RSS Feed for This Post

Sizin tacizciniz kim?

Çok konuşuldu daha çok da konuşulacağa benzer. Hüseyin Üzmez’in 14 yaşında bir kızı taciz etmekle suçlandığı davadan tartışmalı bir Adli Tıp raporu ile serbest kalması sonrasında yaptığı televizyon şovları hepimizi şaşırtıyor, sinirlendiriyor.
 
  Her türlü hukuk sistemi bir suçun sabit görülüp cezalandırılması için maddi delil, şahitler, bir takım asgari şartlar ister. Bir insanın mahkeme önünde beraat etmesi her zaman onun suçsuzluğu anlamına gelmez. Hukuk bize bir insan aksi ispat edilinceye kadar masumdur der. Bence bu mutlak anlamı ile alındığında son derece yanlış bir ifadedir. Bir insan katil, tecavüzcü, hırsız vs. olabilir ama eğer bu ispatlanamamışsa ona ceza verilemez ama bu onu masum kılmaz. Sadece mahkemesinin daha şiddetli bir güne kaldığının habercisidir. Ancak bizler yine de ispatlanmamış bir olay karşısında falanca kişi bu işi yaptı diye kesin konuşmamakla mükellefiz. Hüseyin Üzmez meselesinde de onun hala zanlı olduğunu  düşünerek “benimle beraber olan kadınlar hep iyi yerlere geldi, başlarını örttüler gibi” ağzından çıkanı kulaklarının duymadığı onca ifadesine rağmen, geçmişindeki ‘çapkınlıkları, genç kadınlara düşkünlüğü’ ile ilgili, onca arsızca sözlerine rağmen bizi rencide etse de bu ilkeyi uygulamak durumundayız.
 
            Ancak suçu tespit edilene kadar bir insanı zanlı olarak görmek o kişinin hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanmasını talep ve takip etmemize elbette engel olmamalı. Hüseyin Üzmez’in tutuksuz yargılanmasına sebep olan adli tıp raporu bana göre iki yönden vahim. Her şeyden önce çelişkilerle dolu bir rapor. Burada mağdurun defalarca ağladığı ama gözünde yaş olmadığı, tacizi ima eden ya da en azından yalanlamayan türlü çeşit açıklamaları olmakla beraber ruh sağlığının yerinde olduğu gibi garip beyanlarla dolu. Ruh sağlığının yerinde olmasının ölçüsü acaba çocuğun artık kendini bilemeyecek kadar  akli dengesini yitirmemiş olması mıdır? Raporda belirtilen anksiyete hali ruhen bir zarar görmek anlamına gelmiyor mu? Peki bugün rapora imza verenlerin bile çocuğun tacizi red etmediğini beyan etmesine rağmen ruhen etkilenmemiş olmasını söylemeleri nasıl bir aymazlıktır. Çocuk şu ya da bu şekilde bir anksiyete hali içerisinde, tacizi inkar etmiyor, çeşitli şekillerde ima ediyor. O zaman bu yapılanın manası nedir. Bu yapılanın maalesef bir avukat arkadaşımızın anlattığına göre şöyle bir manası var; adli tıptan bu rapor olumsuz çıksa verilebilecek ceza 15 yıldan az olmamak gibi çok daha ağır bir ceza olabilecek iken şu andaki durumla suçu sabit görülürse üç yıldan sekiz yıla kadar ceza alabiliyormuş. Yani rapor çelişkileri ile sadece kafa karıştırmakla kalmıyor aynı zamanda zanlının böyle bir suç ispat edilirse çok daha ağır bir ceza alma ihtimalini de ortadan kaldırıyor.
 
            Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın  bu yargılama sürecine çok haklı bir başka itirazı var. Çocuğun adli tıp kurumunca mülakata alınmasını düşünen mahkeme, hukuk ya da her ne ise Hüseyin Üzmez’in de böyle bir incelemeden geçmesi gerektiğini niye düşünemiyor. Böyle olaylarda zanlının bu tür bir inceleme sonucunda eğer yaptığının sorumluluğunun farkında bir insan ise en yüksek cezanın isteneceğini söylerken bazı yaşlı insanlara has bir tür bunama halinden de bahsediyor Nevzat Tarhan. Frontal Lob Demansı ismini verdiği bu bunama türünde kişinin cinsel dürtülerine engel olamadığı, bir cins bunama hali olduğunun altını çizerek cezai müeyyide uygulanamayacağını ancak kısıtlanma halinin getirilebileceğini anlatıyor. Ve bir psikiyatrist olarak Üzmez’in televizyondaki görüntüsüne bakarak kendisinde oluşan şüpheleri beyan ediyor. Ben de gerçekten merak ediyorum 14 yaşındaki bir çocuğu defalarca görüşmeye alıp ister istemez korku ve tedirginlik içerisinde ağlarken gözündeki yaşa kadar inceleyen ‘devlet’ neden zanlıyı böyle bir tetkikten geçirmez.
 
             Öte yandan devlet kendisine karşı yapılan suçları asla affetmiyor. Bugün örgüt sempatizanı birisi bir kamu malına zarar verse cezasını doldurmadan çıkamaz ama devlet sıklıkla ‘bana’ yapılan suçlara çok lütufkar davranıyor ve affediyor. Cezaevlerinin insanların üzerinde ne gibi bir etki bıraktığının tartışması bir tarafa sanırım çoğu insan için orası bir medreseyi Yusuf değil. Pek çok tecavüz ve cinayet vakasında suçu işleyen kişilerin daha önce de bu tür suçlardan ceza aldığını ve indirimli, aflı ya da afsız biten hapislik sürecinden sonra bu olayı gerçekleştirdiğini görüyoruz. Zaten tecavüz olayını kanıtlamak çok zor. İki insan arasında geçen bu durumu eğer aradan bir süre geçmişse ve maddi bir delil kalmamışsa kanıtlanması neredeyse imkansız. Peki bugünlerde basına kasklı tecavüzcü olarak yansıyan daha önce de aynı suçtan iki kişi tarafından şikayet edildiğini ancak yine olaydan zaman geçtiği için delil bulunamadığından beraat ettiğini, sonra da 6 kız çocuğuna tecavüz ettiğini duyduğumuz zanlı hakkında ne düşünmeli. Her şeyden önce mahkeme önceki yargılamasında bu kişinin beraatine hükmederken akıllara zarar bir şekilde  mağdurun önceden de bakire olmadığı (dolayısı ile herhalde pek de inandırıcı olmadığı) gibi bir not düşüyor. Bu tecavüzcünün parmak izi, DNA sı vs. hep belli olduğu halde daha önce sabıkası olmadığı için tespit edilememiş. İki kişinin tecavüzle suçladığı ancak delil yetersizliğinden beraat eden bir kişinin emniyetteki parmak izleri de mi siliniyor anlamak mümkün değil. 
 
            Skandal haline gelmiş hukuğa basından bir başka örnek verelim: 12 Ekim 2004 te baba evine sığınan bir kadının yüzüne kezzap atan kocası mahkeme tarafından 9 yıl hapisle cezalandırılıyor. Ancak mahkeme başkanı Ahmet Ateş karara şöyle bir itiraz şerhi koyuyor. ‘Zeynep Cengiz `in eşinin görev yerine gitmemesi, eşlerin birbirine karşı göstermeleri gereken dayanışma, yardım ve özveride bulunmamasının sanıkta kızgınlık ve öfke yaratması toplumumuzda bilinen düşünce ve yaşayış tarzına göre beklenen bir durumdur. Bu nedenle de cezasından indirim yapılması gerekir. Bu durum göz önünde bulundurulmasa bile hükmolunan ceza ve tutuklukta geçen süresine göre salıverilmesi gerekir.’ Yani kadın, polis olan kocasının görev yerine gitmemekle kezzaplanmaya sebep olmuştur. Kocasının içeride yattığı süre bu suça yeterde artar bile!
 
            Yine fikri takibini yaptığımız katiliniz,tecavüzcünüz kim sorusuna bir başka örnek de 14 Şubat 2006’da Adana’da elleri çamaşır ipiyle, ağzı eşarpla bağlanarak, 5 yerinden bıçaklanmış, taciz edilerek öldürülmüş 13 yaşındaki S.G…S.G okuldaki öğretmeninin kuşkuları sonucu öğretmenine anlattıklarının ardından savcılığa suç duyurusunda bulunuyor. Çok detaylı bir şekilde eniştesinin kendisini taciz ettiğini, şiddet uyguladığını ve tehdit ettiğini anlatıyor. Aile kızlarının yalan söylediğini bu şekilde hayali şeyler uydurduğunu söyleyerek savcılıktaki şikayetini geri aldırıyor. Savcı da bu kadar detaylı bir taciz hikayesini 13 yaşında bir kızın uydurduğuna inanıyor olmalı ki konu takip edilmiyor. Sonuç 13 yaşında biten bir hayat hikayesi. İnsan düşünmeden edemiyor. Ben bir bankamatiğin camını kırsam hakkımda şikayet olmasa bile kamu davası açılır devlet bu işin peşini bırakmazdı değil mi?
 
            Benzeri bir çok örnek olmasına rağmen polis teşkilatının da zaman zaman bu meselelerdeki çaresizliği ile ilgili tek bir örnekle yetinelim. 30 Eylül 2007 de Yeni Şafakta yer alan bir habere göre
Kastamonu’da polis memuru olan Mustafa A.(40) eşi Semra A.yı tabanca ile yaralar. Yaralı eş önce polise şikayette bulunur sonra komşularının çocukların var diye ikna etmesi üzerine kazayla kendini yaralandığına dair ifade vererek şikayetini geri çeker. Ertesi günü kocası 9 ve 13 yaşındaki çocuklarının gözü önünde makas darbeleriyle kadını öldürür. Kanun reşit olan bir kişinin bu tür bir şekilde zarar görmesi durumunda davasının takip edilmesinin şikayetine bağlı olduğunu söylüyormuş. Bana aklım, fikrim, mantığım ise burada yanlış bir şeyler olduğunu bu kadar bariz bir cinayete teşebbüste farklı bir yol olması gerektiğini söylüyor.
 
            Şimdi bir grup milletvekili, kadına yönelik şiddet ile ilgili suçlarda ağırlaştırılmış cezalar verilmesi, şikayete bağlı olmaksızın dava açılması gibi bir dizi yasa teklifi getiriyor. Bence burada bir de elzem olan kurumların sorumluluklarını bilmeleri açısından bu tür davalarda ihmal, zihniyet ya da farklı sebeplerden kusuru görülen ister adli tıp, ister hakimler ya da ister polis teşkilatı gibi kişi ve kurumların da hataları için bedel ödemesi ve bunun takipçiliğini yapacak kurumların varlığının gerekliliğidir.
 
            Sonuçta dünyanın en iyi düşünülmüş yasalarını da çıkarsanız eğer bunları uygulamaya doğru düzgün geçiremiyorsanız dahası bu konuda tüm kurumlara yayılmış bir lakaytlık içerisindeyseniz  tecavüzcünüz de, katiliniz de ‘devlettir.’

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:a.yılmaz Tarih: Kas 6, 2008 | Reply

    Bence en canalıcı nokta,olaya nereden baktığımızdır.Yani suçlu aramak mı yoksa suç ve suçluya zemin oluşturan zemini doğru teşhis etmek mi bizi doğru sonuca götürecek,bunu sorgulamak lazım.Devlet suçlu diyoruz,kurumlar ve kişiler suçlu diyoruz…Varolan sistem suçlu diyoruz.Bu,bir bakıma da doğru,ancak bu haklı olarak yakındığımız bu sistem denen aygıtın yine bizim tarafımızdan yaratıldığını,beğenelim veya beğenmeyelim bizim eserimiz olduğunu maalesef ıskalıyor,ya da en azından olayın bu boyutunu gözardı ediyoruz.Zira bizler toplum olarak,birey olarak,bilerek veya bilmeyerek o beğenmediğimiz,onaylamadığımız sistemin birer parçası ve dolayısıyla ortağıyız.Yaratılmış olmakta olan kollektif anlayış biçimine kayıtsız kalarak;gerekli olan toplumsal anlayışın dönüşebilmesi için yeterince çaba sarfetmeyerek evet hepimiz suçluyuz.Neden suçluyuz,eğer ibretlik bir olay önümüze reyting uğruna bir şova dönüşmüş ve bizler de toplum olarak bunu tüketmeye hazırsak ortada ciddi bir durum var demektir.Anlayış bu anlayış olduktan;medya,en tahripkar ve travmatik olayları bizlere pervasızca pazarlamaya davam ettiği,en kirli olayların üzerine akbaba gibi atladığı sürece Hüseyin Üzmezler aramızda cirit atmaya devam edecek ve hukuk yanlışları da sürüp gidecektir.

  3. Yazan:İbrahim Ahmed Tarih: Kas 6, 2008 | Reply

    “Devlet tanrı” kendinse yapılanı değil, ama kuluna, tabasına yapılanı affeder. Bir fıkra dinlemiştim, yanlış hatırlamıyorsam, şöyleydi; kadın çarşıda dolaşırken tecavüzcüsüne rastlar. Şok olur, bağırır, “sen niye içerde değilsin” diye; adam da “devlet beni affetti” diye cevap verir. Kadın deliye döner, saldırır ve şöyle der; “devlet nasıl seni affeder, sen bana mı tecavüz ettin yoksa devlete mi?”
    Mesele budur.

  4. Yazan:TT Tarih: Kas 7, 2008 | Reply

    “Devlet tanrı” kendinse yapılanı değil, ama kuluna, tabasına yapılanı affeder.

    Devlet-tanrı benzetmesi pek uymamış.
    En azından müslümanların tanrısı kul hakkını affetme yetkisini kendisine bile vermemiş..

  5. Yazan:özlem Tarih: Kas 8, 2008 | Reply

    Sanirim Aytekin Bey A.Yılmaz sonuna kadar size katiliyorum. Uzmez olayindan cok daha mide bulandırıcı olan bu olaylarda medyanın roludur. En acı olayı da en haber değeri taşımayan bir üçüncü sayfa haberini de son derece pornografik bir şekilde önümüze sunuyor. Kötülüğün sıradanlaşması dediğimiz de bu olmalı. Ve ne hikmetse her çeşit haber sitesinde, gazetelerin web sitesinde en çok okunan haberler yine ya doğrudan pornografi ile ilgili olanlar ya da pornografikleştirilmiş taciz ve tecavüz haberleri. Yine de hepimiz bir parça ‘kirli’de olsak kurumların temiz olduğuna, adaleti doğru dağıttığına inanmak istiyoruz sanırım:)

  6. Yazan:özlem Tarih: Kas 8, 2008 | Reply

    Afedersiniz Aziz Bey olacaktı:)

  7. Yazan:haki demir Tarih: Kas 9, 2008 | Reply

    Hukuk ile ahlakı birbirinden farklı iki boyut olarak görmek gerekiyor.

    Hüseyin ÜZMEZ olayındaki hukuki tüm tereddütler bir tarafa, adamın ahlaksızlığı sabittir. Mahkeme sürecinin devam ettiği, kararın nasıl çıkacağı, beraat veya mahkumiyet ile neticeleneceği meselesi hukuk çerçevesinde tartışılabilir. Muhakemenin sonunda beraat etse bile AHLAKİ MANADA MAHKUMİYETİ için kafi delil olduğu vakidir ve bu deliller kendi beyanı ile sabittir.

    AHLAK İLE HUKUK ARASINDAKİ İLİŞKİ BOYUTLARINDAN BİRİSİ ŞUDUR. Ahlaki seviye yükseldikçe hukuka ihtiyaç azalır. Ahlaki seviye düştükçe hukuka olan ihtiyaç artar. Ahlaklı insanlar için hukuk lüzumsuz, ahlaksız insanlar için hukuk zarurettir.

    Öncelikle teşhisi lazım olan, kişinin ahlaksızlığıdır. Ahlaksızlığı sabit olanın “insani değeri” belirlenmiştir. Cemiyetin ahlaksız insanlara yol vermemesi gerekir. Medyanın davranışları ve yayınları da buna dahildir.

    Anlaşılmayan nokta şudur: İnsanlarda ahlak aranmaz hale gelirse, hukuk meseleyi çözemez olur. Zira ahlaksızlık yaygınlaşırsa yargılamayı da yapamazsınız. Zira ADLİ TIP veya SAVCI veya HAKİM veya başka bir yargılama unsuru da işini ahlaklı yaptığında adalet gerçekleşir. Ahlaksızlık yaygınlaştığında doğru raporu verecek uzman, doğru soruşturmayı yapacak savcı, doğru kararı verecek hakim de bulamaszınız.

    Ülkenin yaşadığı TEMEL PROBLEM, HUKUK PROBLEMİ DEĞİL AHLAK PROBLEMİDİR. Ahlak zafiyeti…

  8. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 9, 2008 | Reply

    Sayın DEMİR,

    Hukuk ile ahlak birbirinden farklı iki boyut gibi görünse de birbirinden farklı gelişmezler.Siz de bu yönde fikir beyan etmişsiniz,ancak yorumunuzun giriş cümlesinde daha ziyade bu iki olgunun farklılıklarına vurgu yapmışsınız.Oysa hukuk ile ahlak bir denklemin ayrılmaz iki parçası gibidir.Denklem şudur:Ahlaklı(veya erdemli)bir insanın hukuk dışına çıkması,adaletten şaşması mümkün değildir.Aynı şekilde hukuk ve adaletin eksiksiz işlediği bir yerde de ahlak ve insani erdemler daha da yaygınlaşır ve toplumda genel kabul görür.Netice itibariyle,kişilik bozukluğu yaşayan bireylerin bu problemli yapılarıyla yol açtıkları üzücü vakaları sadece bir suç ve ceza döngüsü içinde değerlendirmek bu vakaların son bulması için yeterli değildir.Zira sözü edilen ahlakdışı tecavüz olaylarının sadece basına yansıyan ve bir şekilde kamuoyunun bilincine yerleşebilenlerine tanık olabiliyoruz.Oysa henüz ortaya çıkmamış benzer vakalar bildiklerimizden çok daha fazladır.Çok daha yıkıcı ve tahripkar olanları,bizzat mağdur tarafından gizlenmekte ve saklı tutulmaktadır.Zira mağdur,toplumdan dışlanma korkusuyla yaşamak yerine karşılaştığı baskı veya tecavüze sessiz kalmak durumunda kalmaktadır.Çünkü aksini yapacak toplumsal zemin yoktur…Çünkü,kanıksayan,itiraz etmeyen,daha iyi ve doğru adına bir şeyleri değiştirme/dönüştürme çabası içinde olmayan kayıtsız bir toplum söz konusudur.Asıl sakatlık buradadır.İlk yorumumda yazmıştım.Medya aracılığıyla birer ticaret malzemesine dönüştürülen tecavüz haberlerine bırakınız tepki duymayı,bunu tüketmekmeye müsait bir toplum olduğumuz sürece ahlak,hak,hukuk ve adalet üzerine söyleyecek fazla bir sözümüz yok demektir.Kısacası,kazara birinin ortaya çıkmasıyla onu kurban seçmek yerine toplumca bir rehabilitasyona ihtiyacımız var.Bunu başarmanın bir yolu var mıdır bilmiyorum.Ancak bildiğim bir şey varsa hepimizi kuşatmış olan bu çürük kollektif zihniyet aşılmadığı sürece bunu konuları daha çok konuşup tartışacağımızdır.

  9. Yazan:haki demir Tarih: Kas 9, 2008 | Reply

    Aziz kardeşim,

    Söylediklerin parça parça doğru. Lakin ahlak zafiyeti vurgusunu tekrarlamak isterim. Zira aradığınız çözüm de zaten ahlakın ta kendisidir.

    Ahlaktan bahsettiğimde genellikle anlaşılmadığı zannına kapılıyorum. Ahlak, insanın dünya ve hayat anlayışıdır. Bazı davranış kurallarından ibaret değildir. Ülkenin okullarında okutulan ahlak ders kitabından kalma zihni tortularımız olduğu için ahlak bahsi bu memlekette fazla ciddiye alınmaz.

    Toplumun idealler edinmesi ve destanlar yazması mümkün değildir. Tarih boyunca olmamıştır. Münevver cemiyetler inşa etme ideali her zaman olmuştur ama gerçekleştiğine tarih şehadet etmez. Bu sebeple ülkenin münevverlerine düşer iş. Ne var ki cemiyetin münevverleri (entelektüelleri) ahlaksızlıkta cemiyeti aşmış durumdadır.

    Ahlak seferberliği başlatmak lazım diyeceğim aslında ama ahlak zaten deruni ve iradi bir hadisedir. Zoraki yapıldığında ahlak olmaktan çıkıyor. Fakat yinede entelektüellerin destekleyeceği bir ahlak seferberliğini fikri alanda başlatmak tek yol gibi görünüyor. Aksi halde toplumsal rehabilitasyon tabiatı gereği mümkün değil. Tüm toplumu rehabilitasyona almak… Toplum zaten hayatın kendisi… Nasıl mümkün olsun? Fakat entelektüellerin fikri takibini yapacakları ahlak seferberliği bir başlangıç oluşturabilir.

  10. Yazan:özlem Tarih: Kas 10, 2008 | Reply

    Taciz ve tecavüz gibi olaylarda meselenin ahlak temelinde yorumlanması çok yerinde. Ama genel olarak kadına şiddet konusuna gelince işler biraz daha karışıyor. Ve işin içine zihniyet sorunu da giriyor. Mesela yazıda verilen yüzüne kezzap atılan kadın hakkında mahkeme başkanının mahkeme kararına düştüğü şerh gibi.Kadın kocasının görev yerine gitmeyi istememekle bir nevi bu duruma sebep oldu manasına gelebilecek sözler.
    Mesela yine basından çok takip ettiğim ailesi tarafından şiddet gören kadının toplumun elbirliği ile ayıydı uyuydu kocam idi denilip tekrar şiddetin kucağına atılması gibi. Zihniyet ve ahlak problemi beraber olunca sanki birbirine el veriyor.Bir de kurum ve yasaların caydırıcılığı yine de çok önemli. Bir süre Romanya da yaşayan arkadaşım orada değil çocuğunu dövmek bağırmaya korktuğunu çünkü şikayet halinde devletin çocukları elinden alabildiğini söylemişti. Sanki bunların hepsi ayrı ayrı olmaktan çok karşılıklı etkileşim halinde birbirini besleyen faktörler.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin