Kapitalizme vahşi olmayan alternatifler-4
By Alinti Yazar on Eki 29, 2008 in Çeviri, Kapitalizm, Kapitalizme alternatif, Liberalizm, Pozitivizm
Sunuş: Her ekonomik kriz gibi bu sonuncusu da insanları bir kez daha kapitalizm, serbest piyasa ve liberalizm üzerine düşünmeye itti. İnsanlar kapitalizmin sonunun geldiğini, devletin piyasalara müdahalesinin kaçınılmazlığını savundular. Dünyadaki sefaletin ve çevre kirliliğinin suçunu da kapitalizme yüklediler.
Biz Derin Düşünce yazarları da kendi aramızda oldukça uzun ve ateşli tartışmalar yaptık bu konuda. Elbette dünya üzerinde yaşayan aydınlar bu son krizi beklememişlerdi kapitalizme alternatifler aramak için.işte Ekrem de bu noktadan yola çıkarak bir dizi makaleyi çevirdi Türkçe’ye. Bugün dikkatinize sunduğumuz yazı da bunların dördüncüsü.
Bu ateşli tartışmalarımız sırasında Haki (bence çok isabetli bir biçimde) meselenin Kapitalizm-Sosyalizm rekabetinden değil ekonomistlerin insanı bencil bir para kazanma makinesi (homo economicus) kabul etmesinden kaynaklandığını ifade etti. Tabi bu perspektiften baktığınızda çerçeve artık ekonomi olmaktan çıkıyor ve ahlâk/erdem eksenine taşınıyor. Yani insanların ürettikleri sistemlerin erdem üretmesini talep etme noktasına geliyoruz. Adam Smith’le de¨gil Kant ile, Buda ile, kutsal kitaplar ile “dans ediyoruz”.
Kanaatimce pozitif bilimlerin yapamadığı bu “erdem üretme” işini ekonominin yapması mümkün değil. Yani insanı para kazanmaya programlanmış birer robot olarak görmek demek mutluluk ile hazzın aynı şey olduğunu iddia etmeye kadar varıyor. Pozitif bilimler yoluyla akla tapmak ne kadar yanlış ise kapitalizm yoluyla paraya tapmak da o derece tutarsız bir dünya görüşü. Bu bağlamda kapitalizmin düşmanları kadar savunucuları da büyük hataya düşüyorlar doğal olarak. Hiro¨sima’da atom bombasïnïn patlamasï bilimin, mâli bir kriz kapitalizmin sonu olabilir mi?
“İnsan maymunlaşabilir mi ?” ve “Evrimcilerin iç hastalıkları” adlı makalelerimizde pozitif bilimin ve ekonominin konusu olamayacak bazı insanî olgulara işaret etmiştik. Bu olguları kapsama alanı dışında bırakan pozitif bilimlerin veya ekonominin insana erdem/mutluluk sağlaması beklenebilir mi?
Tekrardan ekonominin çerçevesine dönecek olursak, kriz başladığından beri Ekrem’in çevirileri dışında bir çok yazıya yer verdik sitemizde. Örneğin konuk yazarımız 3H Hareketi üyesi Alper Akalın “Marx yine mi haklı çıktı?” diye sordu. Kendisi de bir iktisatçı olan Suat “Gerçekler öyle değil ” dedi alışılmış ezberler karşısında.
Aslında krizden çok önce bu konuları tartışmaya açmıştık. Meselâ Mustafa‘nın “İslam ve Kapitalizm Üzerine(1)” ve “İslam ve Kapitalizm Üzerine(2)” başlıklı yazıları İslâm dini ile kapitalizmin uyumunu/çatışmasını irdelemesi açısından okunmaya değer.
