesef, aşağı yukarı 1000 yıllık birikimi çöpe atmıştır. burada arapçayı övme türkçe’yi küçümseme çabası içinde değilim. ki zaten arap harfleri kullanılıyor olsa da, kullanılan dilin yine türkçe olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız.
öte taraftan cumhuriyetimizin 85.yılını kutlamaya yaklaştığımız şu günlerde ve bundan öncesinde yaşanılan rejim tartışmalarında gördüğümüz gibi; atatürk’ün ortaya koyduğu, fakat onu takip edenlerce ideolojiye dönüştürülen şeylerin bütününün, toplumun önemli bir kesimi tarafından kabul edilmemekte ve yapılan devrimlerin bir yerde başarısız oldukları ortada.
kemalizm denilen şeyin sonsuza dek ülkenin ideolojisi olarak kalacağını söylemek, çok saçma, gerçeklere tamamen aykırı ve hiçbir dayanağı olmayan batıl bir tahayyülden ibarettir.
madem konumuz atatürk dinden bahsetmemek olmaz, değil mi? zaten atatürk ile ilgili her tartışma ve tespit, belli bir noktadan sonra dine dayanır. filmin koptuğu noktada ise, sorun ne atatürk’tür ne de dindir. hep söylerim: biz kültürsüz bir milletiz (bu tespiti ahmet turan alkan da yapmıştı). tartışmanın adabına uymaksızın, sadece tarafgirlik ile hareket etme veya duyduğu,gördüğü herşeyin doğru olduğuna (özellikle konu atatürk ise) kesinlikle inanma hastalığı var çoğumuzda. ben atatürk’ün imanı ile ilgili birşey söylemeyeceğim. bu tamamen onun meselesi çünkü. fakat yaptığı veya yazdığı birtakım şeylerin tamamiyle islam’a muhalif olduğunu herkesin bilmesi gerekir.örneğin ezan. ezan dünyanın her yerinde arapça okunur. bu islam’ın bir şeairidir (işareti,alameti). siz bunu kalkıp Türkçe yapıyorsunuz. bu islam’a karşı devrim olmuyor da, arapça aslına çevrilince mi karşıdevrim oluyor? peki 1000 yıldır bu ezanı arapça okuyan ve dinleyen milyonlarca insan aptal mıydı? hiç sanmıyorum. ayrıca cumhuriyet döneminde, çoğu caminin kapatıldığı veya ahıra çevirildiği ile yüzleşmek neden bu kadar zor geliyor? ayasofya’nın kapatılması meselesinden bahsetmeyeceğim. fakat caminin vakfiyesinde, fatih sultan mehmet’in bu camiyi kapatana lanet okuduğu bir gerçek.
afet inan imzasıyla yayınlanan o meşhur kitapta (Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları) yazılanlar ise ortada. “Hz.Muhammed (asm)”‘e “Muhammed” diye hitap edecek, hatta bundan daha vahimi “arapoğlu” diye bahsedecek bir düzeysizlik var:
bunlar atatürk’ün kaleminden çıkan şeyler. ne benim ne de bir başkasının uydurup servis ettiği şeyler değil. can dündar’ın yazısından aldığım bu satırlardan sonra, yine can dündar’ın bir başka yazısındaki tespitle devam edelim:
bu yazının tamamı burada:
http://www.milliyet.com.tr/2006/10/30/yazar/dundar.html
ki gelen her genelkurmay başkanı’nın dinin referans alınmayacağını söylemesi, öte taraftan bir cumhurbaşkanının şarkı içinde geçse bile Allah demekten çekinmesi vb. şahit olduğumuz şeyler bence son alıntıdaki tespitin eseri.
ayrıca hatırlayalım; atatürk’ü tanrı, anıtkabir’i kıble edinenler yok değil. en son cumhuriyet mitinglerinde okunan bir şiirde atatürk’ün, Allah tarafından bu millete gönderilmiş bir peygamber olduğuna vurgu yapılıyordu.
neyse. bu mesele böyle uzar gider ve sonu yoktur.
son söz: atatürk bahane sömürü şahane.
Yazan:sadık Tarih: Eyl 14, 2008 | Reply
İlginç bir yaklaşım doğrusu
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Eyl 14, 2008 | Reply
Atatürk iyi bir ilac olmus olsaydi belki bizde ellere benzerdik ama maalesef öyle degil.Insanlara Atatürk ne getirdi? Insanlara Komünizim ne getirdi? Rusyada halen zenginler zengin fakirler daha fakir. Seriat Irana ne geitrdi? Iranlilarin cogu ac ve orda insanlar serbest degil..hersey zorunlu yaptiriliyor. Sonucta Komünizm ,Seriat ve Kemalizm denilen rejimlerin arasinda bir fark yok, hepsi baski altinada uygulaniyor. Türkiyede olan Kemalizmden sadece elinde silah olan ordu ve Kemalist takimlar faydalaniyor…yoksa neden halkin %47 Kemalizimi istemeyen bir partiye oy versin.Kemalizim geri kalmisligin simgesidir.
Yazan:Muzaffer Kazim Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply
Demokratik hakların kullanılması adı altında … ve Ulu Önder ATATÜRK’Ü yıpratma amaçlı yapılan eleştiri, söylem ve faaliyetlere karşı hassas olunmalıdır. Dikkat ediniz lütfen, kirmizi cizgiler asilmis burada.
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 6, 2009 | Reply
Bazı arkadaşlarımız Atatürk,Cumhuriyet,Kemalizm bu ülkeye ne getirdi diye sorabiliyorlar.Ben burada bu arkadaşların sorusuna detaylı cevap vermeyeceğim.Şu an yeterli vaktim yok.Onlara sadece Atatürk’ün devrimlerini,ilkelerini iyice araştırmalarını,okumalarını tavsiye ederim.Çoğu,askeri darbelerle Atatürkçülüğü,Kemalizmi bir tutuyor.Bu bilimsel olmayan,oldukça yanlış bir görüş.Tam tersine askeri darbelerin en fazla Kemalist düşünceye sahip gençlere,siyasetçilere zarar verdiği ortadadır.Ayrıca Kemalizm,Batı icadı değildir.Türk Milleti’nin milli hislerinden doğmuştur.Atatürk,Afet İnan’a yazdırdığı “Medeni Bilgiler” kitabında ise dini ve İslam’ı değil;din ve İslam adı altında sergilenen bağnazlığı,Türklerin iman duygularının sömürülerek yaratılan geri kalmışlığı eleştirir.Dikkat ederseniz o el yazmalarında ne Allah’a,ne dine ve İslam’a ne de Hz.Muhammed’e bir hakaret var.Kaldı ki o tarihlerde de bugün de pek çok akademisyen,bilim adamı Hz.Peygamber’e Muhammed der.Birine saygı duymak için illaki onun adının başına bazı unvanlar getirmek gerekmez.
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 7, 2009 | Reply
Ayrıca toplumun önemli bir kesiminin devrimleri kabul etmediği yazıyor.Toplumun önemli bir kesimi dediğin kitle malesef çağdışı Vahabi tefekkürünün temsilcisi.Ben burada aynı coğrafyayı paylaştığım bir kitleyi fikirlerine tamamen karşıt olsam da asla hor görmem;ancak bu onlara “devrimler” konusundaki düşüncelerim gereğince omuz vereceğim anlamına da gelmesin.Bir daha yazmakta yarar var.Ne demek devrimler toplumun önemli bir kesimi tarafından desteklenmiyor?Evet,Atatürk’ten,Cumhruriyet’ten ve devrimlerden hoşlanmayan bu ülkede -malesef- epey kişi var.Bunun sebebi gayet açık.Çünkü Atatürk bu aydınlanmamış,cahil,eğitimsiz kitlenin “din,iman” adı altında çıkarlarına kolayca, kısa zamanda ulaşabileceği en büyük engel.Çünkü dinin sadece kişisel,özel hayatla sınırlandırılması gerektiğini ileri süren bir doktirini var ki akılcı ve doğru olan da bu.Bunu bize sadece Atatürk değil,tarih söylüyor.Biliniz ki toplumun önemli bir kısmı dediğiniz kitle bölücü,şeriatçı basının,siyasal oluşumların psikolojik operasyonlarla şişirdiği,sadece 22 Temmuz’a dayandırdığı sanal seçim istatistiklerinden ibaret.AKP yüzde 47 ise karşısında AKP’ye muhalif yüzde 53lük bir temsilci grup var.Hele hele 29 Mart’ta AKP’nin oylarının iyice eridiğini de hesaba katın.Kim devrimleri benimsemiyor?Sadece seçmen kitlesine dayanarak yüzdek 47 Kemalizm’e karşı diyemezsiniz.Birincisi bu tespit bilimsel,sosyolojik değildir,ikincisi Kemalizm devletin kurucu paradigmasıdır.Üçüncüsü seçime giremeyen Atatük sevgisiyle donanmış milyonlarca çocuk(ergen),genç var.CHP’nin yüzde 20’nin üzerindeki etkisini nasıl yok sayabilirsiniz?Ya MHP’nin,DP’nin ve diğer partilerin.Türkiye sadece AKP’den ibaret değildir Beyler.AKP’nin politikalarına karşı olmak suç değildir;çünkü bu demokratik haktır.Ama Atatürk’e,Cumhriyet’e,Devrimlere,İlkelere karşı olmak suçtur,hem de Anayasal suç.Biri demokratik hak,diğeri ise “demokratik-laik” sistemin ana hattı olduğu için..
Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Ağu 7, 2009 | Reply
Tahsin Bey, Kusura bakmayin ama Mustafa Kemalin kurdugu CHP nin basarisiz oldugu icin AKP %47 oy alip 8 senedir cok basarili sekilde ülkeyi yönetmekte.Mustafa Kemalin Türkleri zorunlu batilastirma ve Kürtleri Türklestirme girisimi bosa cikmistir.Sözde Ulu Ata’dan ne kaldi!!!!Ancak bozuk bakisli heykelleri var sagda solda.
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 7, 2009 | Reply
Korkusuzca,saygısızca hakaret ettiğiniz şahıs Dünya’nın bütün ileri gelen düşünce,siyaset kurumları tarafından 20.asrın en büyük askeri,siyasi dehası seçildi.Ayrıca geçip giden zaman Mustafa Kemal’in ideallerinin ne denli değerlendiğini daha da iyi gösteriyor.Sizin İslam coğrafyasındaki diğer devletlerin iç politikadaki durumlarından haberiniz yok galiba?Ayrıca şu “yüzde 47” edebiyatını bırakın.Siyasal partilerin her genel-yerel seçimde oyları artabilir,eksilebilir.Siz bu “yüzde 47″‘ye dayanarak kendi fikirlerinizi,inançlarınızı sizin gibi düşünmeyenlere dayatamazsınız.Demokrasi,çoğulculuktur.Çoğunluğun azınlığa tahakkümü değildir.Öte yandan bu yüzde 47 geride bıraktığımız iki yılda epey indi.29 Mart seçimlerininin sonuçlarından haberiniz yok galiba?Ayrıca nufüsü 80 milyona yaklaşan bir ülkeden söz ediyorsunuz.Yalnızca seçmen niceliğine bakarak “Halkın tamamı AKP’den yana” deyip,bu tanımı da “milli irade” diye sunamazsınız;çünkü milli irade geniş bir politik yelpazedir,bu yelpazenin içinde AKP’de vardır,CHP’de vardır,MHP’de,DP’de bulunur,diğer partiler de…Bu çoğulculuk da Kemalist Devrimler sayesinde bu halka,ülkeye kazandırılmıştır.Kemalizm,gerileme değildir.Gerileme olmadığı gibi tam tersine gericiliğe karşı verilmiş destansı bir mücadeledir.Lütfe,biraz tarih okuyun.O vakit Atatürk’ün Batılılaşmayı değil çağdaşlaşmayı arzu ettiğini,bunu da halka dayatarak yapmadığını “seçilmiş” milletvekilleri aracılığıyla meclisten yasalaştırarak geçirip uyguladığını görürsünüz.Atatürk’ün Kürtleri baskıyla Türkleştirdiği savı ise gayri resmi tarihin iftiharla attığı bir palavradır;çünkü “Ne mutlu Türküm” diyene sözü bu yurttaki herkesi kapsar.Irki bir benzetme,dayatma yoktur.Kültürel entegrasyona dayanır.Son olarak AKP başarılı bir şekilde ülkeyi yönetiyor diyorsunuz.Hayır,kesinlikle katılmıyorum.Kime göre?Neye göre?AKP’nin ülkeyi ne denli başarılı yönettiğini ekonomik kriz karşısındaki çaresiz çırpınışlarından,finansal sıkıntılara reel bir çare bulamayışlarından çok ama çok iyi kavrıyoruz.İşsizlik rakamları Cumhuriyet tarihinin en kabarığı.Bütün matematiksel veriler ortadayken hala kalkıp bu hükümet nasıl başarılı dersiniz?Evet,demokrasiyi ve milli iradeyi “parmak hesabından” ibaret görmekte çok başarılı.Gerçekten!
Yazan:Ali Duman Tarih: Ağu 8, 2009 | Reply
Yaşasın ki bu kemalistler bizi çok partili osmanlı sultanlığından, tek partili kemalist diktatörlüğe terfi ettirdiler, 27 yıl zaten sadece chp vardı, sonrasında ise chp’nin türevlerine izin verildi, yani kemalist olmayana izin verilmediğinden 24 adet parti kapatıldı, ülke parti mezarlığına çevrildi, 25 nci kapatma ise yolda, papatya falındayız, fal akp’ye mi çıkar yoksa dtp’mi sonbaharda belli olur zira, aksi süpriz olur ki, bizde zaten normal hayat süprizdir.
chp türevlerinden partiler yarat, vur birini diğerine hepsi aynı, kürt çözümüne bugün dahi geçerli çözümler üreten TİP’
Yazan:Ali Duman Tarih: Ağu 8, 2009 | Reply
kapatmak için 12 mart darbesini yap, 12 eylül faşist darbelerini yap, 28 şubat büyük soygun darbesi (16 banka hortumlamasını) yap, sonrada çık büyük kemalist devrimlerden sözet, hadi yaaa…
ne kemalist devrim ve devrimcilermiş ki, yaptıklarına devrim dahi demeye korkup, “inkilap” dediler.
devrim kelimesinden dahi korkan kemalist devrimciler, ne devrimmiş, ne kemalizmmiş pes be pes….
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Ağu 9, 2009 | Reply
Akp ye veren %47 lik kesiminde çok farklı sebeplerle akpye oy verdiğini göz önünde bulundurmamız gerekir. Hatta Akp bile Atatürk devrimlerine karşı bir parti olduğunu hiç bir zaman belirtmemiştir. Tayyip beyin ve Abdullah Gül’ün Atatürk’e karşı herhangi bir sözü olmadığı gibi saygılarını sundukları anlar olmuştur. O sebepten coşupta AKP %47 aldı Atatürk’ün devrimlerinin çöpe atılma vakti geldi demek saçma olur. Kaldıki Atatürk’ün en çok üzerinde durduğı konu sürekli çağdaşlaşmadır. Bu çağdaşlaşma kendi kurduğu sistemide kapsar. Diğer yandan Atatürk sonrası CHP tarafından yapılanlar yüzünden Atatürk’ü sorumlu tutamayız. Bu Müslüman dünyasının bu halinde Hz Muhammed’i sorumlu tutmak gibi birşey. Üstelik bazılarının hiç hoşuna gitmeyecek bir gerçek olsada şu anda o büyük demokrasi adımlarını atan süper hiper büyüyen geleceği parlak olduğu iddia edilen ülkenin kurucusu da Atatürktür. Tabi bu Kemalist kesimin yaptığı yanlışları haklı çıkarmaz.Osmanlı sultanlığı çok partili Meclisin iradesi ne zaman Padişahtan üstün olmuş ki Demokrasi olmuş diyelim.
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 10, 2009 | Reply
“Çok partili Osmanlı Sultanlığı.” Hem çok parti,hem de Sultanlık!Vay be,demokrasimiz açısından ne denli büyük bir gelişme göstermişiz tarihimizde!Ali Bey,kavramları birbirine katıp çarpıştırarak sadece komik duruma düşüyorsunuz.Ayrıca darbeleri Atatürk mü yaptı?Ya da Atatürk mü millet egemenliğini hiçe sayarak askeri darbe yapın dedi?Madem Kemalist devrim bir nevi tekilciliğe yol veriyor;o halde çok partili demokrasiye geçtiğimiz 1946’dan beri nasıl oluyor da Menderes’ten,Ecevit’e,Ecevit’ten Erbakan’a bu Devleti farkı fikirdeki şahıslar idare ediyor,edebiliyor?Askeri darbe berbattır,nefret ederim.Bu denli açık konuşuyorum.Bununla beraber “demokrasinin” arkasına sığınarak ülkeyi geriye götürenlere de pek sıcak bakmam.