TRT Kürtçe Konuşuyor
By Adil Yapar on Oca 4, 2009 in Kemalizm, Komplo Teorileri, Kürtler, Militarizm, Milliyetçilik, Özgürlükler, Televizyon, Terör, Türk Basını, Türk faşizmi, Ulus-Devlet
Sunuş : Değişmeyen tek şey değişimdir. Resmî tarihi, resmî ideolojileri, kamusal alanları halka dayatan rejimler ancak devlet terörü yaparak, kan ve göz yaşı fiatına varlıklarını –o da kısa bir süre için- sürdürebiliyorlar. Gerçeğin coğrafyasına aykırı tezler eninde sonunda aşınıp yok oluyor.
İster seçim yatırımı olsun isterse bir insan hakları hamlesi, TRT’nin Kürtçe yayını bazı şeylerin değişmekte olduğuna bir işaret. Normalleşme yolunda geri dönülmesi zor bir noktaya demir attı Türkiye. Bu hafta ilk defa sayfalarımızı açtığımız konuk yazar Adil Yapar tam da bu konuya değiniyor. Yakın tarih ve cumhuriyet konularındaki fikirlere bazı itirazlarımız olsa da olayların perde arkasına bakan bu yazıyı beğendik ve ilginize sunuyoruz.
MY
“Yes, we can!” – bu slogan Kenyalı siyahî bir baba ile İrlanda asıllı beyaz bir annenin çocuğu olan Barack Hussain Obama’nın Amerikan Başkanlık seçimleri yarışına eşlik eden ve vaat edilen değişimden ziyade, ‘Evet, biz bir zenciyi başkan seçebilecek olgunluktayız. Biz bunu yapabilecek bir seviyedeyiz.’ anlamını da içerleyen bir ifadedir. Açıkçası, ben ABD halkı hakkında bu kadar olumlu fikirlere sahip değildim ve tüm anketler Obama’yı Cumhuriyetçi rakibi McCain’in önünde gösterdiyse de, ABD’li seçmenin seçim kabinine girdiğinde ‘Bradley’ etkisinin tesirinde kalarak son anda ‘Beyaz Saray’a zenci bir adayı seçemem’ diyerek, anketlerde bildirilenin aksine McCain’in lehinde oy vereceğini sanıyordum.
Umutlandıran gelişmeler (Adil Yapar)
Bilindiği gibi 1982 yılında Kaliforniya eyaletinin senatörlüğüne aday olan Los Angeles’in sevilen siyahî Belediye Başkanı Tom Bradley’in anketlerde açık farkla beyaz rakibinin önünde görünmesine rağmen, seçmenin son anda karar değiştirmesi sonucunda yenilmesi olgusuna Bradley etkisi denmiştir.
Seçim gecesini uyumadan geçirmiştim. Açıkçası, beni bu seçim sürecinde bu kadar heyecanlandıranın Bush yönetiminin bende yarattığı tiksinti ve bıkkınlık ile ABD’nin bu yönetim altında sergilediği zorbanın mı, yoksa vatanımdan uzak bir yerde büyümüş bir göçmen çocuğu olarak, benzer bir kaderi paylaşan Barack Hussain Obama’nın beklenen başarısı mı olduğundan tam emin değildim. Her ne olursa olsun, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanının siyahî olmasından öte, Müslüman kökenli olup, ikinci adının Hüseyin olma ihtimali, benim heyecanlanmam için neden olarak yeterliydi bile.
Seçim gecesi Obama zafer konuşmasını yaptığında onu canlı olarak CNN International televizyon kanalı üzerinden izledim. Onu dinleyenlerin arasında birçok kişi gibi, benim de gözlerim dolmuştu. İnsanlık öldü varsayımı ile yaşayan biri olarak, bir anda türüm adına bir umut kıvılcımı yakaladığımı hissetmiştim.
“Yes, we Cem!” – Almanya’da Yeşiller Partisi’nin parti başkanlığına seçilen Cem Özdemir ile Almanya tarihinde ilk defa yabancı asıllı birinin parti başkanlığına seçilmesi olayı üzerine, Zaman gazetesi bu çok zekice bulduğum manşeti atmıştı. Yeşillerin bu parti kongresini de aynı ABD başkanlık seçimi gecesi gibi televizyondan canlı izlemiştim. Cem Özdemir’in adaylık konuşmasını ve seçildikten sonra da teşekkür konuşmasını dinlemiştim. Kendini Anadolulu bir Schwaben’li (büyüdüğü, yöresel ağzı ve halkının çalışkanlığı ile meşhur Almanya’nın Schwaben bölgesine istinaden) olarak tanıtan Cem Özdemir, konuşmasının sonunda, kendini dünyaya getiren annesi ve babası gibi, tüm Anadolulu göçmenlere Almanya için verdikleri fedakârlıklardan dolayı teşekkür etmişti.
Yine gözlerim dolmuştu ve kısa süre içerisinde ikinci defa insanlık için umutlandığımı hissetmiştim.
“TRT Şeş – Bixêr be” – Türkiye Cumhuriyeti, demokratik geçmişi ve yapısal, hukuksal ve teknik bakımdan altyapısı olmadan düşman güçlere karşı verilmiş büyük bir mücadele sonucunda kurulmuş olan bir devlettir. Bu kadar olumsuz başlangıç koşullarına rağmen, cumhuriyetimizi kuranların birçok alanda dünya tarafından şaşkınlıkla izlenerek takdir edilen mucizeler yarattıkları bir gerçektir.
Birçok kez sınandı, cumhuriyetimiz. Darbeler yapıldı, demokrasi tam yeşermeden ayaklar altına alındı ve halka hizmet ilkesini göz ardı eden yönetimleri yaşadık. Türkiye sınırları dahilinde yaşayan onca değişik halkın aynı çatı altında birleştirilerek hepsine ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ diyerek aslında hepsine ortak bir ulusal kimlik kazandırmaya çalışan Atatürk’ün bu meşhur sözleri, ne var ki farklı yorumlanarak, etnik Türk olmayanları tecrit etmek ve ikinci sınıf vatandaş ilan etmek için istismar edilegeldi.
Halkımızın önemli bir kısmını teşkil eden Kürt ve Zaza’ların varlıkları, uzun yıllar boyunca görmezlikten gelinmiş, Kürt’lerin bir nevi ‘Dağ Türkü’ oldukları ve Türkçeden farklı olarak Hint-Avrupa dil ailesine ait olan Kürtçenin aslında bir Türk lehçesi olduğu tezine kadar, değişik yalanlama senaryoları denendi, yazıldı, savunuldu. Binlerce yıl aynı kaderi paylaşmış, aynı kültürle harmanlanmış, kimi yerlerde kimlik tayın edilemeyecek kadar kaynaşmış olan bu iki halk arasındaki düşmanlık tohumlarının harici güçlerin ektiğini söylersem, herhalde yaygın suçu dış güçlerde arama polemiğine girmiş sayılmam.
Bu tohumlar meyve vermeye başladığında, daha çiçeği burnunda cumhuriyetimiz, Osmanlı Devleti’nden ayaklanarak kopan Müslüman ve Müslüman olmayan halklardan alınmış olan dersler ışığında Kürtlere de olasılı bir düşman unsur gibi bakmaya başlamıştı. Anadolu yerine daha çok Macaristan gibi Balkan Vilayetlerine yatırımlar yapmış olan Osmanlı zamanından beri ihmal edilegelmiş bir coğrafyada yaşayan bu insanlara ikinci sınıf vatandaş ve muhtemel bir vatan haini muamelesi yapılmaya başlanmıştı. Buna karşılık, buradaki halk henüz tanıştığı cumhuriyete ısınmakta zorluk çekmekteydi. Olaylar karşılıklı tırmanmış, 1938 olaylarında Kürt ve Zaza hafızalarına kazınan önemli kopukluklar meydana gelmişti. Daha sonra Türkiye gibi tüm dünyayı sarsan ideolojilerin mücadelesi, bu bölgeye de damgasını vurmuştu. Mücadelelerde kardeş kardeşi öldürdü ve hala öldürmeye devam etmektedir. 1990lı yıllarda yoğun olarak bölge halkına karşı şiddet uygulandı. Köyler boşaltıldı, insanlar yurtlarından edildi. Birçok insanın kafasında, bu devlet bana böyle davranıyorsa, bu devlet benim devletim olamaz görüşüne kavuştu, dağa çıktı, bir alternatif vaat eden PKK saflarında yer aldı.
Şimdi ise benim ülkem, çok gurur duyduğum bir şey yaptı. “Kardeş!”, dedi. “Sen de bizdensin!” dedi. Ülkemin başbakanı daha birkaç yıl önce alenen konuşulması yasak olan Kürtçe dilinde vatandaşına seslendi TRT 6, yani Kürtçe ve Zazaca yayın yapan TRT Şeş’in açılışında hayır dileklerini Kürtçe olarak dile getirdi.
Bu kanalın, her türlü zorluğa ve dirence rağmen yayın hayatına girmesinin Türkiye tarihinde önemli bir mihenk taşı olduğunu düşünüyorum. Şimdiden bir takım kışkırtıcı kimselerin komplo senaryoları çizerek, memleket satılıyor, Kürtlere emanet ediliyor, Türklük tehlikede polemiği ile TRT 6’yı da örnek gösteren e-postaları yollayacaklarını ve bu tür iletilerin düşüncesiz kimseler tarafından üstel bir çoğalma göstererek yayılacağından adım gibi eminim. Ancak her şeye rağmen, uzun bir aradan sonra, tekrar memleketimden gurur duymama neden olan bir olaydır bu. TRT Şeş – Bixêr be!
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
5 Yorum
Yazan:Ali Duman Tarih: Oca 4, 2009 | Reply
Başta KÜRT sorunu olmak üzere, Türkiye’deki tüm sorunların tek çözüm reçetesi DEMOKRASİ ve DEMOKRATİKLEŞMEDİR. Ancak silah, savaş, kan, terörden beslenen rantcılar ülkede sürekli kaos ortamı, terör yaratarak ve hatta kardeşi kardeşe vurdurarak servetlerini nasıl katladıklarını uzun yıllardır izlemekteyiz. Elbetteki bu böyle gitmeyecektir, her türlü TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ uygulamalarına rağmen TÜRKİYE halkaları hak etmiş oldukları mertebeye ulaşmak için DEMOKRATİKLEŞME yolunda atılan adımlardan geri dönmeyeceklerdir. Bu uğurda mücadele etmek herşeyden önce bir insanlık görevidir. 10 milyona yakın işsizin ve had safhada yoksulluğun bulunduğu ülkemizde, TBMM’de yapılan bütçe görüşmelerinde söz alarak konuşma yapan SÖZDE SOL ana muhalefet partisinin tek bir kelime dahi İŞSİZLERDEN ve YOKSULLUKTAN söz etmemesine şahit olduğumuz bu ortamda, kürtçe kanal açılıncaya kadar Kürtlerin CHP’si olan DTP’nin de ne hazindir ki tek bir kez ANA DİLLERİ için mücadele ettmediklerine şahit olduk. Zira ÇÖZÜMSÜZLÜKLERİYLE ne kadar da birbirlerine benziyorlar. DTP’den beklentim en azından KÖTÜNÜN İYİSİ olarak kabul ettiğim, kürtlerin AKP’si olabilmesidir. Zira 21 nci yüzyılı 20.nci yüzyıldan kalma çürümüş milliyetçi fikirler götürmeye çalışanların her defasında nasıl duvara tosladıklarını (çarşaf açılımı vs.) ibretle izlemekteyiz. Dünyayı BİR YÜZYIL GERİDEN takip eden CHP’nin izdüşümü olmaktansa, demokratikleşme ve demokrası açılımlarını karınca kararınca ve askeri vesayetçi demokrasi ortamında uygulamaya çalışan ve bu anlamda çağı yakalamaya çalışan AKP’nin izdüşümü olmak evladır. (kötünün iyisi anlamında)
Herşeye rağmen 80 yılın sonunda KÜRT KARDEŞLERİMİZİN ANA DİLLERİNDE BİR KANAL SAHİP OLMALARINI KUTLUYOR, DAHA FAZLA DEMOKRASİ İLE BİRLİKTE TÜM HAK İHLALLERİNİN SON BULMASINI DİLİYORUM.
Yazan:Adil Yapar Tarih: Oca 5, 2009 | Reply
Sayın Ali Bey,
Dileğinize aynen katılıyorum. Yorumlarınız için teşekkürler.
Adil Yapar
Yazan:elif dedim Tarih: Oca 6, 2009 | Reply
Sayin Adil Yapar
Guzel temennilerinize katiliyorum. Fakat yakin tarih, cumhuriyet ve Osmanli hakkindaki fikirlerinizin coguna katilmiyorum.
Musaade ederseniz kucuk bir elestiri yapacagim.
Osmanlı Anadolu’yu yalnızca sömürmüş, tek bir çivi çakmamıştır. Anadolu’ya ne yapmışsa Selçuklular yapmıştır! dusuncesinin bir yan urunudur yazdiklariniz.
Bir kere nereye yatirim goturmemis Osmanlı, Anadolu’ya goturmesin? Bu Cumhuriyet’in kuruluş dönemine ait kılıç artığı görüşlerin daha ne kadar esiri olacağız?
Afakî konuşmak yerine, bana somut olarak mesela Osmanlı şu şehre tek bir çivi çakmamıştır, desinler. Yok böyle bir şehir.
Olamaz da. Soyle bir etrafınıza baksanız, hakikati göreceksiniz aslında.
Öyleyse gelin, Diyarbakır’ın camilerine, hamamlarına değil, zamanın ticaret merkezleri olan hanlarına göz atalım ve bakalım Osmanlılar, İstanbul’un fethinden 100 yıl sonra fethettikleri bu Anadolu şehrine kaç altın çivi çakmışlar?
Prof. İbrahim Yılmazçelik’in değerli araştırması “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır”a (Türk Tarih Kurumu Yay., 1995, s. 89-94) göre Diyarbakır’da bugün ayakta kalmış 3 tane han var: Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı ve Çifte Han; üçü de Osmanlı eseri.
İyi de koca şehirde 3 tane han mı yapmış Osmanlılar? diyeceklere cevabımı hemen doğrultuyorum: Bugün ortadan kalkmış bulunan 17 han ile beraber Osmanlılar Diyarbakır gibi nüfusu 20-30 binlerde seyreden bir şehre tam 20 iş merkezi hediye etmişlerdi. Yaklaşık bin kişiye bir han!
Ornekler cogaltilabilir. Samsun ve Artvin illerinde Osmanlı eserlerinin oranının yüzde 80’in üzerinde olduğunu biliyor muydunuz?
Konya gibi adı Selçuklu ile özdeşleşmiş bir ilimizde dahi, Osmanlı eserleri Selçuklu ve Beylikler dönemi eserleriyle at başı gidiyordu. Kaldı ki, Selçuklu eserlerinin bugüne ulaşmalarını, Osmanlıların tamir ve katkılarına borçlu olduklarıni da unutmamak gerekiyor.
Yani Anadolu’daki Selçuklu medeniyeti bugüne gelebilmişse bu, mutlak bir şekilde Osmanlıların himmet ve gayretleri sayesindedir! Osmanlı’yı aradan çekip çıkarttığımızda Selçuklu cephesinde de büyük bir boşluk açmış olacağımızı hiç düşünmüyoruz nedense.
Daha pek cok tarihi yanilgilariniz da var ama o mevzulara girmeyecegim.
Yanilgilara ragmen,samimi ve icten yazi icin tesekkurler.
saygilarimla.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 6, 2009 | Reply
Yakın tarih ve Cumhuriyetin kuruluş dönemiyle ilgili tespitler tartışmaya açık olmakla beraber,günümüzün toplumsal gerçekliğinin irdelendiği güzel bir yazı olmuş.Bu açıdan sayın yazarın özellikle demokratikleşmeye ve yeni açılımlara duyduğu özlem ve heyecan kısmen tartışmalı olan görüşleri de anlaşılır kılabiliyor.Zira her şeyden önce ayrımcılığa son derece samimi bir karşı duruş var…Temel hak ve özgürlüklere,evrensel değerlere bir saygı,insanların barış içinde birarada yaşayabileceği bir dünya özlemi var.
Sonuç olarak tüm bu insani talep ve temennilerin takdire değer olduğunu düşünüyor ve sayın Adil Yapar’a Derin Düşünce platformuna “tu bixêr hatî”diyorum.
Yazan:Eurovizyona Kürtçe Sarki ile katilalim! Tarih: Mar 15, 2009 | Reply
Sıddık Üçkol şöyle diyor:
YILIN HADİSESİ(!) TRT ŞEŞ
Geçtiğimiz günlerde bir dost meclisinde ahbaplarla geçmişi yad ederken,
bir fırsatını bulup (körü körüne) milliyetçiliğinden emin olduğum bir
ahbabıma son günlerin popüler bir konusu olan Eurovision-Hadise mevzuunda bir
soru yönelttim.Aldığım cevap kafamda ona dair canlandırdığım
milliyetçilik kalıplarına çok uygundu .Sakın, arkadaşımızın İngilizce
şarkı ile Eurovision’a girmemize kesin reddiyelerle karşı çıktığı
düşünülmesin , hatta sıkı bir Hadise hayranı olması onu radikal bir
düm-tek sempatizanlığına sürüklemiş.Ve Türkiye’nin birinci
olacağından da çok emin.Esasında arkadaşımın sorum karşısında verdiği
refleks ve konuyu açıklama şekli, İngilizce bir şarkının gözünü
budaktan esirgemez bir koruması olma nedenini açıklar mahiyetteydi.Hadise…
Aynı ahbabıma cevabını tahmin ettiğim ama mevzu açılması noktasında
faydalı bulduğum bir soru daha yönelttim.(TRT Şeş hakkında ne
düşünüyorsun peki?).Kaşlar çatıldı ve adeta kılıçlar
çekildi.’’Hayır bu bölücülüktür, bizim dilimiz bellidir, taviz
verilemez, milli devletin dibine bombadır’’ nevinden bir dolu klişe ile
mevzuu açıklamaya çalıştı.O an sanki karşımda az evvel (İngiliz)
İngilizcesini şovalye edasıyla savunan arkadaşım değil de başka biri var
zannettim(ama baktım sima aynı sima).Tabi bu arada Ak Partiye de kılıcını
sallamayı ihmal etmedi benim ultramilliyetçi(!) arkadaşım.İngiliz
İngilizcesinin sonuna kadar yanında olan arkadaşım, maalesef sonuna kadar
bir Anadolu vatandaşı olan Kürt kardeşimizin Kürtçesinin
karşısındaydı.Ve bu hal körü körüne, populist vs milliyetçiliğin
vardığı son noktayı teşkil ediyordu avamda.
Şimdinin milliyetçi geçinen tipleri maalesef sorunları mantık süzgecinden
geçirebilecek nitelikten fazlasıyla(!) yoksun.Onların milliyetçilik
damarlarına giden yol duygularından (ama problemli noktalardan)
geçiyor.Eurovision’a İngilizce bir şarkı ile giriyor olmamız, Hadise ve
onun kıvrak sahne figürlerinden dolayı milliyetçi bir problem olma
yeteneğini çoktan kaybetmiş durumda.Konuyu sadece cismani hayranlık
çerçevesinde ele alan arkadaşlar inanıyorum ki Hadisenin aynı kıyafet ve
figürlerle ama bu sefer Kürtçe olarak Eurovision’a katılmasına ses
çıkarmayacaklardı.
İngilizceyi çağın Eurovision gereği olarak gören bu tipler neden TRT
Şeş’i ülkemizin demokratik bir ihtiyacı olarak görmüyorlar?
Eurovision’a İngilizce bir şarkı ile girmeyi çağın gereği ve kültürel
bir zenginlik olarak görenler neden TRT Şeş’i (hem de sonuna kadar)
ülkemizin hem ihtiyacı hem de kültürel zenginliği olarak görmüyorlar?
İngilizceye gösterilen çağdaş ve demokratik tutum neden bizim öz
halkımız olan Kürtlerin Kürtçesine gösterilmiyor?
Bugün bu ülkede TRT Şeş’e karşı çıkanlar gittikçe DTP’nin
sınırlarına kaydıklarının farkında değiller mi? Pkk uzantısı olarak
görülen DTP’nin ‘’kimlikler üzerinde siyaset yapma’’ politikasını
zayıflatan TRT Şeş acaba bizim milliyetçilerin hangi politikasını
zayıflatıyor ki ortalığı vaveylaya boğuyorlar?
Bugüne kadar teröristle mücadelenin ötesine geçip terörle mücadelenin
farkını anlayamadık.Biz sorunun çözümünü hep dağda bir kurşun fazla
sıkmakta aradık.Halbuki bu sadece sivrisineğe dokundu ama bataklık olduğu
yerdeydi.TRT Şeş ve benzeri hamleler gösteriyor ki Türkiye teröristle
mücadeleden terörle mücadele safhasına geçmiştir.Güvenlik elbette
önemlidir fakat çözüm ekonomik ve kültürel boyutlarda
aranmalıdır.Güneydoğumuzun maalesef bugüne kadar kavuşamadığı huzur ve
sükun; ekonomik ve kültürel araçlarda gizlidir ve TRT Şeş bu işin
kültürel bir adımıdır.
Bu adımı yanlış yerlerden tutup yanlış yerlere çekmek gayretinde
olanların ne İngilizce ne de Fransızca Eurovision temsillerini destekleme
hakkı yoktur.Bu yaklaşım başlı başına bir çelişkidir.Bu çelişkinin
ortadan kalkması makul düşünce ile olacaktır.TRT Şeş tehdit değil
zenginliktir.Kürdü, Lazı, Çerkezi, Türkü ile ülkemiz etnik ve kültürel
bir mozaiktir.Bu mozaik bizim kazanımlar noktasında zenginliğimiz ve
farkımız haline getirilmelidir.
Ümit ediyorum ki bu akılcı ve gerçekçi adımın arkası gelir ve bu
bataklık kurur.Kimsenin pencerelerde gözü yaşlı evlat bekleyen
analarımızın yüreğine kor düşürmeye hakkı yok.Eğer çözümü sakat
bacaktan tutarsak daha çok ananın yüreği kebap olur.Bunu hiçbir Türk
annesi arzu etmez hele böyle adı dahi konulmamış bir savaşta…Tüm
bunların ardından ifade edeceğim şey; hükümetin önümüzde ki süreçte
bu adımları ciddiyet ve kararlılıkla şıklaştırması memleketimizin
hayrınadır ve çözüm bu yolla gelecektir.