Derin Devletin Politik Teolojisi
By Sever Isik on Eyl 19, 2008 in Demokrasi, Ergenekon Nedir?
Türkiye’nin “derin” politik pratiğini yaşayarak tanıyanlar ile okuyarak öğrenenler, gündelik siyasete kendini dayatan siyaset üstü bir müesses nizamın/derin devletin” varlığını ve bu varlığının “tarihsel tezahür”lerini bilirler.
Müesses nizamı/devleti ve tabiî ki milleti çekip çeviren siyasal akıl/hikmeti hükümet teolojik karakterlidir. Bu siyasal akılın “siyaset etme” biçiminin en büyük kutsalı; devlettir. Çünkü devlet ve onun etrafında dönem kavramlar teolojik karakterdedir. Onun adına hüküm icra edenlerde kutsal bir vazife icra ettiklerine inanmaktadırlar. 20.yüzyılda “politik teoloji” kavramını aktüalize eden meş’um hukuk ve siyaset felsefecisi Carl Schmitt’tir. Bu yazıda Schmitt’ in bu konudaki “devletin doğası” ve “egemenlik” ile ilgili analizlerinden faydalanılmıştır.
Politik Teoloji, dindeki kavramları tepetaklak ederek “kutsallık hiyerarşisi”nin başına devleti yerleştirir. Reel ve politik olanı ahlaki ve ideal olana önceler, devletin yaşaması söz konusu olduğunda bu “kendinde “iyi” amaç” tüm araçları meşru kılar; bu düşüncenin özlü ifadesi şudur; “söz konusu olan vatansa/devletse gerisi teferruattır.” Mustafa Kemal’e izafe edilen bu söz, ki ister ona ait olsun, ister olmasın, devlet algısının nasıl bir “siyasal teolojiye” dönüştüğünün veciz ifadesidir. Devletin yokluğu tüm düzenin çöküşü ve mutlak kaos demektir. Bu algılamada devlet Tanrısal olanın yerine geçer. Artık devlet metafizik bir kurumdur. Tıpkı Tanrı’nın doğaya yasalar yerleştirmesi gibi devlet de topluma yasalar koyar ve teolojik algıda Tanrı’nın sağladığı ve teminatı olduğu doğal düzeni, seküler modern siyasi algıda devlet temin eder. Ve nasıl ki Tanrı mucize yolu ile doğal yasayı askıya alıyorsa; devlette olağan üstü hale “karar” vererek yasayı askıya alabilir. Almalıdır. Çünkü Schmitt’in formülasyonu ile “egemen olmak, istisna olana karar vermek demektir.”
Politik aklın, hukuku aşan “istisnai” “karar”larının uygulandığı siyasal coğrafyada devletin sahip olduğu devasa meşru şiddet tekelinin elinde bulunduran kurumlar, hem sözün hem de silahın sahibi olarak sivil toplumu/milleti sevk ve idare etmektedir. Yani “siyasal beden”/devlet ve onun sahibi olduğu “makro iktidar” odakları, zihin imal eden enformatik ve pedagojik, “ideolojik savaş aygıtları”nı kullanarak “rıza üretimi” yolu ile tebaanın ruhlarına uzanmaktadır.
Yine kutsal devlet, otoritesine karşı herhangi bir teşebbüste bulunan, günah işleyen mücrimleri bedenlerinin tutuklaması ve yok edilmesi dahil bir çok cezaya duçar eder. Gaflet ve delalet içinde olanları irşad etmek, beden ve ruh sağlığına kavuşturmaya çalışmakta yine devletin görevidir. O tebaasını yalnız bırakmaz; daima gözetleyici ve terbiye edici olarak onlarla beraberdir.
Devlet-i ebed müddet düşüncesi de bu kutsal devlet anlayışını besler. Devlet bir sözleşme, bir konsensüs sonucu oluşmuş bir kurum değildir. Devlet ontolojik olarak insandan/milletten önce gelir ve kendide varlık/entite olarak tek tek bireylerin iradelerinin toplamının ötesinde bir “şey”dir. Devletin, ebed müddet yaşatılması ve uğruna daima kurban verilmesi gerekir. Kan devletin mülkünü kutsar. Onun için can alıp vermek, vurmak ve vurulmak şereftir/sevaptır.
…
Politik teoloji karakterli bu devlet aklı, halk iradesinin tezahürü olan parlamentoya güvenmez. Parlamentonun daima gaflet ve delalet, hatta hıyanet içinde bulunması muhtemeldir. Çünkü parlamento, en nihayetinde bir aritmetiktir ve vekiller çıkar gurupları tarafından manipüle edilmeye açıktırlar. Her kafadan bir sesin çıktığı, tartışan bir liberal bir parlamento olağanüstü durumda gerekli ivedilikte “karar” alamaz. Demokrasi “ayak bağına” dönüşür.
Türk siyasal aklının en güçlü ircasısı olarak askeriye ise parlamentonun aksine daima “en güvenilir!” kurumdur. Çünkü hiyerarşi içinde tartışılmaksızın kesin olarak “olağan üstü hale/krize” karar verilir ve bu krizi aşmak için yapılmazı elzem olan “tedbirler” otorite tarafından behemehal emredilir. Bu yasaların özelliği siyasal olmasıdır. Onların bilisel olması ve herhangi bir hakikate dayanması gerekmez. Çünkü, “yasayı yapan otoritedir, hakikat değil.”
28 şubat’ta görüldüğü gibi kudretli çevik general araştırma dışı görüşleri kendisine hatırlatılınca, “Sosyolojinin kararlılığımızı engellemesine kesinlikle izin vermeyeceğiz ” demişti .
Türkiye politik olanı önemli oranda askeri akıl belirler. Siyasal aklın içeriği “politik olan”ın ne’liği önemli ölçüde askeriye tarafından doldurulmaktadır. “Askeri akıl” politikleşmekte ve çoğu kez politika ile bütünleşmektedir. Sivillerin ve sivilleşmenin aleyhine olan bu yayılma yine çoğu kez sivillerin yardımıyla gerçekleşmektedir. Kısaca askeri akıl, politikleşirken; sivil akıl! askerileşmektedir. Sürekli “darbe davetiyeleri” söylediklerimizin kanıtıdır. Darbeler “krizi/olağanüstü” aşmaya yönelik “egemen olanın” bir “karar”dır.
Modern Türk siyaseti Osmanlı son döneminin tecrübesi ile “korku merkezli bir politik bilinç altı” geliştirmiştir. Avrupa’dan, özelikle Balkanlar’dan, geri çekilme/çekilmeye zorlanma ve üzerinde egemenlik kurulan küçük Asya’daki demografik yapı ve egemen seküler akide; Atatürkçü, laik, üniter cumhuriyet ve bunun ardındaki 19.yüzyıl aydınlanmacılığı modern Türk siyasal aklının “dost ve düşman” kategorilerinin güçlü çizgilerle belirlemiştir. Düşmanların tehlike sıralaması tarihsel olarak değişebilir; azınlıklar, solcular, Kürtler, İslamcılar. Yine müesses nizamın hukuk dışı/üstü yapıları da tarihsel olarak değişik isimler ile tezahür eder; Teşkilat-ı Mahsusa, Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, Jitem, Ergenekon.
Yukarıda bahsettiğimiz korku merkezli politik bilinçaltının sonucu olarak devlet daima tehlikededir ve daima zinde güçler tarafından kollanıp korunması gerekir. Bu yüzden tetikte/teyakkuzda olmak ve “sürekli kurtarıcılık” Türk siyasal aklının/derin devletinin vasıflarındandır..
“Tehlike” anında devlet yaşamak veya “birlik ve bütünlüğü”n sağlamak için “kanun öznesi ve efendisi” olarak onu ilga eder, askıya alır. Rutinin dışına çıkar. “Hukukun çözemediğine karar verir.” Bu ‘karar normatif bağlardan azadedir”. Bu hukuk dışı anlayışın icrası neticesi gelişen bir halkın toplu sürgünü, azınlıkların tasfiyesi, asimilasyon, toplu göçler, fail-i meçhuller, sürekli darbe ve muhtıralar ile siyaset ve hukuk kalbura çevrilmiş, sosyolojik ve demografik yapı herc ü merc edilmiş ve Talan ekonomisi prim yapmıştır.
Tüm bu ameliyeler bir hukuksuzluklar tarihi ve politik bir inancın sonucudur.
9 Yorum
Yazan:fuatogl Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply
Sever bey, ufak bir eleştirim var. Bence sebebleri aşırı üst-yapısal bir düzlemde kurguluyorsunuz. Dolaysıyla bu kurgu üzerinden yapılan bir analiz önemli gerçekleri es geçiyor. Her bilimde olduğu gibi, sosyal bilimlerde de ortaya çıkan fenomenlere yapılan açıklamanın mümkün olduğunca, diğer fenomenlerle kurabileceği en geniş ilişki ve korelasyonu gözetmek gerekiyor.
Böyle/bu tarz bir politik inanç yada eğilimin insan ilişkilerindeki kökeni nedir ona bakmak gerekiyor.
Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, Jitem, Ergenekon, yeniden yapılanma öncesi darbeler vs. tek başına politik kültür/inanç/gelenek bağlamında anlamlandırılamaz. Bunlar tali kısmıdır. Bu şekilde bakınca, Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, Jitem, Ergenekon gibi yapıların bizzat kapitalist sistemin öz-karakteristik özellikleri olduğu gibi çok önemli bir “ayrıntıyı” kaçırırız. Ve tamda böyle olduğu için, dünyanın çok farklı ülkelerinde, aynı dönemde benzer yapılar çok sistemli bir şekilde belirmiştir. Bu fenomene yapılacak bir “politik teoloji” açıklaması açıklayıcılıktan uzak olacaktır diye düşünüyorum. Bu olayların arkasında kazma kafalı, bir türlü “demokrasi” den nasibini alamamış kötü adamlar değil, belirli çıkarları olan bir sistem ve bunun ürettiği gayet bilinçli bir strateji var.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply
Fuat Bey
Her yazı en nihayetinde bir perspektifin ürünüdür. Elbette konu bir “reel-politik çerçeve”de ele alınabilirdi. Ama zaten bu yeterince yapılmıyor mu? Bizler ve toplumun çoğunluğu bu gayri-insani ve gayr-i hukuki sürecin arkasındaki çıkar çatışmalarının farkındayız.
Ama konuyu “kapitalizmin kötülükleri” çerçevesinde değerlendirirsek, kapitalin dışında kalan, ondan pekte nemalanmayan insanlarımızın seve seve bu işlere iştirak etmesini, can alıp can vermesini nasıl açıklayabiliriz.
Bir diğer nokta yazıda da değindiğim gibi derin devletin/hikmet-i hükümetin ve onun “siyaset etme biçimi”nin “soğuk savaş” öncesine uzanması. Onun için Teşkilat-ı Mahsusa’nın adını andım.
Türkiye’deki ölümü kutsayan bu “seküler politik kültür” salt soğuk savaş döneminde kapitalist blokun “sosyalizm tehlikesi”ne karşı örgütlediği Gladyo’ya indirgenemez.
Derin devleti ve onun doğruluğundan şüphe edilmez, sorgulanmaz icraatlarını/imanını “Türk siyasal aklı” çerçevesinde okumak gerekir. Daha önce yazdığım “Ergenekon…Türk Siyasal aklı ve Hikmet-i Hükümeti” başlıklı yazıda bu konuyu biraz daha açık ahale getirebilir; ki, iki yazı bir birinin devamı olarak okunabilir.
Yazan:snibe Tarih: Eyl 19, 2008 | Reply
Osmanlının son döneminden bu güne, hatta Osmanlı içindeki devlet yapısına bakıldığında, ya devlet başa ya kuzgun leşe anlayışı hakim değil midir? Ulul emre itaatin, devlet yapısına entegre edildiği ve tek adam psikolojisinin yansıması olan bu süreçte, devletin kutsanması ve ona metafizik bir alan yaratılması hep bu gücün korunması adına gerçekleştirilmemiş midir?
Aslında çerçeve genişletilirse, Avrupa’da da devlet fetişizmini görmek mümkün.Kral ve kilise, Padişah ve halife… Kısaca tüm uluslarda, güç kullanımının meşrulaştırılması için dinler kullanılmış ve seküler-kutsala yapılan her aykırı duruş, günah gibi bir telakkiyle insanların bilinçlerine endoktrine edilmiştir.(Bunun, modern Avrupa’da sekülerleşen hayat anlayışıyla farklılaştığı ve insan için devlet yapısının öne çıktığı görülür)
Ülkemizde, insanları devlet için gören bu zihniyette, (KORKU siyaseti ile_bölünme, birlik,koruma) insanların her türlü illegal hükmü legal halde algılanması için,devlete bu yetki doğaüstü bir alandan verilmiş şeklinde değer buldurulmuştur, hatta yetmemiş, devletle arada bir aile/kan bağı olduğu varsayımından yola çıkarak devlete baba rolü biçilmiş, babaya karşı çıkılmaz(yine dini argüman) anlayışı ile insanlar bir kez daha bu algının sınırlarına hapsedilmiştir.
Aslında dinin yerine devletin konulmasından öte, bu toplumda dinin devlet ideolojisi için kullanıldığını, yeri geldiğinde baş tacı yapılıp(devletin bekası için, ebediyete! kadar yaşayacak devlet algısı için), yeri geldiğinde de devlet algısının üstüne çıkmaması için baskılandığı kanaatindeyim.
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply
Biraz katkı, biraz konuyu genişletme, biraz da “fuatogl” isimli arkadaşa cevap mahiyetinde meseleye dahil olayım.
Konunun tılsımlı veya merkezi ifadesi şu:
“korku merkezli politik bilinçaltı”
Bu bilinçaltını oluşturan temel kavrayış/yaklaşım, Atatürk ile ilgili resmi/askeri görüşte kendini gösterir. Herkesin (en azından askerlik yapmış erkeklerin) bildiği üzere Atatürk, “en iyi komutan”, “en iyi siyasetçi”, “en iyi devlet adamı”, “en…..” diye devam eden tüm alanlardaki büyüklük nispetini şahsında cem edecek şekilde kabul edilmiş/inanılmış olmasıdır. Bunlardan ibaret de değildir ve en çarpıcı ifade şudur: “en büyük insandır”. İşte kavrayışın temel karakteristiği bu cümlede/tanımlamada kendini ele verir.
“En büyük insan” tarifi, kim için kullanılırsa ona “Risalet/Nübüvvet” atfetmektir. Kemalistlerin alamet-i farikası cahillik olduğu için bu ifadenin böyle bir neticesi olduğunu anlamayabilirler. Fakat ortaya çıkan netice budur.
Bu kavrayış, Atatürk’ü doğaüstü bir konuma oturttuğu için “Atatürk cumhuriyetini” de seküler anlayışa muhalif olarak kutsar. Kutsanmış olan sorgudan azade hale geldiği için hem hukukun hem ilmin hem fikrin ve hem de aklın üstüne çıkar. Bunların üstüne çıktığı gibi aynı zamanda tüm bu sayılanların “kaynağı” haline gelir. Kaynak tali veya müştak olan tarafından sorgulanamayacağı için, hukuk ona tabi olmalıdır.
Diğer taraftan, en büyük insan olduğu kabul edildiğinde, bu ülkede hiçbir zaman Atatürk’ten daha büyük bir insan gelemeyeceği ön kabul/iman olarak kendini gösterir. Atatürk’ten daha büyük insan doğmayacaksa, Atatürk’ün yaptıklarını ileri götürmek kabil olmayacaktır. Ülkenin neden ilerleyemediği anlaşılıyor mu?
Osmanlı padişahları ile ilgili bilgi verilirken bir sonraki bir öncekinden daha büyük devlet adamı derler. Bu durum yükseliş dönemi için böyledir. Sonraki gelen öncekinden büyük olduğu için Osmanlı devleti/medeniyeti büyümüş ve ilerlemiştir. Ne zaman ki sonrakiler öncekilerden küçük adam olmaya başlamışlar Osmanlı gerilemeye/çökmeye başlamıştır.
Kemalizmin ülkenin ilerleme ve gelişmesine neden engel olduğu bu noktada anlaşılır hale gelmektedir. Atatürk’ten büyük adam yetiştirmeye başlamadan ülkenin ilerleme ve gelişmesi imkansızdır. Fakat Atatürk’ten daha büyük adam yetiştirmek bu ülkede ne mümkün. Milyonluk orduyla üzerinize yürürler.
Ülkenin “UFKUNUN” bir insana bağlanması, o ufuk içinde debelenmekten başka nasıl bir alternatif oluşturabilir ki?
İşte “korku merkezli politik bilinçaltı” bahsi, Atatürk ile ilgili bu kavrayış tarafından üretimektedir. En büyük insan kabul edildiğinde söylenebilecek ne kalır ki?
Bu anlayışın ortaya çıkardığı bir noktayı özellikle teşhis etmek gerek. Bir insana böyle bir büyüklük atfetmek, “zeka”nın kabul edebileceği bir vaka değildir. Fakat burada bahsi edilen zeka, anlaşılacağı üzere “yüksek zeka” veya “deha” dır. Dolayısıyla hiçbir deha, Atatürk’ü o vasıfla kabul etmez. Zekanın tabiatına zıttır bu teklif. Şimdi anlaşılıyor mu, kemalizmin “deha kontenjanının” neden olmadığı… Kemalistlerin “orta zeka” sahibi vatandaşlardan oluşması tesadüf değil yani…
Yazan:serhat Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply
derin devletteki ler
kim turgut özal neden öldürüldü kim öldürdü bu devlet kimi öldürmeyi planlıyor
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply
Benim yapmaya çalıştığım “derin devlet”in “iktidar etme biçimi”nin nasıl bir kusallık ile sarmalandığını ve nasıl kendinden meşruiyet devşirdiğini izah etmekti.
Geçmişteki uygulamaların kimler tarafından yönlendirildiği az-çok bilinmekte.
Bugünkü isimleri ortaya koymak bizim göremiz değil.Onun için ergenekon iddianamesine bakmak bazı ipuçları verebilir.
Yazan:fuatogl Tarih: Eyl 30, 2008 | Reply
Haki bey,
bana yorumunuzun neresinde cevap verdiğinizi tam olarak anlayamadım, üstüme alınacak birşey bulamadım açıkcası. Onun yerine ben sorayım:
Şimdi bu kulağa hoş geliyor, anlatım olarak da eğlenceli filan. Peki bunun gerçek hayatta bir karşılığı olduğuna gerçekten inanıyormusunuz?
Cumhuriyet projesinin bir ilerleme sağlamadığını iddia edecek değiliz herhalde bu saatten sonra. Yarı feodal bir imparatorluktan öyle yada böyle, yukarıdan aşağıya devletçilik eliyle de olsa bir kapitalizmin ortaya çıkması, burjuvanın ortaya çıkması kolay kolay geriye gidiş, yerinde sayma vs. olarak adlandırılamaz zaman ve mekanı “yerinde” düşünürsek. Şüphesiz bu dönem bir ilerlemedir. Ama nereye kadar? Sonra ne oldu?
Yukarıdan aşağıya kapitalizm kurmaya girişmişseniz eşitsiz gelişen bir dünyada – ve zaten geri kalmış olmanızdan – mecburen bunun bir bedeli olacaktır. Bunun için seferber ettiğin/yarattığın aygıt da gelişen düzenle beraber gelişecek güç sahibi olacaktır. İşte karşımıza sivil/asker bürokrasi burada çıkıyor. İktidarın yaratılıp yürütülmesinde o kadar çok ayrıcalık elde etmiş bu zümreler elbette gün gelecek referans olarak çıkış noktalarını alacaklar, pozisyonlarını buradan doğru yeniden üretecekler, başka ne yapabilirler ki? Şimdi birde bunun karşısında feodal ilişkilerden gücünü alan bir siyaseti de düşünürsek bizim akıl almaz çarpıklıktaki ülkenin durumu çok daha iyi anlaşılır. Ve “demokratik” diye andığımız batı ülkelerinde bu, ve hemen önceki dönemlerde neler yaşandığını, hangi zeminlerden yükselen hangi çatışmaların olduğunu, bizde neden olmadığını, “sol zaten yüzde 0.000” diyenlerin aslında ne gibi bir durumla karşı karşıya oldukları daha iyi ortaya çıkar. Misafirim var, kesmek zorundayım şimdilik…
Yazan:Hasan Tarih: Eki 27, 2008 | Reply
Derin devletin icaatları herkes tarafından bilinmekte ama iş eteklerindeki oryata dökmeye geldişğinde herkes kaçışıyor. çünkü kir herkese bulaşmış.herkes derin uçurumun kıyısından şöylecede olsa geçmiş.
Bence derin devlet karlı bir iş organizasyonu.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Nis 22, 2009 | Reply
Krize Muthis Keynesyen Oneri: Genel Bombardiman!
ABD AB yonetimleri, ekonomik krize hala eski Keynesyen gözlüklerle bakıyor, büyük harcamapaketleriyle çözüm onerileri, şirketleri kurtarma planlari yapiyor. Krizi boyle sirket kurtarmalarıyla ve Keynesyen yontemlerle asma yöntemleri, beraberinde hukuki ahlaki zafiyetleri de getiriyor. Cunku, matematik geregince, herkesi kurtaramiyorlar.En basta, yatırımcılar ve şirket yöneticileri, “nasil olsa kurtarma paketleri var” rehavetiyle,artik yaptıklarıyla ilgili hiçbir sorumluk üstlenmiyorlar. Onların yanlis organizasyon ve yatırım kararları, uretim, urun gelistirme ve piyasalara urun sunma sorunlari ve devlet kaynakli, korumaciliklar, agir vergiler ve diger mali yukler sonucunda ortaya çıkan zararlar,yine devlet bütçesinden karşılanmis olacak.
http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/04/buyuk-krize-muthis-keynesyen-oneri.html