Liberalizm bir Atatürk ilkesi olabilir miydi?
By Emre Er on Oca 10, 2009 in Ekonomi, Kemalizm, Liberalizm
Atatürk yaşamı süresince iki farklı ekonomi politikası uyguladı. Birincisi doğru algılanmış ve uygulanmış olsaydı şu anda bütün atatürkçüler aynı zamanda liberal hatta bazılarımızın deyişiyle “liboş” olacaktı. Doğrusu atatürkçü arkadaşlarımın ekonomi görüşlerinin kendi düşüncelerinin bir sonucu değil tarihin bir cilvesi olduğunu düşündüğümde içim bir hoş oluyor. Bakıldığı zaman her iki politikanın uygulanmasında da çok ciddi hatalar yapılmıştır. Başlangıçta yapılan yanlışlar sonraki dönemlerde çok pahalıya mal olmuştur.
Atatürk’ün birinci politikası liberal unsurları ağırlıkla içermekteydi; esasları Lozan Anlaşması imzalanmadan 4 ay önce toplanan İzmir İktisad Kongresi’nde ortaya kondu. Devlet özel işletmeleri destekleyecekti; ancak kendisi alt yapı yatırımları dışında ekonomik faaliyetlere doğrudan girmeyecekti. 1930 yılına kadar benimsenen liberal ekonomi politikaları uygulanamadı. Çünkü liberal devletler para babaları ile iyi geçinmek zorundadırlar. Cumhuriyet ise yatırım yapabilecek paraya sahip feodal beylerden korkmanın da ötesinde tiksinmiştir. Eksik modernleşme okumalarıyla onları bir önceki çağın temsilcileri olarak görmekten öteye gidememiştir. İkinci dönem 1930’da başlar. İlki 1933’te uygulanan kalkınma planları devletçiliğin simgesidir. Bu dönemin en büyük hatası ise modern ekonomiden sadece sanayileşmeyi anlaması, tarımı ikinci plana atmasıdır. Ülkemizde traktör kullanımı, İzmir İktisad Kongresi’nden 27 yıl sonra 1950 yılında Demokrat Parti hükümeti kurulana kadar yaygınlaşmamıştır.
Toplumsal gelişim ekonomi yani alt yapı ile başlar. Ekonomik gelişme ise çağın üretim araçlarını kullanmakla sağlanabilir. Feodal ekonomi yapısından modern üretime atlamak elbette kolay değildir. Ancak feodaliteyi bebeklerin dış dünyayı algılaması gibi sadece bakarak incelerseniz bir değişimi başlatmak dahi imkansız hale gelir. Feodal yapının ana unsuru olan derebeyler bebeğin algılamasıyla despot acımasız insanlardır. Ancak sanılanın aksine sistemi dönüştürebilecek olanlar da onlardı; çünkü modern gelişmenin en çok ihtiyaç duyduğu kapitale sahiplerdi. Modern üretim seri halde yapılır, ucuza mal eder; fakat ilk yatırım maliyetleri üretim araçlarının pahalı olması nedeniyle yüksektir. Eskiden tarla sürmek için bir öküz bir saban yeterliyken şimdi traktör satın almak gerekir. Verimliliği artırmak için sulama sistemleri kurulur. Böylesine büyük yatırımları yapmaya en yakın kesim toprak ağalarıydı. Ancak Cumhuriyet ağaları kendi otoritesine karşı bir tehdit olarak gördüğü için onlarla işbirliğine yanaşmadı. Aksine toprak reformunu onlara karşı bir silah olarak kullandı. Acaba ağaların toprakları köylülere dağıtıldığında, köylüler ellerindeki üç beş dönüm arazi için nasıl traktör alacaklardı, nasıl sulama sistemleri kuracaklardı? Bu gün dahi şahıslara ait tarım arazilerinin çok küçük olması ülkemiz tarımının en büyük sorunudur.
Modern tarım sanayiyi doğurur, ticareti geliştirir. Bunun bir kaç sebebi vardır. Kapitalist yatırımcılara dönüşen feodal beyler köylerinin ihtiyaç duyduğundan fazlasını üretmeye başlarlar. Üretim fazlası yeni traktörler almak, sulama sistemlerini geliştirmek, kaliteli tohum ithal etmek için satılmalı ve nakite dönüştürülmelidir. Böylece içeride ticaret gelişir. Diğer yandan iş gücü ucuz olduğu için uluslararası pazarlarda rekabet üstünlüğü elde edilir. Böylece tarım ürünleri ihracatı artar. Kazanılan para arttıkça kapitalist daha fazla kazanabileceği ve ürettiğini daha kısa yoldan tüketebileceği yeni üretim alanları arayışına girer. Sanayi bu arayışın bir sonucudur. Fabrika daha yüksek ilk yatırım gerektirirken, daha fazla kazandırır. Diğer yandan pamuk gibi bir çok tarım ürünü fabrikaların ham maddesidir. Ucuza mal edilen tarım aynı zamanda ağırlıklı olarak tarımsal gıda ile beslenen işçinin masraflarını düşürür. Gerek işçi gerekse ham madde maliyetlerini düşüreceği için ve yatırım malı ithalatına döviz temin edeceği için sanayiye geçmeden önce tarımı modernleştirmek çok önemlidir. Türkiye’de ise bunun tam tersi denenmiştir. Cumhuriyet, Demokrat Parti dönemine kadar tarımı bir feodal üretim şekli olarak görmüş, yatırımlarını sanayiye yönlendirmiştir. Bu sermayesi kısıtlı bir ülkede uygulanabilecek en kötü modernleşme yöntemiydi. Modern gelişim süreçleri göz ardı edilerek devlet gücü ile bir ülkenin ekonomisinin modernleşeceği zannedildi. Elbette Cumhuriyetin elindeki para bütün ülkeye fabrika kurmaya yetmezdi. Yetse bile fabrikalar yurt dışından ithal edilen ham madde ve masrafları yüksek olması nedeniyle pahalı olan iş gücü ile verimli üretim yapamayacağı için ürünlerini yurt dışına ihraç edemezlerdi. Döviz kazanamayan ancak dövizle makina teçhizat ve ham madde tedarik etmek zorunda olan bir ekonomik yapı ise sürekli develüasyon ile karşılaşacaktı. Paranın değeri düştükçe fabrikaların döviz cinsinden girdilerinin maliyeti daha da yükselecek ve uluslararası rekabet gücü daha da zayıflayacaktı. Cumhuriyet yerli üretimin kronik sorunlarını çözmek yerine gümrük vergilerini yükselten korunmacı politikaları tercih ederek sorunları 1980’li yıllara kadar taşıdı.
Atatürk’ün harap ve bitap bir ülke devraldığı doğrudur. Ancak çok fakir bir ülkede devletin vergi toplayarak ekonomiyi tek başına modernleştirebileceği düşüncesi kesinlikle bir çelişkidir. Bu nedenle çözüm devletçilik olamazdı ve olmamıştır. Cumhuriyet iki büyük hata yaptı. Birincisi köy ağalarını düşman belleyerek önemli miktarda kapitali modern üretime sokamadı. İkincisi tarımı desteklemeyerek sanayinin ucuz ham madde, iş gücü ve döviz temin etmesini imkansız hale getirdi. Yanlış ekonomik modernleşmenin semptomu develüasyondur. Ne yazık ki hükümetler nedenleri araştırıp ortadan kaldırmak yerine belirtilerin önüne set çekmeyi tercih ettiler. Türkiye modernleşmeye yanlış başlamasının cezasını çok çekti ve hala dış ticaret açıkları vererek çekmektedir.
Çözüm kapitalin görece fazla yoğunlaştığı feodal beylerle devletin işbirliği yapmasıydı. Liberal ekonomi politikaları ancak bu şekilde uygulanabilirdi. Devlet köy ağalarını traktör almaya, sulama sistemleri kurmaya, kaliteli tohum temin etmeye teşvik etmeliydi. Modern tarımla sermaye birikecek, döviz kazanılacak, ham madde ucuza temin edilecekti. Böylece sanayileşmenin önü açılacaktı. Türkiye ekonomisini modernleştirirken Cumhuriyetin ilk yıllarında çok üzerinde durulan eğitim bir şart olmaktan çıkacak, kurulan ekonomi alt yapısı için bir gereklilik olacaktı. Bir başka yazıda ekonomiyi modernleştirmeksizin halkı eğitmenin anlamsızlığını ele alacağım.
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
21 Yorum
Yazan:Osman Nuri Tarih: Oca 10, 2009 | Reply
e oha diyorum baska sey demiyorum. liberalzmi acın da bir ne oldugunu okuyun.ondan sonra gelin atın tutun cahilliginizi bu kadar acık belli etmeyin
Yazan:emre er Tarih: Oca 11, 2009 | Reply
Ancak feodaliteyi bebeklerin dış dünyayı algılaması gibi sadece bakarak incelerseniz bir değişimi başlatmak dahi imkansız hale gelir. Feodal yapının ana unsuru olan derebeyler bebeğin algılamasıyla despot acımasız insanlardır. Ancak sanılanın aksine sistemi dönüştürebilecek olanlar da onlardı; çünkü modern gelişmenin en çok ihtiyaç duyduğu kapitale sahiplerdi.
Yukarıdaki kısım sizin için yazılmıştı.
Yazan:Cüneyd Tarih: Oca 11, 2009 | Reply
Osman Nuri Bey,
sizde bir zahmet iktisat tarihi okuyun, ya da anlamadiginiz konulara burnuzu sokmayin.
Emre Bey güzel bir yazi. Aklinizda örnek olarak galiba ingiliz derbeyleri (gentry) vardi? Ama benim bildigim kadariyla Cumhuriyet öncesi zaten gayrimüslümlerin islettigi bir proto sanayi vardi ve bunlarin cumhuriyetin kurulusuyla gitmleri (nedenlerini burada tartismamaiz lazim degil) genc cumhuriyet icin ekonomik bir insan sermaye eksikligi olusturdu. Tabi genc cumhuriyet bu boslugu balkanlardan ve kafkasyadan gelen müslümanlarlan doldurmaya calisti, ama bu insan cogu ziraatlan ugrastigi icin rumlarin ve ermenilerin boslugunu dolduramadi. Tabi 1929 Büyüh Buhran da gelince, Cumhuriyetin liberal ekonomi politikasini devletci bir politakaya dönüstürdü. Burada belki tarima agirlik vermek, ve bagimsiz bir ziraat ekonomi sinifini, ve böylece bir ziraat piyasa ekonomisini yaratmak daha mantikli olurdu.
Ama sunu da sormak istiyorum: Cumhuriyet elitleri bunu istiyormuydu? Yani bagimsiz ve güclü bir ( ve onlarin gözünde gerici ve bagnaz)feodal bir ekonomik güc olusacak ve belki bunlar sehirdeki (ayni derecede cahil ve gerici) esnaflan sinifiylan birleseceklerdi. Ve bu ortak güc Ankaradaki bürokrat eliten siyasi tavizler istiyebilecekte. Yani bugün AKP ve Devlet arasindaki kavga bu degilmi.
Bence devletcilik Kemalistlerin isine geldi.
Yazan:emre er Tarih: Oca 12, 2009 | Reply
Cüneyd Bey;
AKP ile devlet arasındaki kavga budur. Bürokrat sınıf burjuvayı yaratmak istemeyecektir. Ama bu bence çok bilinçle uygulanmış bir politika değil. Daha çok feodal olandan tiksinmenin bir sonucu. Cumhuriyet elitleri duygusal insanlardı. İlkesel olsalardı bugün burjuva sınıfı hala oluşmazdı.Halbuki şu anda bir beyaz bir zenci olmak üzere iki tane burjuvamız var.
Modern yöntemle üreten feodalite bir süre sonra ortadan kalkacaktır. Burada bağnaz bir korkuya gerek olmaz. Bu dönüşümü ayrıca yazacağım.
Liberalizmden devletçiliğe geçilmesinin nedeni büyük buhran ya da sermaye kıtlığı olamaz. Çünkü parası olmayan bir ülkede devlet modernleşecek vergiyi de bulamaz. Çok iddia edilen parasızlık tezi kendi içinde çelişkili.
Cüneyd Bey; Yazdıklarımı anlamanız beni gerçekten çok mutlu etti.
İyi ki varsınız.
Yazan:Cüneyd Tarih: Oca 12, 2009 | Reply
Emre Bey,
cumhuriyet eliletleri duygusalmiydi, yoksa degilmiydi onu bilemem 🙂 (Hos su anki cumhuriyet elitin paranoyasina bakarak sizin tez bir nevi dogrulaniyor 🙂 ) Ama zaten cumhuriyet elite kim: Devletci zihniyetine sahip (devlet herseydir, ve sirf devlet toplumun istedigini bilir) eski osmanlinin bürokratlarin devami. zaten adamlarda bir refleks var, ne zaman onlardan baska bir güc olusmaya baslasa, hemen o bastirlir. Onun icin duygusaliktan daha cok bir refleks.
Beyaz ile zenci burjva sinifi terimi hosuma gitti, ama ben israil tarihine bakarak daha cok askenaz ile mizrahim burjava siniflari terimini kulanmayi tercih ederim. Zaten aksneazlar da mizrahim yahudilerden tikisinirlermis.
Yazilarinizin davamini bekliyoruz 🙂
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
Evet Analiz cok isabetli yapilmis. Cumhuriyetin baslarinda yapilan yanlislarin etkisini bugün halen görmekteyiz ve cekmekteyiz.Dünyada ekonomi kendini gelistirirken, bizi kurtaran Ulu liderimiz uyumus. Ama yine Liderimiz sagolsun bizi koruyan ve ara sira bizi darbeleyen bir sanli Ordu birakmis basimiza.
Yazan:OnurYangel Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
evet kardeşim bu ülkede var sa yoksa hep asker olsun kabahatli, siyasetçilere hiç hesap sorulmasın.bu memlekette hala bütün siyasi hareketler salt maddi çıkarlar üzerine hareket ederken hala asker olsun tek kabahatli.asıl asker bu ülkenin beceriksiz siyasetçilerinden bıkmış, siz ise askerden.bravo size
Yazan:emre er Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
Onur Bey;
Yazıda askerden bahsedilmiyorç 1950’ye kadarki tek parti dönemi kapsanıyor. Bu dönemde askeri darbe yok. Eleştirilen CHP’nin iktidar olduğu döneminde uyguladığı ekonomi politikaları.
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
Evet bravo bana cünkü Harbiyeli diktasini boyun egmeye niyetim yok.Artik biktirdi Harbiyeli geri kafa Jakoben rejim dayatmasi. Doymazlar Milli gelirin %30’nu harcarlar ama bir PKK’yi yok edemediler. Müslüman Türk Asker cephede sehit düserken kendini Ülkenin esas sahibi bilen Harbiyeliler yan gelir Golf oynarlar.Halkinin önüne köstek olan bir Devlet kurumunun hic bir faydasi yoktur. Askerle Siyasetcileri karsilastirmak demokratik bir tutu degil. Cünkü askerler hayati boyunca o sürüde kaliyor ve halkin parasiyla geciniyor ama görevleri disinda hareket ediyorlar. Siyasetciler belirli bir zaman icin secilir, yanlis yapan veya secmeni icin calismayan vekil secim kazanamaz.
Yazan:Cüneyd Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
Onur Bey
galiba Atatürk ün siyasete atandigi zaman uniformanisni cikarttigini unuttu galiba. Konumuz ikitsat tarihi Onur Bey.
Emre Bey sormayi unutmusdum: Sizde galiba benim gibi (her ne kadar ben tam sosyal ve ekonomi tarihcisi sayilmasamda) Wallerstein ekolünden olan Caglar Keyder ve Resat Kasaba dan ekilenmis olmalisiniz? 🙂
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
Emre Bey,
Sanırım bu sizin DD yayımlanan ilk yazınız.Zira Cumhuriyet’in ilk yıllarında(çok partili döneme geçmeden önce)CHP nin ugulamaya koyduğu ekonomik programa ilişkin kaleme aldığınız yazıyı okuduktan sonra,yayımlanmış başka yazınız var mı diye bir göz gezdirdim.Bulamadım.Umarım devamı gelir.
Öncelikle eleştirilere hazır olmanızı öneriyorum.Olumlu eleştiriler kadar olumsuz olanları da olacaktır,bunu doğal karşılayın.
Hem diğer yazılara gelen eleştiriler dikkate alındığında,yazınıza gelen tepkiler çok da abartılı değil(!)Hiç değilse henüz hakarete varan yorumlar yok:))İyimser bakmanız için yeterli bir neden bu bence.Açıkçası ezbere dayalı itirazların sizi yıldırmasına izin vermeyin.Bu,bazılarında kronik bir hâl almış çünkü.Ezberleri tıpkı bir yaşam serumuna dönüşmüş böyleleri için.Ayrıca ekonomiyi ordu;tarih,bilim ve felsefeyi de ideolojilerle karıştırmak gibi ilginç bir okuma yöntemleri var.Hatta çoğu zaman okumaya da pek gerek duymayarak niyetokumacılıkla yetinirler.Her şeyin en doğrusunu,en makbulünü onlar bilir çünkü.
Diyeceğim o ki,ülkemizdeki iktisadi süreci sağlıklı tahlil eden bir yazı olmuş.Kaleminize ve zihninize sağlık.Çatlak seslere aldırmadan düşüncelerinizi bizimle paylaşmaya devam edeceğinizi umuyorum.
Sevgiyle kalın.
Yazan:emre er Tarih: Oca 14, 2009 | Reply
Aziz Bey’e değerli yorumları için teşekkür ediyorum. Gerçekten yazmak başka bir şey, yazdıktan sonra tekrar motive olup yeni yazılar kaleme almak ayrı bir şey. Saolasınız bu gazla bir süre daha giderim:) Daha önce bir de “Türkiye’de kim neden darbe yapar?” isimli bir yazı kaleme almıştım.
Cüneyd Bey;
Bahsettiğiniz Türk yazarlar üzerine yoğunlaşmadım. Ama tesbitiniz doğru. Wallerstein üzerine çalıştım. Özellikle Marx’ın kapitalist gelişime dair açıklamalarını çok kullanıyorum. Bundan sonra kaleme alacağım yazılarda da ekonomik determinizme çok sık rastlayacaksınız. Liberal ekonomi tezlerimi de Marxist kavramlar ile açıklayacağım.
Yazan:Cüneyd Tarih: Oca 15, 2009 | Reply
Cok güzel emre bey, bende kendime göre neo marksist conflict theory (yani wallerstein:) ) esinlenerek analizler yapiyorum.
Ama tavsiyem bir Caglar Keyder in makallerine ve “Türkiye devlet ve sinif” kitabina göz atin.
Bir de Mehmet Altan in “Darblerin Ekonomisi” kitabi. altan eserinde türkiye deki darbeleri dünyadaki ekonomik paradigmalarin dönüsümleriylen iliskilendiriyor. Bu da bir wallersteinci analiz ihtiyac olan konu:)
Yazan:Tarik Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
Emre bey şöyle yamışsınız;
Para babaları ile iyi geçinmek noktasında sizle hemfikirim. Ancak dönemin sosyo-ekonomik yapısını gözümüzde canlandırdığımızda, para babaları denince sadece “feodal beyleri” hatırlamamız yanıltıcı olur diye düşünüyorum. Aslında liberalizmin bir Mustafa Kemal ilkesi olamayacak oluşunun anahtarı da bence burada yatıyor. Malum istanbul sermayesi büyük ölçüde “gayri müslim” sermayesiydi. Bağımsız bir ulus devlet inşa etme çabasında bir siyasi kadronun gayri müslim sermayesiyle “ittifak” kurabileceğini düşünmek imkansız duruyor.
Ben Mustafa Kemal’in niyetinden şüphe duymuyorum. Askeri ve dış politik konularda ciddi bir deha olduğunu düşünüyorum. Ancak iç politikada, özellikle ekonomide çok tutarsız bir çizgi izlemiş gibi görünüyor. Son kertede bu iki “para babası” kesimden birine yaslanmak, ve yaslandığı kesimi zamanla dönüştürmek mecburiyetindeydi bu süreci tamamlayabilmek için. Brinci kesimi “dönüştürme” şansı kısıtlıydı, zamanla tasfiye edildiler. İkinci kesimle ise bahsettiğiniz ekonomi politikaları ekseninde bir “dönüştürme” siyaseti izlemektense çarpık bir ittifak siyasetine girdiler. Sizin de bahsettiğiniz gibi “toprak reformu” sopasını sallayarak hizada tutmayı yeterli gördüler.
Devrimlerin getirdiği ağır yük ve malum “azınlık ihaneti” korkusu kemalist devletçiliği tabu haline getirdi. Biler bile hala bu çarpık mirasın yükünü çekiyoruz.
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
Olsada çok bir şey değişceğni sanmam şu an Atatürkçüyüm diyen çoğu insan inönücü.Sorun da burda zaten.Atatürk de değil.
Yazan:emre er Tarih: Şub 6, 2009 | Reply
Tarık Bey;
Farz ediyorum ki azınlıkları tasfiye etmek gerekli bir durumdu. Bunun mantıklı bir açıklaması var. Ama ağaların hiç bir şekilde sistem içine çekilmeyişinin mantıklı bir açıklaması yok. Çağdaş Uygarlık Seviyesinin üstüne çıkmak başlıklı yazı dizisinde de anlattığım gibi burada modern gelişimi bilmemek söz konusu. Modern gelişimin nasıl bir sürecin sonunda gerçekleştiği bilinseydi ağalara bakış açısı da değişebilirdi. “Herşeyden önce modern üretim gelir. Modern üretim için de paraya ihtiyaç vardır.” Şu cümle 1923 yılında kurulsaydı bugün bulunduğumuz nokta çok farklı olacaktı.
Yazan:Tarik Tarih: Şub 6, 2009 | Reply
Emre bey,
Çizdiğiniz kalkınma modeline büyük ölçüde katılıyorum. Ancak dönemin ideolojik koşullanmlarını gözönüne almazsak gerçekten anlaşılmaz bir hal alıyor bu siyasetler.
Örneğin, şu sanırım meşru bir soru olabilir: Acaba, Kemalistlerin izledikleri sizin de tespit ettiğiniz, “çarpık” ağa siyasetinin, kafalarındaki kürt ayrılıkçılığı korkusuyla bir alakası var mıydı? Örneğin 80’lerden bu yana PKK’ya karşı devletin bölgede “aşiret” yapısına yaslandığı aşiretlere tavizler vererek, onlar üzerinden ayrılıkçı hareketleri denetleme siyaseti güttüğünü bugün çok iyi biliyor ve görüyoruz. Öyleyse, dönemi içerisinde, toprak reformu ya da toprak ağalarını kapitalistleştirecek girişimlerden de, “kürtçülük” korkusuyla geri durmuş olabilirler mi diye sormadan edemiyorum.
Bu konuda (doğuya sanayi yatırımları özelinde) planlama yapılırken Celal Bayar’dan bazı anektodlar aktarılır. Özellikle kürt hareketlerini izleyenler çok önem verirler bu dönemin doğu ekonomi politikalarına, hatta kalkınmanın kasıtlı olarak geri bıraktırıldığı bile iddia edilir ama bu konuda pek fazla okuma yapmadığım için devam etmek istemiyorum.
Ancak 1932 tarihli raporunda, bizzat Celal Bayar’ın ağzından şu tespitin yapılmış olunması anlamlıdır:
Sormak lazım, 1932’de bu tespit yapılmış, güzel peki hiç olmazsa o tarihten beri bu “yapının” tasfiyesi için ne yapılmış? Koca bir hiç! Bugün mesela, koruculuk sistemiyle bölgede can çekişen aşiret yapısının damarlarına suni kan pompalayan da yine Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Devletten silah ve ayda 800 ytl maaş alan onbinlerce korucu istihdam ediyor bu devlet, ve türlü çeşit kaçakçılık olaylarına göz yumarak bu unsurları ayrılıkçı örgüte karşı destekliyor. Susurlukta Bucak aşireti özelinde karşımıza çıkan tablo buydu.
Başka bir belirleyici eksen de (kürtler üzerinde olduğu kadar türkler için de geçerli) kemalistlerin şu malum devrimler anlayışı olabilir. Kılık kıyafet, yazı, tekke ve zaviyelerin tasfiyesi, radikal din karşıtlığı biçiminde tezahür eden bir laiklik uygulaması…
Bütün bunlar toplumla devlet arasındaki mesafeyi açarken, Şerif Mardin’in kullandığı anlamda “merkezin”, “çevre” üzerindeki ideolojik hegemonyasının bir aracı olarak “dinin” tasfiyesini de beraberinde getiriyordu malum. Böylesi bir “kavgaya” girişmişken, çevrenin bir de sosyo ekonomik temsilcileri olarak yerel eşrafa da kılıç çekmek belki de(herhalde)intihar olurdu.
Ağayı kapitalistleştirmek görece gelişkin bir kent-kapitalist-manifaktür ekonomisinin peşi sıra sürüklenen bir ağalıkla mümkün değil mi? Şehirde gayri müslimi tasfiye edeceksin, kırsal da “şeyhle” hesaplaşma adına, “ağa”yla ittifak edeceksin (toprak reformu sopası demoklesin kılıcı gibi ağanın tepesinde sallandırılacak)bu çarpık siyasetin sonucunda ekonomik kalkınma-modernleşme-kapitalistleşme bekleyeceksin!
Şu durumda, Kemalistler aynı anda hem gayri müslimleri hedef alan bir “sermayeyi türkleştirme” siyaseti izlemiş hem de aynı süreçte dini alanla yalın kılıç kavgaya girmiş görünüyorlar. Dünyada bunun bir eşi benzeri daha var mı acaba, doğrusu ben bilmiyorum.
Kısaca, bence sorun o kadronun fransız siysetinden devşirdiği çarpık “devrim” anlayışında. Başka ve uzun bir yazı konusu olabilir bu. Şimdilik sadece, aynı anda hem gayri müslimlerle (sermaye), hem de “müslümanlarla” (eşraf öncülüğünde kırsal alan)arayı açıp, beri yandan büyük çaplı sosyo-ekonomik dönüşümleri gerçekleştirebilmenin zaten,imkansız bir girişim olacağını vurgulamak istiyorum.
Kemalistler süreç boyunca bu üçüncü hedefin (ekonomik modernleşme)hilafına “türkleştirme” ve “kaba laisist” siyasetlerde ısrar etmiş izlenimi bırakıyorlar bende. Birincisini başardılar, ikincisinde ısrarları görece başarılı oldu ama diğer yandan bizlere etkileri bugüne kadar gelen de bir çatışma ekseni yarattı toplumumuzda. (laik-mütedeyyin,vs) Üçüncü hedef ise ancak bu ikinci kırılma noktasını aşan hükümetler eliyle gerçekleştirilebildi. 50’lerde Menderes, 80’lerde Özal, günümüzde AKP..
Sorun biraz benim için epistemolojik bir sorun: “Bilmiyorlardı..” yaklaşımı bana tek başına çok açıklayıcı gelmiyor. İnsanlar evet bazı şeyleri bilmezler, ama çoğu şeyi bilirler de, uygulayacak iradeyi gösteremezler. Bu iradenin tıkandığı yerlerde, siyasetleri uygulayan kadroların zihniyet yapısını (arzu ve korkularıyla) gözönüne almak gerekebilir.
Örneğin benim, bu kadronun, en geç 1930’lu yıllar itibariyle, sovyet deneyimini günü gününe takip ettiklerinden hiç şüphem yok. Stalin’in hızlı sanayileşme programı, “devletçi” bir ekonomik kalkınma, “ilkel sermaye birikimi” yaratma ve bu doğrultuda hızlı sanayileşme için başından beri önlerinde duruyordu. Hadi kapitalist modeli bilmiyorlardı, onu da mı görmediler? Sonuç olarak tarımı kapitalistleştirme, ister ağaları zenginleştirerek olsun, ister stalinci kollektifleştirmeyle olsun birşekilde uygulanabilir bir siyasetti.
“İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar” demiş Mustafa Kemal. Ancak kendi kadrolarının ekonomi politikalarına bugünden baktığımızda maalesef büyük oranda “idare-i maslahatçılık”la malul görünyorlar ve onlar “devrimi” başka alanlarda (kültürel alan)gerçekleştirmeye öncelik vererek, ileriki kuşaklar nezdinde daha baştan kaybetmişler savaşı sanki.
Beni, bütün bu sorunsalları yazarak düşünmeye iten aydınlatıcı yazılarınız için de tekrar teşekkür ederim size.
Yazan:emre er Tarih: Şub 6, 2009 | Reply
Tarık Bey;
Vallahi anlaşılmak çok iyi geldi bana.
Komünist olmak istenmiyor. Ama 1930’da Sovyetler Birliği’ne giden heyetin önerileri çerçevesinde yeni bir oluşuma gidiliyor. Böylece devletçilik ortaya çıkıyor.
Devletçi anlayışta bir bilgisizlik söz konusu. “Gelişim parasız olmaz.” Devletçilik ise sermayeyi nereden bulacağını tarif etmez. O vergi ile modern ekonomiye geçilebileceğini savunur. İşte bilgisizlik burada.
İkinci bir bilgisizlik ise paraya kavuşan toprak ağasının devlete daha fazla kafa tutacağı noktasında. Halbuki tam tersi olacak. Bunu bu yazı dizisinin 2. bölümünde detaylı olarak anlattım.
Tekrar değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum.
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Şub 7, 2009 | Reply
Hallo… Atatürk devri 1930 bitmistir. Sonrada meydana civik Inönü gibi beceriksiz ve Jakoben haydutlar hakim olmustur. Liberalizm bir düsünce sistemi..orta yol gibi birsey…ama hic bir zaman devlet yönetmeye yeterli olamaz. Atatürk Liberal olsaydi belki bizi kurtarmazdi ve benim ismin simdi Yargo olurdu.
Yazan:Bertanarpak Tarih: Ara 4, 2012 | Reply
Emre Bey,
Elinize sağlık. Çok güzel bir yazı yazmışsınız. Burjivazi’nin 3. jenerasyonu her zaman en iyi okullarda okur, en çok dünyayı görür , ve yeni sosyal eliti oluşturur. Bencede korkmaya gerek yok.. 🙂
Yazan:Bilgin Tarih: May 9, 2019 | Reply
Öncelikle birşeyi savunduğunu söyleyen insanlar o ideolojinin veya inancın, bilginin kökenlerini araştırmalıdır.
Ben bir Türk olarak, Atatürkçü, Müslüman herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak savunduğum herşeyi akıllıca araştırırım,araştırma ve fikir edinme ilk nasıl bir yöntemle olmalıdır sorusuna yanıt olarak Atatürkçüyüm diyen bir insanın yapması gerekeni açıklayalım:
Atatürkün kaleme aldığı yazıları, konuşmaları nereden nasıl bulurum diye araştırıp hepsini öğrenip, bu konuşmaların içinde geçen her kavramı araştırmalı ki Atatürkün ne demek istediğini özümsesin kişi. Sosyalizm bile değil sosyalist teorilerden ilham alınan bir devrim değildir bizim devrimlerimiz diyor Atatürk. Devrim bizim devrimimizdir, sosyalistinkinden bize ne, devrim budur bizim için diyor yani..
Türklük üzerinde fazlasıyla durduğu gibi, dinin orjinalinin hem insan için hem vatan için çok değerli olduğunu anlatıyor ve din hakkında kurduğu cümlelerin derinliğini ancak o kutsalkitabı çok iyi bilenler ama ona inananların kullanacağı bir uslupta kullanıyor. Tüm bunların dışında hangi müslüman ne kadar dindar ölçütü nedir, neye göre ölçüp biçiyorlar, biri birkaç ibadetle kendini kurtarıp cennete gidecek büyük müslüman, birçok müslüman toplumu kurtaracak ama adam günde beş vakit camiye gitmiyordu ülke kurtarıyordu diye eleştireceksin.
Ey dinini bilmeyen okumayan araştırmayan hurafeci imansızlar,
ey savunduğu ilkelerin adamı olmayan büyük insanların arkasına sığınan şahsiyetsiz, fitne fesat tohumları eken bölücülerin, düşmanların oyuncakları, kendiniz olanı savunmak için araştırmanız lazım, belki o zaman bir şansınız olur ve gerçekten istediğiniz kurguyu oluşturup o şehirlerde yaşayabilirsiniz.
Bu modern dünyanın şehirlerini, ülkelerini yaratanlar batı eğitimiyle yetişmiş Liberal insanarın kurguladığı reformcu, devrimci, yenilikçi, özgür düşünceli ve Ulusalcı sistemlerdir.
Bu sistemler dinlerini kendilerine faydalı olduğu şekillerde kollamışlardır, eski anlayışları reformlarla parçalayıp ülkelerine insana hizmet eden hale getirmişlerdir dinlerini, bize ne eskinin hurafelerinden yorumlarından yalanlarından demişlerdir. Bu sayede herkes dinin özünü anlayacak biçimde özgürleşmiş ve din bireyselleşmeye insana nişan aldığı noktadan ahlak ve insanlığından ulaşmaya başlamıştır. Aradaki aracılar defolup gitmiş ülkeleri yükselmiştir.
Evet Liberalizm baskın biçimde insanın erdemlerini savunur (insanlık, özgürlük, onur, eşitlik, adalet gibi) ancak insanın doğasınıda savunur, olay budur, insan doğasındaki bencillik, büyüklük hissi, yaşam hevesi, gücü, bireysel odaklı yaratımlar, icatlar, kurgular, hayaller… Zamanında her bolşevik bu hayallerle yola çıkarken, kominizmin ne olduğunu bile bilmezlermiş, rus yazarların anlatımlarından düşünürsek. Zaten Liberalizme karşı gardını alan Rus sarayı o yöndeki devrimcileri püskürtmüştü, ama İngilizlerin kurgulamalarıyla oluşturulan sosyalist teoriler Rusyayı etkisi altına alınca Rus saraylıları ve sistemi çalışmadığı yerden çıkan bu topluluğu geri püskürtememiş yerle bir olmuştur.