Körleşme
By eg on Ara 30, 2008 in edebiyat, Felsefe, Modernleşme
Elias Canetti’nin en önemli eseri olan “Körleşme; alm:Die Blendung; ing:Auto-da-Fe” 20.yy’ın en önemli romanlarından birisidir. 1931 yılında, 26 yaşındayken tamamladığı roman birçok açıdan Canetti’nin “Kitle ve İktidar” adlı toplumbilimsel araştırmasıyla da ilişkilidir.
Roman hakkında yazdığı bir denemesinde Canetti “Günün birinde dünyanın artık bundan önceki romanlarda olduğu gibi, başka bir deyişle tek bir yazarın bakış açısından yazılamayacağını düşündüm; parçalanmış bir dünya vardı artık ortada, ve ancak onu bu parçalanmışlığı içerisinde sergileme yürekliliği gösterildiği takdirde, bu dünyaya ilişkin doğru bir tasarımın verilmesi de söz konusu olabilirdi. Ancak, bu, okunduğunda hiçbir şey anlaşılmayan, kaosu andıran bir kitap yazılması anlamına gelmiyordu. Tam tersine, yapılması gereken, olabildiğince tutarlı bir biçimde, olabildiğince sivri tipler, bu dünyayı oluşturan türde bireyler bulmak ve bu bireyleri farklılıkları içerisinde göstermekti…” diye yazmıştı.
İki dünya savaşı arasındaki Weimar Cumhuriyeti, modernizmin can çekiştiği, dünyanın parçalandığı, bireyin yok olduğu, yok olan bireyin yerine geçen öznenin ise parçalandığı bir dünyanın prototipi mahiyetindeydi. Roman, bu dünyanın bir dışavurumu gibi.
Kendisini bilimine adamış, “bilgin ve kitaplık sahibi” Prof. Kien romanın ana kişisidir, ama bir kahraman değil, Kafka’nın Joseph K.sı gibi bir silikleşmiş öznedir. Tüm hayatı, kitaplığında Çin ve Doğu düşünceleri üzerine bilimsel çalışmalar yapmakla geçen, insanlarla ilişkisi, bir anlamda kendini beğenmiş bir elitizmden malul ilişkisizlik üzerine kurulmuş olan Kien, aşağıladığı insanlardan en “düşük düzeyde” olan bir kadınla – evinin 8 yıllık yaşlı hizmetçisi ile – evlenir. Evlenme sebebi, kitaplarına en fazla bakımı sağlamak niyetidir aslında. Hayatla ilişkisi kitaplarından ibaret olan, kitabın ilk bölümünün adıyla “dünyasız bir kafa” olan Kien için insanların yakılması, zarar görmesi kitapların yakılmasından, zarar görmesinden hiç de daha önemli bir şey değildir.
Kafka, Joyce, Woolf, Proust, Faulkner, Musil gibi romancılar modern romandan postmodern romana geçişin öncüleridirler. Joyce’un “Ulysses”i ile birçok açıdan benzerlik taşıyan “Körleşme”yi de aslında bu öncü kuşak romanlar arasında değerlendirmelidir. Canetti’nin de belirttiği gibi, Ulysses, parçalanmış dünyanın anlaşılması zor dil oyunlarıyla betimlenmiş bir hiyeroglifini verirken, Körleşme bunu daha anlaşılır boyutlarda sunar. Modern roman, gerçekçi roman ile postmodern roman arasında bir geçiş ile toplumsal, siyasi modernizmin yıkıntısını betimleyen, bir roman ise, modern roman ile postmodern roman arasındaki bu geçiş kuşağı romanları da o zamanın profilini çizerler; ancak yöntemler de gerçekçi romandan ve modern romandan belirli farklılıklar taşırlar.
“Bu roman, gerçekçi romanın hiçbir zaman başaramadığı bir şeyi, olaylar ile yaşananlar arasındaki değişken sınırla, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, yepyeni bir biçim içerisinde ve en uçta sayılabilecek araçlarla betimlemeyi başarabilmektedir. (Roman yayımlandığında Almanya’da yayımlanmış bir eleştiri yazısından…)”
Silikleşen özne, aynen Kafka’nın Joseph K.sı veya K.sı gibi; Musil’in niteliklerini yitirmiş adamı gibi, Joyce’un Bloom’u gibi, Proust’un Albertine’i gibi burada da romanın tüm karakterlerinde belirgin haldedir. Modernizm ve özellikle iki dünya savaşı arasındaki tekinsiz Avrupa ortamı, romanda belirli anlamlarda uçlandırılmış karakterlerde kendisini göstermektedir. Irk olarak anti-semitizmin romanda Yahudi bir karakterde ( kambur cüce Fischerle) belirgin şekilde sembolize edilmesi, kendisi de bir Yahudi ailesinden gelme Canetti için, Holocaust’un öncü izlerinin görünmesi manasına mı gelmektedir? Schelling’in aktardığı bir Yeni-Kantçı gibi görünen, hayatla ve insanlarla ilişkisinde de bu özellik belirgin halde olan Prof.Kien ise bir başka uç karakterdir. Kadın düşmanlığı had safhada olan Kien, gidip kadınların “en aşağılığı ve aptalı!” olan bir kadının oyununa gelebilmektedir. Çok güvendiği aklı ve bilimi, onu hayatın ortasına dalmak zorunda kaldığında, ilişkide olduğu her kişinin oyuncağı haline gelmekten kurtaramamıştır.
Kötülük, romanda her kişide başka bir veçhesiyle görünür haldedir. Para için herşeyin yapılabildiği, yalanlarla gerçeğin artık ayırd edilemeyecek kadar karıştığı bu dünyada, artık birey de yoktur.
Modern romanda, özellikle Woolf, Joyce ve Faulkner’de yoğun şekilde görünen “bilinç akışı” tekniği, Körleşme’de de anlatının en önemli tekniklerinden birisi olarak göze çarpar. Belirli bir zaman ve gerçeklik anlayışının yıkıldığı, onun yerine her kişinin kendi hayal dünyasında kurduğu çoklu gerçeklerin kurulduğu bu dünya, postmodern bir dünyanın da ilk işaretlerini verir. Ancak, Körleşme’de bu, postmodern anlatıda olduğu gibi bir oyun ya da parodi olarak gözükmek yerine, yıkılmışlığın dışa vurumu olarak dikkat çeker. Olay örgüsü yıkılmış, onun yerine her bir kişinin kendi içsel olay anlayışı vardır. Romanda, adeta, yazarın şizofrenisine işaret edecek derecede ustalıkla verilen bu çoklu olay anlayışlarının bilinç akışı tekniği ile aktarımları, Ulysses ya da “Dalgalar”da olduğu kadar derinliklidir.
Kafka’dan çok etkilendiğini bildiğimiz Canetti, Körleşme’de yarattığı kafkaesk ortam ile bu etkilenmenin hakkını verir. Kafka’da modernizmin hapishanesine, tanrısız bir dünyaya ya da bürokratik hegemonyaya dolaylı işaretler, Canetti’de Foucault’cu anlamda merkezsizleşmiş bir iktidar olgusuna vurguya dönüşür. Kötülük artık kılcal damarlara işlemiş ve bundan kurtuluşun yolu da görünür durumda değildir. Bu açıdan umutsuz, karanlık bir romandır Körleşme. Kişilerin gerçekle bağlarının ne kadar çabuk parçalanabileceğini, belki de gerçek denen şeyin hiç olmayabileceğini (postmodernist bir anlatı?) imleyen romanın Prof.Kien’in kardeşi Georg Kien harici tüm karakterleri belirgin bir şekilde çirkinlikleri ile ön plana verilirler. Georg ise kendisini, kardeşinin aksine bilimsel teorilerle bağlı bir dünyaya sarılmak yerine, onları yıkmayı yeğler. Önce bir kadın doktoru olarak hayatla ve kadınlarla ilişkisi Prof.Kien’i tiksindirecek durumda iken, sonradan büyük bir akıl hastanesinde ruh doktoru olur. Uyguladığı değişik deneyler ve yeni yöntemlerle 1930’ların Weimar Cumhuriyeti’nde hakim olan Yeni-Deneycilik akımının da işaretlerini görürüz Georg’da. Canetti’nin Freud’a hayranlığı, Georg olarak ete kemiğe bürünmüş haldedir belki de!
Son bölümü, iki kardeşin hayat, kadınlar ve bilim hakkındaki tartışmalarına ayrılmıştır. Belki de romanı bulunduğu öncü postmodern roman kulvarından klasik romana yaklaştıran yerlerdir bu kısımlar. Kadın düşmanlığının hem doğu, hem de batı bilgelerinden son derece kapsamlı örneklerle desteklendiği bu bölüm, benim edebiyat tarihinde okuduğum inandırma yeteneği en yüksek kadın düşmanı bölümdür belki de.
Bu son bölüm, aynı zamanda romanın gizliden gizliye Homeros’un İlyada ve Odyssey ile paralel yürüdüğüne, kişilerin Odyssey’deki kimi karakterle paralelliklerinin de gözümüze sokulduğu bölümdür. Bu açıdan belki de romanın en zayıf bölümüdür bu bölüm. Ulysses de Odyssey’in bir yeniden yazımı olarak düşünülebilir; ancak onda, Körleşme’deki bu son bölüm gibi “açıklayıcı” bir bölüm yoktur. Bu da romanın pastiş ve metinlerarasılığı kullanımında bir zaaf demektir bana kalırsa.
Körleşme’yi modern romandan, postmodern romana geçiş romanlarının en büyüklerinden birisi olarak görüyorum. Aynen “Ulysses”, “Dava” ya da “Deniz Feneri” gibi. Çoğu edebiyat eleştirmeni Körleşme’yi Alman kültürel modernizminin bitiş romanı olarak değerlendirir; ancak Körleşme’de postmodern romana ait öğeler de yoğun şekilde vardır.
Klasik ve modern romanda üç bakış açısı kullanılır genelde: Tanrısal bakış açısı; yazar bakış açısı; gözlemleyen, şahit bakış açısı. Körleşme, bu bakış açılarının birisini seçmek yerine postmodern romanlarda olduğu gibi, merkezsizleşmiş bir bakışı, yani her kişinin (hatta nesnenin) kendi bakış açısını vermeyi tercih etmiştir. Romanda bir merkez ve o merkezden bakışın konumlandırdığı diğer bakışlar yok, tam tersi gerçekliğin ne olduğuna karar vermekte zorlandığımız çoklu bakış açıları söz konusudur. Bunu da oldukça yetkin bir bilinç akışı tekniği ile taçlandırınca bence roman, iki dünya savaşı arasındaki çözülmeyi aktarabilmekte ve o delilik ortamını verebilmekte son derece başarılı hale gelmiş.
Yine postmodern metinler, modern veya klasik metinler gibi açık ya da örtülü bir mesaj vermek peşinde koşmazlar. Canetti, Körleşme’de çoklu bakış açısı ve öznenin silikleşmesiyle zaten verilmesi gereken merkezî bir mesajın olmadığına ikna etmektedir bizi. Ancak, diğer taraftan, postmodern metinlerden farklı olarak, modern romana has, yıkıntının tasvirindeki güç ve karamsarlık açısından Körleşme, modern romana yakın durmaktadır.
Mekan ise parçalanmış halde olması dolayısıyla postmodern metinlere yakın bir şekilde kurgulanmıştır. Kafkaesk benzeri bir mekan kurgusu ile, artık nesnel bir mekan değil, bakıştan veya duruştan hareketle değişen bir dünyadır yaratılan. Yine zaman da artık lineer bir zaman değil, iç dünyalarda ve anda yaşanan, bazen sonsuzlaşan, bazen cehennemî bir hal alan zamandır. Bilinç akışıyla, Proustvari çözümlemelerle hissedilir hale gelen zaman, nesnel değil tamamen öznel bir zamana işaret eder.
İroni, pastiş ve parodi gibi tamamen postmodern anlatıya ait özellikleri, Körleşme’de, Doğu metinleriyle, Kant ve Homeros ile kurulan metinlerarası ilişkide, her kişiliğin, bir takım alegorik manalara işaret edecek şekilde sivrileştirilip deliliğin sınırlarına çekilmesi ile kurulan ironi ve parodide görebiliyoruz. Ancak, bunlar postmodern metinlere has bir oyun içinde değil, daha çok parçalanmışlığı tespit amacıyla yapılıyor. Bu da Körleşme’yi Ulysses gibi, modern ile postmodern roman arasındaki geçiş romanları arasına yerleştiriyor.
Delilik, romanda belki de artık çıldırmaktan başka bir yolu kalmamış bir insanlığın parodisidir romanda. Romanın sonundaki yıkım ise, ya tek kurtuluş yolunu ya da gelecek olan büyük yıkımı işaret ediyor gibidir.
Körleşme, 20.yy’ın en önemli romanlarındandır. Aynı zamanda Canetti’nin “Kitle ve İktidar” adlı araştırmasının da belirtilerini görebileceğimiz bu büyük yapıt, Karamazof Kardeşler modern roman öncesi ( ve realist-modern roman geçiş aşamasında) romanda nerede duruyorsa, modern ve postmodern roman açısından benzer bir yerde durmaktadır. Canetti elbette Dostoyevski değildir; ancak çağının büyük yıkımını betimlemedeki büyük başarısı ile Körleşme de az bir iş değildir bence.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
2 Trackback(s)