Ülkemizde liberalizmin öcüleştirilmesi artık bir gelenek haline geldi. Ama ne yazık ki liberalizmden nefret eden bir çok yazar bu görüşü tarif etmekten de aciz. Bu bilgi boşluğunu kapatmak amacıyla Pascal Salin’in kaleme aldığı 4 makaleyi ilginize sunuyoruz:
Vahşi olan kapitalizm değil devlettir
Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin! (1)
Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin! (2)
MY
Kapitalizme vahşi olmayan alternatifler-4
Çeviren Ekrem Senai
Demarşi
Temsilci hükümet, vatandaşların uymak zorunda olduğu kuralları belirleyen devlet bürokratlarının seçilmesine dayanır. Kararları uygulamak için devlet gücü kullanılır. Bu kural sistemi genelde demokrasi olarak adlandırılır ama aslında en iyi ihtimalle dolaylı demokrasi olarak nitelendirilebilir, çünkü politik kararları vatandaşlar kendileri vermez, sadece belirli zamanlarda temsilciler için oy verirler. Ayrıca temsilciler seçim vaadleriyle veya çoğunluk görüşleriyle bağımlı değildir. Temsilci hükümetin, hem seçilmiş politikacıların, hem de devlet bürokratlatrının popüler kontrol illüzyonu oluşturduğunu, iktidarın çoğunu ise elitlere bıraktıklarını söyleyebiliriz.[23] Temsilci hükümet bu yüzden kapitalizm için ideal bir eştir, minimal doğrudan vatandaş kontrolüyle maksimum meşruluk sağlar.
Bunun tersine, doğrudan demokrasi veya katılımcı demokrasi insanların kararları kendilerinin almasıdır. Özyönetim, basitçe doğrudan demokrasinin ifadesidir. Doğrudan demokrasinin ikilemlerinden biri herkesin zamanını kullanmadan katılımın nasıl maksimize edileceğidir. Bir metod elektronik referandumdur, bu şekilde tüm seçmen oyları televizyon tartışması sonrası hemen değerlendirilir. Ama burada bile katılım azdır, çünkü çok az insan tartışmaya katılabilir, çok daha azı referandum teklifini formüle edebilir. Anarşist çözüm delegeler ve federasyonlardır. Ama delege olmayanlar yüksek seviyedeki tartışmalarda yer alamaz. Olası bir tehlike ise delegelerin pozisyonları yoluyla güç kazanıp, ortaya çıkan eşitsizliği katılaştırmak için bu gücü kullanmalarıdır.
Demarşi[24] doğrudan demokrasinin katılım ikilemine sunulan farklı bir çözüm alternatifi üzerine bina edilmiştir. Rastgele seçime ve fonksiyonların ayrılmasına dayanır. Binlerce veya onbinlerce insanın oluşturduğu bir topluluk düşünün. Tek bir karar-verici organ- örneğin seçilmiş konsil- olacağına herbiri farklı birer fonksiyonla, örneğin ulaşım, arazi, hasat, üretim, eğitim, sanat, su, bina, sağlık vs. ilgilenen onlarca grup olabilir. Herbir grup, gönüllülerin arasından rastgele seçilecek onar kişiden oluşabilir. Gruplar kendi alanlarıyla ilgili kararları verecektir. Dolayısıyla, her bir kararda herkesi katmak yerine her gönüllü kendi seçtikleri gruplarda bulunmak için eşit şansa sahip olacaktır.
Herkes yine lobi yapmak, gazeteye mektup yazmak, gruplara fikirlerini anlatmak ve birçok başka şekilde konular üzerinde tartışmaya dahil olabilmektedir.
Demarşide, devlet ve bürokrasi yoktur. Tüm karar alımları fonksiyonel gruplar tarafından yapılır. Bazı mevcut yerel hükümet sistemleri, mesela ABD ‘deki kasaba ve Norveçteki belediye toplantıları gibi, yüksek vatandaş katılımı ve insanların ihtiyaçlarına eğilme sorumluluğu gösteren örnekler vardır..[25] Demarşi, karar vericilerin rastgele seçimi yoluyla karar alma ve fonksiyonların ayrımının avantajları üzerine kuruludur ki ikisi de birkaç kişinin kendilerine güç sağlaması ve kazançlı poziyonlara sahip olmasını engeller. Rastgele seçimin avantajı ise, kimsenin güzel konuşarak, hilekarlıkla veya yetenekleriyle, karar-verici rolünü garantileyemez oluşudur. Ayrıca, seçilen kişinin bir ayrıcalığı da yoktur. Sonuçta, şans eseri seçilmiştir. Dolayısıyla görevi sınırlıdır, devamlılık için rastgele seçimin sonucuna bağımlıdır.
Şimdiye kadar demarşi politik bir alternatif modeli olarak sunulmuştur. Fakat ekonomiye de birçok yönden genişletilebilir. Ekonomik işlerden sorumlu fonksiyonel gruplar, örneğin endüstri ve tarım, ihaleciler için iş açabilir. Araziyle ilgili kararları alan fonksiyonel gruplar olabilir, örneğin kullanılır veya kullanılmaz arazilerin kiraya verilmesi ile ilgili kararlar alınabilir. Para tedariğini düzenleyen fonksiyonel gruplar olabilir. Ana prensip rastgele seçilmiş vatandaşların ekonominin nasıl yürüyeceğine kendilerinin karar vermeleridir.
Demarşi, kapitalizme iki ana yönden meydan okumaktadır: İlki, devlet olmadığından, asker ve şahsi mülkiyeti korumak için organize sertlik yoktur. İkincisi, demarşi ekonominin yönetimini doğrudan vatandaşlarının eline verir.
Prensip 1: işbirliği. Demarşi hassas kararlar için ağırlıkla diğer vatandaşlara olan güvene dayanır. Mevcut fonksiyonel gruplardan birinin üyesi olan diğer fonksiyonel gruplara katılamaz. Bu güven rastgele seçimle ve görevlerin minimumda tutulmasıyla desteklenir, adalette vatandaşların jüri sistemine güvenmesinin sebebi de aynıdır: önyargı ve kötüye kullanma, hakim olsun, siyasetçi olsun, az kişi oldukça artar. Demarşinin güven yönü ekonomik karar alımlarında işbirliğinin, mücadeleden daha öne çıkmasındandır. Piyasa olsa da, bu vatandaşın kontrolündeki bir piyasadır.
Prensip 2: ihtiyaç sahiplerine hizmet. Demarşi ihtiyaç sahipleri için açık bir siyaset belirlemez. Şunu not etmekte yarar vardır ki, demarşi verilen kararların içeriğini belirlemeyen bir karar alma çerçevesi sunar. Fakat, kanıtlar gösteriyor ki, birçok yönden toplumu yansıtan vatandaş karar alıcılar, büyük oranda daha zengin, ortalama vatandaştan çok daha fazla güç peşindeki seçilmiş temsilcilere göre, muhtaçlara karşı çok daha duyarlıdırlar. Ayrıca, muhtaçlara hizmet konusunda hassas olan insanlar, kendilerini ve diğer sempatizanları, ilgili politikaları düzenlemekte teşvik etmeye daha meyillidirler.
Prensip 3: tatmin edici iş. Muhtaçlara yardımda olduğu gibi, demarşi işin tabiatını belirlemez ama iş tatminini önceliğe koyan bir çerçeveye sebep olur. İş tatmini birçok işçi için önceliklidir ve birçok insan bu istekle ilgili gruplara katılmayı şiddetle ister.
Prensip 4: katılım. Demarşi kimseye formal bir karar alma pozisyonu garanti etmez, ama bunun yerine kendi seçtikleri grubun üyesi olmak için eşit şans verir. İlave olarak, isteyen halka açık bir tartışmaya katılabilir, gruplara düşüncelerini anlatabilir ve iyi olmadığını düşündüğü kararları protesto edebilir. Gruplardaki katılımın derecesi gruplar arttırılarak toplumun arzu ettiği kadar genişletilebilir. Gerçekte ise, herkes karar alıcı işlere katılmaktan hoşlanmaz.
