Cam Fanus İnsanları
By Özlem Yağız on Ara 11, 2008 in İnsan, Toplum
Yazmak da yaşamak gibi zor zanaat. Cesaret istiyor, yürek istiyor. Hiç korkaklara göre değil. Üstelik kısa süreli bir kahramanlık işi de değil. Hani var mı bana yan bakan diyerek nara atacak, meydanlara fırlayacak sonra da yediği bir iki tokatta ana kucağına koşacak hassas ruhlar hiç çıkmamalı er meydanına.
Bir kere yazmaya karar vermişsen, üstelik yetinmeyip yazdıklarını insanlarla paylaşmaya başladıysan, alabildiğine kırılmayı da göze almışsın demektir. Yazan kişi kabuğu kırılmış istiridye misali savunmasız. Daha önce görmediği fark etmediği bir dünyanın canlıları ile bir anda karşı karşıya. Her an bir tanesi kabuğunu gönüllü kırmış bu fedaiye sataşabilir, bazen küçük bazen irice bir parça koparabilir. İsmin cismin, düşüncelerin ortada. Parça koparan ise kimi zaman en yakınındaki yoldaşın, kimi zaman hiç yüzünü görmediğin isimsiz bir kahraman. Kahramanımız canı sıkıldığı bir anda, şöylece tıkladığı bir yazıya hele de gıcık ta gelmişse yazarının düşünceleri, bir nickle girip art arda itham ve hakaretlerini eleştiri adı altında sıralayıp rahatlamış bir ruh olarak kopardığı parça ağzında uçup gidebilir. Ne de olsa gününü göstermiş, karşıdakinin hakkından gelmiş, zaferlerle dolu tarihine eşsiz bir zafer daha eklemiştir.
Mutlaka en az hasarla atlatılabilecek yolları da vardır bu yazma işinin. Suya sabuna dokunmazsın, yediğini içtiğini anlatırsın mesela, zengin evlerinin hayal gücünü beslersin tatil yazılarınla ya da tam tersi arabesk bir türkü tutturursun biteviye. Sen söyledikçe insanlar ağlar, onlar ağladıkça sen parlarsın, hayat enerjisini tükettiğin insanların sana kazandırdığı popülerlikle bereketli bir hayat kurarsın kendine.
Ya da kimilerine haz hayalleri kurdurdukça yazılarınla, hele bir de profesyonel bir ruh taşıyorsan hani derler ya sinekten yağ çıkarma zanaatine sahipsen, bir ömür boyu “Bebek’in gece hayatına biber dolması yiyerek mi başlamalı” veya “yurdumun şirin köylerinin şırıl şırıl akan dere boylarındaki babayiğit bahadırları” yazıları yazarak tribünlerin nabzını tutup, ikbal kapılarını birbiri ardına açmak da mümkün. Biraz yetenek, biraz şans varsa, kılığın kıyafetin şiven sıfatın da ‘uygunsa’, üstelik bir de doğru vatandaşsan neden olmasın.
Belki çoook ciddi bir gazetenin tetikçi yazarısındır, heeyt lan savulun yazıları yazıp müminlerin hamiliğini yaptığını iddia edersin köşe yazılarında. De ki ekmeğini yazmaktan çıkaran bir adam değil de bir gönül eri, bir fedai. Karşıdakiler tükürükler saça saça konuştukça sen de köpürte köpürte ağzını itham ve hakaretlerle dolu yazılar yazarsın her gün mümin kardeşlerin adına. Herkesten teşekkür beklersin bir taraftan . Bütün “ezik büzük, kompleksli” camianın itibarını kurtarmaktasındır ne de olsa. Sana bulasmadiklari sürece “ezik büzüklerin “sesisindir. Ola ki sana değmişlerse birgün tüm “ezik büzüklerin” komplobaz celladı.
Yok eğer arlanmaz uslanmaz, laf söz dinlemez bir tipsen, “Doğrucu Davutsan”, ‘köyün delisi, mahallenin akıllısı sen misin, bari bir kuruş para alsan içim yanmaz’ laflarına aldırmadan yazacağım işte bir yerlerde doğru bildiklerimi, tepiklese de bu at beni illaki onun başında vızıldayacağım, zaten başka da bir halt beceremem: Hat kursuna gitsem hat hocasını boğarım, eve misafirleri çağırsam simit arası sıkıntı yedirmekten içlerini kuruturum, şöyle kendi kendime roman yazmaya kalksam dördüncü sayfada bütün karakterleri öldürüp kurtulurum diyorsan işin yaş. Çaresiz deneme yazıları yazacaksın. Hele bir de yazarken hızını alamayıp ‘milliyetçilik belası bu topraklara geldi geleli bu ülkede kimse huzur bulamadı’ gibi bir laf da savurmuşsan yaşadın, keşfedilmen an meselesi demektir. “Ey solcu ağızlarla konuşup, Amerikan politikaları doğrultusunda yazılar yazan içimize girmiş sabetaist, çıkar o türbanını da gerçek yüzünü görelim, insanın milliyetçi olası geliyor valla” diye şarlayanlar mı ararsın artık, çok doğru, ne güzel de söyledin ağbi diye onaylayanlar mı, Sorosçu Taraf gazetesinin dolduruşuna gelmeyin diye ayar verenler mi, Kuyucu Murat Paşa niye kuyucuydu sen bilir misin hanıııım efendi , git de biraz tarih oku diye çatanlar mı? Seç beğen, istersen beğenme ama mecbursun al senin olsun hepsi.
Zaman zaman aslında ben de özenmiyor değilim bu tür insanlara. Annesinden doğup ilk okul öğretmeninden öğrendiği, mahalle, cemaat, kulüp ya da plaza arkadaşlarıyla ortaklaştığı gibi hiç değişmemiş, şüphe etmemiş, aykırı düşmemiş, içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlardan hep beraber nefret etmiş, kafirler ya da sapkınlardan beriyiz beri gelenleri severiz diyen ‘mümin(savar)’ kardeşinin imanı ile coşmuş, taşmış, cedlerinin adaleti ve sorgulanamaz üstünlükleri ile daima gurur duymuş, vatan, millet, bayrak, şanlı tarih, asil kan, lider, doğru mezhep, doğru ideoloji, doğru dil, doğru ırk, şaşmaz şüphe kaldırmaz bir anlam dünyası ile dolu sade atmosferinde, cam bir fanusta tertemiz kalmış “kesin inançlılar”onlar…
Hiç şüphe, sarsıntı ve inkardan sonra gelen imanın ızdırabını yaşamamış, bir ömür aynı gökyüzü altında yaşadığı ‘ötekine’ değmemiş, bizim dediği insanların haricinde kalanların dertleri ile berrak zihnini bulandırmamış, günahsız tertemiz hayatını bir diğerinin aykırı hayatına yaklaştırarak kirletmemiş, adını, mevkiini, dostluklarını riske atmamış hep aynı fanusta yaşamış, hep aynı havayı solumuş, şimdiye kadar bu dünyadan gelmiş geçmiş çokluğun nihayetinde hep birbirine benzeyen tek düze mezar taşları misali o yeknesaklığın içerisinde nihayete ermiş “tertemiz” hayatlarıyla cam fanus insanları…
Her an her köşe başında karşılaştığımız, ellerindeki Baltazaar cetveli ile hayatlarımızı, inançlarımızı, hatta kafamızın içindekileri sorgulayan, ölçen biçen, yargılayan, şekillendiren, parmak eklemleri ile kafamıza tıklayan, çıkan sesi, kabuğumuzun rengini beğenmez ise, yaftalayan, medeniyetin, cemiyetin, cemaatin, arka bahçesine fırlatan kemirgenler.
Ne kadar da ömür tüketiciler…
3 Yorum
Yazan:enver gülşen Tarih: Ara 11, 2008 | Reply
yazdıklarımı yayımlamam konusunda beni ilk teşvik eden leyla ipekçi, bir taraftan yazmanın insana getirdiği tehlikelerden de bahsetmişti bir emailinde. yazmanın kötülükleri de vardır. evet yazmak benim için okumak gibi büyük bir aşk;ama leyla ipekçi’nin dediği gibi egoyu gürleştiren bir aşk. bu ego gürleşmesi de zamanla yazan kişinin kendisini “öteki”nden ayırma ve kendisini birşey sanmak gibi bir tehlikeye sürüklüyor. bir bakıuyorsunuz ahmet hakan olmuşsunuz. bu anlamda yazmanın getirdiği bu ego büyümesinden çoğu yazan kişinin muzdarip olduğunu düşünüyorum. leyla ipekçi ,sadık yalsızuçanlar gibi kendi iç eğitimiyle meşgul ve bu yüzden de egosuyla ve nefsiyle savaşı çok önemseyen birkaç kişi hariç türkiye’deki çoğu “ünlü” yazar için aynı şeyi söyleyebilirim. yazmak bu yüzden çok tehlikeli bir uğraş aynı zamanda. insanı kaygan bir zeminde yürüdüğü uçurum kenarından çarçabuk aşağıya düşürebilecek kadar!
güzel yazı için teşekürler.
Yazan:özlem Tarih: Ara 11, 2008 | Reply
Aslinda benim de bir arkadasim hayatla nasil barisik kaldigini açıklamak için şöyle demişti bana; şu felsefeyi güdüyorum:”kendini o kadar da önemseme”
Ama burada benim öfkem kendimi önemsemekle ilgili değil aslında. Sessiz kaldıkça aptallığa aptallık, ahlaksızlığa ahlaksızlık demedikçe bazen o kadar cesaret kazanıyor ki bu fanus insanları.
Ne kadar çok insanı yıldırmışlar, ne kadar çok insanı hayata küstürmüşler ya da ne kadar çok insanı yazmaktan vazgeçirmişlerdir.
Hele şu bel altı vuruşlar çok korkunç. Ve bilemiyorum aykırı düşmenin bedeli mutlaka herkes için ağırdır ama kadınlar için sanki daha beter.
Bu yazıyı yazdığım gece bir sebepten internette dolaşıyordum. benim ayak üstü tanıştığım bir kızcağızın bir yazısına rastladım. Bu kız teke tek programına çıktıktan sonra kartel medyasının müthiş saldırısına uğramıştı. Ama yazıyı bunun için yazmıyordu bu kız. kendisi ‘islami’ bir basın kuruluşu tarafından 28 şubatın fadime şahini ile özdeşleştirilmişti. Çocuğu Fadime Şahin kim deyince neye uğradığını şaşırmış.
Ya da bir grup kadın bir konuda ama doğru ama yanlış bir tepki koyuyorlar. O kadınlar nasıl yaftalanıyor dersiniz Lut kavmi ile biçimsiz ilişkiler kuran kadınlar olarak.
geçelim aynı ahlaksızlığın simetrik tipine. Hergün bazı basın kuruluşları ilk sayfa haberlerinde ahlaksız önüne gelen ile düşüp kalkan “türbanlı” kadın haberleri veriyor. O boyuttaki bu kadınların ölmüş olmaları bile onları durdurmuyor. Altında yığınla hakaret. Başını örteceğine cak cak cak. Çünkü onlar da kendi fanusunun dışına hiç çıkmamış. Hep kafaları net.
Biraz öfkeliyim bugünlerde artık ahlaksıza ahlaksız demek istiyorum. Ahlaksızlığın da,ahmaklığın da bir bedeli olsun istiyorum.
ve bunu kendi ahlakımdan taviz vermeden yapmak istiyorum. Sanırım çok Hz.Osman şefkati gösterdim bu yaşa kadar sanki Ömer öfkesi lazım gibi geliyor biraz da.
Yazan:Hasan Yavuz Tarih: Ara 27, 2008 | Reply
Sevgili özlem,
Çok güzel yazmışsın yüreğine sağlık.Yazdığımız her yazı bizim duygu ve düşüncelerimizdir şefkat,öfke gibi.Birini kısıtlamak kendimizi eksiltmek olacağı gibi yazımızında samimiyetine gölge düşürüyor öfke duyulması gereken bir şeye şefkat göstermek hayatın anlamını sorgulamadan,herşeye körükörüne inan insanların yöntemidir.Siz herşeyin karşılığının olduğunu zaten keşfetmişsiniz bundan sonrası bedel ödemeye geliyorki zaten bunuda kavramışsınız,sizin kaleminiz özgürdür bunun önünde duracaklar sadece özgür olamıyanlardır.Saygılar…