Krizi altı ay önce önleyebilirdik
By Alinti Yazar on Eki 3, 2008 in Devletçilik, Ekonomi, Kapitalizm, Liberalizm, Sosyalizm
Sunuş: ABD’deki krizle alakalı tartışmalar, şu sıralar gazetelerin ekonomi sayfalarının en önemli gündem maddesi. Yaşanan krizin piyasaların aşırı serbestliğinden kaynaklandığını savunanlar var. Bazıları da kapitalizmin üzerinde Marks’ın hayaletinin dolaştığı şeklindeki söylemlerle, son derece romantik bir ruh haline bürünerek eski sosyalist ütopyaların heyecanını duyuyorlar.
Bugünlerde maalesef ‘devlet müdahalesi’nin yollarının neler olduğunun ya da bu kavramın ne anlama geldiğinin farkında dahi olmayan mezbul miktarda ekonomi yazarı olduğuna şahit oluyoruz. Özellikle Türkiye’deki ekonomi sayfalarına bakınca bu halin daha da yaygın olduğunu görülüyor.
Aynı zamanda bu süreçte insanların ne kadar unutkan ya da gerçekleri gizlemekte ne kadar mahir olduklarına da şahitlik ediyoruz. Acaba bu krizi, gerçekten özgürce çalışan serbest piyasa sistemi mi, yoksa devletin çeşitli araçlar ve mali politiklarla, serbest piyasa sisteminin tam anlamıyla işlemesine engel olması mı üretti?
Natixis Bankası Başkan Yardımcısı Abdullah Karataş ikincisi olduğunu düşünüyor. Konuyla alakalı yazısını dikkatinize sunuyoruz. TSD.
Geçtiğimiz seneden bu yana küresel finansal piyasalarda yaşananlar artık, insanların küresel kapitalist sistemin etkinliği üzerinde ciddi şüphelere sahip olmasına neden oluyor. Bu şüpheler, kritik birkaç noktayı kaçırmamıza neden oluyor. Öncelikle kriz tam anlamıyla özgürce çalışabilen serbest piyasa sisteminin ürettiği bir kriz değil, serbest piyasa sisteminin tam anlamıyla işlememesinden kaynaklanıyor. Amerikan hükümetinin piyasalara yaptığı devasa müdahaleler ve şimdilik reddedilen ancak yeni görüşmede kabul edilmesi yüksek ihtimal olan 700 milyar dolarlık bir yardım paketi ve büyük finansal işletmelerin devletleştirilmesiyle; yaşanan kriz daha da komplike bir hal alacak ve diğer pek çok soruna da yol açılmış olacak.
FED KRİZİ ALTI AY ÖNCE ÖNLEYEBİLİRDİ
Bugün yaşanan finansal kriz, aslında altı ay önce Amerikan Federal Hükümeti’nin, FED vasıtasıyla zor bir dönemden geçen Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketlerine açtığı indirimli kısa vadeli krediler verilmeseydi önlenmiş olunabilinirdi. Ancak Federal Hükümet müdahale etmeyi seçti, Bear Stearms ve Lehman Brothers’ın iflasına hareketsiz kalmadı. Serbest piyasalar, ekonomi içerisinde kaynakların etkin dağıtımı sürdüğü ölçüde işler. Devlet müdahalesi olduğu ölçüde, doğrudan ya da dolaylı olarak, kaynakların etkin dağıtımı ilkesinden taviz verilecek ve kötü yönetilen şirketler piyasada var olmaya devam edeceklerdir. Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketleri de işte bu durumda olan yani kötü yönetilen şirketlerdi. Federal Hükümet bu şirketlerine kredi musluklarını açarak problemi daha da karmaşıklaştırdı ve piyasada tam anlamıyla bir güven bunalımına neden oldu.
Eğer bu şirketlerin altı ay evvel batmalarına izin verilmiş olunsaydı, küresel sistem bugün yaşadığımız ölçüde bir krizle karşı karşıya olmazdı. Bugün sorun sadece Bear Stearns ve Lehman Brothers şirketlerinin çöküşü ve hızlı bir şekilde satımı değil, aynı zamanda Merrill Lynch, Washington Mutual, Fannie Mae ve Freddie Mac’te de benzer bir durum söz konusu.
2000 YILINDA İNDİRİLEN FAİZ DE HATAYDI
Hesap sorma gününü ertelemek sadece problemi daha da patlayıcı bir hale soktu, öyle ki dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük likidite krizlerinden biriyle karşı karşıya kaldık. Ayrıca unutmamak gerekir ki, bugün yaşanan krizin kökeninde çok yanlış bir şekilde 2000 senesinde devletin yaptığı yanlış müdahaleler de yatıyor. O sıralarda ‘dot.com’ skandalı nedeniyle yaşanan türbülans, devletin sert bir şekilde faiz indirimiyle tedavi edilmeye çalışılmıştı.
Düşük faizler hem bireylerin hem de şirketlerin ellerinin kuvvetlenmesine neden oldu. Tabii bu noktada olumsuz sonuçlar da oldu. Örneğin emlak piyasasında artan fiyatlar, küresel kredi piyasasında yaşanan olumlu hava ve daha önceleri risk analizlerini çok dikkatli yapan yatırım bankalarının, ucuz kredi bulunmasıyla artık yatırım kararlarında daha gevşek davranmalarına neden oldu.
Bu durumun sona erişi, reel ekonomiden gelen şokla başladı. Zira petrol fiyatları rekor kırıyordu, Irak’ın işgali sonrası dönemde yaşanan istikrar sorunları ve Basra Körfezi’nde petrol stoklarını etkileyecek yeni bir savaş korkusu da vardı. Buna Irak ve Afganistan’daki savaş nedeniyle ortaya çıkmış olan çok ciddi bir reel maliyeti ve bu maliyetin de, vergi ödeyenlere çok ciddi bir külfet yarattığını hesaba katmak gerekiyor. Bu tablo, hükümetin açığını arttırıyor, gittikçe şişen masraflar üzerinde bir kontrol mekanizması oluşmasını engelliyordu.
Emlak fiyatları düşmeye başladı ve FED krizi engellemek amacıyla faiz oranlarını indirmeye devam etti. Finansal balonun yaratılmasının bir suçlusu da bir anlamda bu hamleydi. Faizler iyice düştükçe, artık indirmenin de bir çare olmayacağı ortaya çıkıyordu. Ek olarak, enflasyon çirkin yüzünü göstermeye başladıkça, FED enflasyonu önlemek amacıyla faizleri arttırıyordu.
Finansal balon, ciddi olumsuz sonuçlarıyla birlikte patladı. Yatırım bankaları ve büyük ölçekli küresel bankalar, hatta ‘asla batmaz’ denilenler bile batmayla yüzyüze geldi.
Faizlerin uzun süre düşük düzeylerde olması, banka yönetimlerinin riskleri yeteri kadar doğru bir şekilde ölçememelerine neden oldu. Bankalar milyarlarca doları yeni ev sahiplerine akıttı, hem de kredi notu düşük olanlara, geri ödeyemeyecek olanlara… Bu borçlar daha sonra mortgege temelli tahviller şeklinde yeniden paketlenerek sistem içinde kaldı. Bu durum kaçınılmaz olarak finansal linklerden oluşan bir ağ yarattı ve bu ağın var olabilmesi için ev fiyatlarının sürekli artıyor olması gerekiyordu. Ev fiyatlarındaki artış durunca, Tanrı korusun, düşmeye başlayınca, ki artık o konumdayız, büyük çaplı değer indirimleri ile karşı karşıya kalıyoruz.
Bu durum aslında kapitalizmin sonu değil. Bu kriz, aslında devlet müdahalesinin ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceğinin bir sonucu. Sadece Amerikalı vergi ödeyenler için değil, aynı zamanda tüm küresel ekonomi için. Bu kriz bugün bu denli karmaşıklaştı ve derinleştiyse, tek sorumlusu hükümetin bu denli işin içinde olmasıdır. Hükümet eğer Bear Stearns ve Lehman Brothers’ın batmasına izin verseydi bugünkü krizleri yaşamıyor olacaktık, zira bankacılar o zaman kötü banka yönetiminden kaynaklanan ‘ahlaki tehlike’den uzak olacaklardı.
DAHA AZ DEVLET MÜDAHALESİ
Bu kırılganlıklar nedeniyle petrol fiyatlarından kaynaklanan şoklar da daha sancılı oldu. İleriye bakınca, çıkarmamız gereken sonuç, krizleri önlemede daha çok devlet müdahalesi yerine, daha az devlet müdahalesi olması gerektiğidir. Hükümetin yapacağı büyük çaplı yardımlar, vergi ödeyenlerin paralarının batan ve kötü yönetilen bankaların finansmanı için kullanılması anlamına gelmektedir. Hükümet harcamaların daha dikkat etmek zorundadır, bütçe açığını azaltmak gerekmektedir ve Irak-Afganistan türü yeni maceralar aramaktan vazgeçilmelidir. Tabii en önemlisi de, kötü yönetilen bankaları kurtarma misyonundan vazgeçilmelidir.
Uzun vadede, finansal piyasalar kendilerini düzeltecekler ve daha güçlü bir şekilde geri dönecektir eğer hükümet karmaşadan uzak duracak olursa. Eğer müdahaleye devam ederse, o zaman işler kesinlikle daha kötü bir hal alacaktır.
Alıntı: HerTaraf
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
4 Yorum
Yazan:kramer Tarih: Eki 3, 2008 | Reply
Konuyla ilgili baska bir yazi:
KAPITALIZMIN YENIDEN FINANSLASMASI ve 2007 KRIZI
Erinç Yeldan
Küresel kriz artık 2007 yılındaki “çalkantı”, “türbülans” ve benzer ifadeleri çoktan geride bırakarak, “kapitalizmin 1930 büyük buhranından bu yana yaşanan en şiddetli krizi” sıfatıyla anılır oldu. Başlangıçta, “küresel ekonomi artık çok sağlam temeller üzerine dayalı; bu çalkantı bize uğramadan geçer; bize bir şey olmaz…” sözleriyle piyasaların güvenini taze tutmaya çalışan ifadeler, yerini “hazırlıklı olalım; hükümet bir şeyler yapmalı; IMF ile hemen anlaşma yapalım(!)…” uyarılarına bıraktı.
Bu haftaki yazımda kriz üzerine yapılan günlük değerlendirmeleri bir yana bırakarak, konuya başka bir açıdan bakmak arzusundayım: 2007 krizinin yapısal nedenlerini kapitalizmin küresel finansallaşması açısından nasıl değerlendirmeliyiz?
Kapitalist dünya 1950 sonrasında sanayileşme ve ticaret politikalarının devlet müdahaleleri tarafından yönlendirildiği ve finansal sistemin ulusal politikalar tarafından düzenlenerek sıkı bir şekilde denetim altına alındığı bir uluslararası sistemin inşasını gerçekleştirdi. Bretton Woods adıyla anılan bu sistemin ayırt edici özelliği Amerikan Doları’nın küresel pazarlarda temel alışveriş parası olarak kullanıldığı ve döviz kurlarının da ABD Doları’na görece sabitlendiği bir parasal sistemin kurgulanmış olmasıydı. Bir yandan da emek ile sermaye arasında göreceli bir “barış” ortamı, devletin “sosyal” işlevlerinin devreye sokulmasıyla sağlanmaya çalışılmaktaydı.
Kapitalist dünya 1950-1974 arasını baş döndürücü büyüme hızlarıyla geçti. Söz konusu dönemde dünya ekonomisinin büyüme hızı yüzde 2.9’a ulaşmış; Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın yoksul emekçileri tarihte ilk defa reel gelirlerinde bir artış olanağı yaşamışlardı. Bu niteliklerinden ötürü 1950-74 arası iktisadi büyüme yazınında “altın çağ” diye nitelendirilir oldu.
Ancak, bir yandan da artan küresel rekabet ile birlikte kapitalizmin değişmez yasaları işlemekteydi. Üretim kitleselleşip sermaye birikimi yoğunlaştıkça kâr oranlarında da kaçınılmaz bir düşüş boy gösteriyordu. 1960’ların ortalarından başlayarak hemen hemen tüm kapitalist dünyada sanayi kârları gerilerken, Marx’ın “son tahlilde kapitalist üretim tarzının önündeki en önemli engel gene sermayedir” yönündeki öngörüsü altın çağın sonuna yaklaşılmakta olduğunu vurgulamaktaydı. Sermayenin ulusal sınırlar içindeki birikim temposu yeni yatırımları gerçekleştirmek için çok daha yüksek kârları gerekli kılmaktaydı. Ancak sermayenin kârlılığı, içinde bulunduğu ulusal pazarın büyüklüğü ile sınırlı durumdaydı.
***
Kapitalizmin 1970’lerde içine girmiş olduğu bunalımın ve tıkanmanın doğrudan bir göstergesini veren aşağıdaki şekil, ABD finans dışı sektörlerinde gerçekleşen kâr oranlarını sergilemektedir. Şekilde geçen veriler Şikago Roosevelt Üniversitesi öğretim üyesi, değerli meslektaşım Özgür Orhangazi’nin bir çalışmasından derlenmiştir. Dr. Orhangazi’nin verileri, ABD’de 1960’ların ortalarından başlayarak kâr oranlarındaki çarpıcı gerilemeyi net bir biçimde ortaya koymaktadır.
(Kaynak: Orhangazi, Özgür (2008) Financialization and the US Economy, Edward-Elgar Publications.)
Bunalımdan bir çıkış yolu yurtiçi talebin uyarılması ve sermaye birikimine bu yolla ivme kazandırılması olabilirdi. Ancak bu yöntem, emeğin gelir paylarının doğrudan arttırılması anlamına geleceğinden, sermayenin kârlılığı açısından kabul edilebilir değildi. Dolayısıyla geriye tek bir seçenek kalmaktaydı: sermayenin hızla finansal yatırım alanlarına çekilmesi ve uluslararasılaşması.
Keynesgil iktisat öğretisinin “finans ulusal bir meseledir” anlayışına dayalı düzenleyici politikaları finans sermayesi için artık dayanılmaz bir baskı unsuruna dönüşmüştü. Böylece “finansal sistemin kuralsızlaştırılması ve serbestleştirilmesi” yeni-muhafazakâr neoliberal politikaların temel şiarı haline dönüştürüldü. Kâr oranlarındaki durgunluğun aşılması ancak 1980 sonrasında ABD’de Başkan Reagan ve Fed Başkanı Volcker’in muhafazakâr sermaye yanlısı politikalarının devreye sokulmasıyla mümkün olabilmişti.
Yukarıdaki şekilden de izlenebileceği üzere 1980’lerin ortasından başlayarak ABD’de finans dışı kesimlerin kâr oranları yeniden yükselişe geçti. Kâr oranlarındaki bu artış, reel sektör şirketlerinin giderek rantiye gibi davranarak, kârlarının faaliyet dışı finansal spekülasyon yatırımlarından beslenmesiyle mümkün olabilmişti. Finansal spekülasyon ve finansal rantlar, sanayi kârlarındaki gerilemeyi telafi etmekteydi.
Bu arada finansal serbestleştirilmeyle birlikte finansal sermayenin kısa dönemli, spekülatif nitelikli kararları sanayileşme hedeflerinin önüne geçiyordu. Örneğin, James Petras ve Henry Weltmeyer, reel sektörde kullanılan her 1 dolara karşılık, dünya finans piyasalarında 25-30 dolarlık bir işlem hacmi gerçekleştirildiğini hesaplıyor; 1970’lerde günde yaklaşık sadece 190 milyar dolar hacmi olan dünya döviz piyasası işlemlerinin, 1990’ların başında günde 1.2 trilyon dolara, günümüzde de 1.8 trilyon dolara ulaşmış durumda olduğunu belgeliyordu. Bu rakamın, dünya ticaret hacminin 70 misline ulaştığı gözlenmekteydi.
Ancak bir yandan da spekülatif kazançların özendirdiği finansal şişkinlik giderek başlı başına bir istikrarsızlık unsuru haline geliyor ve kapitalizmin başıboş ve anarşik niteliklerini de gözler önüne seriyordu.
***
Dolayısıyla, küresel ekonominin 2007 krizi kapitalizmin finansallaşma sürecinin doğrudan bir ürünüdür. Kapitalizmin merkez ülkelerinde sermaye, artık kâr oranlarını sürdürebilmek için finansal spekülasyonun sanal rantlarına bağımlı durumdadır. (Yukarıdaki şekilde özellikle 2000 sonrasının kâr artışları dikkat çekicidir!). Mevcut krizin aşılması için öne sürülen yeni-düzenlemeler veya denetleyici kurumların oluşturulması gibi girişimler, finans dünyasının bu tatlı kârlılığını engelleyeceğinden, küresel kapitalizmin mantığına aykırıdır. Sermaye yanlısı muhafazakâr ideologların “şeffaflık” veya “yönetişim” gibi muğlak söz oyunlarıyla finansal serbestleştirmenin sınırlamasına karşı durması boşuna değildir.
Kısaca özetlemek gerekirse, mevcut kriz dalgası gelip geçici konjonktürel bir olay değil, kapitalizmin ta kendisidir.
http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=8372
Yazan:T.Suat Demren Tarih: Eki 3, 2008 | Reply
Atilla Yayla’dan aynı konuda çok güzel bir yazı:
Kapitalizm çöküyor mu?
Sağcı ve solcu piyasa ekonomisi karşıtları şimdi piyasa ekonomisi ile özdeşleştirdikleri kapitalizmin nihayet çökmekte olduğunu sevinçle ilan ediyorlar. Peşinden, krizi çözmek için devlet(ler)in müdahale etmesine yönelik kuvvetli talepler geliyor. Acaba bu krizlerin sebebi gerçekten serbest piyasalar ve serbest ekonomi modeli mi? Kapitalizm hakikaten ölüyor mu? Devletler bu krizleri çözebilir mi? Bu krizler kapitalizmin yerine yeni ve daha başarılı bir modeli ikame etmenin yolunu açabilir mi?
Önce bir kavramsal netleştirme yapalım. Kapitalizm hem piyasa ekonomisi taraftarlarınca hem de piyasa ekonomisi karşıtlarınca kullanılan bir kavram olmakla beraber bu iki kesim kavrama farklı anlamlar yüklüyor. Piyasacılar özel mülkiyete dayalı rekabetçi serbest piyasa ekonomisine kapitalizm derken, diğerleri sermaye grupları ile iç içe geçmiş siyasi otoritenin kontrol ve güdümündeki ekonomik yapılanmaya kapitalizm adını veriyor. Aynı kavramın birbirinden hayli farklı iki anlama gelmesi elbette anlam karışıklığı ve tartışmalarda kavramsal zorluklar yaratıyor. Bu yüzden, sağlıklı tahlil yapabilmek için, kapitalizmin ana hatları itibarıyla iki türünün olduğunu söylemek gerekir. İlki serbest piyasacı kapitalizm, ikincisi ise crony kapitalizm de dediğimiz devlet kapitalizmidir.
Anglo-saxson dünyasında yaşanan kriz piyasa ekonomisiyle aynı anlamda kapitalizmin krizi olmaktan ziyade devletçi kapitalizmin bir krizidir. Krizin bir anlamda Keynesçi kapitalizmin krizi olduğunu da söyleyebiliriz. Bu kapitalizmde devlet çeşitli araçları -özellikle para ve finans araçlarını- kullanarak ekonominin patronu ve yönlendiricisi rollerine soyunur. İşin tuhafı krizlerin devletin bu rolü yüzünden çıkmasına rağmen her krizde batık şirketlerin (rasyonel ve asalak şekilde) ve sağlam ekonomi bilgisinden mahrum bireylerin (adeta ayaklarına kurşun sıkarak, yani daha fazla vergi ödemeyi zımnen kabullenerek) problemin kaynağını, yani devleti çözüm olmaya çağırmasıdır. Bu talep ve bekleyiş, devletin buna gerçekten muktedir olmasının değil, muktedir olduğuna inanılmasının ve bu inancı besleyen yaygın ve baskın bir ekonomi ve siyaset kültürünün eseridir.
KRİZİN MAHİYETİ VE SEBEBİ
ABD’de birçok mali kuruluş taahhüt ettiği mali yükümlülüklerin altından kalkamamakta veya daha güçlü finansal kuruluşlara satın alma veya birleşme yoluyla eklemlenme veya devlet tarafından kurtarılma peşinde koşmaktadır. İlk olarak mortgage piyasaları denen ipotekli ev kredisi sektöründe işaret veren kriz yavaş fakat emin adımlarla diğer mali kuruluşlara ve bu arada bankalara doğru genişlemektedir.
ABD’deki bu finansal krizin ana sorumlusu “başıboş” piyasalar, şirketlerin doymak bilmez kâr arzusu veya kapitalizmin kaçınılmaz devrevi kriz yaşama özelliğine sahip olması değildir. Kısaca ve basitçe Amerikan devletinin ekonomi politikalarıdır. ABD yıllardan beridir problem olmaz düşüncesiyle bütçe açığı vermekteydi. Dış politikasındaki saldırganlık, dünyanın jandarması rolüne soyunmanın getirdiği yüksek askerî harcamalar devletin aşırı harcama yapmasına ve dolayısıyla devamlı bütçe açığı vermesine sebep olmakta ve devlet vergileme ve açık finansman yoluyla bu açığı çevirmeyi becerebileceğini düşünmekteydi. Ayrıca, bu ülkede, Keynesyen bir bakışla ekonominin dönmesi hep tüketicilerin devamlı ve gittikçe daha fazla harcama yapmasına bağlanmaktaydı. Bu yüzden faizler düşük tutulmakta ve krediler bollaştırılıp ucuzlatılmaktaydı. Bu müşevvikleri hisseden vatandaşlar ucuz para-bol kredi imkânlarından yararlanarak normalde karşılayabileceklerinden daha fazla harcamayı öğrendiler, zamanla bu davranış kurtulması zor bir alışkanlık niteliğini kazandı ve neredeyse herkes bunu sürdürebilmek için kredi kuruluşlarına borçlandı. Böylece her Amerikalı sırtında bir borç yüküyle gezer hale geldi.
ABD hükümetleri ekonomik hayatın kanunlarına tabi olmak yerine kredi kuruluşlarına garantiler verdiler. Böyle olunca bu kuruluşlar hem suni şekilde büyüdüler hem de gerek müşterileri gerekse bu kendileri rasyonel ve hesaplı iktisadi davranıştan uzaklaştı. Ev sektöründe ve tüketimde balon şişmeler oldu. ABD devletinin bu ekonomik politikaları ülkede sermaye tahsis sürecinin müşevviklerini çarpıttı ve sonunda reel ekonomide problemler yarattı. Reel ekonomideki problemler asıl sorun ama onların tam olarak görülmesi zaman alacak. Her zaman olduğu gibi ikincil sorun daha çabuk fark edildi ve daha çok dikkat çekti. Bu, finansal piyasalardaki krizdi. Kredi kuruluşları bir süre sonra müşterilerinin yüksek risk sınırına ulaştığını görünce frene basmak zorunda kaldı, ama artık çok geçti.
Yaşananlar ABD’nin şimdiye kadarki ekonomi politikasını ciddi biçimde gözden geçirmesi, hatalarından ders alması ve daha sağlam politikalar uygulaması gerektiğini göstermektedir. Krizi hiçbir acı yaşamadan ve hiç dönüşmeden geçiştirmenin imkânı yoktur. Devletler Tanrı değildir, bu tür krizlerin acısız çözülmesini sağlamaya güçleri yetmez. Süper devletler de buna dâhildir. Devletlerin bu tür krizlerde deva olma adına yapacakları müdahaleler hiçbir şekilde problemi çözmez. En iyi ihtimalle biraz erteler ve fakat bu sefer ileride daha şiddetli bir şekilde yeniden ortaya çıkmasına sebep olur. ABD’de yaşanan da budur. Trilyon dolarlık müdahaleler finansal krizi ve reel ekonomideki zamanla fark edilecek asıl krizi çözmeye yetmeyecektir. ABD’de batan mali kuruluşlara yenileri eklenecek ve diğer bazı şirketler de krizden payına düşeni alacaktır. Çözüm daha uzun zamanda ve ekonominin kendi dinamiklerinden gelecektir.
DEVLET PARA TEKELİ OLMAMALI
Aslında bu krizi, daha temel bir sorunu gündeme getirmek için bir fırsat olarak kullanmak da mümkün. Bu sorun, devletin genel olarak ekonomideki ve özel olarak para piyasalarındaki yeri ve rolüne ilişkindir. İlkini başka yazılara bırakıp ikincisine dönelim. Bilindiği üzere bugün para basma yetkisi devletlerdedir. Altın standardı da ortadan kaldırıldığı için devletler keyiflerince para basabilmektedir. Keza, merkez bankaları aracılığıyla devletler faiz hadlerini belirlemekte ve kredi piyasalarını yönetmektedir. Yaşanan problemin asıl kaynağı budur. Devletlerin para basma yetkisi ellerinden alınmalı ve piyasa aktörlerine bırakılmalıdır. Devletlerin kredi piyasalarını kontrol etmesine de izin verilmemelidir. Devletlerin para meselelerinde insanları en çok kandıran ve kazıklayan kuruluşlar olduğu unutulmamalıdır. Devletlerdeki, vatandaşları aldatmak için kullanılacak numaralar bitmez tükenmez. Mesela enflasyonist devletler evimizde baş tacı ettiğimiz hırsız daimi misafirler gibidir.
Ne var ki, maalesef, gidiş bu istikamette değildir. Tam tersine, devletlerin bu işe kurtarıcı olarak müdahale etmesi ve piyasalara para akıtması istenmektedir. Yazının başında da vurguladığım gibi bu tuhaf bir taleptir. Zehir zaten devletlerin devletçi ekonomi politikalarıdır. Bu zehrin panzehirinin ise daha fazla devlet müdahalesi olduğu sanılmaktadır. Oysa asıl sorun para piyasaları değildir. Sorun reel ekonomidedir
Yazan:Sinan Yüce Tarih: Eki 4, 2008 | Reply
İnsanın doğasında olan nedensellik içgüdüsü bu tür kriz analizlerine de yansıyor.
Maalesef kredi krizi konusunda “6 ay önce şöyle olsaydı bu kriz böyle olmazdı” açıklamaları şu an için benim gözümde pek bir anlam ifade etmiyor. Kaldı ki 6 ay önce belirtilen önlemler alınsa da bu gün bizleri çok daha farklı krizler bekleyebilirdi.
Ama yine de biz geçmişe odaklanalım. En çok suçlanan kesimin başında Alan Greenspan ve Fed geliyor. Neymiş efendim, 2000’li yılların başında anormal faiz indirimleri yapılmış. Tabi bu insanlara sormak lazım. 2000-5 ylları arasında %5 gibi bir büyüme sağlayan faktör neydi? Acaba faizlerin çok düşmesinin yarattığı “cheap money” sadece carry trade için mi kullanıldı? Ya da mortgage almak için mi? Bu dönemde reel ekonomi endüstri devriminden bu yana en büyük büyüme oranlarını nasıl yakaladı? Bunda da faizlerin etkisi var mıdır yok mudur?
Petrol gibi hammaddelerin fiyatlarında anormal artışların bir kısmı spekülatörlere bağlı olabilir. Fakat zaten bunlar da bu işi yaparken kullandıkları en önemli silah olan leverage’ın kurbanı oldular. O yüzden bırakalım bu adamlar kendi yarattıkları balonda boğulsunlar.
Aslında benim karşı çıktığım kavram bu tür nedensellik ilkelerinden yola çıkarak olanları anlamaya çalışmak. Mesela bir örnek vermeye çalışayım. Mart ayında Bear Sterns iflas ettiğinde yatırım bankaları çok ağır kayıplar veriyordu. Herkes Merrill Lynch, Lehman Brothers, JPMorgan gibi yatırım bankalarının kan kaybına bakarak bunların bu durumu nasıl hakettiğinden dem vuruyordu. O zamanlarda enteresan bir şekilde Goldman Sachs sapasağlam duruyor, kar açıklıyordu. Aynı adamlar bu defa Goldman Sachs’ın nasıl diğerlerinden farklı olduğunu anlatıyordu. Yani karı açıklamaya çalışıyordu. Fakat o günlerde bir Allah’ın kulu da çıkıp Goldman’ın pozisyonunu eleştirmiyordu. Taki 3 hafta öncesine kadar. 6 ay önce Goldman’ı övenler şimdilerde Goldman’ın battığını görünce hemen eski defterleri açmaya başladılar. Sizce de bir tutarsızlık yok mu bu işin içinde?
Bence bu krizde bu kriz şöyle önlenebilir diye odaklanmak yerine bundan sonra ne yapılması gerektiği konusuna değinmek gerekiyor. Yani mesela 850 milyar doları siz olsaydınız nereye harcardınız?
Bu arada bu yazıda bahsettiğim nedensellik konusunda Nassim Taleb’in Siyah Kuğu adlı kitabını tavsiye ederim.
Yazan:fuatogl Tarih: Eki 5, 2008 | Reply
Bu duyduğum en aşırı ‘tespit’ lerden birisi. Suat bey, Keynesciliğin özü nedir? Ve yaşanan krizin sebebi açısından bağlantıyı nasıl kurdunuz? Açıkcası çok merak ediyorum. Sanki Senyek ile Keynes i karıştırıyormussunuz gibime geliyor. FEDin faiz indirmesinden Keynescilik çıkartmanız çok garip gerçekten(Greenspan gizli Keynesci mi yoksa!?). Faiz indirimleri finans devlerine rağmen uygulanmamıştır, onlarında taleplerine uygun bir şekilde zorunlu olarak uygulanmıştır – bilinçli bir Keynescilikten değil. Ayrıca günümüzde beliren yönelimler söylediklerinize tamamen 180 derece uyumsuz. Yeni bir regulasyon ve düzenleme dönemine giriyoruz farkındaysanız, varolduğunu varsaydığınız Keynescilik yüzünden mi acaba? “Şimdiye kadar Keynesciydik, kriz geldi daha daha da Keynesci olmalıyız” mi diyorlar!? Niye “Regulation is back on the agenda” diyorlar?
Görünüşe göre yaşanan kriz düpedüz yeni-liberal kapitalist anlayıştır – ağır bir darbe yemiştir. Teorik bir dille ifade edecek olursak: resmen cortlamıştır!
Verilen tepki ise gayet yerinde fakat eksiktir!