Bazı çekişmeli konularda, örneğin kürtaj ve uyuşturucu, partizanlar mümkün olduğu kadar çok destekçi bulup ilgili gruplara girmeye çalışırlar. Fakat gruplar yandaşların yapamayacağı kadar düşünceleri dinler, kanıtları çalışır ve konuları derinlemesine tartışır. Pozisyonun etkili bir savunucusu olabilmek için, partizan prensipleri ve argümanları iyice anlamalıdır. Yüzeysel önyargılar yeni bilgiler ve diyalog ile kırılabilir, karşıt görüşler konusunda algı ve anlayış artar. Bu yüzden, çekişmeli konularda destekçilerin mobilize edilme prosesi samimi bir anlayışı destekleyici olacaktır. Bu da, özünde, toplumu eğitmek üzerine kurulu bir sistemin oluşmasını sağlar; genel reklam, lobicilik ve eğitimi kullanmak yerine oy toplayıp kazanma üzerine kurulan sistemin tam tersidir yani.
Prensip 5: sertlik dışılık. Demarşide devlet olmadığından, toplumun kendini savunması vatandaşlarının silahlı veya sertlik dışı mücadeleleri ile olacaktır. Devlet olmaksızın, demarşik gruplar kendi kararlarını dikte etmek için bir güç aracına sahip olmayacaklar, bunun yerine argümanlarına ve halkın güvenine dayanacaklardır: böyle araçlar olsaydı, bu askeri güçlerin eşdeğeri olurdu. Bu yüzden demarşinin kendisiye tutarlı tek temeli sertlik dışı eylemdir. Tarihsel olarak uygulamada demarşiye en çok yaklaşan antik Atina’lıların demokrasisidir.[26] Atinalılar halka ait çalışmalarda rastgele seçim metodunu kullanmışlardır. Bir yıllığına her 10 kabileden bir kişi, toplam 10 kişi seçmişlerdir. Herhangi bir vatandaş da toplantılara katılabilirken, birçok iş üyeleri rastgele seçilmiş konsil tarafından kararlaştırılmıştır. Atina sistemi yüzyıllarca çok güzel işlemiştir. Mücadele yerine katılımı öncellemiş, ve sistemin çalışması için yeterli sayıda yetenekli insan bulunmuştur. Antik Atinalılar ideal katılımcı demokrasiden uzaktır, özellikle kadınlar, esirler ve yabancılar karar-alma mekanizmasının dışında tutulmuştur, ama bu, katılımcı bir toplum için rastgele seçimin temel olarak kullanılabileceğini göstermektedir.
1970’lerden beri rastgele seçilmiş vatandaşlardan oluşan grupların karar almasına yönelik deneyler yapılmıştır, özellikle Almanya, ABD ve İngiltere’de.[27] Gruplar çekişmeli konularda, örneğin enerji senaryoları, şehir planlama, ulaşım seçenekleri ve ruhsal hastalıklarla ilgili karar vermek üzere biraraya getirilmiştir. Tipik “siyasi jüri” veya “planlama hücresi” 10 ila 25 insandan oluşup 3 ila 5 gün süren toplantılar sonucu, uzmanların ve yandaşların görüşlerini dinleyip, seçenekleri tartışıp tavsiyelerde bulunmuşlardır. Bu deneyler katılımın gücünü göstermek açısından çarpıcı şekilde başarılı olmuştur. Rastgele seçilen grup üyeleri, birçoğu konuyla ilgili önceden bilgi sahibi olmamasına ve katılım konusunda kendisine çok güvenmemesine karşın, hemen şevkli birer katılımcı oluvermişlerdir. Bu deneylerin gösterdiği şudur ki normal vatandaşların karar alma mekanizmasına dahil olması günümüz dünyası için uygulanabilir bir seçenektir. Bu da demarşinin kilit yönlerine destek sağlamaktadır. Bununla birlikte, demarşiyi öne süren ve hatta bir sosyal hareketin çıkış noktası olarak sunan çok az insan bulunmaktadır. Bu yüzden demarşi şimdilik sadece bir fikirdir. Ayrıca, çok daha fazla teorik gelişim gerektirmektedir, özellikle ekonomik boyutta. Demarşinin katılım modeli olarak en büyük gücü kimseye formal bir etki poziyonu vermemektedir, ne kadar parlak, hırslı olursa olsun. Mesela sarvodayada köy lideri veya federasyondaki yüksek seviye bir delege yeteneklerini veya etkisini önemli bir pozisyon almak için kullanabilir, bu demarşide mümkün değildir, çünkü fonksiyon olarak gayri-merkezileştirilmiştir. Demarşinin başlıca zaafı, değişim stratejisine dönüştürmenin güçlüğüdür. Konsensüs veya oylamanın tersine, ki küçük gruplar için kullanılabilir, rastgele seçim ve fonksiyonel gruplar ancak geniş gruplarda anlamlı olur. Bu aşılamayacak bir engel değildir, yerel topluluk veya geniş organizasyon denemeyi seçebilir, ama bunun anlamı destek oluşturmak için büyük çabanın gerekmediği değildir. Bir diğer zorluk grup liderlerinin, örneğin kadın, çevre ve barış gruplarının, destekçi olmama ihtimalidir. Sonuçta, karar vericiler rastgele seçildiğinden özel bir rol garanti edilemez.
Alternatifler üzerine yorumlar
Sarvodaya, anarşizm, voluntarizm ve demarşi kapitalizme, araç ve amaç olarak sertliği kullanmayan alternatiflerdir. Başka şiddete dayanmayan alternatifler de vardır, ve şüphesiz ileride başkaları da geliştirilecektir. Burada bu dördüne işaret edilmesi, bir prensip setine dayanarak alternatiflerin nasıl değerlendirileceğini tanımlamak içindir.
Belirtmek gerekir ki, dört modelin her birinde ekonomik alternatif, politik alternatifle sıkıca bir ilişki içindedir. Sarvodaya’da ekonomik kendine bağımlılık köy demokrasisine bağlıdır. Anarşizmde özyönetim sistemleri hem ekonomide, hem de politikada kullanılmaktadır. Voluntarizmde politik alan gönüllü anlaşmalar prosesinin bir parçasıdır. Demarşide, rastgele seçim ve fonksiyonel gruplar bütün olarak kullanılır. Bu da ekonomi ile politikanın arasında farklılık olmasına karşın, her zaman etkileştiğini yansıtır. Her durumda, bu bize kapitalizme alternatif aramanın, alternatif karar verme sistemlerine bağlı olduğunu gösterir. Alternatifleri incelemenin bir iyiliği, strateji için bir rehberlik sağlamasıdır. Kapitalizme sertlik dışı bir strateji için, birçok amaç için sertlik dışı eylemi kullanmak ve kökleri sağlamlaştırmak yeterlidir. Bu işleri yoluna sokacaktır. Fakat aynı noktada, sosyal anlaşmalara bakmak da gereklidir: toplumun nasıl organize olduğu ve olabileceği konusuna. Sosyal anlaşmalara bakmanın ötesinde, onları deneye tabi tutmak da gerekir. Kapitalist piyasanın yolunda çalışması için çok sayıda deneme yanılma olmasına karşın, hala periyodik çöküşler yaşanabilmektedir. Benzer şekilde, seçimler birçok sosyal hazırlık gerektirmektedir, bunun içine eğitim, kurallar, anlaşmalar, beklentiler vs. dahil. Aynı deneme yanılmalar kapitalizmin sertlik dışı alternatiflerinin düzgün çalışması için de gerekmektedir. Katı bir plan uygun değildir ama genel prensipler ve alternatif düzenlemeler konusunda bazı fikirler yardımcı olabilir. Alternatifleri incelemek kapitalizme sertlik dışı meydan okumak için amaçlar konusunda bazı fikirler verebilir. Ve sertlik dışı stratejide araçlar amaçlarla uyumlu olması gerektiğinden, uygun stratejiler konusunda rehberlik edecektir.
23 Benjamin Ginsberg, The Consequences of Consent: Elections, Citizen
Control and Popular Acquiescence (Reading, MA: Addison-Wesley, 1982);
Thomas S. Martin, “Unhinging all government: the defects of political
representation,” Our Generation, Vol. 20, No. 1, Fall 1988, pp. 1-21;
Edmund S. Morgan, Inventing the People: The Rise of Popular Sovereignty
in England and America (New York: Norton, 1988).
24 The word “demarchy” was coined by John Burnheim, whose book Is
Democracy Possible? The Alternative to Electoral Politics (London: Polity
Press, 1985) is the pioneering treatment of the model. See also F. E.
Emery, Toward Real Democracy (Toronto: Ontario Ministry of Labour,
1989); Brian Martin, “Democracy without elections,” Social Anarchism,
No. 21, 1995, pp. 18-51.
25 On New England town meetings, see Jane J. Mansbridge, Beyond
Adversary Democracy (New York: Basic Books, 1980). I thank Ellen
Elster for comments on Norwegian municipalities.
26 Mogens Herman Hansen, The Athenian Democracy in the Age of
Demosthenes: Structure, Principles and Ideology (Oxford: Basil Blackwell,
1991).
27 Lyn Carson and Brian Martin, Random Selection in Politics
(Westport, CT: Praeger, 1999).
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
3 Yorum
Yazan:Marksist Yoldaş Tarih: Oca 25, 2009 | Reply
Kapitalizmin çöktüğünün söylendiği bir dönemde sosyalizmden bu kadar korkmanızı anlamıyorum.
Yoksa sizin korkunuz mallarınızın elinizden alınacağı endişesinden mi kaynaklanıyor?
Özel mülkiyet kavramı birilerinin tekelinde olan bir düşünce değildir. Birilerine göre özel mülkiyet iyiyken bir başkasına göre özel mülkiyet hırsızlıktır.
Kapitalist sistem özel mülkiyeti baş tacı ederken sosyalizm onu yerle bir eder. Kapitalizmde özel mülkiyetin bu kadar değerli olması üretim araçlarının bireylerin elinde olmasından kaynaklanır. Toplumun bu şekilde refah bir seviyeyi yakalayacağı tezini kabul etmektedir. Sosyalizmde ise üretim araçlarının birilerinin elinde olması emek sömürüsünü gerçekleştirdiği için gelir dağılımı adaletsizliğini ortaya çıkardığı için kötüdür.
Peki hangi tez doğrudur. Kapitalizmin özel mülkiyete dayanan bireyci ekonomisi insanlar arasındaki gelir dağılımını arttırmaktadır. İşyeri sahipleri her geçen gün zenginliğini arttırırken çalışanlar yoksulluk altında ezilmektedir. Kendi ürettiklerine kendileri sahip olamamaktalar. Şimdi diyeksiniz ki efendim onlarda çalışsın zengin olsun. Sizce böyle bir şey mümkün mü?
Sosyalistler, komünistler zaten devletin egemen sınıfın baskı aracı olduğunu en baştan beri kabul ederler. Yani devlete sosyalist sistemde iyi kapitalist sistemde kötü demezler. Sosyalistler için devlet amaç değil komünizme giden yolda araçtır. Sizde bilirsiniz ki komünistlerin en büyük amacı devletin tasviyesini gerçekleştirmektir.
Sizin solcu diye tabir ettikleriniz acaba patronların yararına çalan sarı sendikalar mı? Bugün avrupada veya amerikada insanların yaşam standartlarının yüksek olması 60larda verilen işçi mücadelelerinin bir sonucudur.
Devletin insanlara sağlık sigortası yaptırmasındaki amaç ve birilerinin sizin zannettiğiniz gibi bunu savunması insanların aptal olduklarını düşünmelerinden değildir. Bir işçi aldığı asgari ücretle bunu nasıl sağlayacak söyler misiniz? İşçi kendi karnını doyurmaktan aciz. Geçimini sağlamakla meşgul. Aldığı ücret iyi bir yaşam sağlaması için yetersiz. İşte bundan dolayı bazı insanlar devletin insanlara sağlık hizmeti sunmasını istiyor.
Eğitim meselesine gelince sizin sisteminizde bu işler nasıl olacak söyler misiniz? Özel okullar açılacak ve insanlar bu okullarda özgürce okuyacaklar öyle mi? Peki bu da bir zorlama değil mi? Okumak isteyen özel okullara gitsin demek zor kullanma değil mi? İşçi çocukları bu okullarda nasıl okuyacak söyler misiniz? Özel okulların en kötüsünün aldığı ücret yıllık beş milyar. Aynı şekilde bir işçinin aldığı ücrette yıllık beş milyar civarında. Peki bir işçi çocuğunu bu okula gönderirse kendisi bir yıl boyunca nasıl geçinecek?
Herşeyin özel olduğu bir sistemde insanların insanca yaşaması için yıllık gelirlerinin en az 20 milyar olması gelir. Sizce herkesin yıllık bu kadar kazanması mümkün mü? Hele hele söz konusu sistem kapitalizm ise. Kapitalizmde böyle birşey mümkün değil. Çünkü sizde takdir edersiniz ki her insan mümkün olduğunca yüksek ücret almaya çalışır. Bu sebepten dolayıda patron işçiye az ücret vermek işçide yüksek ücret almak ister.
Hiçbir komünist bütün insanların eşit olarak işçi olmalarını savunmaz. Komünistlerin amacı sınıfsız bir toplum yaratmaktır. Komünizmi bilen insanlara gidin sorun sosyalizmde sınıfların var olduğu gerçeğini reddetmezler. Nasıl ki kapitalizmde egemen sınıf burjuvazi ise sosyalizmde de egemen sınıf proletaryadır. Ancak komünizme gelindiğinde ne burjuva kalacaktır ne işçi sınıfı ne de devlet denilen baskı aracı. Tabi bu işin teorik boyutu. Lütfen burada komünizmin ütopya mı yoksa realite mi onu tartışmayalım. Çünkü bu ayrı bir konudur.
Belki şu ana kadar sosyalistler teoriyi pratiğe dökememişlerdir ama bu sizin değil bizim sorunumuzdur. Sizin göreviniz kapitalizmin açıklarını yakalayarak o açıkları kapatmaktır. Sizin sosyalizmdeki açlığı eleştirme hakkınızı elde etmeniz için önce kapitalizmdeki açlık ve yoksulluğu yok etmeniz gerekmektedir.
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Oca 26, 2009 | Reply
Biz mallarımızın gitmesinden çok korkuyoruz şu an sistem çöktü sarıldım plazmaya almasın kimse diye. Nası bi bakış açın var neyiz biz ne olarak görüosun bizi. Ben kendi adıma sosyalizmden özgürlüğüm büyük ölçüde kısıtlanacağı için korkuyorum. Bi de sitede yazdıklarımdan dolayı madende çalışmak istemiyorum tabi.
Yazan:blue Tarih: Oca 26, 2009 | Reply
Marksist yoldaş,
Sosyalizmi hep kapitalizm üzerinden tarifliyorsun. Sosyalizmin çıkış noktasının; sosyal adalet, eşitlik gibi özellikleri çok doğru noktalar. Ama iş devletin tasfiyesine gelince, bunun pratikte mümkün olmadığı görüldü. Zaten sosyalizme ait sorunların ana kaynağı da bu noktada düğümleniyor.
Sosyalizm, eğer tekrar alternatif olmak istiyorsa önce bu düğümü çözebilmeli. Zaten yukarıdaki yazının ve yazı dizisinin amacı da bu çıkmazı aşabilmek için ışık tutmak.
Yoksa sabahtan akşama kadar kapitalizmin ne kadar kötü, sosyalizmin iyi olduğunu anlat dur. Tamam, bunları kabul ediyoruz. Ama manzara ortada, sorunlar belli.
Devleti, kadir-i mutlak hale getirip sonra tasfiye edemezsiniz.
Bir diğer çözmeniz gereken sorun, kapitalizmin sunduğu rekabet ortamının getirdiği innovasyon ve yenilikçi zihni hangi dürtülerle sağlayacağınız olmalı. Çünkü yine komünist dönemde çalışmış çok kişilerden dinlediğim o ki; sistem insanı hantallaştırıyor, tembelleştiriyor, yaratıcılığını ortadan kaldırıyor.
Bir diğer sorun; komünizmin aile ve din ile ilişkisi.
Bir diğer sorun; kanlı bir ihtilal öngörüsü.
Bir diğer sorun; herşeyi dayatması. Serbestlik yoksunluğu.
vs. vs.
Çözülmesi gereken çok arızası var sosyalizmin.