Mehlika Sultan’ın Muhteris Aşıkları
By Özlem Yağız on Kas 13, 2008 in Türk faşizmi
Milli Savunma Bakanımız Vecdi Gönül bir çıktı pir çıktı. Hani düşene bir de sen vurma derler ama 100 yıllık devlet zihniyeti bu kadar mı ‘safça’ ortaya dökülür, insan dilinin altındaki baklayı böyle mi ulu orta çıkarır şaşırmamak mümkün değil. Öyle ki milliyetçiliği kimseciklere kaptırmayan köşe yazarları bile ‘ya doğru doğru da böyle patadanak söylemeseydin Avrupalılar aleyhimize kullanacak şimdi’ demeye gelen nasihatler vermeye başladılar bugünlerde.
Ne diyor bakanımız; Ege’den Rumları, Anadolu’dan Ermenileri sürmeseymişiz biz nasıl bugün milli devlet olabilir, bu hale gelebilirmişiz. Duyan da başımız göğe erdi, dünyanın süper güçlerinden biri olduk, barış ve huzur içerisinde medeniyete sürüsüne bereket katkılar sunan bir rüyalar ülkesinde yaşıyoruz sanacak şimdi. Oysa milliyetçilik belası bu ülke insanlarına bulaştı bulaşalı kanımıza, dokumuza sindi sineli bu topraklarda kimse huzur bulamadı. Daha yüzyıl öncesine kadar ne kadar yorgun argın da olsa, emperyal bir devletin ve sultanlığın tüm günahlarını da taşısa bu ülke 600 yıl Kürt, Türk, Arap, Çerkez, Ermeni, Rum, Arnavut birçok ulusun bir arada yaşadığı bir ülke idi. Bizim annelerimiz babalarımız yetişemediler Osmanlı’nın son döneminde bile bu ülkenin meclisinde Ermeni, Rum milletvekilleri vardı. Sadece İstanbul’da onlarca Rumca, Arapça, Farsça, Ermenice çeşitli dillerde gazeteler çıkardı. Tehcirden (hayret edilecek şeydir Türk entelijansiyası dilimize erke, dizge, özdek, devinim gibi türlü çeşit Türkçe olduğunu iddia ettiği kelimeyi kakalayacak kadar öz Türkçe’ye düşkündür de nedense mesele gayrimüslim vatandaşların bu ülkeden sürülmesine gelince tehcir, mübadele kelimelerini tercih eder. Sanırım sürgün, sürülmek, al canım vatandaşını yürü git işine gibi kelimeler biraz kaba gelmekte ortak aklımıza) evet tehcirden önce gayrimüslim vatandaşlarımızın bu ülkedeki sayıları milyonlarla ifade edilirdi. On yılda henüz on beş milyon genç olduğumuz düşünülürse bu rakamların anlamı çok daha iyi ortaya çıkar. Sonra ben diyeyim sömürgeciliğin etkisi siz deyin Balkan faciası milliyetçilik akımının ve savaşların ülkeyi kırıp geçirdiği günlerde bizim asker, aydın, bürokrat kesimimiz de kendi Mehlika Sultanını ulus devlet olarak belirledi.
Mehlika Sultan’a Aşık Yedi Genç, Yahya Kemal Beyatlı’nın meşhur bir şiiridir. Rivayet odur ki Kaf dağının ardında Mehlika Sultan adında güzeller güzeli bir dilber yaşarmış. Bir kez bir gencin rüyasına girdi mi artık o genç asla iflah olmaz, mutlaka Kaf Dağı’nın ardına o güzeli bulmaya yola çıkarmış. Ümitlerle çıkılan bu yolculuk hem zahmetli hem de hüsran doluymuş. Tüm sevdalılar gibi hayali güzel Mehlika’nın peşinden Kaf dağına doğru yola çıkan ve bir daha dönemeyen yedi gencin acıklı hikayesini anlatır Yahya Kemal’in şiiri. Yüzyılların hezimetinin, yorgunluğunun ardından bir yandan gıpta ettiği, bir yandan aşk nefret ilişkisi yaşadığı batı toplumuna karşı son dönem Osmanlı aydını için de milliyetçilik bir nevi rüyalar ülkesindeki mutluluğu vaadeden Mehlika Sultan idi. Çabasız, acısız sadece belli bir ırktan olmaktan dolayı kolayca eline tutuşturulmuş bir üstünlük duygusuna sahip olmayı kim istemez. Uğruna nice romanlar, şiirler, şarkılar, vecizeler yazdığımız asil kan bizi mucizevi bir şekilde ayağa kaldıracak muhtaç olduğumuz kudreti sağlayacaksa varsın Mehlika Sultan kadar vehim olsun ne çıkar.
Yazık ki ne bizim Mehlika Sultanımız Yahya Kemal’inki kadar insafsızlığının sınırı olan bir dilber oldu ne de Mehlika’nın aşıkları aşkı uğruna kendisini feda eden pervaneler. Mehlika’ya ister Taşnaklar deyin, ister İttihatçılar deyin ister Cumhuriyet kadroları ya da Kürt milliyetçileri hep milliyetçiler aşık oldular, Mehlika’nın kurbanları ise Kayseri’de, Dersim’de, Cunda’da, Aksaray’da evinde, köyünde, toprağında ona bahşedilmiş yegane hayatını sessiz sakin sürdürmeye çalışan insanlar.
Annelerimiz, babalarımız yetişemedi; bir zamanlar bu topraklarda meclisinden, Babıalisine çeşit çeşit ırklarda, dinlerde insan yaşardı. Ve bizler annelerimizin, babalarımızın zamanına yetişemedik; bir zamanlar mecliste, Babıali’de olmasa da Tarlabaşı’nda, Balat’ta Çarşamba’nın ara sokaklarında sessiz sakin varlıkları ile hala kendi dilinde dua eden, şükreden ‘farklı’ komşular vardı. Çocuklarımız da bizim zamanımıza yetişemedi; bir zamanlar Diyarbakır’da , Siirt’te sokaklarda öfke ateşleri yakan, taş atan değil sülü değnek, hollik, misket, süpsübü oynayan çocuklar vardı. Hani dilini yasakladığımız, vatandaş Türkçe konuş diye analarını azarladığımız, büyüdüklerinde Diyarbakır zindanlarına attığımız hani o zindanlardan döndüklerinde bir daha hiç neşelerine kavuşamayan, bir daha hiç eskisi gibi gülemeyen çocuklar.
Şimdi Milli Savunma Bakanımız bizlere diyor ki tehcir, mübadele olmasa idi nasıl biz milli devlet olurduk. Derler ya özrü kabahatinden büyük bir de ekliyor ben onu 80 sene öncesi için söyledim. Sen Mehlika Sultan’a aşık oldun, o hayali dilber benim çocukluğumun anılarını, çocuklarımın huzurunu çaldı. Şimdi karşıma çıkmış bir de biz millet olduk bak ne iyi oldu diyorsun. Biz millet olduk hem de öyle bir millet ki 25 yılda 40 000 çocuğumuz Kaf Dağı’nın eteklerinde yok oldu. Bak ne güzel millet olduk yakında büyük rezidanslar kurmaya hazırlanıyoruz Tarlabaşı’nın hayalet evlerinde ahı kalmış eski komşuların anıları üzerine. Öyle bir millet ki bir kısmı diğer kısmının şekline şemaline ne okulunda ne plajında ne kamusunda ne alanında katlanabiliyor. Milletinin makbul vatandaşları senin başbakanının karısının yüzüne bakmıyor resepsiyonlarda, senin başbakanın milletini ya sev ye terk et diyerek azarlıyor. Bu akılla biz de milli devlet olduk olmasına ya…
Sanki başımız göğe erdi!
5 Yorum
Yazan:Eylem Tarih: Kas 13, 2008 | Reply
Tesekkürler Sayin Yagiz.. Elinize ve yüreginize saglik.. Umarim Türkiye bir gün demokratik bir cumhuriyet olabilir ve böylece kardes kavgalari sonbulur..
Yazan:suzannur Tarih: Kas 13, 2008 | Reply
Mübadele, tehcir, Türkleştirme politikaları olmasaydı, tüm bu çeşitlilik içinde farklılıkları öğrenerek büyür, onlar için de bizim farklı olduğumuz gerçeğini fark eder, tüm bu farklılıkları aynı ortamda, aynı mahallelerde, aynı yurtta bizi birleştiren olgularla besler ve daha önce yaşanan ve hala yaşanan cinayetleri, kırımları, ırk milliyetçiliğini yaşamamış olurduk.
Evet, aynı insanlar olduk, o kadar benzerliğimiz var ki Türk olarak(!) tek ulus olduk ya, hiç sıkıntımız kalmadı, ekonomimiz göklerde uçuyor ve çok hümanistiz.
Farklı inançlara müthiş saygılıyız(!), bizim gibi yaşamayanları kamuya hemen alıveriyoruz artık(!), bilimde de çok geliştik, en büyük bilim adamlarını yetiştiriyoruz, hiçbiri bürokratik saçmalıklar yüzünden yurt dışına kaçmıyor hatta başka ülkelerin öğrencileri koşarak buraya geliyorlar(!)
Artık harika bir ülkede yaşıyoruz, sağ olasın V.Gönül, yüz yıllık devlet politikasını açık ettin ya, artık tarih kitaplarımızın milliyetçilikle ilgili bölümlerinin baş köşesi senin(!)
Bence istifa ettirilmeli Gönül ama sorun sadece onun istifası değil, bu devlet geleneği. Bu tektipleştirici, ideolojik ve kısır devlet geleneği. Bu değişmedikçe de alttan üste bir değişim geleneği olmadıkça da aynı şeyleri birkaç ay arayla yeniden tartışacağız demektir.
Yazan:neslihan Tarih: Kas 15, 2008 | Reply
sevgili özlem, yazılarınla, yüreğinden ve aklından süzdüğün bu cümlelerle içimize umut oluyorsun. vecdi gönülün açıklamalarından çok kırılmış bir sünni müslüman türk olarak içimi birazcık da olsa senin yazılarınla soğuttun, Allah razı olsun!
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 15, 2008 | Reply
Yazı hakkındaki görüşlerime geçmeden önce,yüzyıllık siyasi portremizi içtenlikle çizen Özlem Hanımı kutluyorum.
Milliyetçilik ve her türden ideolojik bağnazlığın yolaçtığı tahribatlar ortada.Büyük bir kesimimiz bu yıkıcı ve ölümcül ideolojilerin yarattığı etkiyle tarihimizle yüzleşmeye hazır olmayabilir.Ancak bu yaklaşımımız maalesef gerçekleri değiştirmiyor.
Nasıl örtebiliriz ki?Örtümüz yetmiyor hepsini gizlemeye;birini sakladıkça bir diğeri açıkta kalıyor,sırıtıyor.İşte 1915 olayları:aradan geçen bir yüzyıla rağmen bizi meşgul ediyor ve meşgul etmeye devam edecek.İnkar ederek,yok sayarak bu lanetli dosyanın kapanamayacağını hâlâ idrak edemedik ve hâlâ tuhaf bir savunma refleksinden medet umuyoruz.
Hangi sayfayı açıyorsak bir dramla,bir yıkımla,bir insanlık trajedisiyle…Göçle,mecburi iskanla,mübadeleyle karşılaşıyoruz.Peki neydi alıp veremediğimiz?Çünkü sn.Vecdi Gönül gibi,beraber yaşadığımız bu insanları memleketten kovmadığımız(!)sürece rahat edemeyeceğimizi,güvenli bir devlet,huzurlu bir toplum kuramayacağımızı düşündük.Öyle düşünmeye de devam ediyoruz.Hâlâ temizlik(!)peşindeyiz.
İnsani ve vicdani boyutu bir kenara,peki böyle yaptık da ne oldu?Huzurlu bir toplum mu yarattık,dilimizden düşürmediğimiz birlik ve beraberliği mi tesis ettik…Birarada insana yaraşır şekilde yaşamayı mı sağladık?
Geriye dönüp baktığımızda Kaf dağının eteklerinde vuruşmaya devam ettiğimizi görüyoruz.Hiç aksamadan,kesintiye uğramadan kavga sürüyor.Düşmanlıklar daha da derinleşerek ve ağır beddeller ödeyerek yolumuza devam ediyoruz.Ve daha da çoğaltıyoruz kamplaşmaları.Yenilerini ekliyoruz.
Sonuç:Gün geçtikçe artan bir huzursuzluk,ilerde nereye varılacağı kestirilemeyen bir kaos ortamı ve birbirine güvenemeyen bir topluluk.
İşte eserimiz bu!Ve ne acıdır ki 1930 larda değil,bugün,2008 de hükümetimizin bir bakanı bu eserimizin faziletlerini seslendiriyor kürsüden…Alnı açık başı dik!
Yazan:özlem Tarih: Kas 15, 2008 | Reply
Allah razı olsun arkadaslarım(müsaadenizle boyle demek istiyorum.) Keşke insanlar bu acıları hiç yaşamasaydı da bize bu yazıları yazdırma ilhamı veren şartlar hiç doğmasaydı.
Ama artık bir iki tek tük ses değiliz. Cesur insanların sesi git gide artıyor ve bu da umut verici.