Aşk Bir Sureti Tek Başına Yaşatmaktır… Aşktan Narkissos’a
By Suzan Nur Basarslan on Eyl 20, 2008 in İnsan
“Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum”[1]
Bazı kelimeler vardır, söyledikçe anlam kaybına uğrarlar bellekte, bazıları da vardır ki, tekrar ettikçe ayrı bir anlam kazanır, damağınızda/dimağınızda lezzet bırakırlar. Aşk gibi, İstanbul gibi… ve her nedense shadow gibi…
“Önce aşk vardı. Gökler kat kat kurulmamış, yeryüzü kadem kadem örülmemişken, aşk vardı. Ay gecede saklanmadan ve gölge güneşe nikahlanmadan, aşk vardı. Dağlar yerin boynuna gerdanlık gibi takılmamış, yıldızlar gökyüzünde billur avizeler gibi yakılmamıştı ve aşk vardı. Hava suyla dertleşip toprak için ağlamamışken ve su toprakla bir olup ateşe kin bağlamamışken, aşk vardı… Kaderi heceleyen mühürlü defterden ve üzerine ant içilen kalemden önceydi O. Önce yoktu ve aşk vardı…”[2]
ve aşk kendisini,
“Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim…”[3]
diye tarif ediyorken… Önce aşkı, ille de aşkı anlatmalı, ille de…
Aşk bazen fiziki/beşeri/geçici; bazen metafizik/dini/hakikidir terminolojide. Tarifi zor olanı tarife kalkmak, öyleyse tarife kalkışanların sözlerine danışmalı, yalanlarına inanmalı, gerçeklerinden yudumlamalı… aşk her ne ise, ona adım atmalı…
Aramakla bulunmayanı aramalı satırlar arasında: Beyazıd-ı Bistami’nin dediği gibi: Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır. Aramalı öyleyse, Hallac’a uğramalı, o aşkın yüreğe. Hallac, Rabbine olan aşkıyla Dicle’nin yarasıdır, çilesidir, ızdırabıdır ve kelamıdır “Enel hak” diyen. Ona göre, “aşkta; abdesti, sahibinin kanıyla alınacak iki rekat namaz vardır.”[4] O da aşka feda eder bedenini, beden ki aşığıyla aradaki örtü, suret, engeldir, sebepler de sadece engeli kaldırandır.
Aşk… Hallac-ı Mansur kadar Züleyha ‘dır. Dicle kadar Mısır’dir. Sureti aşmak kadar suretten yola çıkmaktır.
Aşk… Aşk Leyla ile Mecnun(Kays), Ferhat İle Şirin, Kerem ile Aslı, Mem ile Zin’dir de aşkı bilmek öncelikle Züleyha’yı bilmektir, önce onun kapısını çalmaktır.
Aşk, rüyayla uğrar yüreğine Zülayha’nın ve rüyasıyla değişir hayatı:
“Bu ne tanışıklık! Kimsin ey, in misin cin misin? Çık yollarıma benim sen ey, ne’msin bileyim. İste yollarımı önüne sereyim. İste ömrüne ömür vereyim.”der Züleyha ve bilir: ” Yarımını bulmazsa eksik kalacaktır. Bu suretin yollarıyla birleşmezse ömrünün yolları, içindeki boşluklar dolmayacaktır.” Hayatı Yusuf’un hayatı kadardır artık, varlığı Yusuf kadardır, Yusuf’tan haber almak için harcar servetini de kapılara düşer, karalara bürünür. Surettir onun için Yusuf, güzelliktir, bedendir. Aşksa suret, sureti aşmayana aşk uzaktır. Bilmeden Zülayha, suret özlemdir, duadır, istenendir. “Suret deyip geçmemeli, suretin asla nisbeti var. Üstelik bazen bir suret aslından çok daha tehlikeli olabilir. Çünkü kendi içimizde kendi zenginliğimizde tehlikesiz büyümektedir.” [5] Oysa sureti aşmadan Yusuf’suzdur Züleyha, sureti aştığındaysa Yusuf onundur; bir kalemde geri verilen gençlik ve güzellikle.
Aşk ya içten dışadır, ya dıştan içe. “Yaradan’ın aşkı içerden dışarıya çıkar; oysa yaratılanın aşkı dışarıdan içeriye girer. Nereye kadar nüfuz edeceği kişinin aşk yeteneğine göre değişir. En ziyade tesir ettiği zaman kalbin dış zarına kadar gelebilir. Kur’an’ın ifadesine göre Yusuf’un güzelliği Züleyha’yı çarptı(Yusuf,30)ğı zaman aşk ancak kalbin zarına gelebilmişti. Eğer oradan içeri girseydi Züleyha velayet makamına geçecekti. Çünkü aşkın önündeki tüm perdeler kalktığında nefis de aşka tutulmuş olur ki o vakit dünya, yaratıklar, şehvetler, arzular, her şeyi terk eder.”[6]
Aşk, sevgili olmaktır, tek olmaktır, vazgeçmektir her şeyden, bedenden ve dünyadan… ve ızdıraba talip olmaktır karşılık beklemeden… “aşk almadan vermenin, verdikçe yücelmenin, yaşamak için vermeyi ibadet bilmenin adı değil mi? Dilharab(gönlü perişan) olan derviş-i dilriş(yaralı yürek) hiç dilşâd (gönlü hoş)olur mu?”[7]diye sorar yazar, aşkı ara sokağa benzeterek; dert ve ızdıraptan kurtulmanın çaresine bakanların ara sokaklarda işi ne diyerek, ara sokaklara girmeye korkanlara, ızdıraba talip olmadan aşkın durağına uğranamayacağını hatırlatır. Ya da isyandır[8] başka bir şairin dilinde, ya da kavuşulamayan ve adı dilden dile yayılan bir rivayettir Monna Rosa [9] gibi.
Aşk kimi bir insanadır kimi de yaratıcıya… Kimi içten dışadır, kimi dıştan içe… iki yüzü vardır da her iki yüzünde de tek olmadan, sevgili olmadan aşk yoktur…
Satırlar, dizeler bunları söylüyor işte… Tüm yazılanların toplamı,” Aşk bana göre değil” oluyor ve birileri de “Ben aşığım arkadaş” diyorsa, içten içe bir kıskançlıkla yalan söylüyordur diyorsunuz. Kendinize bakıyorsunuz, “Aşık oldum mu ?”diye ve fark ediyorsunuz ki, aşkta bir sureti seviyor, o sureti yüceltiyor, onu farklılaştırıyor, onunla yirmi dört saat yaşayıp, onunla bir yaşam hayal ediyorsunuz. O, bunları bilmeden bir sevgili inşa ediyorsunuz, ondan çok kendinizden kattığınız özelliklerle. O, siz oluyorsunuz aslında, siz o değil. Onunla H.E.Adıvar’ın, “hayallerime giydirdiğim bir esvaptın”[10], dediği şeyi gerçekleştiriyorsunuz, o olmadan onu inşa ediyorsunuz. Öyle ki, bazen yanınızdan geçip gidiyor ve siz onu görmüyorsunuz. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanında Raif Efendi ‘si gibi. Raif, gençlik yıllarında Almanya’ya gider ve orada bir resim sergisinde gördüğü kadın tablosuna aşık olur. Yanına gelen bir kadın ressamla konuşur ve daha sonra bir gece aynı kadınla yine karşılaşır. Günlerce tabloyu izlemiş, onu muhayyilesinde “düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkında hükümlerini vermiş, dünyayı istihfaf eden” olarak tanımlamış, ona hayalen dokunamayacak kadar yüceleştirmiş, Raif’in sözleriyle “o soluk insan yüzüne kitaplar dolduracak kadar manalar vermiş, onda, hakikatte asla mevcut olmayan vasıflar” [11] yüklemiştir. Tablodaki kadınla iki kere karşılaşmasına rağmen, evet o kadın, aslını göremeyecek kadar surete aşık olmuştur, hayalinde yarattığı surete. Suretin varlığı kadına ait değildir artık, aşık olana aittir.
Aşk bir kurmaca aslında bu noktadan bakıldığında, bir kurma ve yıkma işlemi. Kurup kurup yıktığınız bir iskambil destesi. Kurduğunuz bir şato ama üflenince yıkılacak kadar da güçsüz, gerçek dışı, hayali. Sevgilinin kendisi de gelse, onda bulacağınız hiçbir şey, sizin inşa ettikleriniz kadar güzel olmayacak, hiçbir mimik, jest, diyalog size istediğinizi vermeyecek, sizin kurgunuzla sevgilinin gerçeği hiçbir zaman örtüşmeyecek çünkü.
Sizin gibi bir ölümlü değildir hayalinizdeki sevgili… İnsanüstüdür, aslında biraz da bu yüzden değerlidir. Siz, tek kişilik bir ilişkide hem sevgili olursunuz hem aşık. Yönetmen sizdirsiniz, senarist siz. O sadece suretiyle, görüntüsüyle bu filmin dramatizasyonuna yardımcı olur. Sadece surettir, esvaptır, görüntüdür. Kendisi gelse, yıkılıverecektir belki de hayalleriniz. Korkarsınız gerçekleşmesinden, gerçekleşmesi için kendinizi parçalarken hem de.
Kays çölde karşılaştığı Leyla’yı tanıyamaz, onun için mecnun olmuşken hem de… Raif, konuştuğu kadının suretine aşık olduğu kadın olduğunu anlayamaz, sokaklarda bilmediğini sandığı kadını ararken hem de… İster içten dışa, ister dıştan içe, suret inşa edersiniz sevdiğinize. Kavuşmak ister ama kavuşmaktan korkarsınız…
Ve Narkissos… Suda gördüğü kendi suretine aşık olan ve ona/kendine ulaşmak için suyun başında susuz kalan…
Kendi güzelliğine aşık da olsan; kendine/güzelliğe kavuşmak için, kendini aradan çıkarmak gerekir, yok olmak gerekir… Aşkta kavuşmak için ille de aradan çekilmek gerekir.
Ve aşk, sizi tüketmedikçe, suyun kenarında susuz kalan Narkissos gibi, aşk sadece surettir yüreğinizde, izlediğiniz ve hiç kavuşulamayacak olan, sizi başlangıçta takılı bırakan ve tamamlanmanıza izin vermeyen.
Herkes aslında kendi suretinden başlar aşk yolculuğuna ve aslında herkes kendi yarattığı güzelliğe/kendine aşık olur. Suret aradan çekilmedikçe de, aşk uzak bir ülkenin varılamayan sınırı olur.
Narkissos, o sınırı aşanlardandır.
——————————————————————————–
[1] Sezai Karakoç, Gün Doğmadan/Kara Yılan[2] Ömür Ceylan, Önce Aşk Vardı.[3] Cemal Safi, Tek Hece
[4] Sadık Yalsuzuçanlar, Gezgin.
[5] Nazan Bekiroğlu, Yusuf u Züleyha.
[6] İskender Pala, Aşkname
[7] Dücane Cündioğlu, Cenab-ı Aşka Dair.
[8] Nurullah Genç, Aşkım isyandır benim.
[9] Sezai Karakoç, Monna Rosa.
[10] Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal.
[11] Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna.
67 Yorum
Yazan:sadık Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply
Aşık olan kişi karşısındaki kişiye değil,hayalindeki olağanüstü bir varlığa aşıktır.
O olağanüstü varlığında kendisini sonsuz bir şekilde sevmesini ümid etmektedir.
Bu iki sağlıksız olguya dayandığı için her aşk sona ermeye mahkumdur.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 20, 2008 | Reply
Aşk tecrübede varoluşa/dile gelen şeydir. Bedene ateş suretinde “can” verir. Ve aşık yanarak, ticareti terk ederek sureti aşar, “fena” olarak vuslata ulaşır.
“Sonbaharla bir yağmur giyen kadın/sevgili” namevcut olduğundan. Eğer suret aşılmazsa, tabii ki “mutlu aşk yoktur.”
Aşkla ol ki ölü olmayasın, aşkla öl ki diri kalasın –Mevlana
Üstad Platon’unda kulakları çınlasın!..
Yazan:snibe Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply
İnsanlar aşkı konuşmaktan korkuyorlar sanırım 🙂
Ee, kolay değil tabii önce kendime aşığım demek, sonra aşka geçilir ve ben o zaman hiç aşık olamamışımı itiraf etmek:)
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply
Politik-aktüel gündem yoğunluğu içinde AŞK bahsini açmak…
İlginç…
Sanki sertleşen kalbimizi yumuşatmak mı istedin suzan hanım.
Aşk, zor bahis…
Zor bahis ya… Yiğitlerin meşgalesidir bu sebeple…
Hani, her insan yaşadığı her hadiseyi (ve aşkı da) kendi ufuk alanı içinde yaşar ya mecburen. Artık aşkı içine alabilecek bir ufuk kalmadı sanki… Burdan mülhem şu değil midir söylenmesi gereken: AŞK GÖKLERE ÇEKİLDİ…
Yiğitlerin meşgalesidir ya aşk… Tahayyül edin artık nasıl bir ufuk sahibidir o yiğitler.
*
Aşk, “tamam” olana, “kamil” olana, eksiksiz olana doğru canhıraş bir çabanın, canhavliyle gerçekleştirilen bir hamlenin ürettiği “varoluş” güzergahındaki, varlık iddiiası ile yokluk aczinin girift ve birlikte hissedilmesidir. Felsefe de burdadır, hikmet de burdadır, anlaşılırsa iman da burdadır.
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply
Haki Bey,
İlginç olan aslında dünya kurulalı beri aşkın varlığı değil mi tüm kavgalar, savaşlar, kin ve nefret…in yanında, aşk ne zaman yoktu ki şimdi göklere çekilmiş olsun.
“varlık iddiiası ile yokluk aczi”… ne demeli ki bu ifadeye, varımla başlayıp yoka gelindiğinde tamamlanacak olan aşkın seyrinde, ilk basamağı yazdım, ötesini de elbette yaşayanlar yazacaktır. Mevlana’nın Mesnevi’si gibi. İkinci bir Mesnevi yazılır mı, pek ihtimal vermem ama en azından aşkın sahillerinden de ayrılmamak lazım, ola ki bir med-cezir anında dalıveririz o ummana, ya da ateş denizinde ateşten gemiler yürüten Şeyh Galip’in denizinde ateş oluruz, kim bilir?
Aşk öyle garip bir hal ki, kime nasib olacağı belli olmaz, gelir ve gider, ne gelmesine ne de gitmesine hakkı yoktur bizlerin. Aşk bu olacağım denilince olmuyor, olmayacağım denince olunmaması sağlanamıyor. O yüzden kimin göğüne uğrar orası da belli olmaz.
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply
Suzan hanım
Akla bulaşmış insanların aşık olabileceğini kabul etmiyoruz umarım
Akla bulaşanlar, ancak aşkın dedikodusunu yapabilirler. Çağımız akıl çağı olduğuna göre…
Aşkın dedikodusundan başka ne yapılabilir ki…
“AŞK GÖKLERE ÇEKİLDİ” ifadesi, aklın yeryüzünü işgal etmesindendir. İçinden çıkabilene aşk olsun bu paradoksun
Hem akıllı hem aşık, yeryüzünün ve tarihin en girift handikapıdır bu… Kim bırakabilir aklını bu çağda. Aşkın göklere çekilmekten başka şansı mı kaldı ki?
Akla düşen aşk için, bir hasretten başka ne olabilir ki? Efsunlu bir hasret… Fakat kendini o efsunlu hasreti için bile feda etmeyecek kadar dehhameleşmiş bir akıldan bahsettiğimizi de anlıyorsunuzdur.
Tabi ki evet… Onun sahillerinden ayrılmamak gerek. Fakat bu denizin med-cezirleri çağlarla ifade edilecek periyotlara sahip. Ve maalesef şu anda kupkuru bir sahildeyiz.
Ve belki şu bir umuttur. Onun sahilinde onu hasretle beklemek de, ona dairdir. Umarım böyledir.
Yazan:hilal Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply
aşk…
fenadan bekaya geçebilmek dilde hep onu zikredebilmek kimi zaman onlu kimi zaman onsuz bir saplantı…
dilde o kalpte o gözünü açtığında o gözünü yumdugunda o ali o ayşe o hep
o herşey o onsuz hayat tuzsuz yemek misali
şairin dediği
gibiherşey aytenli aytensiz
sözcükler eksik..
ama en önemlisi aşk makamından atlayıp sonsuz aşk ummanında boğulmak
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 21, 2008 | Reply
Aşk imiş her ne var alemde,
Gerisi kill u kal(dedikodu, boşsöz) imiş ancak, der Fuzuli. Her şey yer değiştirmiş yüzyıllar arasında değil mi, siz bakmayın böyle göründüğüne, aşk makamı boş kalmaz.
Aşk, akılla başlar, oradan yol alır aşkın makamına. Akıl aradan çıkmazsa, elbette aşk dediğimiz kuru bir dedikodu. Bu demek değil ki, aşk göklere çekildi de insanlara hicranı bıraktı yadigar.
Akıl çağımı?! Ben insanların kutsama ritüellerine, profana dahi yükledikleri aşkınlığı gördükçe aslında şekil değiştiren bir aşk hayatı görüyorum ama aşkın yok olduğunu değil. Elbette kalbolan yine aslına erişecektir, öyle ya da böyle. Öz ve şekil, batın ve zahir…
Karınca mı olmalı o yol üzre, olmalı, aşktan korkarız da sevgide karar kılarız, ama bir yerde mutlaka adımlar göğe çekildiğini düşündüğünüze doğru akıyordur, bilemeyiz. Kendi akıl gözümüzün örttüğünden yola çıkmamalıyız.
Aşk bu, seninle başlar, senden sensizliğe vardırır, ASL’a ulaştırır. Nasib.
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
İnsanların kutsama ritüellerinde görülecek olan şey, aşk değil, hala onların çağlarına bile yetişememiş ve tabi ki akıllanamamış olduklarıdır.
Aşk için aranması gereken insanlar, akılsız kutsama yapan idrak fukaraları değil, aklı aşmış olanlardır. Aklı aşmak… İşte bu sebeple aşk, yiğitlerin işi… Zira aklı aşmak zaten fikir yiğitlerinin harcıdır ancak.
Manalar, suretlerini kaybettiklerinde başka suretlerde tecelli etmenin bir yolunu bulur. Bu doğru… Fakat bu doğru, aşk için geçerli değil. Zira aşk zaten, manaların suretsiz olarak tecelliye geldiği bir ummandır. Suretten bahsedilmeye başlandığında aşk uçup gitmiştir. Artık başka şeyden bahsediyoruz demektir. Bu sebepledir ki aşk, muhatabından canını ister. Çünkü beden suretine/kalıbına bile ihtiyacı yoktur, dahası tahammülü yoktur.
Can/ruh, bedenden azade hale gelemediğinde, aşk dedikodudan başka bir şey değildir. Canın bedenden azade hale gelebilmesi için aklın hiçbir teklifi ve dahli olamaz. Bilakis akıl, canın bedende durması ve kalması için direnir. Çünkü ruh bedenden azade hale geldiğinde akıl yok olur. Akıl kendi yokluğunu talep ediyor olamaz.
Suretlerin manalara intikal edilebilmesi için birer vesile olması bahsi tabik var. Fakat her suret özünde aşka perdedir. Suretlerden azade hale gelemeyenler, aşka ulaşamamışlardır. Aşk için illa ki bir suret gerekiyorsa, o suret dahi saf manadır. Aşk öyle bir manadır ki, suretini dahi saf manadan oluşturur veya saf manalara “manaların manası” olarak nüfuz eder. Ne aklından bahsediyoruz biz?
Aşk öyle bir mana ki, sayısız çokluktaki yakıcı seviyedeki “mana” onunla temasa geçtiğinde suyun ateşe etkisini gösterir. Yani aşk o kadar yüksekte taht kurmuş bir manadır ki, birçok mana yanına destursuz varamadığı gibi birçoğuda hiç o makama çıkamaz. Manaların suret olduğu bir alemden bahsediyor olmamız ne kavurucu bir konu ile iştigal ettiğimizi göstermeye kafi değil midir?
Aşk bahsinde suretler meselesi çetrefillidir. Fakat sureti vesile edinmeyi aşka dair saymışlardır. Ne var ki, sureti aşamayanı aşık saymamışlardır. Sureti kıramamış, parçalayamamış, aşamamış olanlar kendi suretlerine hapsolmuşlar ve aşk gibi sınırsız hürriyeti köleliğe tahvil etmişlerdir.
Sınırsız hürriyet… İşte aşkın müntehası… Vuslat vaki olduğunda, sınırlar sükut eder. Suret ise sınırın ta kendisi… Manaların tecelli edebilmek için suretlere ihtiyacı olduğu yer, dünyadır. Manaların surete ihtiyaç duymadan tecelli edebildiği umman, aşkın “mekansız mekanı”dır. “Lamekan” olmadan aşk mı olurmuş? Beden ve akılla lamekan mı olunurmuş?
Aşkın güzergahındaki bazı fevkaladelikleri aşktan sayanlar, aşıklar değil, aşka meftun olmuş sevdalılardır. Fakat bu da muteberdir. Ne var ki, aşk o değil…
Suretin vesile edinilmesini tavsiye edenler, insanların vesileler olmadan aşık olamayacak kadar aciz olduğunu bildiklerindendir. Fakat kim ki surete takılır ve orda kalır, aşkın katilidir. Yiğitlere suretler tavsiye edilmemiştir. Yunus Emre, aşk güzergahında hiçbir surete rastlamamış aşk yiğitlerindendir. O kadar yiğittir ki, vuslat vaki olduğunda haberi dahi olmamıştır. Maşukun huzuruna girdiğinden habersiz, başı önünde, huşu içinde oturmaktadır. Hz. Mevlananın şu sözü aşıkın kim olduğunun ipucunu vermeye kafidir. “Ne kadar yükseldimse, Yunus’un ayak izini gördüm”.
Manalar surete büründüğünde anlamak kabil hale gelir. Aşk, idrak faaliyetinin müntehasında başlar. Başladığı nokta ise müşahadedir. O makamda müşahade bilmeden bilmektir. İdrak etmeden anlamaktır. Bu sebeple içinde “benlik/nefs” yoktur. İnsan bildiğini bilmeye başladığında benlik merkezine/seviyesine iner. Fakat bu durum Yunus’un misalidir. Tabi ki tek misal değildir ve her aşık kendi hakikat güzergahında yol alır. Hz. Mevlana’nın güzergahı farklıdır. Ve kendisi tabi ki “büyük aşık”lardandır. Fakat aşkın aslını Yunus göstermiştir. Bunu teyit eden de Mevlana’dır.
Leyla olmadan Mecnun, Mecnun olmadan Leyla olamayan zavallı bizler, aşkı illa ki yeryüzüne indirmeye çabalıyoruz. Aşk, zaten semalardaydı. Oralara çıkma maharetini kaybedince insanlık, toprağı eşelemeye başladı. Fakat aşk, o kadar fevkalade bir haldir ki, onun gölgesinin gölgesinin gölgesinin yeryüzüne düşmüş emsali bile dağları yerinden oynatmaya değmiştir. Ama dağları yerinden oynatmak aşık için maharet midir? Asla… Aşık o dur ki, galaksilerle çelik çomak oynar da iktifa etmez. Ta ki, “lamekan” makamına kadar.
Ne diyeyim, aşka aklım ermedi bir türlü…
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
İyi de şimdi bana düşen sükut değil mi? Aldınız ellerimden kelimelerimi, aşk olsun 🙂
Olsun da, varsa aşka dair başka kelam buraya da nakşolsun, bi’zahmet.
Aşka doyulur mu? Varlığını bilmenin açtığı kapının gölgesi bile neler yazdırıyor baksanıza, bir de o kapıya varmak olsa… sanırım cuş u furuş vaktidir ol dem.
Bize de nakledenlerin nakli kalıyır.
Aşıkan-ı rivayet bize düşen, o bile öyle güzel ki.
Züleyha,Hallac, Yunus, Mevlana…
zühd-ü Cüneydi Bağdadi,
terk-i İbrahim Ethem,
irfan-ı Beyazıt Bistami,
aşk-ı Mevlana Celaleddin Rumi.
Mevlana’nın dediği gibi:
Pervane gibi ışığa meftun ha dön dur çevresinde, bekle gelsin diye, gelsin ve aşk yüreği pervaz etsin diye.
Muhabbetten aşka geçebilecek miyiz? Soru bu. Kabe neresi? Hicret etmeden Kabe’nin ayağına gelmesini beklemek yanlış değil mi? Rabbi bulduğun yer neresi? Yürek değil mi?
Hicret ettin mi diye sormazlar mı adama?
Yandın mı?
Yanmadan istiyoruz, kalbe hicret etmeden karşımızda görmek istiyoruz.
Mustafa Kutlu’nun dediği gibi:
ya tahammül ya sefer…
Yazan:uzay Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
AŞK ÖYLE BİR DUYGU Kİ,BİR VARLIĞI SEVERSİN O VARLIK ACIDA VERSE VAZ GEÇEMESİN.AŞK ÖYLE BİR ŞEY Kİ,BAZEN GÖZLERİNE YAŞ,BAZEN BURNUNUN UCUNU SIZLATAN DUYGU,AŞK YÜREKTE YANIPTA BİTMEYEN BİR KORDUR.ONU YAŞAMAYAN BİLEMEZ.KARDEŞİM AŞKI SİZDE GÜZEL ANLATMIŞINIZ FAKAT AŞKI YİNEDE KİMSE ANLATAMAZ.
AŞKI KOCA YUNUS ÇÖZEMEMİŞTE BİZ NASIL ÇÖZERİZ.
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
Belalı bir işe bulaştınız. Ben cesaret edememiştim. Aşka dair ne varsa haznemde burada yazıyorum, zira sizi vesile bildim. Müstakil olarak cesaret edemediğime sayın…
Kainatta, iman ve aşkın mahiyetlerinin birbirine benzediği kadar başka iki konu yoktur.
Yiğitler bile bu aynilik karşısında karıştırmışlardır zaman zaman. Aşkınız imanınızdır, imanınız aşkınız… Aşık, maşukuna iman etmiştir, bu sebeple aşkın güzergahı çetrefillidir. Bu sebeple menedilmiştir aşk, suretlere takılanlar için…
Yiğitlere, iman ettiğinize aşık olun, yoksa aşık olduğunuza iman edersiniz diye tavsiye edilmiştir. Aynen böyledir. Surette takılıp kalanlar hem aşkı hem de imanı kaybetmişlerdir. İmansız aşk mı olur, aşksız iman ne kurudur.
Aşkın güzergahı çok girifttir. İnsan bir an aşkı bulur, imanı kaybeder, bir an imanı bulur aşkı kaybeder. Kolay mı sanırsınız birini bir elde diğerini öteki elde tutmayı… İmanın matlubu ile aşkın matlubu, hangi kıvamda üst üste gelir. Fevkalbeşerdir bu kıvamı oluşturmak, onun için nasiptir ya…
Yiğitlerin hallerinde aşk görünmüştür, fakat muhtevasında iman, zımnında istikamet vardır. “Kenz-i mahfi” sırrına ermeyenler, aşktaki mahfuz imanı keşfedememişler ve sadece aşık zannetmişlerdir. Hallerinde iman görülen yiğitlerin imanındaki aşkın keşfi ise daha zordur. Onun içindir ki, iman ehlini, aşıklardan sayamamışlardır. Ne yazık…
İmandaki istikamet ile aşktaki letafet, mahiyetlerindeki ayniliğe mukabil güzergahlarında farklılıklar oluşturabilmektedir. İstikametteki sübut ile letafetteki müphemlik, matlubun aynı olmasına mani değildir. Fakat bu durum zaman zaman farkedilmemiş, aşk ile imanın farklı olduğu zannı galip gelmiştir. Ne büyük yanılgı… Ne büyük vehim…
Tabi ki aşk, tecrübi ilimlerdendir, tasavvuf gibi… Bu sebeple standardı yoktur. Kim ki aşkı tarif eder, halt etmiştir. Ama gerekmez mi bir tarif… Mutlaka şarttır. Öyle bir tarif gerekir ki, halt edilmemiş olsun. Bu sebepledir ki aşkın tarifi, tek kelimeliktir ve o imandır.
İman mı aşkın muhtevasıdır, aşk mı imanın muhtevasıdır. İşte kafa değil, kalp çatlatan soru budur. Her ikisini de söylemişlerdir, çünkü her ikisini de yaşamışlardır. Emniyetli olan yol hangisidir diye sorulursa; İmanın istikametinde latif bir güzergah oluşturarak yürümektir.
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
aşk, aynı zamanda ölçüsüzlüktür, sayısızlıktır, nicelsizliktir…
Çok bilindik bir menkıbe vardır hani:
Dervişin biri yollara düşer Allah’a ulaşabilme derdiyle, elinde de tesbihi…
Bir gün çeşme başında bir gonca güle/güzele denk gelir eteğinde elmalar, elmaları yıkıyor tek tek. Derviş sorar:
Kime götürüyorsun bunları. Cevap nişanlıyadır.
Derviş yine sorar:
Kaç tane götürüyorsun?
Kız cevap verir:
İnsan sevdiğini sayıyla gider mi hiç?
Derviş aradığını bulmuştur ve yere atar tesbihini, asıl sevgiliye sayıyla gidemeyeceğini ve hiçbir sayının sevdiğinin kıymetini ölçemeyeceğini anlayarak…
aşk mı, ölçüsüzlüktür.
Devam aşk bahsine Haki Bey, ne cevherler gizliymiş meğer… Merakla bekliyor ve okuyorum.
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Biraz yeryüzünden devam edelim. Belki faydalı olur.
Yeryüzünde cereyan eden ve adına, semalarda seyahat eden aşka nispetle “aşk” denilen vakalar vardırya…
Çok bilindiği üzere aslında maşuk değildir aşık olunan, insanın zihninde oluşturduğu bir tahayyül veya tasavvur ve tabi ki surete aşık olur. O tasavvur, kişinin ufuk sınırında oluşturduğu “mükemmel” suretten başka bir şey değildir. Ve kişi, ufkundan daha ileride bir tasavvura sahip olamaz ya… İşte burası çok ince bir noktadır. O tasavvur, aslında bir “ilah” tasavvurudur. Ve o kişi her neye inanıyorsa, ancak o tasavvur kadar bir ilaha inanıyordur neticede…
Hiçbir zaman tasavvurdaki sevgili, gerçekteki sevgili ile eşleşmez. Çünkü tasavvurdaki sevgili, ilahıdır kişinin, nasıl eşleşsin…
“Ben kulumun zannı üzreyim” ölçüsü için der ki büyük aşıklar, “sakın ola zannetmeyin, zira cennette O’nun cemalini değil, zannınızı görürsünüz”. Dehşete kapılmamak mümkün mü? Cennete kadar git de CEMAL’İNİ değil de ZANNINI gör. Çıldırmamak elde mi? Suret meselesinin tehlikesini anlatabiliyor muyum?
Sevgili tasavvuru, insanın ufuk çizgisinde meydana gelir ya… Demek ki insanın, tahayyüli veya tasavvuri veya tefekküri yolda elde edebileceği en mükemmel suret, ufkunda elde ettiği bu terkiptir. Dikkat, iman da insanın ufuk çizgisinde teşekkül eder, ufuk içinde değil… Zira ufuk içi, idrake konudur. İdrak edilebilen, iman bahsinin dışındadır. Keza idrak edilen, aşka dair değildir.
Bütün bunlar surete reddiye midir? Hayır. Mesele suretin kıymetini ve maksadını doğru teşhis etmektir. Suretsiz olur mu? Olur. Fakat suretsiz başlar mı? Genellikle hayır. Suret insandaki “kalbi mecranın” açılmasını temin eder. İnsanlar surette tecelliye gelen mana manivelası ile kalbi mecrayı açabilmektedirler. Bu cihetiyle lazım ve mühimdir.
İnsandaki kalb mecrası açılmazsa, akıl mecrasından başka bir mecra olmayacak ve hayat o mecraya sıkışacaktır. Akıl asla kalp mecrasını açamaz. Kapısına kadar varsa da, kapıyı tıklatmaya cesaret edemez. Bilir ki, o kapı açıldığında kendi yanacak ve yok olacaktır. Bunu nasıl yapsın ki?
Kalb mecrasında iki mana akar. Bir üçüncüsü yoktur. İman ve aşk… Kalp mecrası açılmadan insanda gerçekleşen iman, aklın imanıdır. Aklın imanı, “kabul”lerden ibarettir. Kabullerden ibaret olan imanın adı imandır. Muhtevasının ne olduğu ise…………
Kalp mecrasında aşk yalnız başına akmaz. Daha doğrusu akmamalıdır. Yalnız akan aşk, kendine bir maşuk edinir ki, o maşuk aynı zamanda ilahıdır. Bunun aksini söyleyenler, yalancıdırlar. Zira kalp mecrasına aklın müdahalesi imkansız olduğu için, imansız aşkın maşukuna ilah dememenin bir yolu yoktur.
Evet… Aşkta ölçü yoktur. Fakat senin dediğin yerde/noktada değil. Ölçünün olmaması, kalb mecrasının ölçülebilir olmamasındandır. Veya aşkın, suretlere ihtiyaç duymaksızın tecelliye gelebilen mana olmasındandır. Zaten maşukun ilah olması da bundandır. Ölçüsüzlüktendir. Ölçü olmadığında maşuk ile ilah arasındaki farkı tayin etmek muhaldir. Bu sebeple aşk, iki kanadın biridir ve diğeri mutlaka imandır.
Kalp mecrasının tabiatı, iki manayı ilzam eder. İman varsa ve aşk yoksa, iman aşkı doğurur, aşk varsa ve iman yoksa aşk imanı doğurur. Tehlike buradadır. Sadece aşk varsa ve aşk imanı doğurursa, nasıl bir ilah edindiğinizin farkına varmazsınız.
Kalp mecrasında bu ikisinin mecburi beraberliği, aşık olmayan iman ehlindeki imanın akıl imanı olduğunu gösterir ki, kupkuru bir imandır.
Evet… Suret lüzumludur, ama bu kadar.
Yeryüzünde aşk, kalbi mecrayı açabilme çabasıyla başlar. Kalbi mecralarını açamamış insanların aşktan bahsetmeleri, komiktir. O mecrayı ise aklın açamayacağını unutmamak gerekir. Evet, suret o kapının anahtarıdır. Fakat kapıyı açtıktan sonra anahtarı sımsıkı tutmak lüzumsuzdur. Zira kapıdan içeri girince, mecranın akıntısına kapılıp başını sağa sola çarpmamak için rotası olan bir gemi gerekir. O mecranın debisi çok yüksektir. O gemi nedir?
Yazan:uveys Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Ask fedekarliktir.
Ask ozlemdir.
Ask vazgecilmezliktir.
Ask umuttur.
Ask sevinctir yeri gelir husrandir.
Ask hayatin kendisidir.
Ask: bilesenleriyle soz konusu orneklerde var olmiyan, olamiyacak bir olgudur. Dolayisiyla imkansiz gorunen ask degil,de aska donusmesi imkansiz birliktelik yada tutkular vardir.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Haki Bey
Suzan Hanım’ın güzel yazısına yazdığınız şu “aşka dair” yorumunuz “kelamın kudreti”ni izhar eden bir “intak-ı hak” değil de nedir?..Eminim ki aşk söyletiyordur..
kaç defa okudum, okuttum, bilmiyorum.
Tabii ki Suzan Hanım’ın ki de dahil..
ne diyeyim?..
“Aferin erbab-ı aşkın kuvve-i bazusuna!”
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Sayın Sever,
Şimdi ben kızmayayım da kimler kızsın? Yazıyı yazan ben, övgüleri alan Haki Bey. Oldu mu?!
Edebiyatçı kıskançlığı araya girse şimdi, ki girdi, laf etse kimsenin bir şey demeye hakkı olmaz sanırım.
Haki Bey’in yazıları hakikaten çok güzel. Son yorumunu okumadım, çünkü es geçerek okumak istemiyorum, hafif baş ağrısı mevcut. Az vakti var yazının okunmaya, her şey nasip ya, uymak lazım. Başka bir yazı olsa okunup cevap yetiştirilebilirdi, ama konu aşk olunca, konu derin olunca şöyle nefes alıp uzaklaşmak gerekiyor dünyadan ve öyle okumak okunanın içeriğine hakkıyla vakıf olabilmek için.
Ellerinize sağlık Haki Bey(bu kıskanmayan tarafım).
NOT: Bu yazıyı siz yayımlasaydınız da ben yorumcu olsaydım bari :))) (İşte burası kıskanan tarafım :))
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Azizim Sever bey,
Kalp kalbe karşıdır dedikleri bu işte
bende şu işe bir el at diyecektim
hoşgeldin de…
ateş almaya mı geldin
tut bir ucundan
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Suzan hanım…
söylemiştim ya yorumlarımda
ben cesaret edemezdim bu konuyu açmaya
yorum faslında fazla görünmüyorum ya, habire yazıyorum işte
idare et, hem yönetmen sensin burda
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Suzan Hanım
Eyvah ki ne eyvah..
Madem ki araya kıskaçlık girdi. Hadi itiraf edeyim; ben de sizi kıskandım yazını ilk okuduğumda. Ben yazsaydım muhakkak ki kelimelerim ancak “saman alevi” kadar tesir ederdi.
Besbelli ki kalemi umman-ı aşka banıp yazmışsınız. Ve lafz-ı aşk sizi vecde getiriyor.Ve cesursunuz ki emaneti/aşkı/iman’ı yüklenmişsiniz. Yoksa size ne aşktan değil mi?..Kolay mı kelam-ı aşk tarife mevzu kılmak?…
Siz ve Haki Bey yazınca bana susmak kaldı. Şimdi siz “susar gibi” oldunuz ya ben de fırsattan istifade birkaç satır yazdım.Siz başladınız, Haki bey alıp götürdü.
Yoksa sizin hakkınızı inkar mı?.. Asla…
Anlıyorsunuz değil mi?..
“Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf deği.”l
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
“Evet… Aşkta ölçü yoktur. Fakat senin dediğin yerde/noktada değil. Ölçünün olmaması, kalb mecrasının ölçülebilir olmamasındandır. Veya aşkın, suretlere ihtiyaç duymaksızın tecelliye gelebilen mana olmasındandır. Zaten maşukun ilah olması da bundandır. Ölçüsüzlüktendir. Ölçü olmadığında maşuk ile ilah arasındaki farkı tayin etmek muhaldir. Bu sebeple aşk, iki kanadın biridir ve diğeri mutlaka imandır.”
O kalp ki oraya kim sığar, ölçüsüzlüğün sebebi bende işte sığanın ölçüsüzlüğü, sonsuzluğudur, orada ölçü olmaması ölçülerle O’na ulaşacağı zannındaki insanın yanılgısıdır. Ölçüyü sunan akıldır. Akılla yola çıkanın da zaten ölçüsüzlüğü görüp, bir ölçü olmalı şaşkınlığı ve reddiyesi bundandır. Kalpteki ölçü, oraya sığan olmasaydı, ölçülebilirdi kanımca(oraya sığanı bilemeyenin ölçüsü değil midir sebeplerin ve sonuçların akıntısında illa da dünyayı/maddeyi her duruma kıyasa kalkışmak ve ötesini bilmek dahi istememek?).
Kalbin ölçüsüzlüğü değil bu noktada, kalbe sunulan/kalbi sunanın ölçüsüzlüğünden kinayedir tüm anlatmaya çalıştığım.
Ben her ne vakit sordumsa o kapı nedir, cevap Kuran’dır denildi. O kapı Kuran’dır ve gir içeri. Aynen bu ifadelerle.
Aşk mı, yanmaktan korkan aşık olur mu? Ben korkuyorum.
Ne anahtarı, ben aşk ülkesinin gölgesinin sınırına bile ulaşamamışken bunu istemek bile haddi aşmaktır…
Akıl mı, kimi üzmede kimi engellemede, o hep yanımda gölge misali. Bir gölge diğerinin sınırına dahi vardırmıyor.
Ve bildiğim o ki, hiç aşık olamamışım, yanmayayım derken ateşler içinde susuzluktan şikayet etmişim.Her serabı da su zannetmişim.
İnsan bilmediğinden korkarmış, korkuyorsam bilmiyorum demektir. Aşk beni aşar azizim, aşar hem de ne aşar.
Muhabbet bahsi burada da gelir kapıma dayanır ve ben aşktan bahsedip ona medihler düzerken, ondan kaçarım; muhabbeti dillendirmem ama ona yelken açarım.
Aşk mı, muhabbet mi?
Ben muhabbet derim. Çünkü sevdiğimden karşılık beklerim, sevsin beni isterim, benim O’nu sevdiğimden fazla O beni sevsin ve öyle hissederim. Hissettiren de O’ysa, değmeyin keyfime.
Sevdiğim, beni sevsin ve ben de O’nu, O’nun sevdiklerini seveyim diye kapısına varırım.Bu kapı, aşk kapısından farklıdır da, bu kapı benim -şimdilik ve belki de ilelebed- varacağım tek kapıdır.
Aşk mı?
Ah minel aşk…
Çok uzak fazla yakın…
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
Sever bey yetiş…
Suzan hanım havlu attı.
Aşk bahsi bu kadar kısa sürer mi?
Kısa sürecekti neden başladı
Sever bey, azizim davran
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
Sever bey teşrif edene kadar idare edeyim… Ha Suzan hanım, sizin başlatmış olmanız sizin bitirebileceğiniz manasına gelmiyordur umarım…
SURET’E DAİR
Ruhun birçok hamle, hareket ve temayülü vardır. Bunların çoğunluğu vasıtalarla dış dünyaya ulaşır. Temayüllerinden birkaçtanesi vasıtasız tezahür eder.
Duygu, ruhun doğrudan tezahürlerinden biri ve en önemlisidir. Şuur, akıl, vicdan, zeka vesaire gibi iç alem unsurlarından biri vasıtasıyla zuhur ettiğinde ruh, aksülamelini doğrudan talep etmez. Bu unsurların bünyesine nüfuz etmiş halde bulunduğu için, ihtiyaçlarını da dolaylı olarak karşılar.
Ruh doğrudan zuhur ettiğinde (duyguda) ihtiyaçlarını da doğrudan karşılamak durumunda kalacağı için, aksülamelini de doğrudan (vasıtasız) ister. Oysa ruhun ihtiyaçlarını doğrudan karşılayacak olan bir varlık dünyada (maddi dünyada) yoktur. Ruh dünyada beyhude yere bir müddet muadili bir varlık arar. Hissi savrulmalar bu noktada yaşanır.
Zamanüstü olan ruh, tabiatı gereği lamekan değildir. Dünyada aradığı varlık, lamekan değil ama zamanüstü bir varlıktır. Lakin bunu da bulamayacağı malumdur. Çünkü dünya, mekan sathında ve zaman örgüsü içinde sımsıkı zapt altına alınmıştır. Arayışı zamandışı varlığa dönüktür ve onu bu dünyada asla bulamayacktır.
Zamandışı varlık arayışında doğrudan zuhur eden ruh, zamanüstü varlığı bulamadığından dolayı kendine bir “ayna” edinme ihtiyacına girer. Ne var ki, yeryüzünde ruha ayna olacak bir varlık da yoktur. Bunu farkeden ruh, kendine “manalardan mürekkep” bir ayna inşa eder. Aklın bu aynaya hangi ismi verdiğinin bir kıymeti yoktur. Leyla da olur, şirin de olur, bir gül yaprağı da olur.
Ruhun vasatız tecellisi, kendi varlığını aynaya aksettirir. Aynadaki suret ruhun ta kendisidir. Ve kendi aksülamelini aynadan alır. Neticede, kendinden zuhur eden mana, aynadan aksederek tekrar kendine döner. Ruh aynada kendini görür. Neden tasavvurdaki sevgili ile suretteki sevgilinin birbiriyle eşleşmediği anlaşılıyor mu? Çünkü aynadaki görüntü zaten ruhun ta kendisidir. Surete aşık olmak, ruhun kendisine aşık olmasıdır. Fakat bu, insanın kendisine aşık olması değildir. Zira ruh derinlerdedir ve tecellisi de derinlerden gelir. O tecelli insanın saf halidir. Oysa insan ruhun bedenle temasından sonra insan olmuştur ve akıl da bunun önemli parçalarından biridir.
Fizik bir kaide vardır. Ne kadar yol katederseniz katedin, başladığınız noktaya dönmüşseniz mesafe almamışsınızdır. Ruhun tezahürlerini aynada seyre dalması, kendinden başlayıp kendine dönmesidir. Bu manada ne kadar yanarsanız yanın, mesafe katetmemişsinizdir. Aşk, deveme gibi aynı yerde dönmek ise ne lüzumsuz bir şeydir.
***
Mesele şu; ruh doğrudan tecellilerini mutlaka gerçekleştirir. Fakat kalp mecrası açılmamışsa, ruhun doğrudan tecellilerinin kendine ait sahası oluşmamış demektir. Bu durumda ruhun tecellileri, aklın burnunu soktuğu bir hadise demeti haline gelir. Ruhun manalardan mürekkep suret inşası çok derinlerde olduğu için aklın bunu anlaması beklenmez. Fakat akıl, sureti üç boyutlu olarak görür. Zaten aklın gözü üç boyutlu varlıkları görmeye ayarlıdır. Aklın sureti, başka bir varlık olarak görmesi, hayatı onun merkezinde inşa etmeye veya onun ekseninde çevirmeye başlamasına vesile olur. Ruh, kendi hayat mecrası olan “kalp mecrası” oluşmadığı için hayata vaziyet edemez. Aklın hayata vaziyet etmesi ise ruhu taşımaz. Bir müddet sonra ruh, o suret merkezinde tecelli etmeyi bırakır. Zira manalardan mürekkep suret, maddeye bulaşmıştır. Ruh ise maddeden iğrenir. Aşkın mutlaka biteceğinden bahsedenler bilmezler ama bu noktayı ifade etmektedirler. Ve evet insanların aşkları sürelidir zira zamaniçinde yaşamaktadırlar. Zaman içinde yaşayanlar zaman ile mukayyettirler.
Kalp mecrası oluştuğunda, ruhun ayna ile arasındaki tecelli deveranı, aklın müdahale edemeyeceği bir alan olduğu için ruh tarafından farkedilir. Kalp mecrası oluşmadığında ruhun bu deveranı farketmesinin bir kıymeti yoktur. Kalp mecrasındaki mütemadi devaran ruh tarafından farkedildiğinde, deveran inkıtaa uğrar. Zira tekrar, aklın hususiyetlerindendir. Ruh hiçbir şeyi tekrarlamaz. Deveran tekrara başladığında ruh ayak izini görür ve orada durur. İşte çemberin kırıldığı yer.
Ruh, bu deveranı farkettiğinde kendini farkeder. Zira Ruh kendisi için de bir büyük sırdır. Kendini farkettiğinde ise başka bir matluba yönelir. Suretin kırıldığı yer burasıdır. Ne var ki ruh, bu durumda nereye gideceğini bilemez. Yeryüzüne inip, insana duhul ettiğinde maddeye bulaşmanın kiri, istikametini tayinde fevkalade zorluklarla karşılaşmasına sebep olur. Madde öyle bir kir dir ki, mahiyeti yokluk olan madde, ruh üzerinde kahrolası bir tesir icra eder. İstikamet bilgisi, mahfuz hale gelmiştir.
Ruhun istikamet bilgisi, imandır. İşte bunun içindir ki, ya aşk imanı doğurur, veya iman aşkı doğurur. İstikamet bilgisi olmayan ruhun, alelade yöneldiği istikametten hem maşuk hem de ilah çıkar. Vay o insanın başına gelenlere…
Arzu edilen imanın ve aşkın hemzaman yola çıkmış olmasıdır. Ne bahtiyardır o insan… Ama ne kadar zordur bu imkan…
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
Aşk bir “ilm-i hal”dir, onun için ancak tecrübede dile gelir diyoruz. Yani aşk bir “bilgi” değil ki ifade edilebilsin. Anlatılamaz oluşu bundan değil midir?
Aşk bir “sır”dır. Öyle ki vasıl olanlar dahi vuslatı belki “yaşarlar” ama bir “bilgi” olarak idrak etmezler. “o mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler.”
Öyleyse Bütün bu söylenenler laf u güzaf , kıyl u kal değil mi? Neyden bahsediyoruz? Aşk lafzının, aşk bahsinin aşk olmadığı malum.
Aşk bir “sır” olduğuna göre “faş edilmesi” dünyanın tufanda gark olmasına sebep olmaz mıydı? “Aşk makamı, “lâl makamı” değil mi?Aşık dünyayı “olduğu hal üzre” bırakırda, zir u zeber olmasına razı gelir mi?
Hülasa, aşktan nasıl bahsedebiliriz/bahsedebiliyoruz?
Sadece “şahit olanlar”ın “şehadet”ine binaen mi?
Aşığın dili bizim uzlaşımsal/ konvansiyonel dilimiz mi ki? Öyle olsa Yunus ‘erik dalında nasıl elma yiyebiliyor.’
“Was Tarquinius Superbus in seinem Garten mit den Mohnköpfen sprach, verstand der Sohn, aber nicht der Bote.” (Tarquinius Superbus’un, bahçesinde gelinciklere söylediklerini oğlu anladı ama haberci anlamadı.)
Dil, aşığın her adımda/basamakta yok/imha ettiği bir merdiven değil mi? Aşık lügati/lisanı ayak altına almıyor mu? İşte Yunus örneği…
Aşk nasıl “dile gelir.”? Aşık nasıl “iz” bırakıyor.? Ardından gemileri yakmıyor mu?
“sen ve yağmur
başa dönemezsiniz.
öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine”
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
Hah şöyle…
Tut bir ucundan dedik ya…
Hoşgeldin
Evet… Öyle…
Ve fakat şöyle…
Aşk bir yükseliş hikayesi ya. Her adımda başka bir mana (hakikat) tecelli ediyor. Her mertebede farklı. Her mertebe kendi hakikatine tabii.
Bir hakiki aşıka bakılır ve onun güzergahı tek ve onun mertebesi son zannedilir. Öyle mi ya…
Hayır. Aynı güzergahtan çıkan iki aşık yoktur mutlaka fakat mertebeler aynı. Her mertebede tecelliye gelen mana da aynı. Ne var ki, tecelli eden mana, aşıktan aksettiği için farklı görünür ne yazık ki…
Şimdi, “ilim maluma tabidir.” ölçüsünün bulunduğu mertebe, herşeyin kılu kaal den ibaret göründüğü yerdir. Lakin daha ileride “malum ilme tabidir” denmiştir. Neden? Çünkü önce kalem vardı. “Oku” emrinden önce “yaz” emri vaki oldu. Tüm varlık “levh-i mahfuz”a yazıldı ya öncenin öncesinin öncesinde… Ki namütenahi ezeldi orası. BUnun için demişlerdir ki, kelam mukaddemdir varlığa. O kelam, kılu kaal olmayanındandır ya… Hah, tam burası işte…
Lakin aşkta, mukaddem, müteahhir yoktur. Zira aşk, cemetmiştir herşeyi… Ne hangisine mukaddemdir bilinir mi? Ne mümkün? Fakat “kelam”ın kılu kaal olmadığı mertebeye sadece aşk ile ulaşılabilinir ya… Demek ki kelamın kıymet kazandığı hadise de aşk. Zaten herşeyin kıymet kazandığı vakadır aşk…
Evet… Haklısın… Bizim kelamımız (haşa) o kelam mıdır? Tabi ki hayır. Ama kelam olmadan hiçbir şey yoktu O’ndan başka… Dersen ki aşk, o kelamı da aşar. Muhal değildir. Fakat o kelamın kıymeti kaybolmaz ki…
Tabi ki haklısın. O gemiler tek seferlik inşa edilmiştir. Sahibine özel ve dönmezler limana…
Ama o limanda gemiler mütemadiyen imal edilmekte ve yeni sahibini beklemekte. Hangi gemiye bineceğini veya senin gemini nasıl seçersin ki kelam olmadan? Bu kelam tabi ki başka kelam…
Aşk dile gelmezse aşk olur mu? Tabi ki ağyara kapalıdır o dil. Ama bir “dil”de ifade edilmediğinde teklifi mi olurmuş aşkın? Teklif yoksa, yol yoktur ki… Hangi dildir o? Kimbilir, ağyara kapalıdır dedik ya… Fakat dile gelmeyen fiile gelir mi? Ah üstad… Teklifin bana/sana ulaşması gerekmez mi? Teklif var ya, kelam var öyleyse… Marifet aşkın dilini keşfedebilmekte.
Dünyadaki en büyük dil üstadı kimdir? Yunus değil midir? Herkesin bildiği en basit kelimelerle en girift ve deruni manayı terkip etmek aşk dili değil midir. “Bir ben vardır bende benden içeru” Şu mısraa bakar mısın? Kullanılan kelimeler şunlar (bir, ben, var, içeru) Hangisi mücerret manaları ihtiva ediyor. Hiçbiri… Ve hepsi dört kelime… Hangi filozof veya mütefekkirde bu kelimelerle veya kendi kelimeleriyle bu cümledeki derinliği görebilirsin. Bu dil, ilim dili de değil, tabi ki akıl dili de… AŞIKLARIN BİR DİLİ VAR ÜSTAD. Ve tabiatıyla aşkın da bir dili var…
Varlığa mukaddem olan “kelam”a ulaşan aşıklar, aşkın diline vasıl olmuşlardır. O kelama ulaşamayanlar, “lal makamında” kalanlar olmasın?
Ezeldeki kelam, zaten aşk diliydi. “Aşk anında yarattı ya” üstadım. Ne var ki o dil, “maşukun” diliydi. Aaah üstad ah… Maşukun dilinin gölgesinin gölgesi, Yunus’un dili değil mi?
Aklın dili değil ya üstad. Anlamadık. Oysa anlamamız, olmadığını gösterir miydi? Ne diyeyim dostum… Aşkın dili yok diye bizi aldatmış olmasınlar.
De ki bana, aşk dilinin lügati yoktur. Eyvallah… Fakat aşkın dili yoktur deme…
Dersen ki, bir makamda yoktur dili aşkın. Eyvallah… Fakat deme ki bana, o makam son makamdır.
Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
Aski narsizmle bitirmissiniz. Bu aski biraz da bencillestirmiyor mu. Belki ask da bencilliktir bilmiyorum.
Aska hep kadin-erkek cercevesinde bakamiyorum. Escinsellere haksizlik oluyor. Tahir ile Zuhre olmak o kadar zor degil. Mehmet ile Mustafa olmak daha zor bir ask. Ne dersiniz?
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 24, 2008 | Reply
@Levent,
Aşkı narsizmle değil, Narkisosla bitirdim.Bitirdiğim yer de aslında başlanan yerdi. Suretini aşamayanın kapısı değildir aşk, ve kendine/surete aşıksan önce aşman gereken kendinsin, başkası değil. Aşamazsan zaten aşk bildiğin aşk değil, narsizm işte tam bu nokta. Kendinde/surette takılı kalma hali. Kendini aşamayan kendini beğenmeye takılı kalmamış mıdır, yani narsizme?Narkissos’tan narsizm türetilir de aslında Narkissos’un su başında su içmemesi ve kendisinden nergis çiçeğinin oluşması, onun kainatla bütünleşmesi demektir, kendinden vazgeçerek daha yüce bir şeye kalbolması demektir.
Tahir ile Zühre olmak kolay mı? Değil azizim değil. Aşksa kapıdaki hiçbir aşk kolay değil. Bu yüzden üç-beş aşık ismi sayılır da gerisi bilinmez. Tahir’le Zühre’nin aşkını da o “zor değil bulmak” aşkın ne olduğunu değil, ne olması gerektiğini bilmenin zannıdır.Aşk sadece ten değildir, aşk sadece dünya değildir, aşk sadece kavuşmak değildir, bunlarsız aşk yoluna çıkabilirseniz, aşk kapısından girersiniz.Aşk nedir?
Mehmet ile Mustafa mı, ister de isim Kerem ile Çetin olsun, aşkın tarifini/vasılını/özünü bilenler için bu da muhal değildir. Çünkü aşk ten değildir…
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 25, 2008 | Reply
Haki Bey,
Aşka son dememiştim ki son vereyim 🙂
Burada tuhaf kaçacak ama teknik sorunlardan dolayı uzak kaldım yüreğe nur, gözlere damla sözlerinizden.
ve yazılarınızı okurken aklıma Mevlana’yla Şems’in buluşma anları geldi ve ilk sözleri. Şems’in sorusunda bir duran ve cevabıyla Şems’e kavuşan Mevlana. Öyle makamları var ki aşkın, aşkın laflar ettiriyor aşığa ama öyle de olsa aşık olunanın gözünde hepsi ayrı bir değerli, ayrı bir veli, ayrı bir güzel.
Aşık ilk konuşmasını/sohbetini/muhabbetini kiminle yaptığını bilendir ve bela diyendir sorulana.
Aşık kün’le her an kün’e tabii olduğunu bilendir ve bu yüzdendir kelama düşkünlüğü.
ve aşık, oku’dan evvelinde, kün’den sonrasında, yazılanın eşiğinde yazdıranın dibinden ayrılmayandır.
o aşık ki; dîl, dilsiz kalacak kadar dile gelmeyendir, onu sadece okumasını öğreten bilir.
Bizlere de düşen, aşıkların kelamını taklittir, taklitten asla varmak ümidiyle…
Aşka “son” demedim hiçbir vakit, o başlangıç. Son verecek olan da elbet ben değilim.Ne başlatan ne bitirenim, biline 🙂
Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 25, 2008 | Reply
Tasavvuf ayariniz biraz fazla gelse de yaziniz pek icten, pek hos olmus, tebrik ederim.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 25, 2008 | Reply
Eyvallah Üstad
Aşkın/aşığın bir dili var elbet. Ama lügat bildiğimiz lügat olmuyor daim. lügat/söz bizimkinden olsa da mana aynı olmuyor.
Varlık dilsiz olur mu? “Varlık dil de ikamet eder.” diyor Heidegger. Aşk kendini insandan tümüyle gizlemez elbet, illaki bir diller/yollar var. Mesele varlığın/aşkın dilinin mahiyetine ilişkindir. Fanilerin/aşıkların aşk ile ilişki kurduğu dil dolayımsız bir dil değil mi? “vahiy, işrak, ilham…vs. gibi
Sonra aşıklar, şairler bunu istiarelerle eğretilemelerle biz fanilerin idrak seviyesine indirmeye çalışıyorlar.Yoksa aşk gönülden gönüle akar ki, aşkın kabesi kalplerdir, aleme sığmayan oraya sığar. Kalbin idraki ile aşkın miracına yükselir.
Sadece dil ile gelene /okunana muhatap olarak aşk mertebeleri kat edilir mi? Aşk için bizim değil, aşıkların harcı olan temrin gerekir. Çünkü O derindedir, yücededir. Ferhat mesela “kabuk” ile uğraşıyor, dağı delsen ne olacak. Aşk tecelliye gelse dağlar zir u zeber olacak. Musa’yı düşünün..İmam Ali’yi kuyuya bağırıyor, kimi ise kendisini çöle vuruyor. Yük kurşundan ağır..
Aşk bu alem içre aşkı/sevgiliyi tanır, aşık olur, yanar ve pişer.Elhamdüllilah. Ama o kadar. Vuslat başka bahara/diyara. Ölümü şeb- arus oluşu bundandır. Hallac’da Mansur’da hatalıdır. Tanımayı, sureti aşmayı ve belki temaşayı “BİR olmak”la aynı saymışlardır/sanmışlardır.
***
Aşka akıl ile varılmaz ama, aşık bir nur olarak aklı inkar da etmez. Aşk “akıl üstüdür” ama “akıl dışı” değildir. Mü’minin aklı, aşkı “akıldışı/saçmalık” addeder mi? Anlaşılıyor değil mi “araçsal akıl”dan bahsetmediğimiz. Akıl yoksa “aşk teklifi” de olmaz. “meaş”a değil, “mead”a çağıran bir akıl..
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Dile gelenle aşk mertebeleri katedilir mi? Ne diyeyim… Muhal bir şey be üstad… Tabi ki haklısın. Aşkın dilinin olması bizim kılu kaal ile iştigal etmediğimizi göstermez. Yaram o ki, aşk dilinin varlığı reddedilmesin. Hani anlamasak da… Reddetmek, kapıyı kapatmaktır ya… Korkum ondan. Kapı açık dursun da biz ulaşamasak da ne gam… Kapının açık olması, ümid değil mi? Dostum aşkın diğer adına zaten ümit dememişler mi? Hani bir gün düşerse yolumuz o kapıya bir vesileyle, giremesek de içeri, ünsiyet kesbederiz belki… Aşkın ilk adımı ağyar olmaktan kurtulmaktır ya, değil mi o ünsiyet sahibi olmak, tanış olmak… Dilinden anlamayan yolundan ne anlar be üstad… Dile aşina olmak değil mi, “yar” olmanın birinci şartı. Hani kapıya yolumuz düşerse bir gün, hani içeri giremesek de içeriyi temaşa etmek gerekmez mi, ya da kapıdan bir seslenmek değil mi murad… “Ben geldim” diyemezse insan o dille, neye yarar murad etmek… Üstad, eliftir ya herşeyin başı. Elif, ben geldim diyebilecek kadar o dile aşina olmak değil midir? Ooof üstad of… Dilini anlasak, keşfetsek zaten aşık olmamak mümkün mü? Ama başını uzatamazsın ki kapıdan, kapıyı tıklatmadan… Destursuz varılır mı o kapıya… Destur diyebilecek kadar dile aşina olmak… Gerekmez mi ya…
Her insanın kendi hacmince o dilden bir pay alma hakkı yok mu? Olmaz mı hiç… Ne var ki, talep edilmiş olsun… Murad eden bir pay kapamazsa o dilden, kainat neden var olsun? “Kenzi mahfi” sırrı nasıl faşolsun aşıklara ya da muridlere… Bilinmek isteyeni bilmek kabil değilse, neden varolsun aşk, neden yaratılsın kainat. Ah dostum ah. Aşık mürid, aşk murat etmek değil mi? Nasıl açılmaz o kapı? Açılmayacaksa, irade etmek neden nasip olsun?
İşin sırrı, her insanın yolunun münhasıran kendine ait olması. Başka aşıklara bakan göz, kendi kapısını göremiyor. Aslında her aşık, bir diğerinin ağyarıdır ya üstad… Aşkı imkansız görmesi bundan… Zira diğer aşıktaki kapı kendinde yok ya… Zannediyor ki, o kapı keşfedilmez. Doğru o kapı keşfedilmez. Çünkü her insan kendi kapısını kendi kalbinde taşıyor, diğerini nasıl keşfetsin? İşte ümidin bittiği yer. Ümidin bittiği yer, aşkın bittiği yer… Şahdamarından yakındır ya üstad… Nerelerde arıyoruz kapıyı… O kadar yakın olan kapıyı kapatır mı? O kadar yakınsa, kapıya ne gerek var… Bir seslenmek yetmez mi? Hafifçe… Mahcup bir tavır ile… Müeddeb bir eda ile… Kalbden bir sesle… Hani duyar ya her sesi, her nefesi… Ne kadar zor, o kadar kolay be üstad… Neden zorlaştırıyoruz ki…
Yazan:mahir yeşildal Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
aman yarabbim, tüylerim diken diken okuyorum yazışmalarınızı, araya girme gafletim affola ama bu teşekkür üzerime bir borçtur.
eyvallah haki-suzan-sever eyvallah…
Yazan:verda kalender Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Derin düşünce adlı sitenizle tesadüfen tanıştım. Ve AŞK adlı başlık dikkatimi çekince okumaya başladım. Fakat nasıl bir derinliktir bu inanın sarhoş oldum sanki. Hala bu konuları bu derinlikte ve seviyede telaffuz eden insanların olması beni çok heyecanlandırdı ve ümitlendirdi. Çok teşekkürler… yüreğinize ve kaleminize sağlık…
VERDA
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Aşk öyle bir kapı ki, uğrayacağı kalbi seçip de gölgesine vardırıyor…
Onun gölgesinin gölgesinde yazmak dahi, bu güzel iltifatlara sebepse, sebep olmasa dahi, ona uğramak nelerle hem-dem eder insanı acaba?
Bilinmez ve dahi tüm bu kelam, boşa gitmez…
Muhabbet baki,
Aşk ezel, aşk ebed…
Sayın Verda ve Mahir, yüreğiniz dert görmesin de uğradığı kapı her an aşk olsun inşallah…olsun ki orada tek dert aşk olsun…
ve aşk an’dır, geçmiş ve geleceğin içinde meczolduğu.
aşk, an’dır…
Sayın Haki ve Sever,aşkın göğünde devam…
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
“Kün”… İşte sırların cem olduğu bahis… O nasıl bir emir, o nasıl bir irade ki, tüm mevcudat varolmakta bir anda…
Hemşire, hani “kün” emri, iradesi mütemadidir ya… Hani denmiştir ki, “kainat bir an var, bir an yok, fakat bu varlık yokluk seyri o kadar hızlıdır ki, mütemadiyen görünen varlıktır”. Oysa “kün” emri her an yeniden verilmekte ve kainat her dem yeniden yaratılmaktadır. İşte aşkın kapısı… Hani ruh, bir defa varedilmiştir ya… Kainat yokolduğunda veya iki yaratılış arasındaki küçük mesafede meydana gelen yokluk halinde ruh varlığını devam ettiriyor ya… Hah işte burası… Aşkın kapısı burası…
Kainatın varlık yokluk deveranı içindeki “yokluk” güzergahında aşık ile maşuk başbaşa kalır ya… İşte herşeyin yokluğunu temaşaya dalan göz, aslında varlığa ayarlı ya… Kimi görür orada… Aşık ile maşuktan başka kim vardır ki orada… Ah hemşire… Göz surete takılırsa nasıl görür maşuku? Suret de yokolurya o demde.
Ama yokluğu görmeyen göz, varlığı görür mü, dersen, haklısın hemşire. Aşk böyle birşey işte. Yokluk ile varlığın oynaştığı o demde, tüm varlığından sıyrılmak değil midir yokluğu görmek. Ruha maddenin ve aklın kirinin bulaşması yok mu? Ne yokluğu gösterir ruha ne varlığı…
Aşıkın sarhoşluğu, varlık yokluk deveranını takip etmekten değil midir? Hani, “dikkat” derler ya… Dikkat… Varlık yokluk deveranında bir an ele geçecek olan yokluk anını zaptedebilmek mi desem? Ya da o yokluk anına dalmak mı desem? Ya da o yokluk halini daim kılmak mı desem? O yokluğa girip de çıkmamak mı desem? Nasıl demir atılır o yokluk anına, haline bilmem ki?
Hani derler ya, yokluğa ulaşmazsan olmaz aşk. Hani demişlerdir ya, yok olmazsan olur mu aşk. Hani nefsten bahsederler ya, onunla olmaz diye. Ondan sıyrılmaktır aşk derler ya… Hemşire, yok olmak kolay. Maharet bunlar değil… Maharet yokluktan başka “yokluğun” dahi kalmadığı o demi bulmaktır galiba. Tüm kainatın yokolduğu o dem… Sen yokolmuşsun neye yarar, kainat yerindeyken. Kainat çapında varlık deveran ederken bir yerde, kehkeşanların raksı devam ederken heryerde, aşık ile maşukun vuslatı nasıl kabil olsun?
“Kün”… Aşkın kapısı… Kün emrini duymayan aşık mı olur? Heeey üstad. Aşk şarabı bu emir değil midir? Bu şarabı içmeyen, aşk sarhoşu mu olurmuş? Sarhoş olanda akıl ne gezer? Akılla aşk ne derin tezat… Akıl, kün emrinden öncede mi var? Akıl da o emirle yaratılmaz mı?
Akıl, aşıkın hallerinden değil, alimin hallerindendir. Üstadım, dersen ki, gönlü hak ile aklı halk ile olanlar var. El-hak… Ama akıl, halka aittir. O bir hal değil, bir vazifedir. Dersen ki büyüklük, kalp ile aklı beraber taşımaktır. Amenna… Sözünün üstüne söz yoktur. Ama üstad, aşk şarabını içmeden aşk libası giyilir mi? Sarhoş olan aşık, akılla oynaşır mı?
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Eyvallah pirim eyvallah
Birkaç kelam için daha destur…
“Aşk”ı ve “Kelam”ı yaratan Rabbe hamdolsun.
Gayelerin gayesine sebep yoktur. Bütün sebep ve Varlık-lardan öte Varlık. Yokluktaki/fenadaki/yanmadaki Var-lık. İmanın ve aşkın zerafeti… çöle su…suya hayat…hayata can… can/an/a aşk… imana aşk… aşka iman…
Anladım (mı?) üstad?…
Aşk nasiptir. Nasipsiz bırakmaz; kimine umman, kimine katre…herkese kendi kabınca …
Mesele aşk’a müşteri/talip olmak…yola çıkmak simurg misali. Velev ki dönsün, dökülsün; velev ki bülbül/aşık gül/suret için arza rücû etsin …bir menzil-i maksudu olsun da o makama varmasın.. gam değil. Her mertebede aşkın bir tecellisi, bir ikramı var. Aşk yolundan, yolculuğundan boş dönmek yok.
Yeter ki kalbin kapısına kilit vurulmasın
Yeter ki istikamet üzre olunsun
Aşk dergahı ümitsizlik dergahı değil. Elhamdülillah. “Mü’min ye’se kapılmaz”, Rahman’ın rahmeti sonsuz. öyleyse AŞK/ÜMİT DAİM MÜMKÜM. Nasip daima mümkün. Her aşığa/talibe göre bir yol var. Aşkı kâr edinmiş her yiğide bir “miraç” var. Gözümüzü korkutmayacak aşıkan-ı meşhur u kadim; Yunus’tan, Mevlana’dan, Hallac’dan, Bistami’den, İbrahim-i Ethem bize ne…
HerKESin aşkı kendine ve kendinde, çünkü;“Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır.”
Aşıkan- meşhur’u tanıyacağız ama yolu kendimiz “inşa” edeceğiz. O zirveleri göreceğiz ama aşmayı denemeyeceğiz. O yollar onlar için. Onların yolunda bizim için “gark olma” tehlikesi var; çünkü, onlar “tek seferlik” gemileri yaktılar. Ama bizim için yeni yollar var.
Aşk BİR; ama, yollar kalpler adedince
Aşkta bir kader. Her aşığında bir kaderi var. Bir iradesi var… İrade yoksa aşkın ne kıymeti var. Kölelerin aşkı makbul olur mu? İllaki irade beyan edeceğiz; “ Aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine/Adımı aşkın üzerine kendim yazarım.”
Madem ki ümidimiz var, mademki talep ediyoruz…öyleyse aşkın kıblesine, aşkın ve imanın evine yöneleceğiz …kalbe döneceğiz…’raz-ı ka’be’nin Rabbine arz edeceğiz.’
Bir elif gibi… başı dik ve onurlu, ama mahcup ve usulca.. ama coşarak ve taşarak… ama yanarak…ama kül olarak; ama illaki TALİP olarak; “Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim/Af dilemeye geldim affa layık olmasam da/Sevgili/En sevgili/Ey sevgili…”
Evet pirim… “Aşık mürid, aşk murat etmek”
Yeter ki murad edelim.
Aşk yüce, ama uzak değil.
‘Aşk…
biraz daha aşk…’
Yazan:verda kalender Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Sayın Haki Demir,
yazılarınızı büyük bir zevkle okuyorum bu site ile bugün tanıştım aslında ama ne hikmetse ayrılamadım. İçimizde ki açlık öylesine derin ki İNSAN OLMA yolunda! Aslında tüm insanlık en basit deyimiyle kendi özüne dönmenin çabası içinde çırpınıp duruyor. Siz insanın kendi özüne dönüşünü en muhteşem kanal olan aşk üzerinden harika bir uslup ile kaleme alıyorsunuz.Yazılarınızda ki bilgiler çok anlamlı ve derin ama o kadar kitabi kokuyor ki; oysa bu temaşanın er meydanı kalptir. Kalpten çıkan,yaşanmış, acının izlerini hissettiren kelimeler kalbin tatmin durağıdır. Böylesine hızlı büyüyen bilgi çağında kelimeler cümleler ne kadar da kalplerimizi yordu. Kelimeler ötesi yani kalbin yangınının ürettiği hal dilinden çıkmış satırlara hasret kalplerimiz. Bu satırları sizi eleştirmek veya övmek için yazdığımı düşünmeyin lütfen. Aslında bu derin serzenişi sizin yazılarınızdan aldığım ışıkla yazabildim. Haddimi aşmak değil niyetim sadece bir paylaşım… Aşkla ölen dirilerden olmak ümidiyle… VERDA
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Verda, azizim…
çok şey istemiyor musun?
Kitabi bilgiler tabi ki…
Aşık olsam burda ne işim var.
Peki, burda ne işim var? Say ki, bir “Şems” arıyorum, yüzünü görmediğim, sesini duymadığım…
Verda, azizim, çok şey istiyorsun.
Bunlar kitabi bilgiler bile değil…
Sağını solunu kırıp döktüğümüz bilgiler.
Bilgi çağı demişsin ya… Öyle… Kitabına bile ulaşamaz olduk biz.
Ne istediğinin farkındasın ya… O burda mı aranır? Burda ararsan, ne bulacağını sanırsın, bundan gayrı…
“…kalbin yangınının ürettiği hal dilinden çıkmış satırlar…”, bu nedir böyle? Kalp yandığında dil döner mi sanırsın? Üstadım haklı, biz aklı bırakamadık ki daha… Ne yangınından bahsediyorsun azizim?
Ama biz bir hal bulduk burda, bize ait. Bırak bize kalsın, keyfi de kederi de… Doğrusu da, yalanı da…
Halimiz ne mi? Al sana bir menkıbe…
Meclise telaşla bir adam girmiş, Hz. Mevlana’ya hitaben,
-Efendim, Şemsi Tebrizi geliyor, demiş.
Hz. Mevlana, evin anahtarını uzatmış adama müjdesinin mükafatı olarak,
-Dünyada bundan başka bir varımız yok, bu da müjdenin mükafatı olsun, demiş.
Adam çıkıp gittikten sonra meclisten, başka biri demiş ki,
-Efendim, bilmez misin ki o adam yalancıdır. Şemsi Tebrizi gelmedi, siz yalan olduğunu anlarsınız, neden verdiniz tek varlığınızı?
Hz. Mevlana, cevap vermiş,
-Biliyoruz oğul, demiş, biz o varlığımızı o haberin “yalanına” verdik. Eğer doğru olsaydı, dünyayı verirdik.
Verda, azizim, anlatabiliyor muyum meramı mı? Biz bu işin yalancısıyız da, ne gam, yalanını bile sevdik. Yüzümüze vurma yalanımızı… Ve sen azizim, aşkın yalanı ile hakikisi arasında ne kadar fark var sanırsın?
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
Dostum… Temmuz iftarındaki suyun vücuda yürüyüşü var ya… Yazın öyle yürüdü ruhuma, kalbime sürur oldu. Bilmem ki yazını sana mı göndersem tekrar. Sözünün üstüne söz söylememek için.
Yazan:verda kalender Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
slm haki bey,
Aslında maşuk baktığımız heryerde değilmi ki? Bu kadar dolaşmaya ne hacet var! Dolaştıkça dolanıyoruz belkide. Kelimelerin süsünden hep ürkmüşümdür çünki süslendikçe gerçekten ve özünden o kadar uzaklaşırlar. Süsün değil sanatın değil ÖZÜN içinden koşar gelir aşk. Sanki kelimelerle aşk yaşıyorsunuz oysa aşk her yerde ve acının ta içinde.Kalbinizi ve zihninizi boşaltın o sizi bulacaktır mutlaka, zira yer bulamıyor. Oysa o safiyetin içinde yaşayabilir. Ben sizin kadar süslü cümleler kuramıyorum aslına bakarsanız kurmak da istemiyorum. Kuranın yazı dili ve yunusun aşk dili ne güzel bir sadelik ve yalınlıktadır değil mi? Sizi yargılamak değil amacım sadece yangınınızı hissetmemek mümkün değil, hele benim gibi bu konuya hassasiyeti olan biri için! Başka bir pencereden de bakmak lazım bel ki de!!! Haddi aştıysam affola… VERDA
Yazan:baran salci Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
Ya buna ne demeli:
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=743191&title=caiz-olmayan-sevgi
Bu devirde hala allah sevgisini degil de allah korkusunu yucelten, anadoludaki islam gelenegini tamamen silmek isteyen,hosgorusuz, icki icenleri zaptu rapt altina almaya calisan bu kafa! Inanilir gibi degil.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
Eyvah Verda!…
Sen ne yaptın?…
Su gibi akarak gönülleri ferahlatan o kalbi lisan-ı ve iz’anı nasıl kitabi buldun. Sözün letafeti ve zarafeti aşkın hakikatinden değil midir? “Kelimelerle aşk yaşamak” ne büyük saadet…o erbab-ı aşkın sanatı ve kârı..
* “Başka bir pencreden de bakmak lazım”, madem “hassasiyet” var, dert var..
Buyur Verda
Baş göz üzre yerin var
Ama bu aşk faslına hatime çekilmesin.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
Benin için söyledikleriniz bihakkin sizin içindir Pirim.
Madem su kesildi; bize teyemmüm etmek kalır kuru mu kuru lisanımızla.
Hadi ‘Hoşça bak zatına’
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
Verda… Ah verda… Başka pencere olur mu aşkta… İki pencere olursa aşk olur mu? Tereddüt, felsefenin işi değil mi? İkilik tereddütün sebebi değil mi? Verda. Başka pencere olur mu?
Aşıkın iki penceresi olur mu? İki penceresi olan kazip değil mi? Sen ne teklif edersin bize? Aklımızdaki pencereleri örmeye çalışıyoruz da biz tek tek… Sen aklımıza yeni pencere mi açmak istersin?
“Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil.”
İki pencere iki dil mi verda. Biz birini öğrenememiştik daha. İkinci dili teklif insaf mıdır? Bilmezse birbirinin dilini aşıklar hicran değil midir? Olur mu ehl-i dil? Olmazsa Ehl-i Dil, sohbet mi olurmuş nadanla? Ağyarındaysak verda, neden tenezzül edersin kelama? Ağyar ile sohbet mi olurmuş?
Demem o ki, kendi pencerene sahip çık. Ama kendi pencereni başkasına neden açarsın ki? Görür mü sanırsın o pencereden fezayı senden başka biri?
Ehl-i dil olmayanın meclisi yoktur aşk dergahında. Meclisi olmayanın sohbeti yoktur. Sohbet aşkın dilidir verda, kalbin dilidir. Sohbet aşkın kendisidir.
Verda, meal mi okudun sen? Kur’an-ı Kerim’in dili, en büyük belagat, en büyük edebiyat, en büyük tezyinattır. Ama mana kaybolmaz tezyinattan. Marifet bu zaten… Hayat tezyinatsız olur mu? Aşk zaten ruhun tezyinatıdır. Vuslat süslenmeden olur mu?
Var sen yoluna git verda. Ehl-i dilini ara, biz senin ağyarına düştük.
Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 27, 2008 | Reply
O zaman filhakika zehr-u berdus gibi akar gider leb-i derya. Lakin mehruku sirdasi melul melul bakar arza. Ve dahi elleri bu sehr-i sabitte yakinlasmaz dervis-i sahaneye.
Derler ki o fecr arzin merkezine, bir sukut ile sabreyler. Bir gonuldur ki rubab-i sikeste.
Yazan:verda kalender Tarih: Eyl 28, 2008 | Reply
Merhaba aşk dergahının aşıkları,
Ben bir ümitle bu yazışmalara katıldım. Umdum ki bir nebze olsun hal dilimi paylaşacağım aşıklarla hem dem olur korlar içindeki yüreğim bir lahza soluklanır. Acının ta içinden seslendim sizlere. Ama beni kibarca ağyar eylediniz. Ben size kelimelerin ötesinden sesleniyorum acının çilenin sesi bu bilmem anlatabiliyormuyum? Can yanıyor,kanıyor hal kalmıyor takat kalmıyor! Hal haykırıyor ve medet diyor yokmu halden anlayan yokmu acep bir hal ehli?Ben halimi arzedemedim herhal… Bu kadar sitem olurmu Haki bey bu nasıl bir dergahtır ki tahammül yoktur ağyar oluverdik bir anda. Halbuki ben sizleri gönlün evinde görüp ziyarete gelmiştim bu nasıl ev sahipliğidir ki kovulası olduk kibarca… Canınız ve yüreğiniz, hatta kaleminiz soğolsun…VERDA
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 28, 2008 | Reply
DOSTUM…
Akıl hayattır ya… Hayatı akılla yaşıyoruz ya… Akıl hayatı tecrübe etmiş ve önümüze koymuştur ya… Yaşanilir olduğunu göstermiştir ya bize… Ve onunla yaşayabiliyoruz ya hayatı… Onunla hayata tanış olduk ya… Aşina olduk ya… Sayısız endişelerimizi giderdi, kaygılardan kurtardı ya bizi… Nasıl da sarıldık ona?
Nasıl korkuyoruz ondan sıyrılmaktan. Kontrolü kaybetmekten… Akılsız olmak ne dehşet şey… Nasıl taşır insan bunu? Akıldan kurtulmak… Ne kadar muallak ve ne kadar vaziyet edilmez gibi görünüyor? Onun için mi akıldan kurtulmak değil de aklı aşmak lazım demişlerdi? Aklı aştığında yedekte mi tutuyor insan aklı? Bir ricat hattı kuruyor akıl, girdiği mecradan dönmek gerekirse? Oysa dönmek gerekirse neden girmek gereksin ki değil mi? Gemiyi yakmış olmuyoruz değil mi o zaman? Yakmamız gerekiyorsa gemiyi, o gemi akıl mıydı? Kapıdan girerken aklı mı yakmalıydık?
Bilmediği bir mecraya nasıl girer insan? Hele de aklı yakarak… Arzuhalim say bunu… Gizliden gizliye hep korktum. Nasıl da kavrıyor insanı? Bir aşık gibi… Ayaklarına kapanarak insanın… Bırakma beni diye melül melül bakarak… Oysa biraz önce tehdit etmişti, “bırakırsan beni, deli olursun ve herkes seninle alay eder” diye… Aman, ne kadar da yüzsüz.
Hani kerameti gördük, atıldık o kapıya ve zannettik ki, keramet, hokus pokusla olağanüstülükler yapılan bir sihirbazlık mahareti… Akılla istedik kerameti… Lakin dediler ki, velinin kerametini izhar etmesi, kadının özel halini faşetmesi gibi kerih… Zarurete mebnidir o ve asıl değil ki. Arkasını dönüp bir kaçması vardı aklın… Ne komik… Ne trajik… Aman ne dramatik… Vasfedemiyorum ki aklın o halini…
Şems bir suret miydi dostum?
Hani bizim yolumuz İmam-ı Gazali’nin yolu gibi geliyor. Malumunuz, diyor ki, “aklı gerdim gerdim o kadar gerdim ki, bir an kopacak zannettim, çıldırıyordum, teslim oldum kurtuldum”. Mukayese derdinde değilim dostum o büyük insanla kendimizi… Bir cihetle lazım oldu sanki… Hani akla bulaştık ya… Bu cihetle… Halini halimizle, ilmini ilmimizle, aklını aklımızla kıyas edecek değilim de… Fakat akıl bize fena yapıştı.
Şems, suret değildi be dostum…
Hani canını ister ya aşk insandan… Akıl canı teslim eder mi hiç? Ha teslim etse ne olur ki? Onun adı intihar. Aklın teslim ettiği can neye yarar?
Akılla ne mi alıp veremediğim? Büyük emir, “ölmeden önce ölün” der ya… Akılla derdim bu. Hani aşk, ölmeden ölmek ya… Akla anlatsana bunu.
Dostum, Şems suret değilse ne?
Kapıya kadar varmak zor değil de… Kapıyı tıklatmak var ya, usulca… İşte orda akıl gong çalıyor. Korkusundan yeri göğü inletiyor. Ama usulca çalmalıydık ya… Aklın vaveylası kapıyı mühürlüyor. Kapıyı mı tıklatıyoruz usulca yoksa aklın tepesine balyozla mı vuruyoruz, karıştırıyorum.
Aaaah dostum ah… Şems, suret olmaz mı hiç?
Kapıya kadar varıp da içeriye kulak kabartmak var ya… Hani aşıkların cümbüşü taşıyor ya dışarıya… Bilirsin dostum, akıl bile keyfinden sarhoş oluyorda alçak, içeriye sokmuyor bendesini. Akla aşık olmadık değil mi biz şeyhim.
Dostum, Şems, suret olmasına suret de, lakin şeffaf bir suret galiba. Bakınca yolu gördüğün, maşuku gördüğün lekesiz camdan bir suret sanki.
Aklı yedeğe almadan dalamıyorsak ummana… Öyleyse aklı emanet edecek biri lazım… Böyle de olur mu bilmem ama… Nedense Şems bana öyle görünüyor dostum. Şems, suret midir değil midir bilmem ama belli ki o bir DOST… Bu yolda dost böyle bir şey midir şeyhim. Hani aklı senin için muhafaza edecek bir dost… Geri dönmek için değil de, geri dönmeye mani olmak için.Sanki birinin itmesi veya çekmesi gerekiyor da onu bekler gibiyiz. Ama sanki oraya düşmemeliyiz. Bunun için mi lazım dost… Koluna giricek ve seninle aynı istikamete yürüyecek… Hani aynı istikamete dönünce, suret olmaktan çıkıyor ya… Dost, bunun için mi daha önemli suretten… Bunun için mi dost tavsiye edilmiş şeyhim? Daha mı emin olur sanki böyle? Sana da öyle geliyor mu?
Ehl-i dil, bu mu? Nadan ile bunun için mi sohbet edilmez? Arzuhalim say bunu… Dosttan kıymetli ne var bu yolda?
Yazan:haki demir Tarih: Eyl 28, 2008 | Reply
Verda…
Biz kimseyi ağyar kılmadık. Biz senin ağyarına düştük, dedik. Ehl-i dil anlamaz mı birbirinin dilinden, halinden? Ağyarına düştükse, kelam neden, ağyarına düşmedikse sitem neden?
Verda…
Biz “hal dilinden” anlamayız. Sen bizi ne sandın ki? Evet, hal dili, aşk dilidir de, bizim bildiğimiz dil değil… Zaten o dilin lügati yok ki, burda ne işi olsun. Kalbden kalbe akan feyiz, netten akar mı sanırsın? Nazarlar buluşmadan kalbler vasıl olur mu birbirine ve aşk dile gelir mi?
Verda…
Öyleyse neden gevezelik yapıyorsunuz, dersen, haklısın. Ama takatimizin ancak buna yettiğini bilmez misin? Ha… Sana bir sır vereyim. Kim ki O’nu terennüm eder, O’da onu… Aşkın gevezeliğini bile yapmaya kafi değil midir bu sır?
Verda, Verdaa…
Ciddisi de ciddi, şakası da ciddi kaç iş var dünyada? Bilirim, saymazlar aşkı bunların içinde… Ama ARİFLERE sorar mısın, aşkta var mı bu listede diye?
Yazan:çuvaldız Tarih: Eyl 29, 2008 | Reply
Haki bey,
Server bey,
Suzan hanım,
Seâdet yolun, göremezsen nâdân, Niye vermiş sana, bu aklı Yezdân?
Kün emrini duymayan aşık mı olur? Akıl da o emirle yaratılmaz mı?
“yar” olmanın birinci şartı,destur diyebilecek kadar o dile aşina olmaktır.
Aşık mürid, aşk murat etmek.
Murad edilen aşk,şahdamarından da yakın olan Yaradan’ı bilmeyi istemek değil midir?Bu istek imanın da evi olan kalbe “Kün” emri ile nakşedilmiş değil midir? Her mürid aşk yolcusu sayılmaz mı?
Kün emri ile yaratılmış,bil emri ile de ümit ve talep eden akıl sahibi açılmayacak kapıları murad edebilir miydi?İrade etmenin destur olduğunu,bundan nasiplenmiş olduğunu akledemeyen yar olabilir mi?
Akıl, aşıkın hallerinden değil, alimin hallerindendir. O bir hal değil, bir vazifedir.
“Kün”… Aşkın kapısı… Kün emrini duymayan aşık mı olur? Akıl da o emirle yaratılmaz mı?
Kalbinden gelen sese kulak vermeden,endişelerinden,kaygılarından sadece akılla kurtulduğunu sanan alim bu gafletiyle kendi kalbindeki kapıdan çok da uzağa savrulmuş olmaz mı?.
Hani nefsten bahsederler ya, onunla olmaz diye. Ondan sıyrılmaktır aşk derler ya…
Hani derler ya, yokluğa ulaşmazsan olmaz aşk. Hani demişlerdir ya, yok olmazsan olur mu aşk.
Akılla irade etmeden nefse dizgin vurulmaz.Onun için mi akıldan kurtulmak değil de aklı aşmak lazım demişlerdi?
Hani karanlıkta göremez olduğu vehmine kapılıp zaman zaman çakan akıl şimşeğinin aydınlığı ile yol aramamak lazım.
… Kainat yokolduğunda veya iki yaratılış arasındaki küçük mesafede meydana gelen yokluk halinde ruh varlığını devam ettiriyor ya… Hah işte burası…
Evet aklın karanlıkra kaldığında apaçık bir aydınlıkla görülen.
Ama yetmiyor. Ol’manın eşiğinde biran kalakalmak,lütfedilenle sarhoş olmak.
İnsan o kısacık ana demir atmak,varlık yokluk deveranında bir an ele geçecek olan yokluk anını zaptedebilmek için yedekteki akıl imdada çağırılınca insan eşikten geri düşüyor. İşte Haki bey sonra anlatmaya çalışıldığında dil dönmüyor,kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Lakin dediler ki, velinin kerametini izhar etmesi, kadının özel halini faşetmesi gibi kerih…
Hani aşk, ölmeden ölmek ya… Vasfedemiyorum ki aklın o halini…Akılla istedik kerameti…
Aklın bildiklerine sarılıp mecaza başvuruluyor..Bu kadar zor olan kolaylıkla anlatılabilir mi? … akıl bile keyfinden sarhoş oluyor da alçak, içeriye sokmuyor bendesini.
Dersen ki büyüklük, aşk şarabını içmiş sarhoş olan aşığın, kalp ile aklı beraber taşımasıdır.
Sarhoş,sarhoşluğunu nasıl vasfedebilsin?Sarhoş aklına bu kadar haksızlık ederek zulmetmeyin.
Şems, suret olmasına suret de, lakin şeffaf bir suret galiba. Bakınca yolu gördüğün, maşuku gördüğün lekesiz camdan bir suret sanki.Geri dönmek için değil de, geri dönmeye mani olmak için.Koluna giricek ve seninle aynı istikamete yürüyecek… Hani aynı istikamete dönünce, suret olmaktan çıkıyor ya…
Dost, bunun için mi daha önemli suretten…
Evet,Haki bey bir dosta her zaman ihtiyaç var.
Haki bey,Sever bey,Suzan hanım yazdıklarınızı baştan beri okuyorum.Haki bey siz Temmuz ayında tutulan oruçta içilen suyun damarlarda yürümesi demişsiniz ve en güzel tarifi de yapmışsınız.
Sözlerinizin üzerine söz söylemek mümkün değildi,işte aynen öyle demeden,kollarına girilecek dostlar olduğunu söylemeden sessiz kalmak da.Ben de ortaya serptiklerinizi kendi kabım elverdiğince toplamaya çalıştım.N’olur kusura bakmayın,çabamı hoşgörün.
Yazan:haki demir Tarih: Eki 2, 2008 | Reply
Sayın Çuvaldız
estağfurullah ve teşekkürler
Yazan:haki demir Tarih: Eki 2, 2008 | Reply
BİR DOST BULAMADIM, GÜN AKŞAM OLDU
Yazan:verda kalender Tarih: Eki 16, 2008 | Reply
ÖNCE DOST OL Kİ;
BİR DOST BULASIN!
ÖYLE BİR DOST OL Kİ;
BULMAK İSTEDİĞİN GİBİ!
VERDA
Yazan:melek çetin Tarih: Eki 30, 2008 | Reply
suzan nur, aşk vazgeçilen değil vaz geçirtendir aslında. neden vazgeçtiğiniz ve neleri feda ettiğinizle ilişkilidir çoğu kez. içinize hapsolmadan derin düşüncelerin değil derin duyguların ardından gitmektir. yazınızı çok beğendim. eskiden tanıdığım yüreğime adını can gibi nakşettiğim bir arkadaşımı hatırlattı yazdıklarınız. onu yeniden karşımda gördüm. şimdi ne yapıyor bilmiyorum…
Yazan:melek çetin Tarih: Eki 30, 2008 | Reply
suzan nur, aşk vazgeçilen değil vaz geçirtendir aslında. Neden vazgeçtiğiniz ve neleri feda ettiğinizle ilişkilidir çoğu kez. İçinize hapsolmadan derin düşüncelerin değil derin duyguların ardından gitmektir. Yazınızı beğendim, yüreğinize sağlık. Eskiden tanıdığım içime adını can gibi nakşettiğim bir arkadaşımı hatırlattı yazdıklarınız ve adınız. Onu yeniden karşımda gördüm sanki. ama onu kaybedeli çok oldu. yaşasaydı aşk dergahında damıtılmanın ne büyük bir lütuf olduğunu ve kalemindeki esrarın sırrını onunla konuşabilirdim. ama dediğiniz gibi bazen aslolan yerine gölgelerle yetinmek gerek değil mi?
Yazan:suzannur Tarih: Eki 31, 2008 | Reply
düşünceler ve duygular, gitgeller ve yaşananlar… tanıdığım bir yürekten gelen bu yorumlara ne demeli hele ki tanınan bu yürek için yaşayamadığı aşk söz konusu ise?
Gölgeler diyarında değil miyiz zaten? Ve içimi acıtan bu yorum, yüreğimi…
kalemin esrarı zaten benim olmayanın, verilenin tezahürü, zaten günlerdir yazılamayan kelam, verilmeyen.Yine de kalemdeki, kelamdaki esrarı yazılmalı buraya. Denk gelir belki bir yüreğe…
Yazan:melek çetin Tarih: Kas 1, 2008 | Reply
bunca zamandan sonra seninle sanal da olsa karşılaşmak, ne garip.
aldırma gönül aldırma yazdıklarıma. incinme… canım çok acır o zaman.
bu siteyi daha dün buldum bugün müdavimi oldum. niye? eskilerden ve ötelerden haber var diye.aşktan bahsediliyor diye…aşk’tan yani ondan,alemlerin ve kalplerin varlık sebebinden…onun aşkını tatmamak mı deli misin… onu bulduğumdan beri geceler gündüz.onu bulduğumdan beri kendisine çağırmak için verdiği onca surete ve onca acıya aslında hataya şükrediyorum.bu ne demek biliyor musun…biliyorum biliyorsun. yazdım işte. bunun haricinde yazacaklarımın hepsi laf-ı güzaf. ama sen yağmur kalplim….ne diyeyim sana. ne diyeyim. keşke…
Allah adını dünyada ve semada ahsen olarak zikredilenlerden kılsın.bir güneş olmayı başar ve ısıt üşüyen yürekleri.
Yazan:suzannur Tarih: Kas 2, 2008 | Reply
Estağfirullah, aşkı tatmamak derken kendimi kastetmiştim.
Yazan:iklim Tarih: Ara 1, 2008 | Reply
bugün Aralık 1, 2008 bir aydır kimse birşey yazmamış,hala buralardamısınız bilemiyorum ama bende bir seda bırakim dedim bu kubbede:)belki çok hoş olmasada…ilk defa birini araştırırken rastladım bu siteye. Hoş oldu benim için kendimi zaman tünelinden geçmiş 1800’lü yıllara gitmiş gibi hissetttim, çok ilginç. Bu derece hissedenler, demek ki çok ortada gözükmeselerde veya biz doğru bakamadığımız için göremesekte varlar… Çok hoş tebrikler… Öncelikle yazı için sonra yorumlar için. Ama birde Aşk’ın üzerine yazıldıkça çizildikçe ve illaki deşildikçe bizi terk ettiğine inananlar var benim gibi ve aşk iki kardeş gibi ilahi ve insani ben isterdimki ilahi olan insanların yüreğinde insani olanda gözlerinde saklı kalsın. Bu kadar zorlanmasın… eğer sessiz kalabilseydik belki büyüsü bozulmazdı kim bilir. Tarih buyunca ne zaman zorlansa kaçmadımı aşk… Çok bilirim derecesi belli olduğu için Rabbinden canını almasını dileyen iman ehlini ve hepimiz biliriz dile geldiği için aşkları kavuşamayanları leyla’ları aslı’ları, demekki net olan tek gerçek Aşk’ın her türlüsü,insanisi ilahisi, gizemi seviyor, sessiz kaldığı müddetçe uğradığı limanda usulca GÖLGELENİYOR… sırrı ifşa oluncada belki kırılarak belkide öfkeyle gidiyor gidişine görede ya arkasında hüzün bırakıyor yada enkaz sonuç değişmiyor aşk belkide sırrın ta kendisidir kim bilir yada bir tarifi yoktur dünya kurulduğundan beri sürekli yol alan bir yolcudur da arada bir yerlere uğrayana kişisine göre ödül veya ceza oluyordur…
ve bu konu bunda yıllar sonra bile birileri tarafından irdelenicek kadar derin bir sorunun cevabını ise çoğumuz bulamıyacağız birileri bir yerde noktayı koyabilecekmi… Bilmek isterdim. yada bunca yazılmış yazıdan onun gerçeğine ıskalamadan kaç kişi ulaşabildi 12’den vurmak imkansız ama belki ucundan kıyısından yakalamış varmıdır…Kim bilir…
Suzan hanım sizden kitap bekliyoruz en kısa zamanda… yazınız güzeldi gerçekten fikrinize sağlık;)…
Yazan:lugat Tarih: Ara 1, 2008 | Reply
BİLEN SÖYLEMEZ…
SÖYLEYEN DE BİLMEZ…
ÖYLE BİRŞEYDİR İŞTE AŞK…
Bir de; DİLİNDE OLANIN GÖNLÜNDE OLMAZ, GÖNLÜNDE OLANIN DA DİLİNDE OLMAZ.
Yazan:suzannur Tarih: Ara 1, 2008 | Reply
Öncelikle Sayın İklim, teşekkür ederim. Eğer kişiliğiniz de seçtiğiniz isim gibiyse, tüm çeşitleri içinde barındıran, süren ve değişen, değiştikçe değişimyle kabul gören… bilmiyorum. Yazdıklarınız çok güzel. Aşk, tarifi zor olan yapılamayan, ama illa da aşksa, Mevlana, Yunus…
illa da aşksa Züleyha, leyla…
illa da aşksa, gözde kalamayıp bir şekilde kalbe ulaşan… aşk işte, sadece aşk. Eco, Nome della Rosa’da bir, gül, bir güldür, bir gül, bir güldür… der, aşk gibi, aşk, aşktır, aşk, aşktır… Sizi burada görmek sevindirici, umarım diğer yorumlarda da sizinle karşılaşır, hasbihal ederiz. Bu arada bir romanım yayınevinde ama bakalım kabul olunacak mı? Zor iş bu ülkede kitap bastırmak. Nasip…
Sayın Lugat,
Dilinde olanın dîline ulaşamadığıdır demişsiniz, Mevlana da diyor ki, ben ol da bil. Ve 26ooo beyitlik Mesnevi’yi yazıyor aşk için. Demek ki bezan, bazılarının dilinde olan dîline de/yüreğine de ulaşıyyor aşk.
Saygıyla.
Yazan:lugat Tarih: Ara 2, 2008 | Reply
suzan hanım bir yanlış anlaşılmaya sebep olmak istemem, kast ettiğim insanların aşk hakkında yazmaları değil, onu çok sıradan birşeymiş gibi sürekli dillerine dolayarak tüketmeleridir. Aşk her haliyle kutsal sayılır , saygıyı hak eder ve gerçekten seven onu kıymetli bir varlık gibi gizli tutar anlamındaydı. Edebiyatçıların ve Hz.mevlananın anlattığı aşk şekli bizlere rehberdir… kullanma klavuzu gibi düşünün. eğer olurda ona ulaşırsak belki okuduklarımız sayesinde onu doğru yaşayabiliriz… saygılarımla
Yazan:suzannur Tarih: Ara 2, 2008 | Reply
Sayın Lugat,
Aşk her haliyle kutsal sayılır , saygıyı hak eder ve gerçekten seven onu kıymetli bir varlık gibi gizli tutar demişsiniz, çok güzel ifadeler ama bakın aşk şu ki tükenmez onun hakkında kelimeler. Harakani der ki:
Kalp nasılsa dil öyledir. Gönül deniz, dil kıyıdır, gönülde ne varsa, kıyıya o vurur.
Mecnun gibi. Aşk geldi mi, kelimeler sadece aşk der, içte kalamaz, giz’leyemezsiniz. Gizleyen yok mu, var, tıpkı Leyla gibi. Kays’a necnunluk, Leyla’ya lal kalmaktır aşkın nasibi. Anlaşılan o ki, aşk;kimine sırdır kimine değil. Kimine İlahidir kimine beşeri. Ama ille de aşktır. Ve dediğiniz gibi, aşık olana aşıklık hakkını vermek gerekir ve ona saygı duymak.
ve bazen ne kadar kıymet verirseniz verin, sevdiğinizi gizleyemezsiniz, tıpkı Allah’a olan sevgi, aşk gibi, hele de O.
Kaleminize sağlık.
Saygıyla.
Yazan:Hasan Yavuz Tarih: Ara 17, 2008 | Reply
İnsanın kendine karşı duygusuz,duyarsız ve sorumsuz olduğu zamanlar aşksız zamanlardır.Aşk her çağda kendine saygıdır,kendi varlığına olan sorumluluktur.İnsanı yaşamla buluşturan tüm tutkuların ilk hecelemesidir aşk,ruhunda esen kasırgaların şiire döküldüğü dizelerdir aşk.Aşk her mevsimdir,yanlızlıktır,hüzündür…
Yazan:dilan karatas Tarih: Kas 15, 2011 | Reply
AŞK denır adına surette olur bıter her hengame dıyor yazı suret yok olur gıder, beden kaybolur yıter ee gerıye kala kala bır ruh kalır nasıl kaldıgı yada kjıme ait oldugu önemli degıldır insan ruhundan baslar askı benımsemeye ilk önce beynını okşar dusunceleri sıcak ruyzgar estıkçe tenını hısseder insanoğlu elleri tutldukça soğuğunu hıssder insan ilk ruhundan baslar kendını sevmeye suretın önemi yoktur içini ısıtsın yeter aşk görecelidir içinde iyiyi kötuyu temızı kırlıyı herseyı barındırır kara delıktır ask ya hükmeder yada yok eder
Yazan:meral Tarih: Kas 17, 2011 | Reply
Selam selam selam size,
Çok geriden fark etmişim sizi, ne olur biri bana beşeri aşk ile ilahi aşk arasındaki farkı söyleyebilir mi? O geçiş olur mu, nasıl olur? Arif’e tarif gerekmez derler ama ben arife değilim,tarife ihtiyacım var; aşk ve iman el eledir demişsiniz…çok dikkatimi çekti. Çünkü ben rabbime tövbeler etmiştim ona adeta gizli şirk koşmuşum diye. Aşık olduğum o beşeri andığım kadar rabbimi anmadığım için o zamanlar. Ama o Hayy ve Kayyum olan, o Semi ve Basir olan o Karib olan, en güzel isimlerin ona ait olduğu o rab bana gösterdi kendisinden başka aşık olunmaya layık kimsenin olamayacağını… bizzat yaşayarak, yaşatarak. Aşkın çemberine girdim ve çok zor çıktım,ve çok acı çektim, eeeh bir parça da piştim herhalde. Rabbime yönelmekten başka şansım da yoktu o çemberden çıkmak için, Allah beni öyle sıkmıştı, onunla sıkmıştı, benim imtihanım da onunla olmuştu ve ben rabbime yöneldim, umuyorum ki o imtihanı kazandım.Allah’a imanın, kulluğun ve yakınlığın ne büyük bir saadet olduğunu da sanırım bir parça tattım…
Rabbime olan aşkım inişli, çıkışlı… Aklım mıdır beni korkutan, şeytan mıdır beni geri çeviren ayırdında değilim fakat ne zaman rabbime gönülden, yoğun olarak yönelsem, o pası kalbimden siliyor ve onu orada buluyorum. Bir müddet sonra kendimi dünyaya dönmeye zorluyorum. Ben neler yaşıyorum? Bir dosta ihtiyacım var fakat kimseye güvenemiyorum, Allah’a giden yolda Allah bana yeter diyorum. Aşk işi zor iş ama ne büyük bir zenginlik.
Yazan:MehmetSalihDemir Tarih: Kas 17, 2011 | Reply
Aşk lüzumludur, şarttır. Ancak asıl maksat değildir. Aşk hakkında söylenen bunca güzel yorumdan sonra ben de şunu söylemek isterim: Aşk, yüce gayeye giden yolda duraklardan bir duraktır sadece. İlahi aşk dahil buna (!) Evet İlahi aşk da…
Bir yorumcu aşkdan bahisle ” aklı aşmak…” demiş. Arada sırada da olsa, aşkı da aşmak lazım geldiği üzerine tefekkür etmek lazım derim…
Yazan:suzannur Tarih: Kas 17, 2011 | Reply
Yoğ idi levh ü kalem, aşk var idi/Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr idi/Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr iken/Cebrâil ol arada ağyâr idi diyor Eşrefoğlu ve Tatçı Ver cânı / Bul canânı… başka ne denir ki?