RSS Feed for This Post

Ordu, devlet buraya; yumruklar havaya…

Yazar: Zühre Meryem Kaya

Hesap sorması gerekenler (halk) büyük bir tevazu ile susarken… Ordu ve iktidardakiler halkın kafasında oluşan soru işaretlerini gidermek yerine yaptıkları açıklamalar ile antidemokratik bir ortam hazırlanmasına hız kazandırıyor. Uyarı şu; siz halksınız ordu ve devlet kavramının gölgesi altında yaşamak durumundasınız.

Sesiniz biraz fazla mı yükseldi, yoksa bize mi öyle geliyor? Hişttt artık sus!

Aynen istediğiniz gibi halk susuyor. Hem de çok uzun zamandır soluksuz bir şekilde susuyor. Buralara hangi noktadan geldiğimizi hangi cadı kazanının kaynadığını bilerek susuyor. Korkutarak, silah zoruyla, dayatmalarla yapılan siyaset uygulamaları ve 90’lı yıllarda uygulanan Kürt baskısı, halkı yok sayma, hizmet vermeme bugün ve geçmişte halkın bir kısmını dağa diğer kısmını askerde şehitlik mertebesine çıkarmıştır. Halk bunu çok iyi biliyor; çünkü birilerinin bu memlekette Kürt sorununa, terör sorununa, laiklik sorununa, irtica sorununa, başörtülü kadını kullanma sorununa ihtiyacı vardı. Herkes işini yapsaydı 12 Eylül darbesinin ardından insanların yaşam alanları daraltılmasaydı, hizmet verseydi hükümet(ler) verebilseydi… Hal ve gidiş bu şekilde olmazdı. Halk bunların hepsini biliyor ama sus dediniz ya, durması gerektikleri yerin sınırını çizdiniz ya; susup, kımıldamadan duruyorlar.

O halde siz kımıldayın, bu ülkenin asıl sorununu siz konuşun… Ayrımcılıktan uzak, gerçekten birlik olabileceğimiz çarelerle. Çünkü bugün Kürt sorunu kadar Türk sorunu da vardır bu memleketin. Sorarım size; orta sınıf insanı belirli alanların dışına itmenin, uzaklaştırmanın, bölüştürmenin, düşmanlaştırmanın, ne farkı vardır Kürt sorunundan? Ben şehit annesi olsaydım, şehit çocuğumun başına gelen subayları onun naşına yaklaştırmazdım. Evet, ben bir şehit annesi olsaydım başörtümden dolayı beni hayatta en çok sevdiğimin, biriciğimin en özel gününde, vatana tam anlamıyla ait olduğu günde, ( bu arada “ait olma” kelimesi benim için çok özeldir.) yemin töreninde onun yanına gelmeme engel olanlara, bende yasak koyardım. Belki de 30 yıldır süren yılan hikâyesine küçük de olsa bir (SES ÇIKAR)mış olurdum; ama inanın bunu yapardım.

Siz, devlet ve ordu olarak halkın kendini güvende hissetmesi için karanlıkta kalan birçok soruyu açıklığa kavuşturmazsanız, daha fazla soru işareti oluşur bu ülke insanın aklında. Hiç istemediğiniz bir şekilde konuşmaya başlarlar, sonra çizdiğiniz sınırları aşarlar ve bu bir koşunun başlamasına neden olur ki, o koşunun adımları atılmaya başlanmıştır.

Asker kendi işini, Devlet kendi işini, Yargı kendi işini, YÖK kendi işini yapsın… Hesap sorma işi halka bırakılsın.

Mesela devlet artık kendi asli görevini yapsın. Şimdi bunları da biz mi söyleyelim? Buyurun: Devlet hizmeti halk için yapacak. Halkı seçim yatırımı olarak değil, insan olarak görecek. Öyle siyaset meydanlarında “Ben sizin aranızdan buralara geldim. Halktan biriyim.” demekle olmuyor. Halkın eğitim, iş ve sağlık gibi temel hakları çok iyi bilinip bunlar gerçekleştirilecek. Sadece belirli bölgeler üzerinde yatırım yapılmayacak, batıda olduğu kadar doğuda da çalışılacak. Askeri yatırımdan çok, eğitime yatırım yapılacak. Herkese eşit haklarda eğitim hakkı verilecek. Hakla dayatmalarla devletin resmi ideolojisini değil; bilimi, ilmi, felsefeyi, dini, matematiği, sosyolojiyi, tarihi, feni, coğrafyayı, tıbbi ve teknik bilgiyi öğrenecek… İnsanlara insan gibi yaşama hakkını verilecek; dilini konuş, kültürünü istediğin gibi yaşa dinilecek. Sen Kürtsün, sen Müslümansın, sen Ermenisin, sen Çerkezsin, sen Süryanisin, sen Alevisin, sen Sünnisin denilmeyecek, diyene de izin verilmeyecek ki zaten bu suçtur. Asıl sorun bunlar. Konuşulması, anlatılması, altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken bunlar. Ülke insanını ayrıştırmadan, kutuplaştırmadan iyi bir hayat standardı yakalamasına yardımcı olmak…

