RSS Feed for This Post

Aşk yoksa Ankara da yok[1]

“Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın
bu şehir arkandan gelecektir.”[2]
Bazı şehirler ardınızdan gelirler siz onları geride bırakmak isteseniz de. Her şehri yanınızda taşıyamazsınız, bazı şehirler ayrıldığınız yerde kalmalıdır, ayrıldığınız zamanda, ayrıldığınız duygularla, ayrıldığınız insanlarla… O şehirden geleceğe bir şey/biri/an… taşımak istemezsiniz, hatırlamaktan kaçarsınız unuttum dediğiniz ama aslında unutamadığınız her şeyi.
Bir şehirden nefret edebilir mi bir insan, yoksa nefret ettiği o şehirdeki yaşanmışlıklar ve bunların toplamı mıdır? Yaşanmışlıkların toplamını alırsınız, onu bir şehirle somutlarsınız, şehir o noktadan sonra şehir olmaktan çıkarak aslında size yaşadıklarınızı hatırlatan bir sembol olur ve şehir olmaktan çıkar. Adı acı olur, yalnızlık olur, kırgınlık olur, hüzün olur, kavga olur… adı şehirdir de aslında siz olursunuz, sevmediğiniz tarafınız, nefret ettiğiniz, unutmak istediğiniz. Başkaları için şehrin ne anlama geldiği değildir önemli olan, sizin için şehrin ne anlama geldiğidir. Şehir sizin aynanızdır ve şehirde gördüğünüz, kendinizdir, kendinize ait bir parçadır, arkanızdan gelmesini istemediğiniz.
Hilmi Yavuz, “gözlerinizi kaparsınız, bir kenti gözünüzün önüne getirirsiniz (aslında kenti değil, kentin somut bir uzamını; bir sokağı, bir caddeyi getirirsiniz gözünüzün önüne). Bir imgedir kent ve artık onu ancak siz, kendi imgeleminizde görebilirsiniz.”[3] der. Hangi sokağından bahsedersem bahsedeyim -ki ancak Cebeci’dir benim için Ankara’nın en güzel yeri, aman ne önemli!- neresinde yaşarsam yaşayayım, hangi yıllar arasında orada olursam olayım, benim Ankara’mdan bahsediyorum size, benim imgelemimden, benim bakışımdan…  Öyleyse itiraz edemez hiç kimse, işte bu güzel. Benim imgelemim, kimseninkiyle aynı olamayacağı için, itiraz etmek anlamsız olacaktır. Zaten bu, yazıya döküldüğünde de imgemi kelimelerle/göstergelerle ifade etmeye çalışıyorum anlamına gelir ki, bu da imgemden değil, imgenin göstergeleri üzerinden ne demek istediğimi anlamaya çalışıyorsunuz anlamına gelir. Aynaya başka bir aynadan bakmak gibi. Şehir, imge, gösterge…
Neden savunmaya geçiyorsam, neyse konu dağılmadan geri dönmeli. Döndüm.
Yahya Kemal’e Ankara’nın nesini seviyorsunuz dediklerinde, “İstanbul’a dönüşünü.” diye cevap vermiş, şanslı şair, en azından sevebilecek bir şeyini bulmuş karanlık, ruhsuz, taş yapılarla dolu ve düzen takıntısı olan bu şehrin. Ankara için kitaplar yazıyorlar bir de, gaflet…
Ve her nedense bu nefret ilişkisinde şehrin/duygunun zıttına ihtiyaç duyarsınız. Nefreti andığınız her anda aklınız/yüreğiniz hemen diğer köşeye kaçar; aşka ve nefret ettiğiniz şehri anlatmaya çalışırken kendinizi âşık olduğunuz şehri anlatırken bulursunuz.
Ankara’nın diğer ucu, zıttı İstanbul’dur benim için ve eminim birçokları için. Niye birçoklarını da işin içine karıştırdıysam, diğer birçokları tersini söyleyecek şimdi.
Hiç hazzetmem Ankara’dan ve işin garip yönü şu ki, orada nefes alamam, boğulurum ve hemen geri kaçarım… İstanbul’a. Bir kez daha aşkla büyür gözbebeklerim, aşkla, huzurla ve sükûnla… aşk yoksa şehir yoktur ve Ankara yoktur.
Haydar Ergülen, Ankara -belleğin karanlık tarafının imgesi olan bu kent için- yoktur’u şöyle ifâde eder:
“Aşk yoksa, Ankara da yok! Üstelik ilk bakışta bir aşktan da söz etmiyorum, sonradan, yaşandıkça, tanıdıkça gelişen bir aşk sözünü ettiğim. İstanbul ‘ilk bakışta aşk’tır evet ya da ‘aşk’ sandığımız duygulara açıktır, öyle hissettirir ve çoğunlukla orada kalır. Aşkın, nefrete dönüşmesi İstanbul’da olağan hâllerdendir. Ankara, beterdir. Meraklı bir öğrenci kadar beterdir Ankara. Sanki bütün hayatını öğrencilikte geçirmeye yemin etmiş bir çocuk gibidir, kaç yaşında olursa olsun.”[4] Takılıp kaldığınız bir an gibidir Ankara ve içinde çıkamadığınız bir mahkûmiyet. Huzursuzluğun başkentidir ve oradan ayrılmadan ve belli bir süre etkisi geçmeden anlayamazsınız dünyanızın ne kadar karanlık olduğunu. Sanki ekran noktacıklarla dolmuş ve görüntü bir türlü netleşmemektedir. Ne zaman ki aylar sonrasında ekranın yeni renkleri gösterdiğini fark edersiniz, o zaman anlarsınız mahkûmiyetinizin sınırlarını. Sizi sınırlandıran, muallakta bırakan, arafta, karanlıkta bırakan şehir…
İstanbul’da Çengelköy’de bir bardak çay içerken Boğaz’a nazır, her bir görüntüyü belleğinize kaydetmeye çalışırken, akşamı oturduğunuz yerde, birçok bardak çayın ardından getirip de, bir kez daha baktığınızda şehre, ışıklı şehir’in Ankara olmadığını, onun İstanbul olduğunu anlarsınız. Tüm keşmekeşiyle, huzuru ve huzursuzluğuyla, düzeni ve düzensizliğiyle, çeşitliliğiyle, değişim içindeki sabitliğiyle, sokağındaki kiri, dilencisi, simitçisi, balıkçısı, minibüsçüsü, dindarı, dinsizi, haydi eller havayacısı, aydını, enteli ve danteli, okuyanı ve eline hiç kitap almayanı, boğaz köprüsünden atlayanı ve atlamaktan korkanı, belediye otobüsünde hamburger arası köfte olanı ve son model cipiyle yollarla cirit atanı, alacağın olsun diye şarkı sözü yazanı ve verecekli olanı, şucusu bucusuyla…  zıtlıkları birleştiren çekiciliğiyle…
oysa severdim Ankara’nın ışıklarını, geçmiş zaman, geçmiş’e dikkat…
Ve gideni döndüğünde önce korkutan, korkutsa da aidiyetin neresi olduğunu yeniden hatırlatan şehir; İstanbul:
“bu şehir var ya, bu şehir, şimdi eskisinden daha çok korktuğum, kalabalığından ürktüğüm, bitmez bilmek yolculuklarının yaş geçtikçe insanı daha da yıprattığı bu muazzam şehri öyle çok özlemişim ki, burasıymış benim evim, ev dediğim dört duvarı taşla çevrili mekân değil ama. Yuvadan bahsediyorum, bu şehir her şeyiyle özlemmiş içimde, burayı nasıl özlemişim, burası geride bıraktığım ve dönerken içimi acıtan ve her şeyin farklılaştığını beyan eden ve bu yüzden gitmesi içimi burkan diğer şehirlerden çok farklı, elbette burası da değişiyor an be an, ama öyle bir şey var ki burada, onunla sen de değişiyorsun değiştiğini anlamadan ve sana hep aynıymış izlenimi veriyor, küçük şehirlerde değişimi daha çabuk fark ediyorsun, burada yaşarken ise şu camiler var ya, şu saraylar, şu köprü, şu deniz, değişimi sanki kendi çevresinde döndürüyor ve sanki hiçbir şey değişmiyormuş izlenimi veriyor insana. Sen yaşlanıyorsun, o gençleşiyor, sen küçülüyorsun o büyüyor, sen yitip gidiyorsun, göç ediyorsun, dönüyorsun o seni bekliyor, şimdi git ama geri dön diyor, senin yuvan benim, sen bana aitsin, ve ne kadar gidersen git bana dönmeden rahatlayamayacaksın, yalnızlığından kurtulamayacaksın, ait olamayacaksın diyor. Buradayım, yuvama döndüm, gittiğimde de gördüklerim oradaydı, döndüğümde de, baba evi gibi, seni bekleyen ve her döndüğünde seni sıcacık karşılayan, neden gittin diye yargılamadan iyi ki geldin diyen.”[5]
Sonra şairin dilindeki kelimeleri bilinçsiz bir bilinçle tekrarlarsınız içinizden:
“İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…
O manayı bul da bul!
İlle Istanbul’da bul!

İstanbul,
İstanbul…” [6]
İstanbul, İstanbul…  büyü gibi, dua gibi, tekrar ettikçe tekrarını isteten bir kelime, kelime mi, değil; aşk, can, bakış, vazgeçememe…
Kızmamalı kimse bu duygulara. Farklı anlamlar yüklememeli hele. Harakani’nin dediği gibi: “Gönül deniz, dil kıyıdır, gönülde ne varsa, kıyıya o vurur.”
Kıyıya İstanbul vuruyorsa, İstanbul gönüldedir ve gönül İstanbul’dur, İstanbul’undur.
Aşk yoksa, Ankara yok’tur. Zorlamamalı öyleyse.
Aşk varsa, İstanbul var’dır. Aşk var.
Ve bir şehir arkandan gelecekse, bu Ankara değil, İstanbul olmalıdır.
İlle de İstanbul olmalıdır.
İstanbul, İstanbul…
 

 
[1] Haydar Ergülen, Ankara: Eski Ruh Parkı.
[2] Kavafis.
[3] Hilmi Yavuz, Üç Anlatı, Taormina.
[4] Haydar Ergülen, Ankara: Eski Ruh Parkı.
[5] Suzan Başarslan, Belâ.
[6] Necip Fazıl Kısakürek, Canım İstanbul.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

  1. 36 Yorum

  2. Yazan:ankarali Tarih: Ara 8, 2008 | Reply

    botanik parki var mesela ora guzel baya. odtu kampusu de guzeldir:)

  3. Yazan:suzannur Tarih: Ara 8, 2008 | Reply

    YEP, ODTÜ’nün kampüsü ama özellikle gölü ve kedileri güzel :))

  4. Yazan:enver gülşen Tarih: Ara 8, 2008 | Reply

    aslen bursalı, ankara ve istanblulda yaşamış birisi olarak istanbul gibi şehir yok bence. ankara ise aynen yahya kemal’in dediği gibi sadece bursaya dönüşünde güzeldi benim için. odtüde kaldığım halde ve odtü kampüsü gerçekten güzel olduğu halde ruh olarak istanbul’un yerini bursa bile tutamaz bence.

    Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
    Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
    İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
    O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
    Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
    Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
    Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
    Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

    İstanbul benim canım;
    Vatanım da vatanım…
    İstanbul,
    İstanbul…

    Tarihingözleri var, surlarda delik delik;
    Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
    Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
    Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
    Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
    Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
    Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
    Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…

    O manayı bul da bul!
    İlle İstanbul`da bul!.
    İstanbul,
    İstanbul…

    Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
    Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
    Oynak sular yalının alt katına misafir;
    Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
    Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
    Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
    Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
    Cumbalı odalarda inletir “Katibim”i…

    Kadını keskin bıçak,
    Taze kan gibi sıcak.
    İstanbul,
    İstanbul…

    Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
    Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler….
    Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
    Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
    Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
    Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
    Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
    Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar…

    Gecesi sünbül kokan
    Türkçesi bülbül kokan,
    İstanbul,
    İstanbul…

  5. Yazan:suzannur Tarih: Ara 9, 2008 | Reply

    Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet… VE Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar…
    tüm tezata rağmen camlardan yansıyan gün batımı (ya da dönemin alışkanlığı olmuş yangınlar da olabilir 🙂 ) ille de o manayı İstanbul’da bulmak…
    İstanbul’u ruhu kabul etmek…
    Şiirden yansıyan tüm o sembolist ve empresyonist söylemin ardındaki gerçek: Akılla çözemezsin bazı şeyleri, onu ancak sezgiyle/hikmetle çözersin ve ararsan o hikmeti, onu İstanbul’da bulabilirsin.
    Vatandır İstanbul, candır ve ruhunun onda gördüğü aslında kendindir.
    Kısacası İstanbul, İstanbul…
    Ve evet, Ankara’dan da, Bursa’dan da çok farklı, nefes alabildiğin bir diyar burası.

  6. Yazan:nihan Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    yazdıklarınızı okurken ankarada yaşamış biri olrak içim acıdı. demek herkesde ankaranın bu yönünden biraz var. ama samimiyetiniz çarptı beni. gökyüzünde bir balona binmişimde bir ankaraya bir istanbula gidip gelmişim gibi hissetttim. sonra ayaklarım yeniden istanbula indi. siz okuyucularınızı yormaktan ne kadar da hoşlanıyorsunuz. biraz durun suzan hanım. biraz dinlendirin bizi. ez cümle her şehir içimizde yer edinen biriyle özdeşleşmiştir aslında.sizi istanbullu yapan yada ankaradan uzaklaştıran….

  7. Yazan:suzannur Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    Nihan Hanım, umarım balonunuz sizi üzmeyen bir şehirde durur ve orayı sıla edinirsiniz. Şehirler uçsuz bucaksız ve insan onun içinde kendisi olma gayretinde ya da kendinden kaçma. şehir biraz da insanın kendisi. Kendinizi bulabileceğiniz bir şehre düşsün yolunuz.
    muhabbetle

  8. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    Ben güzele güzel demem güzel benim olmadıkça… demiş ya bir atamız; bu yüzden İstanbul’a güzel diyemiyorum. Çengelköy’de bir cafe’den izle bakalım bu dilberi… Önce kenarda boş masa bulacaksın; seyrana dalmak ne mümkün; “ne buyururdunuz efendim?”.
    “Defolmanı buyururduk…”
    Hadi şimdi temaşa edelim boğazı, ne mümkün!
    Nokia cıngılı ötüyor, o susuyor insanların dırıltısı, arabaların vınvınları, bipbipleri…
    Güzel dediğin halvette sevilir. Kamunun dilberine sevgili denmez, başka bir şey denir.
    Ankara’m başka ! Kara kuru da olsa benim Şirin’imdir O. Sadece benimle cilveleşir, benim mahremimdir.

  9. Yazan:suzannur Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    Ekrem Hocam,
    Çengelköy macerası çok komiktir :))
    Önce arka masalardan başlarsın, sonra zıplaya zıplaya ve milleti atlata atlata öne geçer ve sahil kıyısındaki masaya kurulursun, sonra yandakilerin gülüşleri komuşmaları… ama yine de Çınaraltı’nda gün sonunu etmek harikadır.
    Demek Ankara şirin’in, eh zevk var zevk var, kimi ota… :))

  10. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    suzannur hanım,

    İstanbul’un denizi var ama en taze balık Ankara’dadır. Türkiye’nin en iyi et lokantaları da Ankara’dadır. İstanbul’da ne yediğinizi bilmezsiniz. Ankara’da, birisi omuzunuza çarpınca dönüp özür diler, yolda, trafikte İstanbul’dakiler gibi öküzleri göremezsiniz. Hırsızımız, kapkaççımız da varsa İstanbul’dan gelmiştir.
    İstanbul keşmekeştir, Ankara huzur. İstanbul insanbol’dur. Bir tatlı huzur almaya gelirsiniz, babayı alır dönersiniz. İstanbul, İstanbul olalıı hiç görmemiştir huzur. Sezen’in dediği gibi ancak aşkından geberilir. Öldükten sonra da gömecek yer bulunmaz. Sonra da mezarınızın üzerinden ya yol geçer, ya bina dikilir. Ezcümle İstanbul’da yaşanmaz, hele mümkünse ölünmez. Ölmek istemediğim şehirde yaşamak zuldür.

  11. Yazan:eg Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    “İstanbul’un denizi var ama en taze balık Ankara’dadır. Türkiye’nin en iyi et lokantaları da Ankara’dadır. İstanbul’da ne yediğinizi bilmezsiniz. Ankara’da, birisi omuzunuza çarpınca dönüp özür diler, yolda, trafikte İstanbul’dakiler gibi öküzleri göremezsiniz. Hırsızımız, kapkaççımız da varsa İstanbul’dan gelmiştir.
    İstanbul keşmekeştir, Ankara huzur.”

    ah üstadım istanbul’u güzel yapan da bunlardır zaten. ankara çok program şehridir, çok plan şehridir. herşey aklidir orada…insanın akıldan nefret edesi gelir ve kaçar gider istanbul’a…

    istanbul’da yaşarken iş dolayısıyla bazen sabah saatlerinde köprüden geçip avrupa yakasına geçmek gerekirdi. araba kullanmayı sevmediğim, bilmediğim ve reddettiğim için genelde şirketin arabasıyla ya da toplu taşıma araçlarıyla giderdim. sabah 7’den sonraki köprü trafiği insanı deli ederdi. 1-2 saat köprüye gelinceye kadar adım adım gider ve ben de içimden ne kadar bildiğim küfür varsa ederdim:)) ama sonra köprünün ucu görünür ve üstüne çıktığımız anda gördüğüm manzara üzerine ” değer be kardeşim, herşeye değer bu manzara!” dedirtirdi bana:)) istanbul böyle bir yer: güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar:)) ankara’da ise gülmek bile hesapla…hiç insan kokmaz ankara:))

  12. Yazan:suzannur Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    :)))))))))))))))))
    birincisi balık yemem ve sevmem, önemli değil.
    ikincisi et mi, tuzla Filizler’e gidin hele, enfestir köfteleri ve sahili, insanları da.
    üçüncüsü, istanbul’a huzur alınmaya gelinmez ama nedense huzur istanbul’da bulunur,hele deniz hele deniz…. (reklamcı olmalıymışım 🙂 )
    mezar için hazırlıklara başlamalı ya da baba memleketine gömülmeli, en iyisi ölmemeli 🙂
    Ekrem Hocam, bakın Enver Bey de girdi sohbete, Ankarasavar olarak iki kişi ettik, İstanbulsever olarak görevimiz zaten.
    İstanbul, tüm kirinin içinde temizliktir. maneviyat buradadır, Ankara’da ruh yoktur öncelikle. bu yüzden istanbul’da son önemde yapılan site tipi evleri dahi sevmem, kuru, tek tip, anlamsız… niye, Ankara’yı çağrıştırıyor da ondan.
    yaaaaa….

  13. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 9, 2009 | Reply

    yaw balik sevilmez mi? Karadenizli degil miydin sen? :))

    Ekrem Hocam, Bak, Büyük Iskender ne demis? “Istanbul’un bayat baligi Ankara’nin taze baligindan iyidir” (1930, Samsun seker faprikasi açilisi)

  14. Yazan:suzannur Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Karadenizliyim (hatta arkadaşlarla bolu abant’a) balık yemeye gidip de yemeden dönen tek kişi olabilirim dünyada. bu arada büyük iskender ne güzel demiş 🙂

  15. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Tuzla Filizler’de yedim, alelade bir köfteci. Köfteci Ramiz bile ondan daha iyi köfte yapıyor. Cağ kebabı desen İstanbul’da becerebilen tek bir yer yok. Git Ankara’da Sitelere esnafın yediği cağ kebabına bir bak bakalım. Kurufasülyecilerimiz, Sakarya’nın Hostası gibi bir döner Türkiye’nin hiçbir yerinde yok zaten. Karacaoğlu’su, Kukla Kebab’ı, Hacı Baba’sı… Ah bir Ankara’da olsam şimdi !
    İstanbul’da zaten gezemezsin, nemden bıcık bıcık terlersin; ter kokar bu şehir. Çamaşır asarsın 3 günde kurur, saçını kurutmadan dışarıya çıkarsın benim gibi sinüzit olursun (İstanbul’un bana armağanıdır sağolsun).
    Piknik yapayım dersin kene kanını emer (bu da geldi başıma). Hastane dersin burnundan getirirler.
    Senelerce o köprüden geçtim işe gidip gelmek için. Hiç öyle “değer ulen!” demedim. Arada sırada geçip trafiğin sıkıntısını çekiyorsan belki dersin. Her gün geçen adama bir süre sonra pek bir şey demiyor manzara…
    İstanbul’a ilk geldiğimde vapurda insanların gazete okumalarına hayret ederdim. Bu manzarayı bırakıp nasıl gazeteye gömülüyorlar derdim. Bir süre sonra gazete okumaya başladım, bilmem anlatabiliyor muyum?
    Ankara planlı, programlıdır. Süpriz yoktur. Tam benim gibi sakin mizaçlı adamlara göre. Ben fazla süprize gelemem arkadaş !

  16. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Mehmet hocam,

    Atatürk neden Ankara’yı başkent yaptı sanıyorsun? Balıksız rakı olur mu hiç?

  17. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    suzannur hanım,

    İstanbul, tüm kirinin içinde temizliktir. maneviyat buradadır, Ankara’da ruh yoktur öncelikle.

    O eskidenmiş. Nerede şimdi o maneviyat? Hem Mevlana ,Yunus Emre, Hacı Bektaş komşumuzdur. Akşemseddin’in hocası Hacı Bayram da bizdedir. Gördüğünüz gibi maneviyatta da ileriyiz.:P

  18. Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Ya o arkadaslar Ankara’nın eline su dökülür mü hiç. Hele o gençlik parkının sapıkları, hele o tunali hilmi hepi topu 100 metrelik sokakta 20 volta atar sevindirik olursun. Sonra bir de kuğulu parka gidersin, hayatımda öyle kuğular görmedim hepsi psikopat katil sanki ama guzel. guzel valla.:)

  19. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    A öyle deme. İstanbul’un Bağdat Caddesi öyle mi ya? Tertemiz egzoz kokusu, dolaşmaya çıkarılmış Rus köpekleri, dobermanlar, kanişlerin, hiç görmediğim cins köpeklerin def-i hacetleri arasında yürümek ne hoştur. Soğutulmuş Mc Donalds krem şanti dondurmanı yalaya yalaya dolaşırsın.
    İstanbul’da her yer parktır zaten. Her metrekare yeşillik değerlendirilir. Hatta sahil yolunun çimenleri bile, yeşil olduğundan olsa gerek boş bırakılmaz. Mangal yaparsın, top atarsın birbirine. Zaten fazla geniş bir alanın yoktur, hemen yanında başka piknik yapanlar bulunduğundan hareket alanın volta atmaya da müsaade etmez. Ama olsun, İstanbul gibisi yok.

  20. Yazan:suzannur Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    ne güzel yazmış Hayali efendi:

    Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler
    O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

    Harâbât ehline dûzah azâbın anma iyi zâhid
    Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler

    Şafak-gûn kan içinde dâğını seyretse âşıklar
    Güneşte zerre görmezler felekte âyı bilmezler

    Hamîde kadlerîne rişte-i eşgi takub bunlar
    Atarlar tîr-i maksûdû nendendir yâyı bilmezler

    Hayâlî fakr şâlına çekenler cism-i uryânı
    Anınlâ fahrederler atlas ü dîbâyı bilmezler…

    balık balık, al sana balıklı metafor :)))

  21. Yazan:eg Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    “Karadenizliyim (hatta arkadaşlarla bolu abant’a) balık yemeye gidip de yemeden dönen tek kişi olabilirim dünyada. bu arada büyük iskender ne güzel demiş :)”

    denizden çıkan hiçbir şeyi yemeyen birisi olarak sanırım ben de ikinci olabilirim:))

  22. Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Ekrem bey aman yavas sonra bu piknikciler muhabbetinin sonu Mine Kırıkkanat’tan alıntı yapmaya kadar gidebilir:) Ya da ben yapayım iyisi mi?:))

    Sahil Yolu’nda ise, kilometrelerce uzunluktaki çim alan kenarından geçen arabalardaki seyircilerin görüş zaviyesinde olduğundan, manzara da mangal düzeyindedir : Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir. Aralarında, mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı.

  23. Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    :)))) valla bir kastım yok bu balık muhabbetinin üstüne tesadüf oldu alıntı. Mine’ye kızın kızacaksanız.

  24. Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    hay allahım valla önceki yorumları görmeden yolladım. Ekrem bey’in piknikçilere laf etmesi üzerine. Ama benim yazdığım sonraya düşmüş. Rezil oldum rezil!

  25. Yazan:cb Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Enver bey ve sevgili Suzan,

    balık keyfinden mahrum kalmış olmanız oldukça üzücü :))Tabii balığın insan zekası üzerinde etkisnin doğruluğu tezinide çürüttünüz böylelikle 🙂

    Ekrem Senai bey gibi Ankara sevdalılarına hayret ediyorum,benim Ankara’lı arkadaşlarımda anlata anlata bitiremezler o şehri ben oldukça soğuk ve gri buldum,protokol yollarından karşıya geçmeyi beklerken nerdeyse ikindi namazını kaçırıyordum kısmen nezih olabilir ama yok canım sapığından kalabalığına rağmen İst ile mukayese dahi edilemez.Zaten deniz olmayan bir yerde insan nasıl yaşar?Ancak dünyada hiçbir şehir Samsun kadar güzel değildir,deniz,doğa,kentleşme,huzur ve sükunet ne ararsanız var,evet biraz siyasi özürlü olabilir,entelektüel çalışmalara rastlayamazssınız ama olsun o kadar kusur heryerde olur :)Kuzgun ve yavrusu

    Özlem :))

  26. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    özlem hanım,

    Kırıkkanat’ın tasvirini ilk okuduğumda da hislerime tercüman olduğunu düşünmüştüm. Tabi kısa bacak ve vücut kılları konusunda şerh düşüyorum; milletin epilasyon yapacak hali yok, bacağı kısa diye de topuklu mu giysin. Hem çoğu Mine hanımdan uzundur ayrı mesele. Yalnız şu bir gerçek ki halk olarak – buna kendini elit zanneden tipler de dahil- estetik ve edep yoksunluğu içindeyiz. Osmanlı estetiğinin kaynağı tekkedir. Bunları muzır diye kapatırsanız halk edebi, estetiği nereden öğrensin? Kart cadalozlardan mı?
    Her neyse… Ben de o çimler üzerinde bir kere piknik yaptım. Ayrıca mangal yakmak yasaktır tabelası altında mangal yellediğim de vakidir. Bir kere de akrabalarla Atatürk arbatoryumunda piknik sofrası açtığımız ve kuğuları yaprak sarmasıyla beslediğim de olmuştur, inkar etmiyorum ama kardeşim nedir o sahil yolunun hali?
    Geçenlerde hangi kanaldaydı, Belçika’da mı ne, parlamento binasının bahçesinde piknik yapan Türkler. Yuh artık dedim.

  27. Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Bu da garip bir durum piknikçileri eleştiren Ekrem bey her nereyi bulursa kurulup piknik yapıyor ona laf atan Özlem piknik denilen şeyden nefret ediyor. Çocuklar mutlu olsun diye gittiği pikniklerde kaşınmaktan, ota,bota,kedi,kopeğe,karıncaya,keneye kafayı takmaktan ,iki büklüm nasıl oturacağını bilememkten, masa ve sandalye isterim diye aile efradını sinir etmekten rahat durmuyor. Ama balık ya da başka birşey Allah için onlar güzel. Mine hanım gitsin sümüklüböcek yesin oralarda. oh canıma deysin.

  28. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    suzannur hanım,

    Ben de şiirle karşılık vereyim o halde:

    Etme Ankara’ya onca sui zan,
    İstanbul’un nesi seninki be Suzan?
    Ediyorsun onca perestiş,
    Bir deniz midir bunca sebep sitayiş?
    *****************
    Su desen Gölbaşı var, içinde bol Sazan
    Gökçek’in çeşmeleri aratmıyor Şadırvan
    Hissedilmiyormuş, yokmuş hiç maneviyat
    İyi ya hazır fırsat az biraz kendin kat.
    ********************
    Ekrem der Ankara’da huzur var,
    İstanbul’da az güzellik, bol kusur var
    Bir denizle, biraz tarihle iş bitmez,
    Yıpranan kalbe yenisi dikilmez
    *********************
    Hiç duydun mu “neden geldim Ankara’ya!” diye bir şarkı
    Duyamazsın çünkü Ankara’nın havası farklı
    Bizde hayat kolaydır, koyarız bir Angara havası
    Eller havada koy ver gitsin, vaktin bolluğu cabası
    *********************
    Hoşaftan anlamaz nadan, dil lazım
    Mahreme sırrın açar, kişi adil lazım
    Onunla mukayeseye muadil lazım
    Senin bu yazıya bir ta’dil lazım.

  29. Yazan:eg Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    benim anlamadığım ve sanıyorum anlayamayacağım birşey var. piknik yapmayı pek sevmem ama çimler üzerinde piknik yapılmaz diye bir ahlak kuralı mı var? insanlar piknik yaptıkları yeri temiz bırakıyorlarsa(muhtemelen temiz bırakan da vardır pis bırakan da)başkalarını rahatsız etmiyorlarsa (mangal kokusu rahatsızlık veriyorsa ben onun hemen karşısına egsozt kokusu koyarım o zaman) ne olacak ki piknik yapıyorsa? onların antalyalarda, bodrumlarda tatil kamplarında “piknik yapacak” durumları olmayabilir değil mi? insanlar, çoluk çocuk gülerek güzelce piknik yapıyorsa bunda nasıl bir rahatsızlık bulunabilir ben anlayamoyorum. mine kırıkkanatın o yazısını okduğum zaman, tam ona yakışan bir yazı diye düşünmüştüm. faşist kafa buralardan başlar faşizmine zaten, sonra da daha da ilerletip gördüğü herkesi esttik yoksulu diye toplama kamplarına atar! ayrıca avrupa’da ilk fırsatta ortalıkta yarı-çıplak çimler üzerinde yatan kadınlar ve erkekleri mine hanım sanıyorum aynı “çirkinlik” kapsamına almayacaktır. zira orası avrupa ve avrupalı ne yapsa mine hanım’a uygundur!!! ya da mine hanım’a sormalı: kuruçeşme’de konsere gelip de geri gittiklerinde ortalığın rezalet bir pisliğe döndüğü; konuklarının çoğunlukla batılı bir dünya görüşüne sahip olanların olduğu tekno-piknikler hakkında ne düşünüyorsunuz diye…ama birbirlerini bira batağı içine sokan o kişilerin yaptığı “ileri”ye ait birşeyken, çocuğuyla iki köfte yediği için dünyayı kokuttukları suçlamasıyla karşılaşan analar ve danalar geriyi temsil eder…çünkü köfte kokar;ama bira kokmaz! ortalıkta başörtüsüyle dolaşan ve onların dibinden ayrılmayan analar ve danalar estetik değildir ama birasını eline almış kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bu tip yerler estetiktir. hadi canım sen de!

  30. Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Evet Enver bey,
    iste budur! her ne kadar ota,karincaya falan taksam da aynen boyle.İmzami atarim.

  31. Yazan:suzannur Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Özlem Hanım,
    bittiniz siz, artık bittiniz!!!!!!
    demek balık yememek alametti haaaaaa :)))
    önemli değil, bilmeden de yazsanız lafı iyi denk getirmişsiniz:)
    balığa devam, bu sefer ben avlandım.

  32. Yazan:suzannur Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Pikniği sevmem ama hayatımda birkaç kere gittiğim ve hatta birinde otların üzerine yayıldığım vakidir 🙂
    otlara basmayınız yazılarından ben de irrite olurum, madem yaptın bırak basayım da negatif elektriğim gitsin, yok basmayacaktım niye ektin mübarek! Mangal kokusu fena, hatta Anadolu yakası baştan aşağı mangal kokar hafta sonu, ama koku olmasa güzel aktivite, aileler ve tabi …
    ne ararsan var.

    Gelelim Ekrem Hocam sana, şiir çizittirip de hece ölçüsünü kaçırmak pek acemice de olsa(ah amatörler), ne yapayım atışma/deyiş başladı artık:

    Ankara’ya ölçü bile tutturamayıp,
    Çizittirivermiş muadil, tadil… şair,
    Bilse güzeli balık deryayı sollamayıp,
    O an kara’ya toslamayacak, ah fakir…

    Bu ülkede herkes şair, yazar, bilmemne
    Betona maneviyat sunan da yok deme,
    DD’yi derinden sarsan dizeleriyle
    Ekrem’e laf etme,bu kadarcık biliyor :)))))))

    Aldın sazı eline, illa da İstanbul,
    An kara diyende ara da ölçüyü bul,
    Ateş-i suzan olma, sen daim pür Nur ol,
    Ekrem sahibi anlar,muhabbet Dost’ladır.

  33. Yazan:suzannur Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Sevgili Cemile,
    Çocukluğumda balık yediğimi hatırlarım, kaldıysa biraz akıl, büyük ihtimalle o balıklardan kalandır 🙂
    Sen Ankara’yı övenlere bakma, hiçbiri doğru değil 🙂 Senin beynini yıkamaya çalışıyorlar, uyanık olmalısın :)))Bırak kirli kalsın.
    İstanbul’a kirli diyorlar ya hani, o yüzden. Ekrem Ankara’da bir eli yağda diğeri balda yaşamış, orada yemek, şurada gezi(suç unsurlarını üstte sıralamış), sevecek tabii, şimdi çalışmak zor geliyor, ne yapsın, suçu da İstanbul’a atıyor. Kanmamak lazım 🙂
    muhabbetle

  34. Yazan:TSD Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    – Piknik olayından hoslanmayan biri olarak söylüyorum – Ağzına yüreğine sağlık Enver hocam.

  35. Yazan:eg Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    ne güzel tekrar görmek yorumlarını suat hocam. özlemişiz valla:)

  36. Yazan:cb Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Doğa aşığı olmama rağmen piknikfobiligillerden olarak Enver beye katılıyorum,herşeye ‘ özgürlük ‘ var da piknik yapan insanlara mı yok?

    Sevgili Suzan senin ve Ekrem beyin şiirlerinize o kadar güldüm ki :)))Sanırım Ekrem beyin arada tutan ‘ agresifliği ‘ (!) Angara’nın havasından ya da suyundan,şairliği nerden onu bilemiciim?

  37. Yazan:suzannur Tarih: Tem 10, 2009 | Reply

    Suat Hocam,
    hoşgeldin evvela, bak yoktun, Ekrem’le biz şairliğe özendik, DD’nin havası suyu bozuldu, sağlıcakla.

    Cemile, şairliği kanındandır, her Türk şair doğar!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin