Sergei Paradjanov Sineması ve ‘Sayat Nova’
By eg on Oca 6, 2009 in Sanat, Sinema
Sergei Paradjanov, ayrıksı ve orijinal sinema diliyle kitleler tarafından çok izlenen bir yönetmen olmasa da, sanat olarak sinemanın en önemli isimlerinden birisidir. Batılı sinema eleştirmenleri tarafından çok iyi bilinen arkadaşı Tarkovsky’nin aksine, ne ülkemizde ne de Batı’da hakettiği ilgiyi görememiştir. Ancak Goddard, Antonioni, Tarkovsky, Pasolini gibi sinema sanatının dev yönetmenleri tarafından büyüklüğü takdir edilmiş, SSCB’de hapisten Luis Aragon, Elsa Triolet ve John Updike’nin yoğun çabaları sonucu çıkarılabilmiştir.
Kendi deyimiyle, Gürcistan’da yaşayan, Ukrayna’da film yapan, Sovyetler Birliği vatandaşı bir Ermeni yönetmendir Paradjanov. 1965’e kadar yaptığı ilk dönem filmleri, genelde sosyalist realizme uygun, sıradan denebilecek filmlerdir. “Andriesh” ve “Ukrainian Rapsody” bu dönemlere ait sözü edilebilecek filmlerindendir. Ancak, Paradjanov’u, sinema sanatında bugün bulunduğu yere taşıyacak olan ilk film, 1964’te “Tarkovsky’nin ‘Ivan’ın Çocukluğu’ filmini izlemeseydim asla bu filmi yapamazdım” diyeceği “Unutulmuş Ataların Gölgeleri (Shadows of Our Forgotten Ancestors)” filmidir.
“Unutulmuş Ataların Gölgeleri”, Paradjanov’un kendi deyimiyle, hayatın yeni bir algılama biçimine aşina olmaya başladığı bir milattır. Ondan sonra yapacağı filmlerin biçimsel öğelerini göstermesi açısından da önemli bir filmdir. Romeo ve Julliet hikayesine benzeyen bir aşk hikayesidir bu film; ancak, anlatımı açısından oldukça ayrıksı bir yerde durur. Bu filmle birlikte Paradjanov, yoğun dinsel imgeler kullanmaya başlamış ve İncil hikayelerindeki çok katmanlılığı amaçlamıştır. Kullanılan kamera açılarının orjinalliği (mesela ağaçların alttan göğe yükseliyormuş gibi çekilmesi, kesilen ağaçların düşmesinin kamera ile birlikte görünmesi gibi…) ve yoğun imgeleri ve sembolleriyle görsel açıdan büyük bir eserdir “Unutulmuş Ataların Gölgeleri”. Bu filmle birlikte, sosyalist realizmin biçimsel kurallarını çiğneyen ve ruhsal olanı amaçlayan Paradjanov, SSCB’de yasaklanacak, uzun yıllar hapis yatacaktır.
Bu filmden sonra, bu yazıda detaylıca incelenmeye çalışılacak olan “Sayat Nova” (Narların Rengi ‘Color of Pomegranates’ adıyla da bilinir) sadece dünya sinema tarihinin değil, dünya sanat tarihinin de en önemli eserlerinden birisidir.
“Suram Kalesi Destanı (Legend of Suram Fortress)” bir Gürcü halk hikayesini, yine Paradjanov’a has bir sembolizmle perdeye yansıtır. “Alegoriler, metaforlar, şiirsellik çocuk bakışını perdeye yansıtmak için önemlidir” diyen Paradjanov, bu filmde de geleneksel anlatım kalıplarını çiğneyerek ve resim ile müzikten faydalanarak şiirsel bir anlatıma ulaşıyor.
Lermontov’un, bir Türk kızından duyarak yazdığı bir halk hikayesinden uyarlanan “Aşık Garib (Ashik Kerib)” yine bir aşk hikayesini temel alır. Ancak son filmlerinde olduğu gibi, bu filmde de Paradjanov, geleneksel mizanseni ve hikayeleme yöntemlerini kullanmak yerine, şiirsel bir bakışı (yukarıda kendi anlattığı çocuk bakışını) tercih eder. “En iyi film, sağır ve dilsiz kişiler için yapılan filmdir. Çok fazla konuşuyoruz, çok fazla kelime var. Benim niyetlendiğim konuşmanın ötesine geçen saf güzelliği bulabilmektir” diyen Paradjanov, bu son filminde de saf güzelliğe ulaşabilmek için çabalamıştır.
İnsanın metafizik arayışının iki kanadı vardır. Bu iki kanat, birlikte bu arayışı anlamlı hale getirirler. Bunlardan birisi hakîkat arayışı, diğer ise güzellik arayışıdır. “Güzellik kurtaracak dünyayı” diyen Dostoyevski’nin kastettiği güzellik, sanırım bu metafizik arayışın hakîkat ile birlikte temeline oturan ve bu arayışı tamamlayan şeydir. İnsanda gizli olan “Rahmanî” yönün işaret ettiği güzellik!
“Sayat Nova” filmi 18.yy’da yaşamış bir Ermeni halk ozanı ve şairin hikâyesini anlatır. “Arut Sayadian” ya da “Sayat Nova” olarak bilinen şair Ermenice, Gürcüce ve Azerice şiirler yazmıştır. Film, bu şairin hayatını, klasik anlatı kalıplarıyla, kronolojik bir şekilde hayatındaki merhaleleri tarihleyerek vermek yerine; şairin acılarını, aşkını, şiirine malzeme olan konuları görüntü şiirine yedirerek verir. Bunun için yapılan şey de yoğun olarak imge kullanmaktır.
Paradjanov, filmini “Sayat Nova, bir İran hazine sandığına benziyor. Dışı olağanüstü güzel ve ayrıntılıdır. Sandığı açınca dışındaki güzellikten ve ayrıntılardan çok daha fazla detay görülür” diye tanımlar. Gerçekten de “Sayat Nova” İran minyatürlerine benzer. Ortaçağ Ortodox Hristiyan resminde, Doğu resminde ve İslam minyatürlerinde görünen şeyler; perspektifin olmaması, tanrısal bir bakış açısı, tek tek fertlerin psikolojileri yerine, insan imgesi üzerine yoğunlaşma, Sayat Nova’yı anlayabilmek için de ipuçları sunarlar.
Aynı zamanda bir soyut resim sanatçısı olan Paradjanov, bu filmde, adeta elindeki fırçasıyla resim çizmiş gibidir. Her sahnesi çok yoğun sembollerle, metaforlarla bezeli bir hazine sandığı gibi olan film, şairinin imge dünyasında da ışık tutmaktadır. Filmin en başında, şairin hayatının alegorilerle, sembollerle, metaforlarla anlatılmaya çalışıldığı söylenir.
“Biz birbirimizde kendimizi arıyorduk!”. Bu mısra, filmde birkaç defa arayazı olarak görünür. Şairin gençliğini canlandıran oyuncunun, aşık olduğu kişi dahil 5 kişiyi daha canlandırıyor olması, aslında filmin bu “minyatürsel” doğasına işaret ediyor bence. Önemli olan “aşk” imgesidir, aşkın özneleri değil! Aşık olduğunda kendini, kendinde de hakîkati bulan insan için artık yüzlerin ne önemi vardır?
“Ben, hayatı ve ruhu acılar içinde olan bir adamım”. Filmin ana teması bu mısradır aslında. Çocukluğundan ölümüne kadar şairin ruh dünyasını yine bir şiirsel formla vermeye çalışan “Sayat Nova” filmi için, saf bir şiir tabiri kullanmak sanırım yanlış olmaz. Trajediyle biten bir aşk; çoğu İncil hikayelerine gönderme yapan dinsel tekamül çabası; bitmeyen acıların getirdiği ruhsal yorgunluk hali; Ermeni geleneklerine ve mitolojisine ait göndermeler, filmin şiirinin üstüne oturduğu konuları oluşturuyor. Ancak bunlar düzenli bir hikayelemeyle değil, şairin ruh durumunun karmaşıklığına işaret eden bir yöntemle verilirler.
Sadece geleneksel film formlarına ve hikayeleme yöntemlerine alışmış insanlar için değil, en aykırı filmlere alışkın sinefiller için bile ağır bir deneyim olabilecek olan gerçekten zor bir filmdir “Sayat Nova”. “Benim meyvem acıdır” cümlesiyle başlayan film, anlaşılmasının zorluğu için de ilk uyarılarını yapar. Ancak, filmin daha ilk sahnesinde, narların suyunun beyaz örtüye döküldüğü ve balıkların beyaz örtü üzerinde atladığı sahnede görünenler gerçekten değişik bir şeyler göreceğimizin garantisini verir gibidir. Minyatürlere has şekilde, üzgün ifadeli, birbirleriyle ayrılması zor yüzlerin kendisini de aşan bir genel imgeye, belki “ayân-ı sabiteye” işaret ettiğini düşünebiliriz.
Şair, bir anlamda bu dünyanın gerçekliğini aşıp, hakîkatle bağ kuran bir insan değil midir ki? “Sayat Nova” filmi de işte böyle bir şairin (Sayat Nova’nın), bir başka şair tarafından (Paradjanov) sezilip, günümüze aktarıldığı bir başyapıttır. Şiirler tercüme edilemezler. En azından dilleri bir başka dile, anlamın ve derinliğin yitirilmesine razı olunmadan çevrilemezler; ama sinema, büyük imkânları ve büyük yönetmenlerinin elinde gelebileceği noktayla şiirleri ve şairleri bile tercüme edebileceğini gösteriyor, hem de tek bir kelime dahi kullanmadan tüm dünya dillerine!
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
1 Yorum
Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 6, 2009 | Reply
bir yönetmen bir başyapıt dizisinin 4.yazısıdır bu. ilk üç yazı
http://www.derindusunce.org/2008/11/22/tarkovsky-sinemasi-sanati-ve-stalker-filmi/
http://www.derindusunce.org/2008/11/30/ingmar-bergman-kis-isigi-film/
http://www.derindusunce.org/2008/12/14/kieslowski-sinemasi-ve-dekalog/