İttihatçı katile hayran bir Deniz Gezmiş
By Rasim Ozan Kutahyali on Eyl 22, 2008 in Milliyetçilik, Türk faşizmi, Türk Solu
Sunuş: Türk Solu büyümek, adam olmak zorunda… Protestan bir arkadaşım “biz Katolik değiliz, koskoca bir Hıristiyanlık dinini Hz İsa’nın ölümüne sıkıştıramayız” demişti. Bizim Katolik solcularımız galiba bu yüzden Deniz Gezmiş gibi “çarmıha gerilmiş” kurbanlara sımsıkı sarılıyorlar.
Gerek sitemizde gerekse diğer politik platformlarda Türk solunun kendini arayışını, “içini neyle dolduralım?” şeklindeki sorgulamaları ibretle takip ediyoruz. Geçmişte sola gönül vermiş insanlar kandırıldıklarını fark ettiler. Ama bir türlü bu yola veda edemiyorlar, heba olan gençliğin yasını tutamıyorlar.
Halksız bir “halkçı” parti ile, işçi sınıfı olmayan bir proleterya diktası umuduyla sol kurulamayacağı gün gibi çıktı ortaya. Odaları Marx kitapları, Nazım şiirleri, Che posterleriyle süslü Katolik solcularımız yaşamlarını anlamlandırabilecek son simgelere tutunma çabası içindeler. Bunların başında ise idamlar ve işkenceler geliyor. “Kurban edildiler, demek ki haklıydılar!”
Eğer Deniz Gezmiş kazansaydı nasıl bir düzen kurulacaktı? Bu sorgulandı mı hiç?
Peki ne yapmalı? Onları acıları, pişmanlıkları ve depresyonlarıyla başbaşa bırakmalı mıyız? Hayır. Katolikler gizlice günah çıkarırlar. Bizim Katolik solumuz bunu alenen yapmak zorunda. Hem kendini bu depresyondan çıkarmak hem de Türkiye’ye borcunu ödemek için.
Deniz Gezmiş’i idama götüren sürecin muhasebesi Türk solu tarafından yapılabilseydi bugün yaşamakta olduğumuz bir çok dramı yaşamayacaktık. Son 6-7 yıl içinde kendini “solda” sayan dergi ve gazetelerin yaptığı Kürt, Ermeni, Yahudi, Hıristiyan düşmanlığı en fanatik ırkçı/dinci gazeteleri bile gölgede bıraktı.
Eğer solcu aydınlar liboş etiketi yeme, AKPli sanılma korkusuyla sinmeselerdi, devlete, orduya sarılmasalardı olmaz mıydı? “Ne darbe ne AKP” sloganıyla darbeyi siyasi parti meşruluğuna yüceltmeselerdi olmaz mıydı? Bayrak ve şehit istismarı yapan ulusalcıların karşısına evrensel sol değerlerle, hümanist fikirlerle dikilebileselerdi Ogün Samast’ı katil olmaktan, Hırant Dink’i de katledilmekten koruyamazlar mıydı? En azından üzerlerine daha az kan sıçramaz mıydı?
Bir çok solcunun hedef tahtası haline gelen Rasim Ozan’a aslında teşekkür etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu “pis” ama son derecede gerekli işi yapacak harbi bir solcu ekibin bir türlü kurulamaması da ayrı bir mesele.
MY
Deniz Gezmiş’in idolü İttihatçı katil Yakup Cemil!! (Rasim Ozan Kütahyalı)
Deniz Gezmiş ile ilgili mevzularda Türk solu çok hassas. Gezmiş bir tip aziz mertebesinde anılıyor. Gezmiş etrafında mitolojik/dinsel bir hale var. Aynı şey küresel bazda “Che” simgesi için de geçerli. Sosyalist hareketlerin anlam dünyasında tüm olumlu özelliklerin onlara atfedildiği destansı kutsal kahramanlar bunlar… Hem azizler hem de şehit…
O sebeple mesela Deniz’in kendi eliyle yazdığı kimi mektuplarını bile inkâr etmek isteyen bir eğilim oluşabiliyor. O mektuplardaki sözlerin “sahih hadis” olmadığı ispatlansın; uydurma olduğu biri tarafından kanıtlansın istiyor günümüz solcu ruh hali…
O sebeple bana yine bir dolu mektup geldi. Telefonumu bulup arayan okurlarım oldu. Ki bunlar bana küfreden değil, genelde sempatiyle bakan okurlar… “Deniz kendine hiç Kemalist dememiştir, yok böyle şey” diyor birçoğu… Oysa bu konular bayağı yazıldı, konuşuldu. Fakat insan zihni istemediği şeyleri unutmak istiyor. Mayıs ayındaki yazımda alıntılamıştım. Anlıyorum ki ihtiyaç var. Deniz’in 16 Ocak 1971 tarihli babasına yazdığı mektubu yeniden alıntılıyorum. Mektup “sahih”tir…
“Baba, sana her zaman müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Baba biz Türkiye’nin 2. Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş savaşında olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları…”
Gezmiş mektubun devamında mevcut iktidarın ve diğer tüm partilerin de Kemalist çizgiden saptıklarını ve tek gerçek Kemalist muhalefet olarak kendilerinin kaldığını anlatıyor babasına…
Gezmiş ailesinin de önce İttihatçılığa sonra da Kemalizme bağlı bir aile olduğunu söyledim. Zaten bunu Gezmiş’i belli ölçüde tanımış herkes bilir. Gezmiş’in yakalandığı dönemde Türk devlet zihniyeti Gezmiş’i karalamak için tipik iğrenç taktiklerine başvurur. Aslen Erzurumlu olan Gezmiş’in köken olarak Ermeni olduğu iddia edilir. Gezmiş’in babası Deniz’e yazdığı mektupta bu meseleye de değinir…
“Sana Ermeni demişler. Sen de it ürür kervan yürür demiş geçmiştin. Bana sorsaydın; Anne tarafından deden, Balkan savaşına askeri lise öğrencisi olarak katılmış, Kurtuluş Savaşında yaralanmış ve İstiklal Madalyası almış şerefli bir subaydır. Baba tarafından deden şimdi seni Ermenilikle itham eden zibidilerin varolması için Sarıkamış muharebesinde Moskof Ordularına karşı savaşırken esir düşmüş ve üç yıl Sibirya ormanlarında işkence çekmiştir. Sen bilir misin Gezmişoğulları, Birinci Dünya savaşında on altı şehit vermiş bir ailedir. Babanın üç dayısı Erzurum’un geri alınmasında Ermeniler tarafından şehit edilmişti. İşte sen bu biçim Ermenisin(!)…”
Görüldüğü gibi Cemil Gezmiş’in de oğluna dair dezenformasyon bilgi yayanların zihniyetinden bir farkı yok. Onun için de Ermeni imgesi iğrençliği simgeliyor. Bu “iğrenç” Ermenilere karşı savaşmış olmakla övünüyor ve oğluna nasıl bir aileden geldiğini gururla hatırlatıyor. Deniz’in de babasının onu bu yetiştiriş tarzıyla nasıl övündüğünü ve babasına nasıl şükran borçlu olduğunu biliyoruz…
Gezmiş’in kafasındaki temel kurgu da o anlamda ailesinden devraldığı İttihatçı ve Kemalist zihniyetle birebir bağlantılıdır… Bu kurguya göre; Gezmiş’in dedeleri 1. Kurtuluş savaşçılarıydı, Deniz’ler de 2. Kurtuluş savaşçıları… Deniz’lerin dedeleri ilk kurtuluş savaşında bu toprakları yabancılara bırakmamıştı… Deniz’ler de nefret ettikleri yabancılara bu toprakları bırakmayacaklardı… Yani mesele sadece Deniz’in böyle bir aileden gelmesi değil, bu aile geleneğine aynı zamanda sahip çıkması… Kafasındaki devrimci-milliyetçi ideolojisini bu temel üzerinden kurgulaması…
Bu bağlamda ailesinden devraldığı siyasal geleneğe/zihniyete mesafe almış enternasyonal Marksist bir gerilla da değildir Gezmiş…
Geçen hafta Gezmiş ile aynı dönemde hapis yatmış, dönemin devrimci bir aktörünün tanıklığına yer verdim… Bu tanık şaşırtıcı olmayan biçimde Gezmiş’in İttihat-Terakki partisini çok büyük bir benimseyişle andığını ve bir ismi idol olarak gördüğünü belirtiyordu…
İttihatçılar içinde de Deniz’in idol olarak gördüğü isim tıpkı kendi gibi gözükara bir kişiydi. “Vatan” ve “Millet” aşkı için, inandığı ideoloji için ölmeyi ve öldürmeyi göze almış bir isimdi. Nitekim o isim “yeri gelince” bir Harbiye Nazırını hem de makam odasında şakağından vurdu. “Zamanı gelince” de hizmet ettiği kuvvet tarafından kurşuna dizildi ve öldürüldü. Bu hikâye tanıdık geliyor değil mi?
İsimler değişiyor ama yaşananlar ve zihniyet aynı bu topraklarda maalesef…
Evet, o isim Yakup Cemil’di…
Devam edeceğim…
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
15 Yorum
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
Bir an bu yazıya yorum yazmamanın daha doğru olabileceğine inandım.Belki de yazmamalıydım.Zira yazılanları eleştirel bakışla bağdaştıramıyorum.Kasıtlı yapılmamış olsa bile,maksadı aşan bir tutum intibası yaratıyor.
Hayatının baharında idam edilmiş birinin arkasında söylenecek sözler bunlar olmamalıydı.Belki o dönemin gençlik hareketeleri için “oyuna gelmişlerdir”diyebilirsiniz,ki Kütahyalı her makalesinde buna vurguluyor zaten.68 kuşağı,sonrası ve her dönem için: “sadece bedel ödemek,her şeyin doğru yapıldığı anlamına gelmez”de diyebilirsiniz.Bu da anlaşılabilir bir eleştiridir ve elbette doğruluk payı da yok değil.
Ancak sayın Kütahyalı,eğer kişisel bir hesabınız varmışçasına bir insanı yeniden tanımlama çabası içine girerseniz bu bilimsel eleştiri,solun analizi falan olmaz.Solun geçmişi ve bugünüyle ilgili yaşanmış bunca pratik varken(doğruluğu elbette tartışılabilir)ve bu boyutuyla üzerinde tartışmaya yetecek düzeyde kaynak,bilgi,belge vs.materyal varken “kişiler”le uğraşılması açıkçası bana pek tutarlı gelmiyor.
Bu tarz çıkışların barındırdığı çelişki ve tutarsızlıklar da bir yana,sormak lazım acaba bununla nasıl bir amaç hedefleniyor?Denizin sandığımızdan çok farklı bir kişiliğe,duygu ve düşünce dünyasına sahip olduğunu kanıtlamak bize nasıl bir yarar sağlayacak sayın Kütahyalı!Yoksa bizim için sadece tartışmak için tartışıyor olmak yetiyor mu?Bu şekilde “gıda”mızı alınca sorun morun kalmıyor öyle mi?
Yazan:Levent Cetin Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
Birilerinin tartisilmasindan zarar gelecegini dusunmuyorum. Istediginiz insan hakkinda tezler sunabilirsiniz. Herkesin, peygamberler de dahil, analiz edilebilecegini, idol yapilmis herkesin aslinda idol olmadigini vurgulamak onemli bir ogrenmedir kanimca.
Bir zamanlar hoca addedilen Necmettin Erbakan’in yaptigi yolsuzluklar yerden yere vurulabilirse, Deniz Gezmis de ne yaptiysa ortaya konmalidir. Tehlikeli olan insanlari putlastirmaktir.
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
Aziz bey,
Hep şunu düşünürüm, bu ülkede hep birileri kullanılır ve birbirine kırdırılır, ne müslümanı suçludur aslında, ne solcusu, sağcısı, şucusu, bucusu!…
Bu tarz bir savunmaya girmek -kullanıldık- kendini küçültme, cahil konumuna düşürme, bilinç düzeyini aşağı çekmedir. Hata yaparız, evet her vakit, ama hatalarını da göğüsleyebilmeli insan. Hata yaptım ama kullanıldım ne demek?
Ortam mı hazırlandı, bu ortamın hazırlanmasını engelleyemedin de neden buna ortak oldun denmez mi?
Devamlı teşhir edilmek, hatalarından pay çıkartamamak, hatayı öteki üzerine kurgulamak ama sana gelince vini-vidi-vici…
Bunları aşmak lazım artık, her kesim kullanıldık diyor, iyi de neden kullandırdın? neden izin verdin?
Ve kullananlar, şimdi onlara verilecek en güzel yanıt, artık kullandırmamak değil mi? İyi de neden hala devam ediyor taraf düzlemli bir hayat inşası ve hatalarıyla yüzleşememe hali. Sakın bunları sol gelenek için kullandığımı sanmayın, bunu her kesim için söylüyorum. Aynı şeyi başka bir konuda farklı bir kesimle de tartışıyorsunuz, bir şey değişmiyor.
Ortak bilinç oluşturmak lazım.
Bu inşayı yapmak lazım ki, hayatının baharında olan diğer gençlerimiz aynı hataya düşmesin, bu bilinç kazandırılsın ki bir ölüm tabulaştırılarak ve onun etrafında epik bir söylem geliştirilerek, ölüm kahramanlık gibi empoze edilmesin. Bir hayat alındı bir insanın elinden ve hala bu hayata dair söylemlerin savaşımı devam ediyor, kim suçlu? Hiç kimse mi? Herkes mi? Öldürülen mi?
Öldüren mi? Evet, en çok öldüren suçlu, hep bu atlanıyor nedense. Ölüm hakkı asla bir insanın ellerine verilmemeli, yazarın dediği gibi, “Bir gün borç verilemeyecek kadar uzundur.” Ya hayatın günleri?
Deniz Geçmiş suçlu mu? Suçlu ama tek başına değil.
Suçlu mu?! Bunu aşmak zorundayız artık, bu ölümün kritiği yapılmalı ve bu suçlamalar bir kişinin üzerinden değil, nelerin yanlış olduğu üzerinden olmalı.Neler yanlış yapıldı? tekrar yapılmasın diye ama, hep başa kakmak için değil. (Kütahyalı’nın başa kakmak amaçlı yaptığını düşünmüyorum, zaman bunun göstergesi olacak ama şu an bunu iddia etmek yazara haksızlık olur,çünkü dönemin siyasi yapısının da göstergeleri var yazılarında ve insanların nerelerde hata yaptığının sorgulamasının)
Kişi kültü üzerinden isimlerin böyle kullanılmasına ben de tahammül edemiyorum ama herkes aynı şeyi yapıyor. Şimdi burada Deniz Gezmiş’i savunanlar da aynı şeyi bir başkasına yapıyor. Ölü ya da sağ ne fark eder, aynı eleştiri geleneği aynı ifadeler…
İki yüzlü eleştiri geleneğimiz var. İki yüzlü.
Yazan:polar Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
“Herkesin, peygamberler de dahil, analiz edilebilecegini, idol yapilmis herkesin aslinda idol olmadigini vurgulamak onemli bir ogrenmedir kanimca.”
Orada durun, o zaman sizin karsiniza kesin dinimize hakaret cirkefligi cikacaktir. Siz Hz.Muhammed’in yaptiklarinin elestirilebildigini gordunuz mu ulkemizde? Elestirenlere de noldu ya da nasil kampanyalara maruz kaldilar biliyoruz (Aziz Nesin, Turan Dursun, Turkan Saylan, Bahriye Ucok vs.)
Yazan:sadık Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
Sn Polar,
Ergenekon tarafından işlendiği ortaya çıkan cinayetleri müslümanların üzerine yıkma çabanızı gerçekten yadırgadım.
Bence artık bu tür yorumlarla birilerinin üzerine gitmeye çalışmak yerine gerçeklerle yüzleşmeyi deneyin.Çünkü gerçeklerle yüzleşmek kadar insanı geliştiren bir şey yoktur.
Yazan:polar Tarih: Eyl 22, 2008 | Reply
Siz zaman gazetesinin Sivas i da ergenekon yapti, ucok u da ergenekon, jfk i de ergenekon oldurmus beyin yikamalarina inaniyorsaniz diyecek bi seyim yok. aziz nesin de ergenekoncu provakator olmasin, adam tanriya inanmiyorum diye linc ediliyordu!
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
Suzannur Hanım,
Benim eleştiriye/özeleştiriye itirazım yok.İtiraz ettiğim nokta eleştirinin biçimidir.Ben diyorum ki sırf tartışma konusu yaratalım diye getirisi olmayacak çekişmelerden kaçınalım…Doğru yerinden bakalım,öyle bir noktaya getirelim ki tam da ihtiyacımız olan toplumsal barışa hizmet etsin düşüncelerimiz.Yoksa tepkim eleştirinin kimden geldiğine ve kimlere yöneltildiğine değil.Her konu tartışılabilmeli;tabular,kutsallar,dokunulmazlar kalksın.Hangi inanç ve görüşe sahip olursak olalım gerçeklerimizle yüzleşme cesaretini gösterebilelim.Hatta sadece fikir ve sistemlerin eleştirilmesiyle de sınırlı kalmayarak gerekirse kişileri de eleştirelim,tartışalım.Ama bunu doğru yapalım.Bizi çevreleyen kutuplaşmalara bir yenisini ekleyerek sağlıklı bir sonuca ulaşamayız.Bu sitede zaman zaman sıkıcı bir tekrara dönüşen gözlemlerim oldu.Evet biliyorum bıktırıcı şekilde tekrarlayıp durdum,ancak bu gerçek:demokratik tartışma kültürü ne yazık ki henüz gelişmemiş bizde.Yanlış anlamayın kendimi bunun dışında tutmuyorum.Fakat ne zaman baksam safları önceden belirlenmiş bir kutuplaşmayla karşılaşıyorum.Bunun içinde boğulup gidiyoruz.Oysa biraz esnek davranmamız o kadar da zor değil.Dolayısıyla hep aynı tartışma geleneğinde ısrar ettiğimizi gördükçe kahroluyorum.Ülkemizin,toplumumuzun yararı için daha iyisini yapma imkanı varken bu sonu gelmez kavgalara sürüklenmek bize sürekli kaybettiriyor,bunun kazananı yok,hepimiz kaybediyoruz.Bakın milliyetçi bir anlayışla söylemiyorum ama 20 yıl önce bizden çok daha geri ülkeler bizi solladılar.Varlık içinde yoluk çekiyoruz.İnsanlar mutsuz…birbirine güvensiz.Yazık oluyor ülkemin güzel insanlarına.Bu öfke,bu kaygı ve korku,bu ikilik nereye kadar?Hayır!Bu kaderimiz değil!Sürekli boğazlaşmak zorunda değiliz.Ve bunun için hep beraber doğruları bulmamız gerekiyor.Birbirimizi dinleyerek,anlayarak ve saygı duyarak bu makus talihi yenebiliriz.Kusura bakmayın o kadar doluyum ki size açılma gereği duydum.Umarım rahatsızlık vermemişimdir.Ve ayrıca tepkim de size değil,olamaz da zaten.Çünkü aynı şeyleri konuşuyoruz,feryadımız aynı.
Yazan:MER'A-K(ıl) Tarih: Eyl 23, 2008 | Reply
BİR ANI
Işıklı bir gündü diye hatırlıyorum.
Öğleye doğru Paşakapısı Cezaevi’ne vardık.
Kim olduğunu hâlâ bilmediğim biri gizli bir kapıdan cezaevine soktu bizi.
Koridorlardan geçip bir koğuşun kapısına geldik.
Kısa saçlı, keskin tavırlı genç bir adam bizi devraldı.
Başka bir odanın kapısına götürdü.
O kapıdaki adama “geldiler komutanım” dedi.
“Komutan” da kapıyı vurup açarak içerdeki birine aynı cümleyi söyledi.
“Geldiler komutanım.”
Beyaz saçlı bir adamın yanına girdik.
Bizi ayağa kalkarak karşılayan “mahkûm”, 21 Mayıs ayaklanmasının liderlerindendi.
Ben on yedi yaşındaydım sanırım.
Akşam gazetesinde stajyer muhabir olarak çalışıyordum.
Daha sonra çok hapishane ziyareti yapacağımı, babamı tel bir kafesin arkasında yaralı bir aslan gibi dururken göreceğimi bilmiyordum.
Birçok şeyi bilmiyordum.
Odadaki adamı sevmiştim.
Sakin ve otoriter bir hali vardı.
Arada bir odaya birileri giriyor, hazırolda durarak bir şeyler söylüyorlardı.
Tam bir kışla düzeni ve disiplini görülüyordu.
Aralarındaki ast üst ilişkisi aynen devam ediyordu.
Hapishaneyi ve mahkûmiyeti reddeden bir tavırdı bu.
Birkaç rütbelinin dışında mahkûmların çoğu Harbiye öğrencisi ya da genç teğmendi.
Emekli Albay Talat Aydemir ve Süvari Binbaşı Fethi Gürcan önderliğinde ayaklanmışlardı.
27 Mayıs darbesinden sonra iktidarın “sivillere” devredilmesine karşı çıkıyorlardı.
Askerî yönetimin devamından yanaydılar.
Önce 21-22 Şubat’ta denemişlerdi bunu.
İsmet Paşa ayaklanmayı bastırmış, ayaklananları da affetmişti.
Sonra 21 Mayıs’ta bir daha ayaklandılar.
Ayaklanma gene bastırıldı ama bu kez Talat Aydemir’le Fethi Gürcan idam edildi.
Harbiyeli çocuklarla genç teğmenlerin hepsi ordudan atıldı.
Yıllarca hapiste yattılar.
Bütün hayatları değişti.
Ben o gün hapishaneye gittiğimde aslında ne kadar dramatik bir olaya tanıklık ettiğimi fark edememiştim, o çocuklarla yola çıkan yaşlıların isteklerinin haksızlığını da pek kavramış değildim.
Ben, nedenlerine hiç de aldırmadan, onların yiğitliklerini beğenmiştim.
Hapishanede bile teslim olmamalarını.
Aslında bugün bile onlarla ilgili duygularım değişmiş değil.
Sadece o duygularıma şefkat de eklendi, o kadar.
Gençlik, hata yapabilme özgürlüğüdür.
Daha tecrübeli olanların görevi, o hatanın gençlerin hayatlarına mal olacak kadar büyümesini engellemeye çalışmaktır.
Onları, tümden hatasız bir hayata hapsetmeye uğraşmadan, yapılacak hataların denetlenebilir düzeylerde kalmasını sağlamaktır.
Ama o olayda “yaşlılar” gençleri büyük bir hataya itmişlerdi.
Hayatı sonsuz ve sınırsız sanan gençliğin ataklığını kendi “ihtirasları” için kullanmışlardı.
O genç çocuklar, hayal ettiklerinden çok daha başka hayatlar yaşadılar.
Çok bedel ödediler.
Çok acı çektiler.
Ama hapiste bile çok sağlam durdular.
Belki hayatları boyunca “haklı” olduklarına inandılar, belki daha sonra “haksız” bir oyuna kurban gittiklerini fark ettiler.
Bunu bilemiyorum.
Ama “kızılması gerekenin” onlar olmadığını biliyorum.
Aradan neredeyse kırk yıl geçti.
Şimdi gene “genç teğmenler” sorgulanıyor.
Harp Okulu öğrencilerinin işe karıştığı bildiriliyor.
Öğrencilere Ergenekon’la ilgili kurslar verilmiş.
Bu ülkede kim “karışık” bir iş planlasa gençleri kullanmaya çalışır zaten.
Sağcı ya da solcu birçok genç bu hesaplara kurban gitti.
Yaşlıların böyle vahşi kurtlar gibi gençleri parçalamaları insanı gerçekten öfkelendiriyor.
Bu gençlere kimsenin sahip çıkmaması da öyle.
Bunlar genç insanlar, heyecanlılar, hırslılar, vatanlarını seviyorlar, bir şeyler yapmak, kahraman olmak, birilerini kurtarmak istiyorlar.
Vatanın nasıl kurtarılacağı konusunda çok derinliğine fikirleri yok.
Niye “kurtarma” görevi kendilerine veriliyor, bunu sorgulamak da elbette akıllarına gelmiyor.
Onlara öyle öğretilmiş.
Öne atılıyorlar.
Genç subayları, askerî öğrencileri, haksız ve anlamsız planların kurbanı olmaktan kurtarmak, onları çağın gereklerine göre eğitmek, disiplinli yetiştirmek Genelkurmay’a düşüyor.
Darbe hazırlıkları yaptığı söylenen generallere “vefa” göstermekten daha büyük ve daha önemli bir görev bence.
Kırk yıl sonra, yaşlı bir yazar gene aynı tür anılar mı yazsın?
Hapishaneler mi olsun anılarda?
Artık yetmez mi?
A.ALTAN Taraf 22.9.08
Yazan:dnziz Tarih: Eki 21, 2008 | Reply
Yaptğınız bu saçma saptamalar zaten sizin milliyetçi bi kişiliğe sahip olduğunu gösteriyor.Beyler aklınızı başına alın deniz gezmiş türk ve kürt halkı için savaştığını söledi kimseyide öldürmedi ermeni olma iddalarıda yalandır deniz aslen kürttür annesi türktür amerikan emperyalizmine faşistliğine karşı savaşmıştır asla onun hakkında hain değilde kahraman olarak tanınması lazım hangi birimiz amerikan askerlerini denize döktü şimdi bakıoruz ki hükümetimiz amerikan bekçiliği yapmaktadır deniz gezmiş şuan yaşasaydı böle bi kirli düzen olmazdı biz 3 gencimizi dar ağaçlarına verdik co amcaların yaptığı oyunlar buu
Yazan:Utku Şentürk Tarih: Kas 3, 2008 | Reply
Deniz Gezmiş’in idama giderken yazdığı son mektubu okuyup o mektuptaki enternasyonalist ruhu kavrayabilseydiniz,hiç tanımadığı türk,kürt,laz,çerkes Türkiye’nin emekçi halkları için idama gözünü kırpmadan gidebildiğini anlayabilseydiniz sevgili Rasim Ozan Kütahyalı bu kadar hamasi bir tarış(ama)maya girmezdiniz sanıyorum.Lütfen tarihi çarptırmayın gün gelir o tarih sizi de “çarpıtır”.
Yazan:ahmet Tarih: Kas 4, 2008 | Reply
bir genç düşünün henüz 22 yaşında idealleri uğruna öülümü göze alıyor ve radyoya çık pişmanım de affedileceksin diyor,demirel açıkladı denize seni almanyaya burslu gönderelim orada oku diyor ve deniz kaçmıyor ülkesinden şimdiki gençliğe bakıpta kaç tane çıkar böyle yürekli genç şimdikiler klavye kahramanı olmuşlar yazıyor da yazıyor ama ucu kendisine dokununca yan çiziyor herkes bir düşünsün o zamanın en parlak gençleri bunlar siz ne yaptınız düşünceleriniz için inanıyorumki burada ahkam kesenler ilk karakol misafirliğinde pes ederlerdi.
Yazan:Cengiz Demirbaş Tarih: Kas 4, 2008 | Reply
Önümüze bakalım.
Yazan:Semih Can Aktaş Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Yazınızdaki mektup bölümlerini bilmem ama ben bizzat Cemil Gezmiş’in Deniz’in sosyalist olduğunu ifade ettiğini gördüm/duydum.
Yazan:Tarik Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
ITC sadece sol için değil sağ için de 90’ların ikinci yarısına kadar pek tartışılmayan bir konuydu. Bu yıllara kadar, sağ, “milliyetçi-mukaddesatçı” çevrelerin Enver Paşa methiyelerini bilmek için Deniz Gezmiş gibi, hapiste yatmış yoldaşlardan anektod anlatmaya gerek yok. Türkiye sağıyla az buçuk tanışık herkes bilir bu yazını.
“Doğru ama eksik” analiz doğrudan yanlışlanabilecek analizden daha yanıltıcıdır. Bu çizgide lafa “Türk solu..” diye başlayan yorumcuların “Türk sağı..” konusunda da aynı kriterleri ele alıp almadıklarını bilmek lazım. Soluyla, sağıyla düşün dünyamızın ekseriyetinin mütabık oldukları meseleleri bir kanata yıkmak gerçekçi değil ve şükür ki bugün hala aynı entellektüel hegemonya hüküm sürmüyor. Yine soluyla da sağıyla da.
Yazan:Ali Duman Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
20’li yaşlarda, nasıl ve nereye doğru evrilerek olgunlaşacağını bil(e)mediğimiz fikir hayatının en başında, ulus devlet/modernitenin tavan yaptığı dünya konjektöründe, baba-oğul mektuplarındaki fikirlerden yola çıkılarak bir mantık oluşturmak mümkün olabilir. Ancak ne var ki sadece bu mudur önemli olan, bir şey var ki zannımca her şeyden çok daha önemlidir. En önemlisi Deniz’in son nefesinde söylediği son sözlerdir, o söylenmiş sözleri yok mu sayacağız?, söylenmemiş mi kabul edeceğiz?, bu sözlerde bizi tam tersi yönde bir mantığa götürmez mi? (Sezar’ın hakkı Sezar’a)
Son nefesinde ne demişti Deniz Gezmiş :
“Yaşaşın Marxsizm ve Leninizm”, “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği”