Komşudaki Yangın Sendedir
By Sever Isik on Eki 4, 2008 in İnsan
“Bize ne başkasının ölümünden demeyiz/çünkü başka insanların ölümü/en gizli mesleğidir hepimizin/başka ölümler çeker bizi/ve bazen başkaları/ ölümü çeker bizim için.” (İsmet Özel)
Artık ölümün adileşmesinden midir nedir, Irak’ta olanlar “arkası yarın” türünden bir pembe dizi kadar bile ilgi çekmiyor. Gündelik yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline geldiğinden olsa gerek, artık ne kimsede ne şok etkisi yaratıyor ve de bir ibret vesilesi oluyor. Bırakın insanlığımızı sarsmayı dikkat bile çekmeyen bir vakay-ı adiyeye dönüştü insanların toplu ölümü… yani artık “bize ne ” diyoruz “başkalarının ölümünden” ve kendi ölümümüzün de aslında her ölümde saklı olduğu, her “başka ölümde” biraz daha öldüğümüzü ve ölüme çekildiğimizi unuttuğumuzdan olsa gerek, artık “rutin ölüm” ler ilgilendiğimiz “gizli mesleğimiz” olmaktan çıkmış durumda.
Kendi imparatorluklarına, insanlarımızın kanından daha değerli buldukları “kara zehri” pompalamak için Atlantik’in öte yakasından gelip Bağdat’ın kapısına dayanan asri zamanın Moğolları nın yanı başımızda açtıkları “pandoranın kutusu” ndan her gün “kötülüğün zaferine adanan ölümler” fışkırıyor.
Irak, her günü kan kusan, şiddet saçan, ölümün özgürce kol gezdiği ve korkusuzca hasadını topladığı bir ülke… Her gün milyonlarca kişinin şehvetle izlediği bir ölüm halayı… Amerikan filmlerine rahmet okutacak bir kan deryası… İnsan mezbahası… Açık hava mezarlığı…
Haberlerden öğrendiğimize göre, ölümün/ölünün ticareti yapılıyor Irakta… Fidye için insan kaçırmalar, organları için öldürülen insanlar, organları için deşilen bedenler, buldukları bedenleri fotoğraflayıp cesetlerini ailelerine pazarlayanlar… Nebbaşlar, mezar kazıcılar. Ölü gömücüler, ölü seviciler, kiralık katiller…
Bugün Irak’taki tüm uluslararası aktörler mevzilerini Irak’lıların evinde/ülkesinde kazımışlar ve siperleri de yine ıraklıların gövdesinden… Amerikan demokrasisi! İran Şiiliği, Suudi Vehhabiliği, El Kaide Sünniliği Iraklıların kanı ile besleniyor. Herkes zaferini biriktirdikleri başlar üzerine bina etmeye çalışıyor. Ne kadar ölüm, o kadar zafer!..
Atlantik’in öte yakasından kızıl kurdelelerle sarmaladıkları “demokrasi bombaları” ve yedeklerinde bin bir yalanla, çivisi çıkmış dünyanın gözlerinin içine baka baka Bağdat’ın kapısına yaslandı cehennem gladyatörleri… Tüm dünya başkentlerinin sokaklarını dolduran savaş karşıtı coşkulu kalabalıkların protestoları yetmedi işgali önlemeye.
Ve enformasyon bombaları ile beyinleri felç olan özgür, rüyalar ülkesinin yurttaşları! Onlar da o kadar ölümü onaylanabilir ve anlaşılabilir görüyor. Kıtalararası Demokratik seri katiller in, seyyar ölüm/savaş makineleri nin katliamlara dair açıklamaları ne kadar da soğuk ve ürkütücü ve basit: ‘savaşın talihsiz koşulları’.
Iraklılar sadece sokaklarda, gizli köşelerde, kuytularda, hastanelerde, morglarda, pazaryerlerinde, camilerde, türbelerde, Ebu Gureyblerde, Guntanamolarda değil, Dicle’nin soğuk sularında da çocuklarını, eşlerini, ebeveynlerini arıyorlar. Dicle ceset taşıyormuş her gün, sahipsiz ve kimliksiz… Artık bilinen ölü arama adreslerinden biri olmuş Dicle’nin Bağdat’ın 100 km kadar güneyine uzanan kısmı. Yani, artık Dicle’nin soğuk suları, savaşın/ölümün ateşini taşıyor.
Kameralar, fotoğraf makineleri, muhabirler, TV’ler, sivil toplum örgütleri her gün sokaklardaki acının fotoğraflarını, kini ve öfkeyi, nefreti ve solgun yüzleri, her tarafa saçılıveren parçalanmış cesetleri, evlerimize vicdanımıza taşıyor. Artık onlar, ölümü sadece istatistik bürosu tarafından Iraqbodycount kayıtlarına geçirilen birer rakamdan ibaret… Ölüm çeteleleri tutmak, ölüm grafiğindeki yükseliş ve düşüşün nabzını tutmak, istatistik bürolarının inisiyatifinde ve bu bodycount hesaplarına göre başarı/başarısızlık hesapları ve hatta gelecekteki siyasi adımlar belirleniyor. Yani ölüler bir şekilde doğrudan yaşayanların gelecek siyasetine bile sızıveriyorlar.
İşgal altındaki Irak’ta ölü sayısı bir milyonu geçti, mülteci sayısı milyonları aşmış durumda ve perişan haldeler. İlaç ve gıda sıkıntısı çekilen Irakta “mahşerin dört atlısı” kol geziyor.
Acaba insanlığın ma’şeri vicdanı, Irak’ı kan denizine çevirip, burada kürek çeken, gemi yürüten Ebu Gureyb işkencecilerinden; Felluce’nin merhametsiz kasaplarından hesap soracak mı? Neo-con kasaplar ve kuyrukları hesap verecek mi? Bilemiyoruz…
İnsanlığımızı yitirmemek ve lekelememek için daha çok ve daha yüksek sesle konuşmalıyız.
Güneyden esen rüzgârlar Bağdat’taki, Felluce’de ki ateşin dumanını bize taşırken, serin sulara uzanmalı değil miyiz? Çünkü,
‘jam tua res agitur/Komşudaki yangın sendedir.’