Ayrıca bu ülkede sınırları korumakla görevli tek bir kurum var Türk Silahlı Kuvvetleri. Sizler de artık siyaseti bırakın, siyasetçiler yapsın. Herkes işine baksın bu memlekette. Eğer siyaset yapılacaksa üniforma çıkartılıp takım elbise giyilsin. Paşa gönlünüz bilir ama bir alternatif daha var, emekli olunup golf oynanılsın.

Kimin söylediği aklıma gelmedi ama halka parmağını sallayarak uyarı işareti yapanlar için pek manidar olacak “Sesini fazla yükseltme; çünkü yağmurlardır çimlerin yeşermesini sağlayan, gökgürültüsü değil…”

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:İbrahim Ahmed Tarih: Eki 23, 2008 | Reply

    Devletlûlerin nokta-i nazarında halk, bırakın soru sorma, sorgulama makamına çıkma rüştü gösterememiş “vatandaş” olamamıştır. Halk her an yanlış yapma potansiyeli olan kara kalabalıktır.

    Ama bu “kara kalabalıklar” “aydınlanmamışlar sanıldığı kadar suskun da değiller. Baksanıza bir türlü dize gelmiyorlar. Aslında onlar herkese nerde durmaları gerektiğini söylüyorlar, susarak veya konuşarak, ama dinleyen kim?..Halk azarlamaları nasıl cevaplayacağını seçimlerde göreceğiz

    “Ben şehit annesi olsaydım, şehit çocuğumun başına gelen subayları onun naşına yaklaştırmazdım. Evet, ben bir şehit annesi olsaydım başörtümden dolayı beni hayatta en çok sevdiğimin, yemin töreninde onun yanına gelmeme engel olanlara, bende yasak koyardım.”
    Öyleyse ümitvar olmak için sebeplerimiz var olacak..

    Bir de askerler sadece vatan savunması ile ilgilenirlerse canları sıkılmaz mı?

  3. Yazan:ç-z Tarih: Kas 30, 2008 | Reply

    Rasim Ozan Kütahyalı – 30.11.2008

    Türk ordusundan hesap soran bir Türk annesi
    Bu toprakların bitmeyen savaşında, bu ülkenin evlatlarını kaybetmeye devam ediyoruz… “Yeter!!” denmesinin bile artık bir samimiyeti kalmadı…

    Yağmur yağması gibi normalleşti bu berbat durum… Arada yağmur yağar, ıslanırız… Arada bu kirli savaş hortlar, çocuklar ölür… Öyle algılıyoruz artık… Sonra hayat yeniden devam eder. Bazen dolu yağar, bazen günlerce biteviye az az yağar, sonra yeniden durur… Sonra yeniden başlar… Yağmur tanelerinin yere düşmesi kadar doğal bu ülkenin gençlerinin ölmesi artık… Bir kişinin ölümünün trajedi, onbinlerce kişinin ölümünün istatistik olacağına ilişkin Stalin’in lanet derecede gerçekçi sözü hükümran bu topraklarda… Şehitler diye yalan edebiyatlarla andığımız gençler bu devlet için istatistikî rakam tanelerinden ibaret…

    “Vatan sağolsun demeyeceğim”

    Bu bence hepimiz adına tam anlamıyla kanıksanmış bir alçaklıktır… O sebeple mesela geçen hafta kaybettiğimiz Jandarma Er İsmail Uygun’un annesinin feryatlarıyla kimse ilgilenmedi… O feryatlar, egemen devlet mantığının işine yarayan feryatlar değildi çünkü… “Bir oğlum şehit düştü, öbür oğlumu da vermeye hazırım” diyen ya da dedirtilen anneler hemen her yerde manşet olurdu. Fakat bu anne başka şey söylüyordu… Bu toplumda gittikçe yükselen bir haykırışı bir kez daha dillendiriyordu…

    Bu anne “Vatan sağolsun demeyeceğim” diyordu. Bu kez bu anne geleneksel ve örtülü bir anneydi. Daha evvel kentli-eğitimli laik ortasınıftan bir annenin bu itirazına şahit olmuştuk. Bu hissiyatın o kesimde çok geniş biçimde paylaşıldığını bu köşede yazmıştım… Şimdi de tevekkül ve metanetleri devlet tarafından istismar edilen geleneksel dindar annelerden biri bu çıkışı yapıyordu… Hem de kaybettiği oğluyla ilgili çok acı bir olayı da naklederek…

    “Oğlumun komutanı, namaz kıldığı için tepki gösteriyormuş. Onun gibi diğer kısa dönem askerler masa başında otururken üç aylık er olan İsmail’im günde yedi saat nöbet tutuyormuş. Oğlum komutanına söyleyemiyordu ama bunları telefonda bize söylüyordu. Komutanı oğluma gıcık kapmış.”

    Aynı anne Ulaştırma Bakanı’nın kendilerini ziyaretinde de şunları söylüyordu…

    “Başın sağolsun demek kolay. Ben onu ne hallerde büyütüp yetiştirdim. Ne zorluklarla büyüttüm. Ciğerim yanıyor. Bazı şeyler çok zoruma gidiyor. Torpil olduğunu bilseydim ben de yaptırırdım. Hiç zengin ailelerin çocukları oralarda askerlik yapıyor mu?”
    “Bu çocuk evin önünden geçen yabancılardan korkardı. Bu nasıl teröristlerle çarpıştı? ‘Şarjörü takamadı’ diyorlar. Kocam ‘arama’ dedi ama dün akşam komutanını aradım. ‘Seni Allah’ın mahkemesine havale ediyorum. 12 saat nasıl nöbet tutturdunuz’ dedim. Bize şehit haberini vermek için gelen kişi ‘oğlunuz yemekhanede öldü’ dedi. Daha sonra da dediler ki, teröristlerle çatışırken siperdeyken ‘kafanı kaldırma’ demişler. Benim çocuğum da kaldırmış. Kafası parçalanmış. Cesedi tanınmaz haldeydi.”

    Genelkurmay’a sorular

    Devletimizi yönetenler, özellikle de Genelkurmay karargâhının generalleri bilmeli ki bu annenin sesi Derin Anadolu’nun sesidir… Bu ülkenin anneleri askerlik tecrübesinde “korku”nun ne demek olduğu zorla öğretilen kocalarından daha cesur ve daha yüreklidir… Kocaları korkup “Yapma, etme, arama kimseyi hanım” dese de durmayacaktır… İsmail Uygun’un annesinin bu tepkisini şimdilik karambole getirebilirsiniz, egemen medya da hemen gerekeni yapar… Ama bu anneler akın akın artmaktadır, bilesiniz…

    Şimdi Genelkurmay yetkililerine soruyorum… Bu şehit anasının bahsettiği komutanla ilgili ne işlem yapılmıştır? Namaz kıldığı için Er İsmail’e saatlerce tutturulan nöbet olayını kamuoyu önünde aydınlatmayacak mısınız? Yoksa Aktütün katliamında olduğu gibi bu komutanın da “Hiçbir ihmal, zaaf ve hatası yoktur” mu diyeceksiniz? “Daha analar çok mehmetçikler doğurur, bu sızlamaları da bu toplum unutur” diye mi düşünüyorsunuz?

    Hesap sormak

    Bu ülkenin halkı olarak şunu bilmeliyiz… Bizler, evlatlarımızın değerini bilip korkmadan bu devlete ve orduya hesap sormadıkça askerlerimizin ölümü ordumuzca “zayiat” olarak görülecek, maalesef çoğu zaman bir askerin ölümü bir Skorsky helikopterin düşüşünden daha az önemli olarak algılanacaktır… Üçüncü dünya ordularının hemen hepsi askerlerine böyle bakar, çünkü o halklar ölen çocukları adına ordularından hesap sormazlar… Israrla söylemekten bıkmayacağım ki bir kurum hesap vermedikçe, denetlenmedikçe yozlaşır ve çürür… Bugün TSK meselemiz bu minvaldedir…

    Bedeni tanınamaz hale gelen er İsmail Uygun’un annesi gibi anneler arttıkça, korkmadan yürekli biçimde kendi devletlerine hesap sordukça bu ülke daha güzel bir yer olacak… Türk ordusu, hesap soruldukça denetlendikçe güçlenecek… Bunları diyenlere “Ordu düşmanlığı yapıyor” diyenler, Türk ordusunun adım adım çürümesini ve çökmesini hızlandıran gafillerdir… Çürümüş bir ordu Er İsmail’lerimizi koruyamaz, vatanımızı da savunamaz…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin