RSS Feed for This Post

Ortadoğu’ya barış gelir mi?

Konuk Yazar: Ozan Yardımoğlu

Ortadoğu; batıda Mısır’dan doğuda İran’a,kuzeyde Türkiye ve güneyde Arap yarımadası  olarak sınırları çizilmiş bölge…1800’lerin sonlarından itibaren kendi kaderini kendi tayin edemez duruma gelmiş olan dünyanın kalbi, her geçen gün kan kaybetmeye devam ediyor.İmparatorlukların kepenklerini indirmesi ve ulus devlet çağının başlamasıyla meydana getirilen çoğu yapay  ve sömürge haritalarının bugüne yansıması olan  Ortadoğu devletleri bugün kendi kaderini   kendi tayin etmek istiyor,  eskiden olduğu gibi.Bu tayin etme sürecinde ise  ortaya çıkan ana karakterler ne yazık ki  Ortadoğu halklarına gözyaşı ve kandan daha fazlasını vaat etmiyor.Bu karakterler sömürgeciliğin bir nostaljiye dönüşmesi korkusunu içinde taşıyan ve modernize edip Ortadoğulu insanların kapılarına kadar servis yapma zahmetinde bulunan Batılı müttefikler ya da bölgenin kurtuluşunu hedeflediğini öne süren 21.yüzyılın insan hakları,demokrasi gibi değerlerini  görmezden gelen ve ortaçağ hasretini kurduğu bölgesel yönetimlerde arayan ve daha fazlasını isteyen Radikal İslamcı örgütler. Bu iki kısır döngü arasındaki savaşımın bölgeye kazandırabilecekleri ise bugüne kadar kazandırabildiklerinden fazlası değil.

          Yönetsel geleneği merkeze bağlı   aşiret yapılanması olarak  gözlemlenen Ortadoğu sorunun ana temeli de bugün bölgeyi birleştirebilecek ve bölge ülkelerinin entegrasyonunu sağlayıcı misyona sahip bir merkezin var olmaması. Emevi ,Abbasi,Osmanlı İmparatorlukları’nın merkezi birleştiriciliklerinin sonrasında sömürgeci paylaşımın pergellerle ayırdığı coğrafya  bugün  bu birleştirici merkezin eksikliğini dolduramamakla birlikte yeni işgallerle parçalanma sürecini yaşamaya devam ediyor.Şam,Bağdat ve sonrasında İstanbul’un gerçekleştirdiği bu birleştirici rolü bugün üstlenebilecek bir merkez olmamakla birlikte bu merkez noktası için adaylar da yok değil.Bugün bu merkez eksikliğini doldurmaya en büyük iki aday Washington ve Riyad olmakla birlikte bu iki aktörün de bu boşluğu doldurabilmeleri yakın bir gelecek de pek de mümkün görünmüyor.Bir dönem Nasır dönemiyle  merkez misyonunu gerçekleştirmeyi hedeflemiş Kahire de bugün bu noktadan çok uzaklarda.Bölgenin feodal ya da yarı-feodal süregelen yapısı ise demokratikleşmenin önünü kestiği gibi aynı zamanda bölgesel entegrasyon sürecini olumsuz etkilemesi de yeni açılımların önündeki en büyük engel.Aşiretlerin devlet gibi kendi politikalarına sahip olmaları devletsel ve bütünsel politikaların da yolunu tıkaması belki de en önemli noktalardan birisi.

       1800’lerin sonlarında Osmanlı’da II.Mahmut ve Mısır’da ise  Mehmet Ali Paşa’nın Batılılaşma Reformlarıyla bir dönemin ve de bugünün sekülerizm yanlısı kadrolarını meydana getiren Mısır ve Türkiye  ise bölgede model gösterilmekle birlikte varolan altyapısal uyumsuzluk nedeniyle modelliklerini sadece kavramlar üzerinde gerçekleştirebilen ve tüm bölgeyi kapsayan öncü rollerini bir kenara bırakmış Washington tarafındaki rolleri dışında yeni bir rol üstlenmemekte kararlı ülkeler durumundalar. Yeni-Sömürgecilik ve Radikal İslam arasında bombalar altına sıkışmış olan Ortadoğu’da Irak ve Filistin’den sonra işgal edilecek ülkeler, haritalarında sıralarını bekliyorlar.SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bölgenin kendi kaderini kendisinin tayin etmesinin savaşımını veren sekülerizm yanlısı iktidar ve kadroları kimisi tarih sayfalarına gömülürken, kimisi ise aynı kaderi paylaşmamak için direksiyonunu Washington tarafına çevirmekten başka bir çare bulamıyor.Bölgenin özgürlük savaşçılığı bayrağını Radikal İslamcı örgütlerin ele geçirmesi ise işgallere meşru bir sebep hazırlamakla kalmıyor , Ortadoğuluların  bireysel hak ve özgürlüklerinin  kim tarafından yok edilmesinin daha doğru olacağı sorusunu kafalarda uyandırıyor.Sömürgeciler ve Radikal İslamcılar’ın belki de tek ortak yanı bireyin hak ve özgürlüklerini görmezden gelmeleri ve çizdikleri çerçevenin dışındakileri yok saymaları.Washington ekseninin bir parçası olan İsrail ise yeni-sömürgeciliğin Ortadoğu acenteliği rolünü gayet başarılı bir şekilde üstlenmiş durumda.Nazizm ve Holokost  döneminde yaşadıklarını her yıl yeni sinema yapımlarıyla duyurmaya devam etmelerine rağmen geçmişte yaşadıklarını unutmuşa benzeyen Siyonist kadrolar  artık milyonlarca dolarlık bütçeleriyle hazırladıkları sinema yapımlarıyla dünyanın kalbi Ortadoğu’daki akıttıkları kanların, öldürdükleri çocukların  üstlerini örtemiyor,gizleyemiyor.

        Tarih sayfalarında Haçlı Seferleri olarak adlandırılan işgal ordularının bugün çok daha güçlenmiş bir şekilde  İsrail’de konuşlandırılmış bu kadrolarla birlikte  ilerleyişini sürdürmesi,.etnik ve mezhepsel ayrılıkların her geçen gün daha da keskinleşmesi ve bu keskinleşme karşısında Ortadoğu’da birleştirici rolü üstlenmek isteyenlerden birisi olan Tahran’ın da bu nedenle bu amacından çok uzakta olması fotoğrafın diğer tamamlayıcı ögeleri. Aşiretler federasyonu olmaktan kurtulamamış bölgede kendi kararını kendisi veren bir Ortadoğu için sekülerizm yanlısı kadroların bir dönem demokrasi gibi bir kavramı unutarak tepeden inme darbelerle yaşama geçiremediklerini bugün tabandan  bir hareketle  gerçekleştirebilmeleri de oldukça güç .

           Ortadoğu’daki bu merkez eksikliğini giderebilecek tek seçenek ise bölgenin kendi içinden küresel dünyayla  uyuşmazlık yaşamayacak,insan hakları,demokrasi gibi insanlığın büyük mücadelerle elde ettiği bu kavramlara sıkı sıkıya sadakat gösterecek,bireysel hak ve özgürlükleri  düşüncesinin odağına oturtacak bir hareketin  gerçekleştireceği bölgesel bir entegrasyon ve küresel dünyayla bu entegrasyonun bütünleşmesi olarak düşünülebilir.Bu tür bir hareketin karşısındaki asıl tıkanıklık ise bölgedeki gücü ve nüfuzunu radikal İslam dayanağıyla birlikte kaybetmek istemeyen Riyad ve ortakları.Bugün Ortadoğu’da kalıcı bir barış için yeniden bir merkeze; Şam’a, Bağdat’a, İstanbul’a ihtiyaç olduğu çok açık.Akacak kanlarla ve Radikal yeşil bayraklarla bölgenin  kendi kaderini kendisinin tayin etmesi ve tekrar dünyaya eklemlenebilmesi oldukça zor gözüküyor.Bölgede demokratikleşme sürecini aramak artık şuan için sadece bir hayalcilik göstergesi.Demokrasi yanlısı bir merkezin öncülüğünde bölgede oluşturulacak katılımcı bir yapılanma içinse şüphesiz aşiret,feodalizm,mezhep,etnik unsur gibi kavramların yerini sivil toplum,katılım,sendika,sanayileşme,kentleşme,demokrasi ve insan hakları gibi kavramların alması gerekiyor.Monarşinin dahi hala devam ettiği bölge ülkelerinde bunu başarmak imkansız gibi gözlemlense de  bu tür yönelimli bir hareketin bölge için tekrar çıkış noktası teşkil etmesi her türlü olumsuzluğa rağmen teorik anlamda da olsa geçerliliğini koruyor.

          Humeyni,Hamas,Riyad,ABD,Baas,Beyrut,fundamentalizm,Dubai, Londra,AB,Barzani, Gazze,Felluce, El-Kaide,Bağdat,Hizbullah,Saddam,BOP …… ve bu fotoğrafın  içinde bir vesikalık fotoğraf  dünyanın görmek istemediği….gökten yağan ateşlerle kavrulan,kanlar içindeki Filistinli bir çocuk….Bu fotoğraftan çıkarılacak  barış içerisindeki bir Ortadoğu’yu hayal etmek iyimserlik gibi yorumlansa da  Ortadoğu’nun  insanlık doğrularına  ve demokrasiye gönülden bağlı aydınları için böyle bir kıvılcımı ateşlemek hiç de zor değil… İsrail  ve Hamas’ın  roket saldırıları eşliğinde Ortadoğu’da unutulanların belleklerde tekrar canlandırılması ve bir umut ışığı arayışı belki de bu yoldan geçmekte…

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:İbrahim Ahmed Tarih: Oca 7, 2009 | Reply

    Hoş bir yazı lakin, içine bolca batıl da boca edilmiş mesela , “Bölgenin özgürlük savaşçılığı bayrağını Radikal İslamcı örgütlerin ele geçirmesi ise işgallere meşru bir sebep hazırlamakla kalmıyor , Ortadoğuluların bireysel hak ve özgürlüklerinin kim tarafından yok edilmesinin daha doğru olacağı sorusunu kafalarda uyandırıyor.”
    Mesela en katı örneği ele alalım. El-Kiade’nin Afganistan’ın yönetimine gelmesi niçin meşru bir işgal sebebi oluyor. Hem yabancı bir güç tarafından..
    Bu yazının mantığıyla Hamas’ın kontrolündeki Gazze’nin işgali meşru görülebilir değil mi?

    Ayrıca yazar herhangi bir İslami yapının adeta zorunlu olarak yok edeceği (ön)yargısından hareket ediyor ve haliyle yanlış neticelere varıyor. Bir araya gel/e/meyecek isimleri bir araya getiriyor..

    Ortadoğu da en büyük eksikliğin demokratik kültürün olmadığı ise doğru.

  3. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Oca 8, 2009 | Reply

    Demokratik kültürün olmayışı, bu topraklarda yapılan bir savaşı/kıyımı batı tarzı demokrasiler tarafından baskı ve zulüm altında yaşayan insanları özgür dünyaya dahil etmesavaşı olarak nitelendirmelerine sebep oluyor.

    Devletin içindeki petrol çetesi nemalanıyor, kamuoyu kalaşnikof ve intihar bombacılarının arasından yükselen alternatif kötü dünya sahnesinde ikna ediliyor, özgürlüğü kavrayamamış özgürlükçüler ise bu görüntüleri ve gerçekleri baz alarak durumları meşrulaştırıp zorla coğrafyaları özgürleştiriyor.

    İşte burada Hamas’ın gücü ölçüsünde bu zinciri kırabileceği nokta radikalleşmeden , dünyaya demokrasi dağıtanlardan daha demokratik, özgürlük yağdıranlardan daha özgürlükçü olarak batı kamuoyunu ikna etmek ve bunları harekete geçirmek, ancak onyılların cesetleri üzerine bina edilecek bu hoşgörü talebi ne çeşit bir sağduyuyla yada liderle gerçekleşebilir?
    Ümit etmek oldukça güç yinede bir ışık sızıyor gazze duvarları arasından, bir çocuk gülümsüyor.

  4. Yazan:altar Tarih: Oca 9, 2009 | Reply

    çok klasik olacak ama hamas,el kaide gibi sözde dinci örgütleri destekleyenler ile vaad edilmiş topraklara saldıranlar aynı kişiler…gerisi teferruattır…bu arada geleceğe dikkatlice bakarsak; güneydoğumuzda da vaad edilmiş toprakları bulunmaktadır…şu an türkiye de oynanan oyunları başarıya ulaşırsa, güneydoğuda kukla bir devlet kuracaklar ve sonrasında vaad edilmiş topraklara kavuşacaklar…
    basit bir yorum oldu sanırım 🙂 kapitalist ve emperyalistlerin çıkardığı yeni kelimelere …açılım…:) sahib değilim…:)
    şunu söyleyebilirim;samimiyetim benim referansımdır.saygılarımla….

  5. Yazan:Ali İmdat Tarih: Oca 15, 2009 | Reply

    “…Yönetsel geleneği merkeze bağlı aşiret yapılanması olarak gözlemlenen Ortadoğu sorunun ana temeli de bugün bölgeyi birleştirebilecek ve bölge ülkelerinin entegrasyonunu sağlayıcı misyona sahip bir merkezin var olmaması…” demiş yazar.amma vekalin kanaatimce sorunun ana temeli bir merkez arayışıdır,daha doğrusu ana sorunlarından biri.insanların bir çobana ihtiyacı yoktur,21. yüzyılda dahi hala bir otoriteye bağlılık,hala bir yerlere yamanma ve medet umma kısacası hala bir çoban arayışı varsa bu insan sürülerini gütmeye gönüllüler elbette çıkacaktır ve istedikleri gibi at koşturacaklardır.

  6. Yazan:Nail ASANGÖNCÜ Tarih: Şub 10, 2009 | Reply

    Sevgili Ozan, bu yazı gerçekten özveri ve çalışma sonucu ortaya çıktığını daha ilk bakışta hissettiriyor. Ayrıca biraz olsun duruma dışardan bakarak -özellikle bu hale getirilen- bilgi ve yüzeysel kişisel yargı kirliliğinden uzak kalabilmişsin. Benim eklemek istediğim şey arkadaşlarında değinmiş olduğu konu: Bölgede liderlik yapan aşiret, aile, fragsiyon, parti, örgüt gibi yapıların ideolojik yaklaşımlarının bu acılara sebep olması konusu. Benim görüşüm akan kanın sorumlusu bizzat bölgenin kendisidir. Bunu şu şekilde açıklamak isterim: Bu bölge kültürel, jeopolitik ve hem yeraltı hemde yerüstü kaynakları açısından üzerinde yaşayan halkın zayıf kalması durumunda (burda fikirlerimiz aynı sanırım) onların iradelerine bırakılamayacak kadar değerlidir. Osmanlı Devleti’nin son günlerinde başlayan Yahudi yerleşimine yerli halkın verdiği tepki sonucu bölgenin devamlı sıcak kalmasını sağlayacak olan “birarada yaşayamama” durumu ortaya çıkmıştır. Bu durum Arap ülkeleri arasında “Arap liderliği”(İsrail’le olan savaşlarında Mısır ve Suriye’nin savaşta oynadıkları rolleri incelemenizi öneririm), bölge ülkeleri arasında mezhep çatışması, süper güçler arasında dünya liderliği rekabetlerine bölgenin ev sahipliği yapmasını sağlayan mükemmel platformu oluşturmuştur. Bölgede hakim olan görüş ve düşünceler ise Sovyetlerin yıkılmasından sonra dünya dengelerinin tek taraflı bozulması sonucu bölgeye hakim olmak isteyen batının bölge halkı dahil olmak üzere bütün dünyaya psikolojik savaşla “radikal” olarak kabul ettirilmesine kurban gitmiştir. Konuyu daha fazla dağıtmadan kendi ülkemizdede yıllardır üstün değer olarak gördüğümüz şeylerin gözümüzde radikalleşmesi için gösterilen çabanın farkına varmamız gerektiğini söylemeliyim. En azından ülkesini canı pahasına korurken girdiği çatışmada yaralanıp tekerlekli sandalyeye mahkum olan, şehit olan yada kanına sıra gelmediği için terini akıtan kişilerin mücadelesinin ve ülkenin ideolojik temelini oluşturan Kemalizmin de şu günlerde “radikalleştirildiğini” görelim.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin